Sovyet hükümeti 31 Mart tarihinde, ABD, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve Kanada elçilikleri aracılığıyla aşağıdaki notayı iletti.
18 Mart tarihinde, ABD Dışişleri bakanlığı, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve Kanada hükümetlerinin imzalamaya hazırlandığı NATO’nun kuruluş metnini yayınladı.
NATO’nun kuruluş metni; SSCB Dışişleri Bakanlığı’nın 29 Ocak 1949 tarihinde yayınladığı ve bu notaya eklenen bildiride, bu paktın saldırgan niteliğinin olduğu kadar, NATO’nun Birleşmiş Milletler’in amaçları ve ilkeleri ve ABD, İngiltere, Fransa hükümetlerinin imzaladıkları diğer anlaşma ve uzlaşma taahhütleri ile çelişki içinde olduğuna ilişkin dile getirilenlerin hepsini bütünüyle kanıtladı. NATO’nun kuruluş metninin içeriğinde bulunan ve paktın savunma niteliğine ve Birleşmiş Milletler ilkelerinin tanındığına ilişkin açıklamalar, ne pakta üye ülkelerin kendi kendini savunmasına ilişkin sorunlarla ne de Birleşmiş Milletler ilkelerinin ve amaçlarının gerçekten tanınmasıyla hiç bir ortak yanı olmayan amaçlara hizmet ediyor.
Fransa, İngiltere ve ABD gibi büyük güçler NATO’ya katılıyorlar. Buradan, bu paktın ne Fransa, ne İngiltere ve ne de ABD’ye karşı yöneltildiği sonucunu çıkarabiliriz. Büyük güçler içerisinde sadece Sovyetler Birliği bu anlaşmanın dışında tutulmuştur. Sovyetler Birliği’nin eksikliğinin tek açıklaması ise, bu paktın Sovyetler Birliği’ne karşı yöneltilmiş olmasıdır. Aynı zamanda, ABD’nin, İngiltere’nin ve Fransa’nın resmi temsilcileri, NATO’nun SSCB ve halk demokrasisi ülkelerine karşı yönlendirildiğini açıkça belirttiler.
NATO anlaşmasının imzalanmasını gerekçelendirmek için Sovyetler Birliği’nin halk demokrasisi ülkeleriyle savunma amaçlı olarak yaptığı anlaşmalara gönderme yapılıyor. Yine de bu gerekçeler temelden yoksundur.
Sovyetler Birliği ve halk demokrasisi ülkelerini birbirine bağlayan bütün dostluk ve karşılıklı yardımlaşma anlaşmaları iki taraflı bir özelliğe sahiptir ve sadece barışçı, hiçbir devletin unutamayacağı yeni bir olası Alman saldırısına karşı yöneltilmiştir. Üstelik bu anlaşmaların, son savaşta SSCB’nin müttefikleri olan ABD, İngiltere ve Fransa’ya karşı yöneltildiği şeklinde yorumlaması olasılığı hangi ölçülerde olursa olsun tamamen dışlanmıştır.
Dahası var, Alman saldırganlığının tekrarlanmasına karşı, SSCB’nin sadece halk demokrasisi ülkeleriyle değil, ama aynı zamanda İngiltere ve Fransa ile de benzer anlaşmaları var.
Buna karşılık, NATO anlaşmasının iki taraflı değil, devletler arasında kapalı bir gruplaşma meydana getirecek şekilde çok taraflı bir anlaşma olması ve daha da önemlisi yeni bir Alman saldırısı ihtimalini tamamen göz ardı ediyor olması, NATO’nun böylesi bir saldırıyı önleme amacı taşımadığını ortaya çıkarıyor. Ve ayrıca anti-Hitlerci koalisyona mensup büyük güçlerden olup da bu pakta dahil edilmeyen tek ülke SSCB’dir. NATO, son savaşta ABD, İngiltere ve Fransa’nın temel müttefiklerinden biri olan SSCB’ne karşı yöneltilmiş sayılmalıdır.
NATO’ya üye ülkelerin uyguladıkları geniş askeri tedbirler, bu ülkelerin savunma çıkarlarıyla hiçbir şekilde gerekçelendirilemez.
Güncel barış koşullarında, Fransa ve İngiltere’nin işbirliği ile ABD tarafından uygulamaya konulan; her türden askeri gücün arttırılması da dahil olmak üzere geniş askeri tedbirlerin alınmasının, atom silahlarının kullanılmasına ilişkin bir planın geliştirilmesinin, tamamen saldırı amaçlı bir silah olan atom bombası stoklarının arttırılmasının, hava ve deniz üsleri zincirinin inşâ edilmesinin vb. savunma nitelikleriyle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.
2. Dünya Savaşı boyunca kurulan Anglo-Amerikan birleşik Genelkurmayının Washington’da kalmaya devam etmesinin, Batı Birliği olarak adlandırılan birliğin askeri Genelkurmayının daha kısa bir süre önce Fransa’nın Fontainebleau şehrinde kurulmasının, yine NATO anlaşması uyarınca öngörülen Savunma Komitesi’ni kısa sürede kurma niyetinin hiçbiri NATO’ya üye ülkelerin savunma ya da barışçı amaçlarına ilişkin belirtiler değildir. Bunlar ancak, diğer askeri hazırlıklarla birlikte kaygıların ve tedirginliklerin artmasına, türü ne olursa olsun yeni bir savaşın kışkırtıcılarının ağzının suyunu akıtan savaş histerisinin daha da yoğunlaşmasına yaramaktadır.
NATO, dünya egemenliğine soyunan Anglo-Amerikan grubunun diktatörlüğüne boyun eğmeyen devletlere gözdağı vermeye adanmıştır. Bununla birlikte, bu tarz niyetlerin kofluğu; yine dünya egemenliğine niyetlenen faşist Almanya’nın çöküşüyle sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı ile bir kez daha doğrulandı.
NATO’ya üye ülkeler arasında anlaşmaya üye olup da zengin olan diğer üyelerden yararlanmayı planlayan, çeşitli maddi avantajlar ve krediler elde etmek için planlar yapan ülkeler de mevcuttur.
Ayrıca, NATO’nun anti-Sovyet iddialarının temelsizliğinin farkına varmamak olanaksızdır. Sovyetler Birliği’nin hiç kimseye; ne ABD, ne İngiltere ne Fransa’ya ne de NATO üyesi herhangi bir ülkeye ne saldırmaya ne de tehdit etmeye niyetinin olmadığını gerçekten de herkes biliyor.
NATO’nun ve yeni bir güç grubu oluşturulmasına Birleşmiş Milletler’in güçsüzlüğü gerekçe olarak gösterilir. Bununla birlikte NATO’nun Birleşmiş Milletler’in güçlenmesine yardım etmediği de ortadadır. Tam tersine bu uluslararası örgütün bizzat temellerini sarsıyor. Birleşmiş Milletler’in kuruluş amaç ve prensipleriyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan söz konusu güç birliğinin kuruluşu Birleşmiş Milletler’in kuruluş yasasıyla çelişki içindedir.
NATO’ya üye ülkeler, Birleşmiş Milletler kuruluş yasasında öngörülen bölgesel anlaşmalar ile ilgili 52. maddesine başvuruyorlar. Ancak bu gerekçe, inandırıcılıktan ve temelden yoksundur. NATO anlaşmasının yerkürenin her iki yarımküresinden ülkeleri kapsıyor olması, bölgesel bir nitelik taşımasının söz konusu olmadığını ve şu ya da bu bölgesel bir sorunu çözmeyi amaçlamadığını gösteriyor. Daha önce ilan edildiği gibi Birleşmiş Milletler üyesi olmayan ülkelerin (İtalya, Portekiz) NATO’ya dahil olmaya davet edilmesi ile bu durum doğrulandı. Halbuki Birleşmiş Milletler’in kuruluş yasasının aynı 52. maddesi, bölgesel anlaşmaların Birleşmiş Milletler üyeleri arasında olabileceğini öngörüyor.
NATO’nun kuruluşunu, Birleşmiş Milletler kuruluş yasasının 51. maddesi uyarınca üye ülkelerin bireysel ve kolektif olarak kendilerini savunma hakkıyla daha fazla gerekçelendirmek mümkün değildir. Birleşmiş Milletler kuruluş yasasına göre, bu tarz bir hakkın Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerden birine karşı silahlı bir saldırının neticesinde geçerli olabileceğini kabul etmek yeterlidir. Zira, ne ABD’nin ne İngiltere’nin ne Fransa’nın ne de NATO üyesi diğer ülkelerin herhangi bir saldırı tehdidine maruz kalmadığını herkes biliyor.
NATO’nun kuruluşunu Birleşmiş Milletler kuruluş yasasının 51. ve 52. maddelerine dayandırmaya çalışmak temelden yoksundur ve bu çabanın NATO ile oluşturulan silahlı devletler gruplaşmasının asıl saldırgan amacını gizlemeye adanmış olduğu açıktır.
NATO’nun ve özellikle onun kuruluş anlaşmasının 5. maddesinin Birleşmiş Milletler kuruluş yasasıyla doğrudan çelişki içinde olduğunu hiç kimse inkar edemez. Birleşmiş Milletler kuruluş yasasının, bölgesel anlaşmalardan ortaya çıkan zorlayıcı tedbirleri düzenleyen 53. maddesinin metninde eski düşman ülkeler için özel olarak öngörülen tedbirler haricinde “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yetki vermedikçe bölgesel anlaşmalar ya da bölgesel örgütlenmeler uyarınca zorlayıcı hiçbir harekete girişilemez” deniliyor. Buna rağmen NATO’nun kuruluş anlaşmasının 5. maddesi, Güvenlik Konseyi’nin iznine gerek duymaksızın üye ülkeler tarafından askeri güç kullanılmasını öngörüyor. Böylece, NATO’nun bölgesel bir anlaşma olduğu varsayılsa bile, 5. maddesi Birleşmiş Milletler kuruluş yasasına uygun değildir. NATO’nun kuruluşu için gönderme yaptığı tüm kaynaklar Birleşmiş Milletler kuruluş yasasının amaç ve ilkelerine uygunluk açısından temelden ne kadar yoksun olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Sovyet Hükümeti yukarıda yazılanlara dayanarak şu sonuçları çıkarmıştır:
1.NATO anlaşmasının, hiç kimse tarafından tehdit edilmeyen ve hiç kimsenin de saldırmaya niyetlenmediği üye ülkelerin savunması ile hiçbir ilgisi yoktur. Tam tersine, bu anlaşma açıkça saldırgan bir niteliğe sahiptir ve bu saldırganlık SSCB’ne karşı yönlendirilmiştir. Bizzat üye ülkelerin resmi temsilcileri, kamuya yaptıkları açıklamalarda bu niyetlerini gizlemiyorlar.
2.NATO, Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler için bir zorunluluk olan uluslararası barış ve güvenliğin güçlendirilmesine katkı yapmadığı gibi, Birleşmiş Milletler kuruluş yasasının amaç ve ilkeleri ile doğrudan çelişki içinde bulunuyor ve Birleşmiş Milletler’in temellerinin sarsılmasına neden oluyor.
3.NATO anlaşması; 1942 yılında Sovyetler Birliği ve İngiltere arasında imzalanan ve iki devletin uluslararası barışın ve güvenliğin korunması için işbirliğini taahhüt altına alan ve “iki taraftan biri aleyhine olmak üzere hiçbir anlaşmaya ve koalisyona katılmamayı” öngören anlaşma ile çelişmektedir.
4.NATO anlaşması; 1944 yılında Sovyetler Birliği ve Fransa arasında imzalanan ve iki devletin uluslararası barışın ve güvenliğin korunması için işbirliğini taahhüt altına alan ve “iki taraftan biri aleyhine olmak üzere hiçbir anlaşmaya ve koalisyona katılmamayı” öngören anlaşma ile çelişmektedir.
5.NATO anlaşması; Sovyetler Birliği, ABD ve İngiltere arasında Potsdam ve Yalta Konferanslarında, savaş sırasında olduğu kadar savaş sonrasında da yapılan ve bu devletlerin temsilcilerinin katıldığı diğer toplantılar sırasında imzalanan ve ABD, İngiltere ve SSCB’nin “evrensel barışın ve uluslararası güvenliğin güçlendirilmesi ve Birleşmiş Milletler örgütünün güçlendirilmesi için çaba harcamak amacıyla işbirliği yapmayı taahhüt ettikleri” anlaşmalarla çelişiktir.