Tuzlada çalışan 30 bin işçiden sadece 3 bini kadrolu. Bir gemi yapımında farklı zamanlarda 2000 bine yakın işçi çalışıyor. Ve yönetim kademesi dışındaki tüm çalışanlar taşerona bağlı. Taşeronlaştırma kimi zaman öyle pervasızca yapılıyor ki, işçi ve patron arasına kimi zaman 5 veya 6 taşeron girebiliyor. Bu sistem yüzünden, işçi parasını çoğu zaman alamıyor. Alamadığında da, parasını istemek için muhatap bulamıyor. Taşeron çoğu zaman ortadan kaybolmuş oluyor. İşçi patronun kim olduğunu ise zaten bilmiyor.
Tuzla tersanelerinde ortalama ayda bir işçi can veriyor. Makine parkına yapılan devasa yatırımlarla karsılaştırıldığında, çok küçük maliyetli işyeri güvenliğini sağlamaya yönelik tedbirlerle önlenebilecek olan bu kazalarda, işçiler hayatlarını kaybetmeye devam ediyor.
Tersane işçilerinin çabasıyla Gis-Bir hastanesi kuruldu. Tersaneler bölgesindeki hastane, ancak kazalar dışında, sadece düzenli ödenek ayıran işyerlerinin işçilerine hizmet veriyor. 30 bin kişilik hastanede, 20 bin tersane işçisi sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor. Sigortalı işçi sayısı 20 bin gözüküyor, ama sıklıkla giriş-çıkış yaptırdıkları için örneğin 3 yıl çalışan bir tersane işçisinin toplamda 6 ayı yatırılmış gözüküyor.
Limter-İş’in verilerine göre, Tuzla Tersanesi’nde çalışan 15 bin civarında işçinin, sadece yüzde 10’u kadrolu olarak çalışıyor. Limter-İş’e üye bin 186, Dok-Gemi-İş’e bağlı 300 civarında sendikalı işçi bulunuyor. Yani bahsettiğim alanda işçilerin %90’nı taşeron olarak çalışmakta.
Taşeronlaşma; mal ve hizmet üretiminin, bölünerek, bir ana firmaya bağlı çalışan bir veya birden fazla alt firma tarafından yapılmasıdır. Burada bağlılık, ana firma ve alt firma arasında yapılan sözleşmenin sınırı çerçevesindedir.
Özelde, Tuzla tersanesinde taşeronlaşmaya neden ihtiyaç duyulduğuna biraz daha yakından bakacak olursak…
Taşeronluğun sanayiye girmesi çok uzun bir geçmişe sahip değildir. Bilindiği kadarıyla, Türkiye’de ilk taşeronluk uygulamaları 1970’li yıllarda ortaya çıkmıştır.
Taşeronluğun sanayiye girmesinde işçiler ve sendikaların da önemli payı vardır. Bilindiği gibi, sanayinin gelişmeye başladığı ilk yıllarda işçilerin nitelikliliği ve iş organizasyonu çok yetersizdi. Genellikle hangi işin kimin tarafından yapılması önemli bir fark getirmiyordu. İşçiler, verilen talimatlar çerçevesinde, işyerindeki tüm işleri yapmakla yükümlüydü. Ancak bazı işler hem çok ağırdı, hem de iş-meslek öğrenme, mesleğinde gelişme kaygısındaki işçiler için aşağılayıcıydı. Bunların en başında yükleme-boşaltma işi geliyordu. İşçiler bu işi hamallık olarak görüyorlardı. İşte bu durum, işçilerin de ısrarıyla, sendikal bir talebe dönüştü. Yükleme-boşaltma işlerinin çok sık periyotlarla gündeme geldiği işyerlerinde ise, bu işler taşerona devredildi.
Bu arada 12 Eylül darbesi yapıldı, sendikaların faaliyetleri ve etkinliği yasaklandı, sınırlandı. Bu dönemde özellikle yeni sanayiye giren işverenler, sendikasız, örgütsüz, hak talep etmekten yoksun işçi çalıştırmanın tüm nimetlerinden yararlandılar. 1989–1990 yılına gelindiğinde ise, sendikalar kamuoyu desteğini de alarak, kararlı bir mücadeleye girdiler ve başarılı sözleşmeler gerçekleştirdiler. Ancak bazı işverenler, çok ucuz iş gücü avantajının ortadan kalkmasını kabul edemediler. Sonuçta taşeronluk sistemi sanayiye monte edildi.
Taşeronlaşmanın yaygın ve planlı biçimde uygulamaya sokulmasındaki başlıca hedeflerden biri, çok sayıda işçinin çalıştığı iş yerlerinde üretimin parçalanmasıdır. Böylece öncelikle işçilerin örgütlenme imkânının ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır. Örgütlenme ve hak arama imkânından yoksun kalan işçiler, düşük maaşlarla ve sigortasız çalıştırılmakta, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinden mahrum kalmaktadırlar.
Tersane sahiplerinin üretim örgütlenmesinde tercih edip destekledikleri bu bölünmüşlük ve esneklik, aynı zamanda rekabet aracılığıyla diğer taşeron firmaları da kendilerine bağımlı kılmak için bir avantaja dönüşmektedir.
Türkiye’deki özel sektör ticari-gemi inşa kapasitesinin %95’i, Tuzla tersaneler bölgesindeki 45 tersaneye aittir. Öyle ki, Tuzla tersaneleri 2007 yılında, 2011 yılına kadar sipariş kabul etmeyeceklerini söylemişlerdi.
Artan siparişleri yetiştirme kaygısı ile işin hızlanmasının ve üretim teknikleri ve teknolojisindeki ilerlemelerin çalışma sürecini olumsuz şekilde etkilemesi karsısında, emeğin giderek bu hıza ayak uyduracak esnekliğe “koşturulması”, sektördeki büyümenin sürdürebilirliği ve insan hayatı konusunda ciddi endişelere yol açmaktadır. SSK verilerine göre, Türkiye ekonomisinin yükselme dönemleriyle ölümlü iş kazalarının arttığı dönemler örtüşmektedir. Ekonomik büyümenin İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı’nda yapısal bir düzelmeye yol açmadığı anlaşılabiliyor. Her ne kadar verilen kayıtlı iş kazası sayıları, istihdamın parçalanmış ve kayıt-dışı yapısına paralel olarak sınırlı bir bilgi verse de, bir eğilimi göstermesi açısından önemli. Kriz yılları olan 2001’den itibaren ölümlü iş kazalarında düşüş, makro iktisadi büyüme ve refah yılları olarak tanımlanan 2005’lerden itibaren ciddi bir artış gözlemliyoruz. 2006 senesi, iş kazası geçiren işçi sayısının bir sene içerisinde 1096’dan 1601’e çıkması açısından, öncelikle incelenmesi gereken bir sene olarak göze çarpmakta. Bu çarpıcı artış, Tuzla Tersaneler Bölgesi’ndeki son ölümlü is kazalarına verilen ilk tepkilerden biri olan “işçiler eğitimsiz, o yüzden kazalar artıyor” açıklamasının da yanlışlığını gösteriyor. “İşçilerin genel eğitimsizliği” yerine, “nemaları paylaşılmayan genel ekonomik büyümenin” iş kazaları bağlamında irdelenmesi gerekliliği, istatistiklerde açıkça görülmektedir.
Taşeron işçinin sendikalarda örgütlenmesinin önünde yasal bir engel yok gibi gözüküyor. Ancak bir sendikanın fabrikada örgütlenmesinin önünde, bölünmüş onlarca taşeron firma zaten fiili bir engel. Sendikalaşmak isteyen işçilerin, bağlı oldukları taşeron firmanın tersanelerdeki toplam işçilerin sayısını bilmeleri ve %51’inde örgütlemeleri gerekmektedir. Taşeron bir firmada 20 işçi çalıştırırken, aynı taşeron başka bir ana firmada 5 işçi çalıştırmaktadır. Doğal olarak işçileri yan yana getirme zorluğu ortaya çıkmaktadır.
Diğer taraftan, ana firma ile taşeronlar büyük oranda anlaşmış olduklarından, işçiler sendikaya üye oldukları anda taşeron firma işten çıkartıyor. Zaten taşeron işçisi güvencesiz çalıştığı için kolayca işten çıkartılabilmektedir. Eğer taşeron firmada ciddi bir sendikal örgütlenme varsa, ana firma, sendikal çalışmayı duyduğu an taşeronun iş hakkını fesh edebiliyor. İşi olmayan bir işçinin de, sanırım, sendikaya ihtiyacı yoktur. Hiçbir güvencesi olmayan taşeron işçi, zaten işten atılmaktan korkmaktadır. Bu sebeple de sendikaya üye olmamaktadır. Kadrolu işçi ile taşeron işçi arasındaki ücret farkları, sadece farklı yaşam koşullarına sahip olmaları anlamına gelmiyor, taşeron işçi ile kadrolu işçi arasındaki bu fark, onları düşmanlaştırma ve bölme işlevini de görüyor.
Taşeron işçilere kadrolu işçilerin sahip çıkıp, sendikal mücadelelerine yardım etmeleri olanaklı olsa da, gerek aralarındaki düşmanlaşma, gerekse kadroluların yapmak istemediği ağır ve pis işleri taşeronların yapması, kadroluların destek vermemelerinin temel nedenidir.
Bir sendika toplu sözleşme yapabilmek için, o iş kolunda %10’luk bir örgütlenme yapmak zorundadır. Toplu sözleşme masasına oturulamadığı sürece de, işçiler, sendikaya üye olduklarında bir şey değişmeyeceğini düşünerek, sendikadan uzak duruyorlar. Çünkü sendikanın henüz toplu sözleşme yetkisi yoktur.
Taşeronluk gerçekten işçilerin sadece örgütlemesini engellemiyor, bütün sosyal haklarını, tatil günlerini, maaşlarını ve işçilerin iş güvenlik tedbirlerini hiçe saymaktadır. Tuzla tersanelerinde kriz gerekçesiyle Kasım ayından bu yana yirmi bin işçi işten çıkarılmıştır. Taşeronların, işçileri yevmiyeli çalıştırmaları, ayın 30 günü içerisinde istediği zaman işe çağıran, istediği zaman bir süre çalışma diyen bir çalışma şeklini yaygınlaştırmıştır. Ya da taşeron işçilerin çalıştıkları ana firmaları değiştirilerek, işçileri tek bir işletmeye bağlı çalıştırmayarak, doğal olarak da işçilerin örgütsüz ve hak arama mücadelelerinde yalnız kalmalarını sağlıyorlar.
Taşeronluk konusunda daha geniş kapsamlı çalışmaların yapılması da zorunludur. Ancak her şeye rağmen taşeronluk, çalışma yaşamını, sendikaları, endüstri ilişkilerini, ulusal ekonomiyi ve toplumsal yaşamı kemirmeye devam ediyor. Bu nedenlerle taşeronluğun bir an önce ortadan kaldırılabilmesi için işçilerin ve sendikaların çok kararlı bir mücadeleyi göze almaları kaçınılmazdır.
Hiçbir işçi, sendikacı ve kurum olarak sendika, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyebilecek durumda değil. Çünkü taşeronluk öncelikle tüm işçileri ve sendikaları tehdit ediyor.
Sendikalar taşeronluğun ortadan kaldırılması mücadelesini örgütleyip başarmadıkça, mevcut üyelerini taşeronluğa karşı koruyabilmesi de zorlaşacaktır.
Kaldı ki, tarihsel olarak sendikaların temel amacı tüm işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek olmuştur.
KAYHAN GEYİK: Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü