Ekonomik Kriz Nereye Gidiyor- Paketler Neden Çözümsüz?

ekonomik kriz nereye gidiyor

paketler neden çözümsüz?

BÜLENT FALAKAOĞLU

Kriz, artık bütün ekonomik göstergelere yansımış durumda.

2008’de kapanan işyeri sayısının yüzde 58 artması, doğrudan yabancı yatırımların yüzde 20 azalması, Hızla tırmanan işsizlik, Aralık’ta yüzde 17 düşen sanayi üretimi, bu göstergelerden sadece birkaçı.

İşsizliğin ‘resmen’ yüzde 12.3’e yükseldiğini gösteren son veriler (Kasım ayına aittir) ise, krizin vatandaşın hayatına daha doğrudan etkisini gözler önüne serdi. Kasım’da işsiz sayısı geçen yıla göre 645 bin kişi artmış. Resmi veriler, işsiz sayısının 3 milyon kişiye dayandığını gösteriyor. İşsizlerin 524 binini bu dönemde işten ayrılanlar oluşturdu. Türk-İş’in verilerine göre ise, sadece Bursa’da, Ocak ayında günde 280 kişi işten çıkarıldı. İş-Kur’a iş bulmak amacıyla yapılan başvurular, Ocak ayında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 95 artarak, 151 bin 530’a ulaştı. İşsizlik ödeneğinden yararlanmak için başvuranların sayısı da, Ocak ayında, 78 bin 555 olarak belirlendi.

Sanayi üretimi azaldıkça, kapasite kullanım oranı da düşüyor. Kapasite kullanımdaki düşüklük işsizlik anlamına geliyor. Sanayide kapasite kullanım oranı, Ocak ayında, geçen yılın aynı ayına göre 16.5 puan birden azaldı ve yüzde 63.8 seviyesine düştü. Kapasite kullanımı, son 20 yılın en düşük düzeylerinde… Aralık’ta yüzde 17 gerileyen sanayi üretim endeksini oluşturan sektörlere bakıldığında ise, otomotiv, metal ve tekstil sektörlerindeki gerileme görülüyor.

2008’de uluslararası ‘doğrudan yatırımlar’, önceki yıla göre, yüzde 20 dolayında azaldı. Çoğu özelleştirmeler yoluyla gelen bu kaynak, hükümetin beslendiği önemli kaynakların başında geliyordu. Doğrudan yabancı yatırım, 2007’de 21.9 milyar dolar iken, 2008’de 17.7 milyar dolar oldu. 2009 için beklenti ise 10 milyar dolar. Oysa daha bir yıl önce, Türkiye’nin yükselen bir değer olduğu, uluslararası alanda dolaşan paradan büyük paylar alacağı, önemli oranda doğrudan yatırım çekeceğinden dem vuruluyordu.

Ekonomide küçülme, bütçe açığı, işsizlik rakamlarının büyümesi ardından, elektrik tüketimi de, küresel krizin Türkiye’yi teğet geçmediğini bir kez daha gösterdi. Ocak 2009’daki tüketim, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 10 azaldı; böylece elektrik tüketimi, 2001 krizinden bu yana en düşük düzeye geriledi. Şubat’ın ilk günlerine ilişkin verilere göre, azalış sürüyor. Günlük azalma ciddi; boyutlarda, geçen yıl günde 600 milyon kilovat saat olan elektrik tüketimi, bu yıl günde 540 milyon kilovat saate düştü. Günlük tüketimdeki daralma, elektrik tüketiminin, yıl sonunda, tahminlerin yüzde 15 altında gerçekleşeceği sinyalini veriyor. Enerji Bakanlığı, bu sene içinde, elektrik tüketiminde düşüş değil, yüzde 10 oranında bir artış bekliyordu.

Kısacası, her şey tepe taklak olmuş durumda. Türkiye, giderek ağırlaşan ekonomik bunalımın girdabında. Sanayi üretimi, Ağustos’tan bu yana, her ay hızlanarak küçülüyor. Hizmetler sektörü küçülmekte. Bu büyük sektörün, ticaret, taşımacılık, depolama, pazarlama, reklam, hatta finans gibi daha alt-kollarındaki değişmeler, büyük ölçüde, sanayi sektöründeki ve dış ticaretteki değişmelerin etkisi altında. İthalat ve ihracatın toplam değeri, 2008’in son üç ayında büyük oranda düştü. Sanayi ve dış ticaret rakamları, 2008’in bir küçülme yılı olduğunu (TÜİK yeni “sürprizler” üretmezse) gösteriyor. İmalat sanayinde kapasite kullanım oranları, Ocak 2009’da, bir önceki yıla göre yüzde 21 dolaylarında gerilemiş bulunuyor.

MERKEZDE DERİNLEŞME

Krizin merkez üssü ABD’de de durum iç açıcı değil. Küresel ekonomik krize ilişkin gelişmeler gündeme damgasını vurmayı sürdürüyor. Amerikan Merkez Bankası (FED), ABD ekonomisinin bu yıl yüzde 0,5 ile yüzde 1,3 arasında daralacağını öngörüyor. İşsizlik oranı, yüzde 9 civarında seyrediyor. Evini kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalan 9 milyon Amerikalı bulunuyor. ABD Başkanı Barack Obama, konut kriziyle mücadele planı kapsamında 75 milyar dolar harcamayı öngörüyor. Bu planla, en fazla 5 milyona yakın kadar borçlunun finanse edilmesi ve haciz sınırına gelen yine en fazla 4 milyon kişiye yardım edilmesi amaçlanıyor.

ABD’nin sanayi üretimi istikrarlı bir biçimde düşüyor. Her hafta 100 binlerce kişi işsizlik maaşı başvurusunda bulunuyor. 100 milyar dolarlık önlem paketlerinden isteyen isteyene. ABD’li otomobil üreticileri General Motors (GM) ve Chrysler, ABD hükümetinden 22 milyar dolar ek kredi istiyor.

ABD’nin, gelişmeleri bir tehdit olarak algıladığı, bizzat Ulusal İstihbarat Direktörü Dennis C. Blair tarafından açıklandı. Blair, ülkenin güvenliği açısından en büyük tehdidin “terörizm” olmadığına işaret ederek, “artık ulusal güvenliğimiz açısından öncelikli tehdit küresel krizdir” demektedir.

Diğer kapitalist merkez AB’de de işler iyi gitmiyor. AB’de, bu yıl 3.5 milyon kişinin işini kaybedeceği ve 2008 sonunda yüzde 7 civarındaki işsizlik oranının, 2010’da yüzde 9.5’e ulaşacağı tahmin ediliyor. Dış ticaret açığı, 250 milyar Avroya dayandı. Oysa Avro Bölgesi 2007 yılında dış ticaret fazlası veriyordu. AB Komisyonu’nun Şubat ayı istihdam raporunda, küresel krizden en fazla olumsuz etkilenen sektörler arasında metal, otomotiv, finans ve lojistik sıralandı. Alman Federal Eyalet Temsilciler Meclisi (Bundesrat), Almanya Federal Cumhuriyeti tarihindeki en büyük ekonomik yardım paketi olan 50 milyar Avroluk ikinci konjonktür paketini onayladı.

Sadece emperyalist ülkelerde değil, kriz, tüm dünyada derinleşiyor. Uluslararası Sendikalar Birliği (ITUC), önümüzdeki 11 ay içinde 50 milyon emekçinin işsiz kalacağını ve 200 milyon insanın daha mutlak yoksulluğa kayacağını söylüyor. Onlar da, tıpkı Avrupa’daki sendikalar gibi, “sosyal bir saatli bombanın çalışmaya başladığı görülmelidir” diyerek ‘uyarıda’ bulunuyor. Bu tablo, başta ABD olmak üzere, dünyanın “büyük” ve zengin ülkelerinde, hükümetleri, dev boyutlarda ekonomiyi canlandırma paketleri açıklamaya zorladı. Bu önlemler, söz konusu ülkelerdeki talep açığını kapatarak, ekonomiyi canlandırmayı amaçlıyor. Ama sonuç ortada.

KRİZİN ORTASINDA!

Hiçbir paketin çözüm ol(a)madığı ortada. Çözüm olamaması da anlaşılır bir durum. Çünkü yaşanan kriz, birilerinin iddia ettiği gibi, hemen düzeltilebilir olanlardan değil. Yaşananların, kısa dönem, 3-5 yıllık “iş çevrimleri” ile 3-5 bankanın açgözlülüğünün yol açtığı kısmi finansal çöküntülerle ilişkisi yok.

Yaşanan genel bir ekonomik krizdir. Bu eğilim bir kez başladığında, durdurmak hiç de kolay değildir. Lakin genel bir krizi, ekonominin tümüyle durması, herkesin işsiz kalması olarak da düşünmemek lazım. Böyle bir sonuçla karşılaşılacaksa bile, bunu, bugünden yarına gerçekleşecek bir olasılık olarak görmek doğru değildir.

Şimdi de uzun sürecek genel bir kriz dalgasının ortasındayız. Daha önce, SSCB’nin çöküşüyle sağlanan “pazar genişlemesi”nin, refah devletinin ilgasının, uluslararası entegrasyonun ve aşırı sermaye birikiminin nimetleri ile bölgesel ve diğer krizler ertelenmiş ya da nispeten daha kolay atlatılmıştı. Bugünkü kriz ise, kapitalizmin ‘anayurdu’nda başladı ve tüm dünyayı aynı zaman sürecinde etkisi altına aldı. Bu yüzden daha ağır ve atlatılması daha fazla bedel istiyor. Bu yüzden, ortalık öyle bir yangın yeri ki, kazın ayağının sanıldığı gibi olmadığı bariz.

Toplamı trilyon dolarları bulan önlem paketleri yetersiz kalıyor. Yetersiz kalması da kaçınılmaz. ABD Senato’sundan geçen son ekonomik paket sonrası da aynı hava estiriliyor: “Duruma hakimiz, krizi düzeltme safhasına girildi.” Oysa yaşananlar tersini söylüyor. Kapitalizmin merkezi ABD’de bankaların tamamının özel sektörün elinden alınması gündemde…

Açıklanan paketlerle krizin işsiz bıraktıklarına iş imkanı yaratmanın imkansız olduğu konusunda hemfikir olanlar ezici çoğunlukta. Çünkü dünya ticareti durma noktasında. Umut bağlanan Çin’in durumu da giderek kötüleşmekte.

ABD’nin tetiklediği kriz, Çin ekonomisini ciddi biçimde sarsmaya başladı. ABD’deki resesyon Çin’in ihracatını düşürdü, Çin ekonomisinin büyüme hızı daha hızla düşmeye başladı. Çin’in, değil dünya ticaretini canlandırmak, kendi ekonomisini korumasının dahi olası görülmediğini öngören dünya çapında tanınmış kapitalist iktisatçıların sayısı her geçen gün artıyor. Kapitalist sistemin akıl hocalığının yapıldığı Davos Zirvesi’ndeki tartışma konularından biri de, Çin ekonomisinin 2009’da küçüleceği teziydi.

Başta ABD ve İngiltere olmak üzere, merkez ülkelerde, banka sistemini ayakta tutmak ve ekonomiyi canlandırmak için devletin olanaklarını (yani halkın vergilerini) kullanan hükümetler, “ulusal firmaları”nı koruyacak önlemler alıyorlar. Örneğin Fransa Hükümeti, Renault’a, “Fabrika kapatacaksan, işçi çıkaracaksan önce Fransa dışındakilerden başla” diyor. Her ülkenin bu tür önlemler alması halinde, dünya ticaretinde bu yıl başlayan küçülmenin sürmesi ve bütün ülkelerde bu durumun yeni işsizler yaratması kaçınılmaz görünüyor.

Merkez ülkelerden Türkiye gibi ‘Yükselen Pazar’ (YP) diye tanımlanan ülkelere akan özel dış sermayenin, küresel riskin artması ve emperyalist ülkelerin banka sistemlerinde acil kaynak ihtiyacının doğması nedeniyle geri dönme eğiliminin güçlenmesi, bağımlı ülkeleri dış kaynak darboğazına itiyor. Türkiye gibi “sıcak para”ya bağımlı ülkelerin daha ağır sorunlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.

Kapitalist sistemin 1970’li yıllarda yaşadığı krizi aşmak için hayata geçirdiği “yapılanmalar” kendini tüketmiş durumda. Dünya ekonomisinin son 25-30 yıldaki gelişimine piyasalaşma ve küreselleşme süreçleri damga vurdu. Reel ekonominin üretim süreçleri parçalanarak küreselleştirildi. Finansal sermaye hızla büyüdü. Sınır ötesi sermaye hareketleri, krizleri ağırlaştırıcı işlev gördüler. Finansal araçlar sistemin yapısını karmaşık hale getirirken, petrolden buğdaya, her ürün, finansal spekülasyon metaı haline getirildi.

Dünya ekonomisinin ‘2002-2007’ arasında yaşadığı büyüme, bu aşırı finansal sermaye, ucuz işçilik ve kamu kaynaklarının yağmalanması ile finanse edildi. Amerikalılar, bu ortamda, Çinlilerin “tasarrufunu” kullanarak, tüketimini sürdürebildiler. Çin, Amerikalılara ve dünyaya ucuz mal satarak, dünyanın önemli ekonomik güçlerinden biri haline gelebildi.

Şimdi, küresel finans sisteminin, bu yükü taşıyamayarak, çöküşün eğişine geldiği noktadayız. Piyasanın gizli elinin asılsız bir efsane olduğu bir kez daha açığa çıktı. Kısaca; küreselleşme masalı, propagandasını yaptığı ideolojik değerleriyle birlikte çöktü. Devletin ekonomiye müdahalesine en fazla karşı çıkılan iki ülkede, ABD ve İngiltere’de, hükümetler, devletin olanaklarını, yani vergi mükellefinin sağladığı kaynakları kullanarak, banka sistemini ayakta tutmaya çalışıyorlar.

Ürettiği “yeni değerleriyle” birlikte küreselleşmenin fiyaskosu koşullarında, kapitalist sistem çözümsüzlük içinde debeleniyor. Kapitalist sistemin karşılaştığı sorunları, gelecekte daha büyük sorunlara yol açacak şekilde ve ancak geçici olarak çözebildiği gerçeğinin çırılçıplak görülebildiği bir süreç yaşanıyor. Bir kez daha vurgulayalım, bu genel bir kriz. Bu koşullar altında ne küresel finans sistemini ayağa kaldırmak, ne küresel oyunu yeniden kurmak olası değil. Sancılı bir geçiş süreci yaşanacak. Süreci kapitalist devletler ve sermayeler arasındaki çatışmalar (bu süreçte savaş da güçlü bir ihtimaldir) ve elbette ki sınıflar mücadelesi belirleyecek. Yani açıklanan önlem paketleri değil… Davos’ta yapılan 2009 zirvesinde, sistemin efendilerinin hiçbir çözümünün olmadığı açıkça görüldü.

SÜRECİN SİYASAL SONUÇLARI OLACAK

Elbette ki, sürecin güç dengelerini etkilememesi ve siyasal sonuçlar doğurmaması beklenemez. ABD, hegemonik gücünün tehlikeye girdiğini, tek merkez olamayacağını görmüştür. Ulusal İstihbarat Direktörü Blair’in şu sözleri, ABD’nin duyduğu kaygının özetidir: “Kısa vadenin güvenlikte önceliği, küresel kriz ve krizin jeopolitik etkileridir. Ekonomideki düzelme süreci ne kadar uzarsa, ABD’nin stratejik çıkarları o kadar zarar görecektir.” Bu sözler, krizin jeopolitik ve jeostratejik sonuçlarına ilişkin önlem çağrısı niteliğindedir.

Siyasal sonuçlar doğurması da kaçınılmazdır. Küresel ekonomideki hızlı bozulma işsizliği hızla artırırken, Fransa’dan İngiltere’ye, Rusya’dan Çin’e, kabaran toplumsal tepkilerin ilk sinyalleri alınıyor. Davos’ta yapılan değerlendirmelerde, bunun siyasi sonuçlara da yol açabileceği dile getirildi zaten. Avrupa Birliği ülkelerinde “kriz masası” çoktan oluşturulmuş durumda. 27 AB ülkesinin özel görevlileri, Brüksel’de gerçekleştirdikleri toplantı üstüne toplantılarda, Fransa, Yunanistan, İngiltere’deki gelişmeleri kaygı verici bulduklarını dile getirdiler. 2009 yılı içinde, Almanya, Bulgaristan, Letonya, Litvanya’da yapılacak seçimlerde, ‘uç güçlerin’ etkin olmaması için neler yapabileceklerine dair “kafa patlattılar.”

Türkiye’de de, hem tepkiler, hem de siyasi sonuçları olan, benzeri bir süreç yaşanmaktadır. Türkiye’nin göstergelerini, resmi rakamlara göre aktarmıştık. Ama gerçek tablo, resmi rakamların gösterdiğinden çok daha “karamsar”dır. İşsizlik verileri önemli bir göstergedir. Türkiye İstatistik Kurumu, işgücü olarak 24.3 milyon kişi saptıyor. Fakat, açıkladığı işsizleri ve istihdamdakileri topladığımızda karşımıza 21 milyon kişi çıkıyor. Çünkü İstatistik Kurumu, işsiz sayılması gereken 3 milyon kişiyi işsiz saymıyor.

Gerçek işsiz sayısını görmek için, 3 milyona yaklaşan açık işsizlere, “umudunu yitirmiş”, “iş aramayan, iş bulursa çalışacak”, “mevsimlik”, “eksik istihdam” başlıklarındaki işsizlerin de eklenmesi gerekir. Nitekim bu örtülü işsiz kategorilerinde, son 1 yılda daha yüksek artışlar dikkati çekiyor. Örneğin, umudunu yitirmişlerin sayısı 717 bine çıkmış bulunuyor. “İş bulursam çalışırım” diyenlerin sayısı, 1 milyon 40 binden 1 milyon 251 bine çıkmış. Mevsimlik çalışanların sayısı 409 bin. Bunlar ve diğer hesaba katılmayanlar dahil edildiğinde, işsiz sayısı 6 milyonu aşıyor. İşsizlik oranı da, yüzde 12’lerden yüzde 26’lara çıkıyor.

Sanayi üretimindeki düşüş 2001 yılıyla kıyaslandığında da, bir sonuç çıkarılabilir. Aşağıdaki tabloda durum net olarak gözükmektedir.

Sanayi kesimi % aylık büyüme trendi (2001 ve 2008)

Tablo, 2001 yılına benzemektedir, ama koşullar 2001’inkiyle aynı değildir. 2001 yılında, dünya olumlu bir ekonomik hava içindeydi. İhracatta sorun yoktu, çünkü kurdaki değişim de ihracata yaramıştı. Öte yandan hızla girmeye başlayan “sıcak para”, iç borçların dönmesinde büyük kolaylık sağlamıştı. Emekçilerin gelirleri reel anlamda kayba uğratıldı. İşçi, emekçi ve üretici köylülüğe ağır faturalar ödetildi. Buralardan kısılanlar, ‘sıkı mali disiplin’ adı altında, sermaye kesimlerine aktarılarak, iç borç sorunu halledildi. Dış açık büyüdü, ama küresel likidite bolluğuyla, o sorun da halloldu. Kısacası, o zaman, dış konjonktür çok elverişliydi. Oysa 2008 ve 2009 yılında, dış dünya berbat bir durumda.

“Bu durum ne gibi sosyal ve siyasal sonuçlar doğurur?” sorusuna cevap vermeden önce, “Bu kötü göstergelere rağmen hükümet ve Başbakan’ın rahatlığı nereden geliyor?” sorusuna cevap vermek gerekir.

Ekim-Aralık 2008 aylarına ait ödemeler dengesi tablosuna, 2008’in son üç ayına bakıldığında, ciddi bir döviz çıkışı gözükmektedir. 2008’de 23 milyar dolarlık bir çıkış görülmektedir. Bu kadar büyük bir çıkışın, döviz piyasası kanalıyla, finansal sistemi sarsması gerekmez miydi? Fakat, Ekim-Aralık 2008’de Türkiye’ye gerçekleşen 12,5 milyar dolarlık kayıt-dışı döviz girişi, bu soruyu şimdilik geçersiz kılıyor. Bu krizde sessiz sedasız ekonomiye giren 12,5 milyar doların, vatandaşların yastık altlarından, kasalarından kaynaklandığı düşünülmüyor. Yorumlar, “Ülke dışından birileri, AKP iktidarına kaynağı gizli bir can simidi uzatıyor.” şeklinde.

Peki, seçim sonrası? Seçimden sonra, uluslararası sermayenin yaptırımlarının artması güçlü bir olasılık. Borsa’daki gücü, Türkiye’nin cari açık kırılganlığı gibi etkenlerle eli bir hayli de güçlüdür. AKP iktidarının bugünkü gibi gitmesi mümkün değildir. Önümüzdeki dönem, Türkiye’de krizinin etkilerinin daha çok açığa çıktığı bir dönem olacak. Emek cephesinin muhalefeti ve hükümet partisinden kopuşu, AKP iktidarını zayıflatıp yıpratacaktır. AKP uluslararası ve ulusal sermayeyi gözetmezse, kurlarda beklemediği sıçramalar, şirketlerin borç içinde batmaları vb. etkenlerin altında kalacaktır. Dümen suyunda kulaç artışını sürdürürse, emek cephesinin şu anki cılız tepkilerinin çok çok ötesinde bir tepki ile karşılaşacak, daha fazla yıpranacaktır.

SONUÇ YERİNE

Pratik, her gün, hem dünya genelindeki “krizin dibi göründü”, hem de bizdeki, “kriz bizi teğet geçecek” sözünü hemen, anında tekzip ediyor.

Milyarder spekülatör George Soros bile, gülerek, “Bırakın dibi görmeyi, kriz yeni başlıyor. Dibin yakınında herhangi bir yerde olduğumuza dair bir işaret yok” diyor. Kredi derecelendirme kuruluşu S&P de, ekonomik krizin henüz “dip” yapmadığını, ne zaman yapacağını bilmediklerini açıkladı. Dev borsaların geçen yıl yüzde 50’ye yakın değer kaybetmesinin ardından, ABD’deki başkanlık değişimi ve yeni başkan Obama bir umut olarak sunulmuştu. Şimdi Wall Street, son altı yılın en düşük seviyesine gerilemiş durumda. Avrupa borsaları değer yitirmeye devam ediyor. Citigroup ve Bank of America’nın kamulaştırılacağı söylentileri yaygınlaştı. Tüm dünyada reel sektörler feci şekilde vurulmaya devam ediyor.

Onca devlet müdahalesine rağmen, krizin dibi bulunamıyor. Bu, bizatihi kapitalizmin krizi, kapitalizme içkin bir kriz. Otuz yıldır ayak sesleri duyulan bu büyük krizin en son ertelenebileceği nokta burasıydı. Burada da deniz bitti.

Bu durumda, doğru olan tutum, bu kriz ne zaman biter türü boş beklentiler beslemek, bu enkaza üzülmek yerine, bu yığıntının ortasından yeni bir hayatı, yeni bir geleceği filizlendirme çabalarını artırmak olmalıdır. Kriz eğer yeterli düzeyde mücadele geliştirilebilirse insanlığa bunun fırsatını da sunabilecektir.

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑