trt şeş ekranından egemenlerin hesapları ve mücadelenin olanakları
Y. YILMAZ KARATAŞ
Cumhuriyet rejiminin ulus-devlet oluşturma adına Kürt halkını ve diğer etnik kimlikleri reddetmesi ve bunları asimilasyona tabi tutma politikası, bugün Kürt ulusal demokratik halk mücadelesi karşısında giderek etkisini kaybetmeye ve sorgulanmaya başlanmıştır. Kürt halk mücadelesi ve talepleri karşısında nasyonalist Baykal’ın bile “etnik kimlik şereftir” gibi laflar etmek zorunda kaldığı günümüz koşullarında, egemenler, bir yandan “Kürtlerin varlığını tanıdıkları”nı söylerken, öte yandan Kürtlerin kültür ve kimlikle ilgili taleplerini görmezden/duymazdan gelerek “Kürtlerin ne istedikleri belli değil” söyleminin arkasına saklanmışlardır. Başbakan Erdoğan ve AKP Hükümeti, Kürt halkının dil, kültür ve siyasal özgürlükler konusunda alanlarda yüz binlerle haykırdığı ve meclis gibi platformlarda DTP tarafından dillendirilen talepleri “DTP’nin Kürtlerin temsilcisi olamayacağı”, “AKP’nin daha fazla Kürt milletvekili bulunduğu” gibi söylemlerle reddetme tutumunu takınmıştır. Öte yandan AKP’nin ‘sınır ötesi operasyon tezkeresi’ni çıkartıp uzatması, sınırın içinde ve ötesinde aralıksız sürdürülen operasyonlar, Newroz kutlamaları ve anadil ile ilgili eylemlerde halka karşı geliştirilen baskı, şiddet, gözaltı ve tutuklamalar; verilen vaatlere rağmen bölgede açlık ve yoksulluğun derinleşmesi gibi olgular, AKP’nin Kürt halkı nezdinde hızla itibar kaybetmesine yol açmıştır.
Bölge’de Kürt halkının talep ve mücadelesine karşı Kürtler içinde örgütlü en güçlü odak olarak devleti temsil eden parti konumunda bulunan AKP, yaklaşan yerel seçimlerin giderek bir ‘hesaplaşma’ süreci haline gelmesi karşısında, yitirdiği itibarını yeniden kazanma, güç ve etkisini arttırmaya yönelik manevralara girişmektedir. Hatırlanırsa, İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olduktan sonra Diyarbakır’da yerel sermaye çevreleriyle bir araya gelmesi ve ziyaretle ilgili talep ve beklentileri Başbakan Erdoğan’la paylaşması, AKP’nin Bölge’de ‘devlet partisi’ rolünün egemen güçler içinde genel kabul gördüğünü ortaya koymaktadır. Bölge’nin ekonomik yardım ve eğitime destek görüntüsü altında gerici dernek ve kuruluşlar tarafından kuşatma altına alınması ve valilikler üzerinden yoksul halk kesimlerine yardımların dağıtılması, önemli oranda devletin uyguladığı politikaların sonucu olan halkın açlık ve yoksulluğunun istismar edilmesinin, AKP’nin bölge politikasının temel dayanaklarından biri olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte sadece ekonomik alanla sınırlı manevraların AKP’nin Kürt halkı içinde güç ve itibar kazanmasına yetmeyeceği de bilinmektedir. Bu bakımdan ABD ekseninde Güney Kürtleriyle de doğrudan ilişkilerin geliştirildiği bir süreçte, Kürt ulusal hareketinin baskılanıp tasfiye edilmesi ve AKP’nin ‘Kürt sorununu çözecek bir odak’ olarak gösterilebilmesi için kimi “siyasal açılım”lar gündeme getirilmektedir. TRT Şeş, resmî adıyla TRT 6’nın 1 Ocak 2009’dan itibaren 24 saat Kürtçe yayına başlaması ve YÖK tarafından Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması çalışmalarının başlatılması, bu çerçevede değerlendirilebilecek adımlardır. Bu adımların hangi politikalara hizmet ettiği ve nasıl sonuçlar doğuracağı farklı boyutlarıyla tartışılmalıdır. Ama her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, atılan bu adımlar, egemenler tarafından yıllardır dillendirilen “Kürtlerin ne istediği belli değil” söyleminin koca bir yalandan ibaret olduğunu gözler önüne sermektedir. Mesele, Kürtlerin ne istediğinin belli olmaması/bilinmemesi değil; egemenlerin bu talepleri karşılamak üzere adımlar atıp atmayacağı noktasında odaklanmaktadır.
MACUN TÜPTEN ÇIKMIŞTIR
TRT Şeş’in yasal mevzuat düzenlenmeden apar topar yayına başlaması, bu “açılım”ın yerel seçimler için kullanılmak istendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bununla birlikte amaç ne olursa olsun, atılan bu adım, Kürtlerin yıllardır dillendirdikleri bir talebin; Kürtçe basın yayının üzerindeki engellerin kaldırılması ve Kürtçenin anayasal güvenceye kavuşturulması talebinin gerçekleşme olanağının yaratılması bakımından önem taşımaktadır. Evet, bir yandan devletin resmî kanalı 24 saat Kürtçe yayın yapmakta, öte yandan Kürtçe üzerindeki baskı ve engellemeler devam etmekte; Kürtçenin eğitim öğretim dili olarak kullanılması yasaklanmakta, Kürtçe, Meclis tutanaklarına “bilinmeyen bir dil” olarak geçirilmekte, X, Q, W nedeniyle afişler toplatılmakta, çocuklara bu harflerin bulunduğu isimler verilememekte ve siyasi parti yöneticileri Kürtçe propaganda nedeniyle yargılanıp ceza almaktadır. TRT 6’nın geleceği belirsiz olmakla birlikte, Kürtçe üzerindeki yasak ve engellemelerin kaldırılması yönünde geliştirilen süreç, geri döndürülemez bir süreçtir. Bugün Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması ve Türkçe dışındaki dillerde (Kürtçe) propaganda yapılması önündeki engellerin kaldırılmasının tartışılmaya başlaması, artık macunun tüpten çıktığını, ırkçı şoven çevreler bakımından Kürtlerin bu yöndeki istemlerinin önünde durma olanaklarının giderek tükendiğini göstermektedir.
Kürt halkı ve tüm emek ve demokrasi güçleri bakımından TRT Şeş üzerinden geliştirilen süreçle ilgili öncelikli olarak alınması gereken tutum, uygulamada ortaya çıkan çelişkilerin Kürtçenin anayasal güvenceye kavuşturulması yönünde çözümünü sağlamak üzere mücadele içine girmek olmalıdır. Bu temelde, başta Kürtçe eğitim önünde engel oluşturan Anayasa’nın 42. maddesi (“Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.”) ve Türkçe dışındaki dilleri yasaklayan Siyasi Partiler Kanunu’nun 81. maddesi (“Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürlerin varlığı”nın reddedilmesi ve “Türkçeden başka dil kullanılması”nın engellenmesi) olmak üzere Kürtçenin anayasal güvenceye kavuşturulması önünde engel teşkil eden tüm yasa ve düzenlemelerin iptal edilmesi ısrarlı bir şekilde gündeme getirilmelidir. Dolayısıyla, bu kanalın hangi amaçlara hizmet ettiği/edeceği, elbette farklı boyutlarıyla tartışılıp değerlendirilmelidir. Ama emek ve demokrasi güçlerinin sadece bu noktaya takılması, sürecin Kürtçe üzerindeki engellerin kaldırılması ve demokratikleşme yönünde ilerletilmesi bakımından gereken müdahalelerin yapılmaması, ortaya çıkan bunca çelişkiye rağmen, egemenlerin istedikleri gibi at koşturmasına, yapılan manevralar üzerinden halkın gericiliğe yedeklenmesine hizmet edecektir.
TRT ŞEŞ’E ŞAŞI BAKMAK VE LİBERALLERİN AKP SEVİCİLİĞİ!
TRT 6’nın açılışında yaşanan ilginç gelişmelerden biri de, Başbakan Erdoğan’ın kanalın açılışıyla ilgili olarak “TRT 6 hayırlı olsun” anlamına gelen “TRT Şeş bi xér be” mesajı oldu. Bu gelişmeyi ilginç kılan, sadece birçok siyasetçi Kürtçe propagandadan yargılanırken Başbakanın Kürtçe mesaj vermesi değil; aynı zamanda Erdoğan’ın “bi xér be”yi telaffuz edememesi ve bu mesajı manşetlerine taşıyan burjuva basın yayın organlarının hiçbirinin bu sözcükleri doğru olarak yazamaması oldu. Burjuva basın yayın organları, Kürtçeyle bu ilk imtihanlarında, yıllardır iç içe yaşadıkları bu halkın diline ne kadar yabancı olduklarını dünya âleme göstermiş oldular. Burjuva medyanın bu utancına, aymazlık abidesi olan YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın, Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün açılması konusunda yaptığı açıklamada Kürt dilinde yazılmış binlerce eseri görmezden gelerek yaptığı “Kürtçe konuşulan bir dil gibi görünüyor, edebiyatı var mı yok mu araştırıyor bir üniversitemiz” açıklaması, aslında egemen çevrelerin Kürtçeyle ilgili atılan adımları ne kadar sindirdiklerini de gözler önüne sermektedir!
TRT 6’nın açılması, liberaller ve KDP-YNK çizgisindeki (daha doğrusu ABD’yi Kürtlerin dostu ve destekleyicisi olarak gören) kimi Kürt çevreleri tarafından, son dönemde uluslararası basın yayın kuruluşlarında “İslamcı faşist” bir parti olarak nitelendirilen AKP’nin “demokratlığı”nın yeni delili olarak gündeme getirildi/getiriliyor. Türkiye, Irak merkezî hükümeti ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında son dönemlerde ABD politikaları ekseninde geliştirilen ilişkilere bakıldığında (Cengiz Çandar, Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin TRT Şeş’in yayınını çok beğendiğini ve “Eğer TRT-Şeş’in yayını böyle olacaksa, Kurdistan TV’yi, KurdSat’ı hiç vakit uzamadan sollar geçer gider. Program kalitesi ve içeriğiyle, Irak’taki Kürtler kendi kanallarını değil, TRT Şeş’i izlemeye başlarlar” dediğini aktarıyor), söz konusu çevrelerin, AKP ile ilgili değerlendirmelerini bu eksenin içinden/çevresinden yaptığı görülmektedir. Bu çevrelerin AKP ile ilgili tutum ve değerlendirmeleri, en azından durdukları yer bakımından anlaşılırdır. Ama mesela Orhan Miroğlu, Taraf gazetesinde Kürtçe TV ile ilgili değerlendirmesinde, bu adımın atılmasında Kürtlerin yürüttüğü mücadeleye dikkat çektikten sonra, “Bütün bunlara rağmen, Baykal’ın yönettiği bir Türkiye’de bu yayın mümkün olabilir miydi diye sorarsanız, cevabım hayır olur” demekte, dolayısıyla AKP’yi olumlayan bir noktada durmaktadır. Mesele, işbirlikçi egemen çevreler ve bu çevrelerin politikalarının uygulayıcısı AKP’nin ulusal ve uluslararası alanda üstlendiği rolden bağımsız ele alındığında, elbette Baykal’a “kötü” derken –ki, her geçen gün ırkçı şoven söylemlere daha fazla sarılmaya başlayan Baykal, elbette ‘kötü’dür ve halkların barış ve kardeşlik mücadelesi bakımından baltalayıcı bir rol oynamaktadır– AKP olumlanabilir. Ama aynı AKP, yaşanan çatışmaların; sınır içinde ve ötesinde sürdürülen operasyonların siyasi sorumluluğunu da taşımaktadır. Ya da meseleye Miroğlu’nun baktığı yerden bakarsak, yıllarca “bölücübaşının asılması” üzerinden siyaset yapan ve bugün Kürtçe TV’ye karşı en sert eleştirileri yönelten faşist MHP’nin lideri Bahçeli’nin, 2000’de, DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti döneminde, idam cezasının kaldırılmasına ilişkin protokole imza atması acaba nasıl izah edilebilir?
Evet, Kürtçe TV, AKP Hükümeti eliyle gerçekleştirilmiş bir adımdır. Fakat bu adım “Kürt ulusal hareketinin argümanlarını etkisiz kılmak”, “Roj TV’nin etkisini kırmak” gibi hedefler çerçevesinde son yıllarda devletin farklı kademelerinde yer alan yöneticiler tarafından defalarca dillendirilmiş ve bu konuda aşağı yukarı ortak bir görüş oluşturulmuştur. Kürt sorununun çözümü karşısında en önemli direnç merkezlerinden biri olan Genelkurmay’ın Başkanı Başbuğ, 5 Haziran 2008’de, daha Kara Kuvvetleri Komutanı iken, Kürtçe TV ile ilgili bir soruya, “Bazı yayınlar var. Ben söylemeyeyim biliyorsunuz. Onların çok büyük etkisi var. Eğer onların etkisini kırarsa elbette yararı olur” cevabını vererek, bu konuya “olumlu” yaklaştığını ortaya koymuştur. Özetle, bu gelişmeleri AKP’nin hesapları ve kendisine ulusal ve uluslararası alanda biçilen misyondan bağımsız düşünmemizi isteyen liberaller başta olmak üzere, çeşitli çevreler, bu “açılım” nedeniyle, yeniden AKP’nin ampulünü parlatmaya girişmişlerdir.
TRT ŞEŞ VE EGEMENLERİN HESAPLARI
TRT 6’nın normal yayına başlamasının üzerinden daha bir ay geçmeden, burjuva basın yayın kuruluşlarında ardı ardına çıkan “TRT Şeş’in Roj TV’yi solladığı” haberleri, bu “açılım”ın arkasında yatan amacın ne olduğu sorusunun cevabını vermektedir. Burada asıl amacın Kürt halkının bir talebinin karşılanması değil; ulusal demokratik mücadelede önemli rolü olan bir aracın etkisiz kılınmasıdır. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, TRT 6 için “Kanal millî birlik için çimento görevi görürse bundan daha büyük mutluluk olabilir mi” derken, aslında bu durumu belirtmekte, kanalın Kürtlerin devlet politikasına kazanılmasının bir aracı olarak gündeme getirildiğini söylemektedir.
Kürtçe TV’nin yayına başlama tarihinin, yerel seçimlerde AKP’nin Kürt sorununu çözmek üzere “açılım”lar yaptığını göstermek amacıyla hızlandırıldığı/öne alındığı biliniyor. Gerekli yasal düzenlemeler yapılmadan atılan bu adım (mesela yasal olarak TRT 6’nın statüsü Kürtçe kanal değil, çok dilli kanal biçiminde tarif edilmiştir), yerel seçimlerde alınacak sonuçlara bağlı olarak yeniden değerlendirilmeye açıktır. Egemenler için önemli olan, halkın talebinin ne kadar karşılanıp karşılanmadığı değil, bu aracın kendi politikalarını etkin kılmaya ne kadar hizmet edip etmediğidir. Dolayısıyla Kürtçe TV, Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün açılması veya atılacak başkaca bir adım, Kürtlerin ulusal demokratik mücadelesinin etkisizleştirilmesine ve inisiyatifin egemenlerin eline geçmesine hizmet ettiği oranda işlevsel görülmekte, değilse, Özel Kürtçe kurslarının açılması yönünde yasal düzenlemelerin yapılması örneğinde olduğu gibi, halkın taleplerinin (anadilde eğitim ve öğretim talebi) içinin boşaltılması için kullanılmaktadır.
2009’a girerken ABD, Türkiye, Irak merkezî ve Kürdistan Federe Hükümeti arasında PKK’nin tasfiyesi veya silahsızlandırılıp etkisizleştirilmesi konusunda görüşme ve pazarlıkların yapıldığı basın yayın organlarına da yansımıştı. Bu planın önemli bir ayağını, egemenlerin, Kürt sorununda AKP üzerinden adımlar atarak, inisiyatifi ellerine alması ve Kürt sorununu kendi çizdikleri sınırlar içinde çözmesi oluşturuyordu. Dolayısıyla atılan bu adımlar, egemenler cephesi bakımından Kürt sorununun çözümünü sağlaması değil, bu sorunda kendi politikalarını etkin kılması yönünden anlam taşımaktadır. Bu yaklaşımın temeline inildiğinde, Kürt sorununun çözümünü, bu sorunun sonucu olan hareketin; Kürt ulusal demokratik hareketinin tasfiyesinde arayan geleneksel inkârcı yaklaşımla aynı paydada buluştuğu görülecektir. Egemenlerin tutumu, halkın talepleri üzerinden Kürt sorununun çözümünü sağlamak yerine, bu talepleri ulusal demokratik mücadeleyi etkisizleştirmek için kullanmak olarak özetlenebilir.
TRT ŞEŞ’İN DEMOKRASİ GÜÇLERİ VE MÜCADELESİ BAKIMINDAN ANLAMI
Kürtçe TV ile ilgili çeşitli ‘sol’ çevreler tarafından yapılan ilk değerlendirmeler, daha çok bu televizyonun “Kürt halk mücadelesine karşı kullanıldığı/kullanılacağı” söylemi üzerinden yapılmış ‘tepkisel’ değerlendirmeler oldu. Bu değerlendirmelerde genellikle doğru şeyler söylenmekle birlikte, sergilenen yaklaşımlar mücadelenin ihtiyaçlarını karşılamaktan ve egemenlerin manevralarını boşa çıkarmaktan uzaktır. Mesela Kürt ulusal demokratik hareketi tarafından TRT Şeş ile ilgili ilk açıklamalarda, bu kanal “korucu TV” olarak nitelendirilmiş ve bu televizyona çıkacak herkes “hain” ilan edilmiştir. Bu tutum, söylenenler doğru olmakla birlikte, egemenlerin, “terör örgütünün, devletin Kürtlerin taleplerini karşılamasından rahatsız olduğu” söylemini öne çıkarmalarına ve gerici propagandanın zemin bulmasına olanak sağlamıştır. Türk ve Kürt işçi ve emekçilerin devrimci sınıf partisi EMEP’in ve ilk tepkilerinden sonra DTP’nin ortaya koyduğu “Bu televizyonun Kürt halk mücadelesinin bir sonucu/kazanımı olduğu” tutumu, üzerinden ilerlenilmesi gereken yaklaşımı ortaya koymaktadır. Kürtçe TV, egemenlerin ulus devlet oluşturma adına 80 küsur yıldır Kürt dili ve kültürünün inkâr edilmesi; Kürt halkı üzerindeki baskı ve asimilasyon politikasının resmî olmasa bile fiili olarak iflas noktasına geldiğinin ilanıdır. Ve bu yönüyle, Kürt halkının ve tüm demokrasi güçlerinin kazanımıdır. Öte yandan bu durum, bu kanalın, Kürt halkına karşı (ulusal demokratik mücadelenin etkisizleştirilmesi için) kullanılmak istenmesinin teşhir edilmesi ve egemenlerin manevralarının boşa çıkartılması için mücadele edilmesi gerekliliğini ortadan kaldırmamakta, aksine demokrasi mücadelesinin ilerletilmesi bakımından bunu zorunlu kılmaktadır. Kısaca, devletin Kürtçe televizyon açmak zorunda kalması ile bu televizyonun gerici amaçlar için kullanılmak istenmesi arasındaki çelişkinin demokrasi güçleri tarafından doğru değerlendirilmemesi, gericiliğin amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet edecektir.
TRT Şeş’in yayına başlamasından sonra Kürt sanatçılar tarafından yapılan “Kürtçe TV’yi samimiyet ve inandırıcılıktan uzak gördükleri” ve “bu projenin içinde olmayacakları” açıklaması da, soruna tek yönlü bakmanın zaafiyetini üzerinde taşımaktadır. Hemen hepsi devlet tarafından yasaklı bulunan bu sanatçılar, hep birlikte Kürtçe TV’de çalışmak istediklerini açıklayıp bu yönde bir başvuru yapsaydı, acaba ne olurdu? Bu tutum, devleti zora düşürerek, bu “açılım”ın sınırlarının açığa çıkartılmasına hizmet etmez miydi? Burada söylenenlerden, TRT Şeş’in “Kürtçeyi siyasetin cenderesinden kurtaracağı” değerlendirmesini yaparak, gericiliğe yamanmaya çalışan Muhsin Kızılkaya gibilerinin olumlandığı sonucu çıkarılamayacağı açıktır. Burada belirtilmek istenen, kaba protestocu yaklaşımlarla egemenlerin çok yönlü manevralarının boşa çıkartılmasının olanaklı olmadığıdır.
Sonuç olarak, demokrasi cephesinde yer alan güçler, egemenlerin Kürt sorunu ve demokratikleşme bakımından derinleşen açmaz ve çelişkilerini, bu sorunların halk güçlerinin çıkarları temelinde çözümü yönünde ilerletme yeteneğini gösterme sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Bu temelde, başta Kürtçe eğitim ve siyaset yapma hakkı olmak üzere; Kürt dili ve kültürü önündeki engellerin kaldırılması yönünde anayasal düzenlemelerin yapılması, Kürtlerin bir halk olarak varlığının tanınması ve Kürt sorununun eşit haklar temelinde çözümü yönünde adım atılması gibi talepler, öncelikli olarak sahiplenip geliştirilmesi ve egemenler tarafından “açılım” yapmak adına sergilenen tutumlardaki çelişkiler üzerinden geliştirilmesi gereken talepler olarak durmaktadır. Çatı partisinin kurulması ve yerel seçimlerde ortak adaylar etrafında birleşme yönünde atılan adımlar, mücadeleyi ilerletme konusunda umutları büyüten; bu güç ve yeteneğin geliştirildiği oranda, işbirlikçi ülke egemenlerinin gerici hesaplarının boşa çıkartılması olanaklarını arttıran bir sürecin de önünü açacaktır.