emek partisi’nin demokrasi güçlerinin bir “çatı partisi” girişimi için taslak önerisi

22 Temmuz seçimi, ilerici, demokrasi isteyen güç odaklarının güçlerini birleştirme ve emekçi halk yığınlarıyla ilişkilerin yenileme ihtiyacını daha açık bir biçimde dayattı. Dahası bu seçim sürecinde olanlar; saflaşmaları da netleştirdi.

Şu açıkça görüldü ki; Türkiye’de siyaset alanı, son 4–5 yıl içinde, kendilerinin tanımladıkları siyasal çerçeve, izledikleri çizgi, Türkiye’nin başlıca sorunları karşısında aldıkları tutum açısından bakıldığında üç başlıca mihrak üstünden şekillenmiştir.

1-) AKP’nin merkezinde olduğu liberal-muhafazakâr mihrak. DP bu mihraka yakın duran bir çizgi üstünde hareket etmektedir. ANAP’ı da bir parti olarak varlığı olduğu kadarıyla bu odakla dirsek temasında görebiliriz. Hak-İş, Kamu sen, Memur Sen, MÜSİAD, genel tutumuyla Türk-İş’e bağlı büyük sendikalar, bu odağın yedeğinde davranmaktadır. TÜSİAD, TİSK, TOBB gibi sermaye örgütleri bu odakla, özellikle AKP ile ekonomik politikalar bakımından tam bir uyum içindedirler. Ama laisizm, devletin yapısı gibi konularda bu odakla çelişmektedirler.

2-) CHP-MHP’nin merkezinde olduğu, asker ve sivil kendisini Kemalist olarak tanımlayan çevrelerin de içinde yer aldığı, geleneksel güç odaklarını oluşturduğu milliyetçi-“laik” odak. Sağın ve “sol”un Kızılelmacıları da, CHP ya da MHP’ye bütün sert eleştirilerine karşın, dönüp dolaşıp bu odağın etrafında birleşmektedirler. Burada MHP ve BBP’nin bir yandan ırkçı bir milliyetçilik öte yandan da İslamcılık gibi konularda CHP ile çatışacağı düşünülürse de; CHP’nin son yıllardaki yönelimleri, bu farklılıkları önemsizleştirmiştir. DİSK ve bağlı sendikalar, Türk-İş’e bağlı bazı sendikalar, Eğitim-İş ve bazı odalar, Atatürkçü Düşünce Dernekleri, çeşitli legal ve illegal “kuvvacı” güçler, resmi ya da gayri resmi odaklarla bağlantılı çete organizasyonları bu  CHP-MHP merkezli milliyetçi-statükocu odakla paralel bir hatta hareket etmekte, daha doğrusu aynı stratejinin unsurları olarak davranmaktadırlar.

3-) Demokrasi güçleri odağı: Kürtlerin özgürlük mücadelesi ve Alevilerin gerçek bir laisizm temelindeki talepleri ile Türkiye’nin emek ve demokrasi güçlerinin demokrasi talepleri etrafındaki mücadelesi bu hareketin üstünde yükseldiği temeli oluşturmaktadır. DTP’den EMEP’e, ÖDP’den SDP’ye ve çeşitli sol siyasi çevreleri, aydınları, geniş bir ilerici, demokrat (sol ya da sağ bir kökenden gelebilir) çevreyi, bu odak etrafında görebiliriz. Ayrıca, TTB, TMMOB, KESK, kimi emek örgütü ve sendikalar ile Türk-İş ve DİSK’in bazı şubeleri (bazı merkezlerle de) ile her konuda olmasa da, önemli ölçüde ortaklaşılabilmektedir.

***

Bugün Türkiye’nin başlıca sorununun demokratikleşme olduğu göz önüne alındığında; 84 yıllık cumhuriyet tarihinin, demokratikleşmesinin başlıca iki sorununun Kürt sorun ve laisizm sorunu (*) olduğu, cumhuriyetin, demokratik bir cumhuriyet olmanın da ilk koşulu olan bu sorunların çözümünde başarısız olduğu ortadadır. Bunun içindir ki; asker ve sivil kimi güç odakları kendilerini, “cumhuriyetin koruyucu ve kollayıcısı” olarak ortaya atıp, bundan ekonomik, siyasi rant sağlamaktadır. Dahası, cumhuriyet, demokrasi, özgürlükler gibi kavaram ve haklar üstünde yaratılan bulanıklıktan yararlanan bu güçler, “cumhuriyetin tehdit altında” olduğu üstünden yarattıkları gerilim de bu sorunların çözümünde gelmiş geçmiş iktidarların başarısız olduklarının kanıtıdır.

Nitekim Kürt sorunu ve laisizm sorunu (Şeriat tehlikesi) üstünden yaratılan gerilimle ifade ve basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü de baskı altında tutulmuş, özgürlük ve demokrasi talepleri “bölücülüğün”, Türkiye’yi tehdit eden dış güçlerin oyunu olarak gösterilmiştir, gösterilmektedir.

Öte yandan son çeyrek yüzyılda uygulanan ekonomik politikaların esası ise, Türkiye’nin batı kapitalizmine entegre olmaya indirgenmiş olup emeğin haklarının gaspı, işsizlik ve yoksulluğun emekçiler için kaçınılamaz bir kader yapılması çizgisi üstünde şekillenen IMF-TÜSİAD çizgisi bir dayatma haline getirilmiştir. Ve bu neo liberal ekonomik program tüm düzen partilerinin ortak programlı olarak benimsenmiştir.

***

Toplam üstünden bakıldığında; yukarıda sözü edilen ilk iki siyasi mihrakın; Türkiye’nin demokratikleşmesinin merkezinde olan Kürt sorunun demokratik çözümü, laisizmin gerçek temelleri üstüne oturtulması, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi konularda hiçbir gerçekçi çözümlerin bulunmadığı; tersine bunların aralarında küçük farklar üstünde iktidar ve muhalefet olmalarına göre de bu yerlerin değiştiği görülmektedir. 22 Temmuz seçiminde bu partilerin seçim programlarında bu temel sorunlar ilişkin hiçbir vaat yer almadığı gibi son Anayasa değişikliği tartışmalarında da “türban” sorunu dışında aralarında kavgaya değer bir değişiklik olmadığı görülmüştür.

Neo liberal politikalar bakımından da yukarda belirtilen sermaye partileri bloklarının fikir birliği içinde oldukları, tartışmalarının bu programı kimin daha iyi uygulayacağı üstüne olduğunu artık herkes bilmektedir.

Bu yüzdendir ki; çok sayıda sermaye partisi ve birbirine karşıymış gibi görünen iki mihrak oluşmasına karşın aslında bu partiler ve bloklar mevcut statükonun korunması, uluslararası sermaye güçlerinin stratejisine bağlanmış olma konusunda hem fikirdirler. Burada AKP, mevcut statükoyu değiştirmek için reform üstüne reform yapan bir parti olarak kendisin öne atsa da; rejimin temelleri ve statükonun ana dayanakları konusunda diğerlerinden farklı bir noktada değildir. Zaten bu “reformlar” da; rejimle ilgili değil; örneğin emekçilerin haklarının gasp etme olarak şekillenen iş yasasının değiştirilmesi, sosyal güvenlik siteminin, eğitimin, kamu hizmetleri alanın piyasanın ihtilaçlarına ve genel olarak neo liberal ekonominin ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi alanlarındadır. Örneğin Kürt sorun çözümü konusunda bir demokratik girişim, laisizm konusunda Diyanet’in kaldırılması, devletin din alanından çekilmesi gibi konularda ne laiklik şampiyonu partilerin ne de inanç ve vicdan özgürlüğünü türban sorununa indirgeyen partilerin ve odakların bir girişimi olmamıştır. “Anayasayı yeniden yazmak” iddiasıyla ortaya çıkan AKP de; aslında rejimin asıl dayanaklarına (Anayasa’nın gerekçesi ve değiştirilmesi teklif edilemeyecek ilk üç maddesine) dokunmayacağını şimdiden ilan etmiştir

Onun içidir ki Türkiye’nin sorunlarını çözme yoluna girmenin tek seçeneği; yukarda 3. Sırda sözü edilen “demokrasi güçleri odağı”nın oluşturacağı ittifakın güç ve etkinlik kazanarak halkın iktidarı için adımlar atabilmesidir. Çünkü Kürt sorununu demokratik çözümü, laisizmi ayakları üstüne oturtmak, özgürlüklerin sınırsız bir biçimde gelişmesi ve neo liberal ekonomik program karşısında ülkenin ekonomik olanakları üstünde dinamizmin açığa çıkarılarak halkçı bir ekonomik programa seçeneğini ortaya koyabilecek tek güç odağı; bu ilerici, demokrat güçlerin ittifakının oluşturacağı güç odağıdır.

Yukarıda, “demokrasi güçleri odağı” olarak ifade ettiğimiz partiler ve çevreler, bugüne kadar iki genel bir yerel seçimde çeşitli düzeylerde işbirliği yapmışlardır. Elbette bu bile, Türkiye gibi ittifak kültürün son derece zayıf olduğu bir ülkede çok önemlidir. Ve bugün yapacağımız girimler için de seçim ittifakları son derece güçlü dayanaklar sağlayacak mahiyette ittifaklardır. Ancak bu seçim ittifakları seçimler sonrasında adeta unutulmuş, ne doğrular  geliştirilebilmiş ne de yanlışlardan ders çıkaran bir sağlıklı ve sistemli bir ilişki sürdürme imkanı oluşabilmiştir. Tersine iki seçim arasındaki geniş arlıklarında bu işbirliği, basit günlük kimi kendiliğinden “iyi ilişkilere” ve yerel örgütlerin çabalarına terk edilmiştir. Ancak bir sonraki seçim kapıya dayandığında, Seçim Kanunu’nun gerektirdiği hızda yeni bir ittifak görüşmesi başlatılmış, adeta daha önce yaşananlar yok sayılarak ilerlenmiştir.

Şimdi şu açıkça görülmektedir ki; seçimden seçime yapılan ittifaklar elbette partilerin tabanlar arasında bir sıcaklık, bir işbirliği isteği yaratmıştır. Ama aynı zamanda bu demokrasi güçlerinin her günkü mücadele içinde birlikleri önemlidir. Bugün yaşadıklarımız, sadece siyasi talepler doğrultusunda değil, sendikal (sendikalar içinde ortak tavır alma ve işçilerin sendikalaşma mücadelelerinin örgütlenmesinde ortak hareket etme) ve sosyal (eğitim sağlık, konut edinme, yerel yönetimden istenen taler, sosyal güvenlik vb konularda) talepler, hayatın bütün alanlarında ortak mücadelenin gereği dayatmış bulunmaktadır. Özellikle 22 Haziran seçimi sonrası yapılan değerlendirmeler; demokrasi güçleri odağının hızla istikrarlı, disiplinli bir birlik sağlamak üzere hareket geçmesini zorunlu kılmıştır. Türkiye’nin başlıca sorunlarını çözecek bir yapıya kavuşmak üzere; gerçek bir Türkiye “çatı partisi” için kaybedecek zaman kalmamıştır.

“Çatı partisi” programı şu başlıca beş madde ekseninde ele alınabilir:

1-) Kürt sorunun demokratik çözümü: “Türkiye Barışını Arıyor Konferansı”nın sonuç bildirgesinde yer alan talepler ve sorun çözümüne dair öneriler, programını Kürt sorun demokratik çözümü için dayanak olarak değerlendirilebilir. Dahası böylece; girişim; bu konferansın mirasına sahip çıkmasıyla; bu konferansın katılımcısı yüzlerce aydınla da daha baştan fikri bir bağ içine girmiş olur.

2-) Laisizmin gerçek temellerine oturtulması: Diyanet işlerin kapatılması, zorunlu din derslerinin müfredattan çıkarılması, devletin imam ordusu  yetiştirip istihdam etmesine son verilmesi ve devletin din karşısında tümüyle yansız olacağı bir çizgiye çekilmesini esas alan bir laisizm savunulması.

3-) Emekçilerin kazınılmış haklarının korunması ve geliştirilmesi ile neo liberal ekonomik politikalara karşı halkın çıkarlarını savunan ekonomik ve sosyal (parasız sağlık ve eğitim, konut sorun çözümü, yerele yönetim hizmetlerinin adil ve parasız verilmesi, bölgeler arasında eşitsizliğin giderilmesi önlemlerin taleplerin karşılanmasına ilişkin politikalar geliştirilmesi,

4-) Doğa’nın ve tarihin korunmasını esas alan çevre politikalarını savunmak ve artık insanlığın varlık yokluk davası haline gelen doğanın korunmasını programın önemli bir maddesi olarak ele almak.

5-) Irkçı, milliyetçi, dinci, Ortaçağ kalıntısı kültürel değerlere karşı insanlığın ileri değerler birikimini savunan, bunları halka mal etmeyi amaçlayan  halkaların kardeşliğin esas alan bir kültürü yamak için çalışmak “çatı partisi” için vazgeçilmez olmak durumundadır.

****

Kuşkusuz günümüzün ihtiyacı olan bir “çatı partisi”nin kurulması, sadece bazı siyasi parti ve çevrelerin katılımıyla olamayacağı gibi, sadece bu partilerin çevrelerinden ibaret de olamaz, olmamalıdır. Tersine; bu partiler sadece girişimci olarak özel bir sorumluluk yüklenmelidir ve Türkiye’ni geniş aydın çevreleri başta olmak üzere bugünkünden çok daha geniş bir yelpazeyi daha kuruluş aşamasından itibaren çalışmaya katmayı esas alan bir tutum geliştirmelidirler. Ortaya konacak ve demokrasi eksenli programla birleşebilecek ülke çapında ya da yerel düzeyde demokrat ilerici biri birer kişilerin katılımı önemsemeden başlayarak, sendikaları, çevre örgütlerini, ezilen milliyet ve mezheplerin, yöre derneklerine kadar az çok toplumda etkisi olan her çevrenin katılım önemsenmelidir. Daha kuruluş aşamasında program; bu çevrelerin de katıldığı; az çok örgütlülüğü olan işyerleri, hizmet kurumları, her düzeyde sendika örgütlenmeleri, meslek örgütleri ve her türden emek örgütünde tartışılarak oluşturulmalıdır. Burada katılım, tartışmaların rutinleşmesine izin verilmeden ve saptırılmadan yürütülmesinde girişimci partilere herkesten çok çaba, yetenek gösterme ve görev düşer.

Kuşkusuz bu çevrelerin katlımı, “çatı partisi”nin her kademedeki kurumunda hissedilmelidir. Özellikle ülke çapında örgütlü sendikalar ve çeşitli emek örgütlerinin durumu göz önüne alındığında; bu örgütlerin ülke çapında ve genel merkezler düzeyinde katılması çok sınırlı olacaktır. Ama yerel, iller ilçeler düzeyinde el alındığında; bu örgütlerin şubeleri, temsilcilikleri ve yerel ölçekte pek çok çevre örgütü, hemşehri dernekleri ve yöreye has etkin örgütlerin bu çalışmaya katılması mümkündür. Ve partilerimizin yerel örgütleri yeterince enerji harcar ve yaratıcı olurlarsa; yerel örgütlenmelerin oldukça geniş kesimleri kucaklayabileceği ortadadır. Hele bu çalışma; geleneksel, delege ağalığı ve genel merkezler diktası altındaki “particiliğin” eleştirisiyle birlikte ele alınır ve bu kesimlerin katılımı görünüşü aşan bir ciddiyetle sağlanabilirse; “çatı partisi”nin yeni  umutların yeşerip yayılmasında önemli bir dayanak olacağını şimdiden söyleyebiliriz. . Dahası çatı partisi böylesi geniş bir perspektifle ve kendi iç demokrasisi bakımından da diğer partilerden farklı bir parti olduğu duygu ve heyecanını yaratamazsa, daha baştan hayal kırıklığı olarak doğar. Bu yüzden de partinin programın ne olacağı kadar onun kuruluşun nasıl gerçekleştireceğimiz ve hangi çevrelerin ne etkinlikte katacağımız da önemli olacaktır.

Çatı partisini bir yandan il ve ilçeler hatta büyük işletmeler ve hizmet kurumlarına kadar inecek bir örgütlemeye ve Türkiye’nin en önemli ve yüz yıllık çözüm bekleyen sorunlarının çözmeye aday olarak çıkacağı gözlendiğinde elbette ki; ortaya çıkışı da bu iddiaya uygun olmak durumundadır.

Bugün CHP’den çeşitli sol çevrelere; birer birer aydınların, demokratların işçi ve emek çevrelerinin arayışlarına yanıt verildiğinde, mecliste bir guruba sahip olarak da doğacak bir partinin toplumda yeni bir heyecan dalgası yaratacağından kuşku duymamız için bir neden yoktur. Dahası bugün böyle bir seçenek ötesinde haklar indinde umut olabilecek bir seçenek de yoktur.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑