Kapitalist Kriz, Yunanistan ve İşçi Hareketi

Kapitalizmin dünya genelinde içinde bulunduğu kriz nedeniyle değişik kesimlerde çok boyutlu tartışmalar sürerken, dikkatler Yunanistan’ın içinde bulunduğu krize çevrildi. AB, Dolar-Avro, AB ve Amerikan mihrakları, IMF ve AB merkez bankası, tekelci sermayenin dayattığı paketler ve hak gaspları, ulusal bağımsızlık vb. birçok konu bir kez daha güncel sorunlar olarak gündeme geldi.

Uluslararası  medya ve özellikle AB ülkeleri medyası kapitalizmin krizini esas temellerinden soyutlayarak, neden ve sonuçlarını hasıraltı ederek, yol açtığı ve açabileceği yıkımları şu veya bu ülkenin kötü yönetimlerine bağlayarak ve kapitalizmi aklayıp krizden onları sorumlu tutarak, Yunanistan sorununu tartışmaya açtı.

İflasın kaçınılmaz olduğu, ortak para birimi anlaşması gereğince %3ü aşmaması gereken bütçe açıklarının %12’nin üzerine çıktığı, kamu borçlarının GSMH’nin %130’larına vardığı, Yunanistan İstatistik Kurumu’nun AB’ye yanlış bilgiler verdiği vb. uzun uzun yazılıp çizildi ve demeçlere konu oldu.

Alman ve Yunan basınında çıkan hakaret dolu yayınlarla da milliyetçilik ve düşmanlıklar körüklendi. Bazı Alman milletvekilleri, Yunanistan’a, krizden çıkış yolu olarak adaları satlığa çıkarmasını önerirken, Yunan Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı’ndan, burjuva aydın ve medyasına kadar, Almanya’dan savaş tazminatı istenmesinin* en uygun anının yakalandığı ve bu fırsatın kaçırılmaması gerektiği sesleri yükseldi. Hatta kaç milyar istenmesi gerektiği bile hesaplandı. (DİPNOT: *İkinci Dünya Savaşı sırasında NAZİ Almanya’sı tarafından işgal edilen Yunannistan’da 150.000 kişi Nazilerce katledilmiş, ülke ekonomisi dağıtılarak, yağmalanmış ve bu ülkeye ait tüm altınlar Almanya’ya götürülmüştü.)

Tabii bütün bu toz duman içinde, AB’nin en güçlü ve esas ekseni olan Alman–Fransız ittifakının başını çektiği güçler, Yunan Hükümeti’nin önüne “krizden çıkma reçetelerini” koydu ve Yunan ekonomisine el koydu. AB Ekonomi Komisyonu, uzun yıllar boyunca Yunan ekonomisinin denetim altına alınacağını açıklarken, ortak para birimi anlaşmasının şartlarına uyum gösteremeyen Yunanistan’ın dışlanmasını, hatta AB’den atılmasını bile savunanlar oldu.

Uluslararası  finans kuruluşları Yunanistan’ın puanlarını düşürdü, AB ekonomik destek sunulamayacağını açıkladı ve Yunan devlet tahvilleri alıcı bulamadı.Yunan Hükümeti, uluslararası sermaye kuruluşlarını spekülatif girişimlerde bulunmakla suçladı ve Yunanistan’a verilecek krediler için yüksek faiz dayattıklarını açıklayarak, Almanya ve Fransa’dan yardım talebinde bulundu.

ABD başkanı  Obama, AB ülkeleri içinde Yunanistan’a ilişkin tartışmaların yaşandığı günlerde, Yunanistan başbakanını Waşhington’a davet etti.

Bütün bu gelişmelerin yaşandığı süreç boyunca, Yunan hükümeti, Yunanlı işçi ve emekçiler karşısında; özellikle son günlerde uluslararası diplomasi tarafından sıkıştırılmış, Pazar ekonomisinin spekülatif politikalarına kurban olmuş, ancak ulusal çıkarlarını savunmaya ve halkını korumaya kararlı masum bir hükümet görüntüsü çizmeye çalıştı. Diğer yandan, karda kışta yiyecek bulmak için kapıları çalan ağustos böceği görünümü içinde, sermaye kuruluşlarının kapısını çaldıkça, dayatılan istikrar paketlerinin içerdiği maddeler daha da ağırlaştırıldı ve “1. istikrar dalgası”, “2. istikrar dalgası” adı verilen işçi ve emekçi karşıtı saldırıların startı verilmiş oldu.

HÜKÜMETLER SERMAYENİN YANINDA EMEKÇİLERİN KARŞISINDA  BİR POLİTİKA İZLEDİLER

Yunan hükümetlerinin AB onayıyla, uzun yıllardan beridir izledikleri tüm politikaların merkezinde işçi ve emekçi karşıtı sermaye politikaları yer almıştır. Emekçilerin hiçbir sorumluluğunun olmadığı bu krizin ve yolaçtığı sonuçların sahibi ve nedeni kapitalizmdir.

Kuşkusuz dünya geneli gözönünde bulundurulduğunda, bu krizden tüm ülkeler aynı oranda ve biçimlerde etkilenmeyecektir. Çünkü ekonomik yapılar ve ekonomilerinin özgünlüğü bir değildir. Ama nedeni aynıdır, kapitalist sistemdir. Toplumsal çıkarlar ve adil bölüşüm değil, kâr üzerine kurulmuş bir sömürü toplumu olarak kapitalizmin krizsiz bir ekonomi yaratması mümkün değildir. Dolayısıyla kapitalizm var oldukça krizler kaçınılmazdır.

Dünyada etkili olan son ekonomik kriz, ekonomisi bağımlı, iç dinamiklerden yoksun, zayıf ve daha çok küçük üreticiler ülkesi olarak değerlendirilebilecek Yunanistan ve benzeri ülkelerde daha etkili ve yıkıcı oldu. Ancak gelinen noktayı sadece krizle açıklamak, şimdiye dek hakim sınıfların bu ülkelerde izlediği emekçi karşıtı politikaları aklamak olacaktır. Sermaye temsilcisi hükümetlerin izlediği politikaların krizle birleşmesiyle sürecin hızlandığını vurgulamak daha doğru olacaktır.

Her şeyden önce uluslararası tekeller ve finans kuruluşları yıllardan beridir AB politikalarını uygulayan Yunanistan’a krediler vererek ve sermaye ihracını artırarak, silahtan, otomotiv sanayisine kadar, her alan ve sektörde hiç de küçümsenmeyecek kârlı bir pazar yarattılar.

1990’lı yılların başından geldiğimiz sürece kadar iç ve dış borçlar sürekli bir artış gösterdi. 2000’li yıllarda büyüme oranı %4.5, bütçe açığı ise %3.7 dolaylarında bulunuyordu. Bütçe açığı, 2010 yılında %12.5e ulaştı. Olimpiyat oyunlarının yapıldığı 2004 yılında turizm alanına yapılan yatırımların ekonomiyi canlandıracağı iddia edildi (olimpiyat oyunlarına ne kadar para harcandığı bugün bile bilinmiyor) ve 2005 yılı için %6 oranında bir büyüme hedeflendiği açıklandı. Oysa 2005, 1990’lı yıllardan sonra en düşük büyümenin olduğu bir yıl oldu ve %2’lik oranda kalındı. İç ve dış borçlanmanın yükselişe geçtiği sonraki süreçte, ekonomik baskı paketleri gündeme getirildi, özelleştirmeler hız kazandı. Kamu yatırımları durma noktasına geldi ve yoksulluk sınırında yaşayanlar %20’ye çıktı. 2008 yılında bütçe açığı %7.7ye ulaşırken, büyüme %2’lerin de gerisine düşmeye başladı.

2009 da ise, emperyalist ülkelere ve finans kuruluşlarına olan borçların yarattığı sorunlar, krizle birlikte iyice artan sorunlarla birleşince, bu borçlar ödenemez duruma geldi. Kısacası, kriz, süreci hızlandırdı ve yıkıcı etkileri ortaya çıktıkça, 300 milyar Avro’yu aşan borcun ödenemez duruma gelmesi, kaçınılmaz olarak bu ülkeye karşı operasyon düğmesine basılmasına neden oldu. Emperyalist ülkeler ve finans kuruluşları çıkar ve alacaklarını güvence altına alacakları reçeteleri Yunanistan Hükümeti’nin önüne sürerek, ülke ekonomisini ipotek altına aldılar.

Bu noktaya gelinceye kadarki süreçte, Yunanistan’la ilgili gelişmeleri irdeleyecek olursak…

Yunanistan’da, rekabetçi ekonomiyi geliştirme ve Pazar ekonomisi kurma adı altında özelleştirme ve taşeronlaştırma sistemleştirildi, kamu kuruluşları hibe denecek tarzda peşkeş çekildi, bankaların fahiş kârlar elde etmesini sağlayan rantçı politikaları güvence altına alındı, tarım ve sanayide elle tutulur bir gelişme yaşanmazken, spekülatif – şişirilmiş ekonomi büyüme olarak ilan edildi; işçinin, emekçinin emeğiyle kurulan emekli sandıklarındaki birikmiş kaynaklar borsanın ibrelerini yüksek göstermek için borsaya yatırıldı, sağlık ve eğitim alanında yapılan değişiklikler bu alanda büyük burjuvazinin büyük vurgunlar yapmasına yol açtı, hırsızlık ve rüşvet gelişti vb.

AB, uzun yıllar boyunca, Yunanistan’ı daha çok turizm sektörünü geliştirmeye yönlendirdi ve bu yönde planlamalar ve ekonomik politikalar dayattı. Hizmet sektöründe belli ilerlemeler gözlenirken, örneğin kâr etmediği ve ülke ekonomisine katkıda bulunmadığı gerekçesiyle tersaneler satıldı. Satılan tersaneler, sonraki süreçte, bazı küçük üniteler dışında bütünüyle kapatıldı. Böylece tersanecilik yavaş yavaş bitti. Yunan ekonomisinin ciddi kollarından biri olan limanlar ise, başta Çin olmak üzere, diğer ülkelere, 50 yıllığına düşük ücretlerle kiraya verildi. Yunanistan deniz taşımacılığında dünyada ciddi bir pay oranına ve dev filolara sahip bir ülke iken, bugün bu alanda ciddi bir varlık gösterememektedir. Bugün varlığını sürdüren Yunan ve Yunan şirketi olmasına rağmen başka ülkelerin bayraklarını kullanan uluslararası deniz taşımacılığı şirketleri ise, deniz ticareti yasasının 2687/1953 maddesine göre her türlü vergiden muaf tutulmaktadır.

Diğer yandan, 2009 yılında, deniz ticaretinde %29, ihracatta %17.5, inşaat sektöründe ise %26 gerileme yaşanmıştır. Ekonominin diğer sektörlerinde yaşanan durum da bundan farklı değil.

Yunanistan Hükümet yetkililerinin birkaç milyar avro bulmak için Avrupa kapılarını tek tek dövdükleri bir dönemde, Yunanlı bankalara 25 milyar Avronun aktarıldığı bilinmektedir. Son yıllarda bankaların kâr oranı görülmemiş bir yükseliş göstermiştir. Bankaların toplam sermayesi, Yunan ekonomisinin krizden çıkmak için ihtiyaç duyduğu paranın 120 katıdır ve bu gerçek Yunan Meclis’inde bile dile getirilmiştir. Kriziyle “varlık içinde yokluk” anlamına gelen kapitalizm için oldukça çarpıcı bir gerçek de, Yunanlı sanayici ve büyük sermayedarlarının yıllık raporlarında vurgulanan son yıllara ait çok yüksek kâr oranlarıdır. Durum böyle olmasına rağmen, kriz gerekçesiyle halka milyarlarca Avroluk fatura çıkaran Papandreu Hükümeti’nin Ekonomi, Enerji ve Çalışma Bakanları, yaptıkları açıklamalarla, 2010 yılı içinde, yeni iş alanları açma programı gereğince “işadamlarına sübvansiyon sağlanacağını” açıklamışlardır. Söz konusu sübvansiyonların bütçeye getireceği yük ise, 2.5 milyar dolardır.

Ülke ekonomisine ciddi katkıları olan birçok fabrika (tütün, gübre, çimento, kimya vb. sektörlerindeki fabrikaların yanı sıra Balkan ülkelerine bile yayılmış olan devlet ortaklı 25 tekstil fabrikası iki yıl önce kapatıldı) kapatılırken, silahlanmaya ciddi bütçeler ayrıldı. Yunanistan’ın AB ülkeleri içinde silahlanmaya en çok bütçe harcayan ülkelerin başında geldiği ve milyar dolarları bulan anlaşmaların imzalanmış olduğu bilinmektedir. Şu anda alımı durdurulmayan siparişlerin toplamı 10 milyar Avro dolayındadır. (Yunanistan ekonomisinin batmakta olduğunu söyleyen ülkelerin bu ülkeyle 10 milyar Avroluk silah ticareti anlaşması yapması ise bir başka gerçektir.)

Bundan 15-20 yıl  öncesine kadar genel nüfusun % 15-16’sını oluşturan köylü nüfusunun bugün %11’lere indiği ve AB ortak tarım politikalarının bu oranı %7,5’lere çekmeyi hedeflediği AB raporlarında açıkça dile getirilmiştir. 1975 yıllarında tarım ekonomisi Yunanistan GSMH’sının %30’u üstünde bir orana denk düşerken, bugün bu oran, %5’in biraz üstündedir. Bu, sanayinin gelişmesinden kaynaklanan bir olgu değil, ortak tarım politikaları nedeniyle tarım ekonomisinin bitirilme noktasına getirildiği gerçeğinden kaynaklanmaktadır.

80’li yılların sonuyla 90’lı yılların başında 90 dönüm tahıl eken bir çiftçi ailesinin geliri, yaklaşık olarak ihtiyaçlarını karşılayacak ve nisbeten rahat bir yaşam sürdürmesine olanak sağlayacak bir düzeydeydi. Bugün ise, aynı geliri elde etmek için, 1000 dönüm arazinin ekilmesi gerekmektedir. 1981 – 2006 yılları arasında, ekilebilir alanlarda 2.656.000 dönüm azalma oldu. Aynı süreçte, tahıl üretimindeki düşüş ise, 1.153.000 tondur. Benzeri durum, zeytin, pamuk, meyve, tütün vb. üretiminde ve hayvan besiciliğinde de yaşandı. Bu örnekler bile, kendi başına AB ortak tarım politikalarının gerçekte tarım ekonomisini hangi noktalara sürüklediğini göstermektedir. AB istatistik ofisi EVROSTAT’ın verilerine göre, birliğin 27 ülkesinden 22’sinde tarım gelirlerinde ciddi düşmeler yaşandı. (Örneğin Macaristan’da %35.6, İtalya’da %25.3, İrlanda’da %22.3) Büyük düşüşlerin yaşandığı ülkelerden biri de Yunanistan’dır. Modern tarımın yoğun olduğu Yunanistan, tarım ürünleri ithal eder duruma gelmiştir. Tarım alanında uluslararası tekellerin egemenliği güçlendikçe, bağımlılık artmış, kotalar konarak üretim sınırlandırılmış, üretim alınan kredileri karşılayamaz olmuş ve bütün bu etkenlerin bir sonucu olarak tarım ekonomisinde ciddi bir düşüş ortaya çıkmıştır. Son yıllarda üretim miktarı konan kotaları aştığı gerekçesiyle fiatı düşürülen ürünlerden dolayı meydana gelen zarar, on milyarlarla ifade edilmektedir. Kısacası, AB ortak tarım politikaları, köylüleri üretemez duruma getirmiş, tarım ekonomisini yıkıma uğratmıştır.

Yıllardan beridir izlenen politikaların bir sonucu olarak, bütçe açığı %12.5lere tırmanmış, kamu borçları ise, GSMH’nin %130’una denk düşecek oranlara varmıştır. Ekonomi kaynakları ve verileri, bu oranın önümüzdeki yılda %135’e ulaşacağını işaret etmektedir.

Yunanistan Hükümeti, halktan, işçilerden ve emekçilerden vergi yoluyla para toplamayı, ücretleri dondurmayı veya düşürmeyi, primleri gaspetmeyi, eğitim ve sağlık hizmetlerine yönelik sübvansiyonları ortadan kaldırmayı krizle mücadele planı olarak dayatmaktadır. Az da olsa ekonomi bilgisi olan bir kimse, bu tür önlemlerin krizden çıkışı sağlayamayacağını bilir. Kamu borçları ve bütçe açığı tam bir kara delik durumundadır.

AB VE YUNANİSTAN

Yaklaşık 7 ay önce iktidara gelen PASOK Hükümeti, önce ekonominin gidişatının güven verici olduğunu açıkladı ve hemen arkasından da uluslararası sermaye kuruluşlarının kapısını çaldı. AB Ekonomi Komisyonu ile yapılan görüşmeler ve komisyon yetkililerinin basına yaptıkları açıklamalar doğrultusunda, uluslararası basında, Yunan ekonomisinin batmak üzere olduğu dile getirildi. Yunan Hükümeti ekonominin uçurumun kenarında bulunduğunu açıklarken, Başbakan Yorgos Papandreu  “ekonomik gidişat ulusal bağımsızlığımızı tehlikeye düşürecek boyutlara varmıştır” diyerek, izlenecek ağır ekonomik baskı politikaları için Yunan halkından fedakarlık istedi.

Bu noktadan sonra gündeme gelen tartışma ve gelişmeler, AB’nin kimlerin kuruluşu olduğunu, kuruluş amacının ne olduğunu ve uluslararası tekelci sermayenin çıkarlarının bir kuruluşu olarak nasıl işlediğini ortaya koymaktadır. Yunanistan örneği, bir kez daha, AB’nin, uluslararası karşılıklı çıkarlar temelinde kurulduğu, ekonomik büyümenin AB’siz olamayacağı, ekonomik çıkarların yanında yüz sürülmesi gereken demokrasi tekkesi olduğu yalan ve iddialarını çürütmekte, tekellerin kâr ve sömürüsünün aracı ve organı olduğunu ortaya koymaktadır. Kopenhag Kriterleri, Maastrich Kriterleri, Lizbon Anlaşması, Avro kuşağı anlaşması, uyum yasaları, ortak tarım politikaları, Avrupa merkez bankasının kuruluşu ve oynadığı rol vb., halklara dayatılan ve halkların modern köleliğe boyun eğmesini içeren yasalar olarak gündeme geldi ve kabul edildi.

Yunanistan’ın Almanya ve Fransa kapılarını çaldığı günlerde aldığı  cevap ve Yunan Hükümeti’nin önüne konan paketler, on yıllar boyunca Yunan halkını açlık, yoksulluk ve sefaletle karşı karşıya bırakmaktadır. AB mihrakının başını çekmekte olan Alman ve Fransız emperyalizmi, başbakanlarının ağzıyla, Yunanistan’a karşılıklı çıkarları değil, uluslararası tekellerin ve finans kuruluşlarının milyarlarca Avro tutarında spekülatif kârlarını içeren anlaşmaları dayatmışlardır. Alman ve Fransız Hükümetleri, daha başından, Avro kuşağında bir ülke olmasına rağmen, Yunanistan’a bir tek kuruş bile verilmeyeceğini açıklamış ve adres olarak IMF’yi göstermişlerdi. Aynı günlerde AB yetkilileri, AB yasaları içinde ülkeleri iflastan kurtarmak gibi bir anlaşma ya da yasanın olmadığını hatırlatmışlardı. Kuşkusuz bu açıklamaların arkasında yatan çok değişik neden ve amaçlar bulunuyordu. Öncelikle Yunanistan’a “ekonomik önlem paketlerinin yürürlüğe girmesi ve ve bu doğrultuda güvencelerin verilmesi lazım” mesajı verildi. Yunanistan Hükümeti, dersini iyi çalışmış olarak, sosyal güvenlik sisteminden, sağlık, eğitim, sosyal haklara varıncaya, emeklilik yaşının yükseltilmesinden aylık ücretlerin düşürülmesi, kamuya yeni eleman alınmaması, vergilerin her alanda yükseltilmesi, KDV’nin %19’dan %21’e çıkarılması, yılda iki aylık ücrete denk düşen bayram primlerinde %30’lara varan kesintilere gidilmesi ve kamu harcamalarının %50’lere varan oranlarda düşürülmesini öngören yasaları Meclis’e getirip onayladıktan bir gün sonra, kredi bulmak için piyasalara çıktı. Hükümet’e göre, önlemler “uluslararası piyasada güven kazanmak” için alınmıştı. Bütün bu önlemlere rağmen, Merkel-Papandreu görüşmesinden, herkes, Merkel’in iki dudağının arasından “Yunanistan’ın arkasındayız ve AB tarafından gerekli önlemler alınacaktır” sözlerinin çıkmasını beklerken, Merkel, Yunan Hükümeti’nin aldığı önlemlerin önemine dikkat çekmekle yetindi.

Yunan Hükümeti’nin aldığı önlem paketlerinden sonra, Yunanistan hazinesi, ihale yerine seçilmiş yatırımcılarla gerçekleştirdiği tahvil satışında, 25 milyarlık talepten 8 milyar Avroluk bölümü kabul ederek tahvil sattı. Bu arada, tahvillerin Alman bankaları tarafından alındığını ayrıca vurgulamak gerekiyor.

2010-14 yılları arasında süresi dolacak olan Yunan devlet tahvillerinin tutarı 120 milyar Avro dolayındadır. 2010 yılı içindeyse, Yunan devletinin 54 milyar Avro borç bulması gerekiyor. Bu paranın 33 milyarı borç ödemesine, gerisi ise, bütçe açıklarının kapatılmasına yönelik olarak kullanılacaktır.  
Yunanistan’ın ödeyeceği faiz, AB’de ölçü sayılan Almanya tahvili faizinden 3.9 puan yüksek olacak. Bu borcun faizi, yüzde 6.3 olarak belirlendi. Yüzde 6.3’lük faiz, Yunanistan’ın Avrupa Para Birliği’ne girdiğinden bu yana ödeyeceği en yüksek faiz oranı. Aynı tahvillere, 2009 Mart’ında ödenen faizse, yüzde 4.98 idi.

Yunanistan sorunu tartışılırken gözden kaçırılmaması gereken noktalardan biri de şudur: Yunanistan’ın borç alamama gibi ya da borç verecek kuruluş bulamama gibi bir sorunu yoktur. Sorun, hangi şartlarla ve hangi faiz oranıyla borç alınacağıdır.

AB Komisyonu’nun para politikasından sorumlu üyesi Joaquin Almunia, “yardım etmenin bir bedeli vardır” derken, yoruma gerek bırakmayacak kadar açık ve net konuşmuştu.

Öncelikle Yunan Hükümeti’nin krizi gerekçe göstererek baş vurduğu “acı reçeteler”in yıllardan beri AB tarafından çıkarılması dayatılan yasalar olduğunu belirtmek gerekir. Hiçbiri yeni değildir. Bu vesileyle Alman ve Fransız emperyalizmi, Yunanistan sorunundan hareketle, diğer AB ülkelerine de mesaj göndermektedir. AB kararlarının uygulanmaması durumunda varılacak noktanın Yunanistan örneği olacağı mesajı verilerek, tüm Avrupa ülkelerince, işçi ve emekçi karşıtı yasaların bir an önce çıkarılması istenmekte ve dayatılmaktadır. Daha şimdiden AB’nin zayıf halkaları olarak gösterilen İspanya, arkasından Portekiz ve hatta İtalya bile, Yunanistan örneğini tartışır ve önlemlerin bir an önce alınmasının gereğine dikkat çeker noktaya gelmiş/getirilmişlerdir.

Yunan devletinin borçlarının %75’i, Fransa, Almanya ve İtalya’yadır. Bu gerçek bile, tek başına, Yunan halkına yönelik bu saldırıların arkasındaki kimlerin ve nelerin olduğunu açıklamaya yeterlidir. Kimlerin Yunan halkının sefaleti üzerinden milyarlarca Avro kazandığı görülmektedir.

Hatırlanacağı gibi, geçen yıl AB bünyesinde alınan karar doğrultusunda, bankalara milyarlarca Avro aktarılmış ve bankaların iflastan kurtarılmış olduğu, dolayısıyla da “köpük sermayenin, rantçı sermayenin” önüne geçildiği vurgulanmıştı. Bu gelişmeyle beraber hükümetlerin ekonomiye el koyacakları ve olumsuz gelişmelerden artık hükümetlerin sorumlu olacakları hatırlatılmıştı. Oysa gerçekler, söylenenlerin tam tersini ortaya koymaktadır. Uluslararası piyasalarda devasa oranlara varan rantlar, karşılığı ödenmek üzere halklara dayatılmaktadır. Örneğin Yunanistan’a bu kadar yüksek faizli borç verilmesi, Yunan halkının aşından, ekmeğinden kesilen paraların doğrudan faiz ödemelerine gideceği anlamına gelmektedir. Faizlere gidecek miktarla, krizden çıkma gerekçesiyle, halktan, işçi ve emekçilerden toplanacak paranın miktarı arasında uçurumların değil, küçük farkların olduğu ortadadır. Dolayısıyla rantçılığın önüne geçilmediği gibi, bankalara aktarılan paralarla daha güçlü ve yaygın bir rantçılığın önü açılmış ve “etkin ve istikrarlı sermaye kuruluşları” oluşturmak adına yasal düzenlemelerle yeni güvencelere kavuşturulmuşlardır.

Yunanistan GSMH’sinin, Avro kuşakları içinde yer alan ülkelerin toplam GSMH’sinin %2’sine denk düştüğü bilinmektedir. Dünya geneli açısından düşünülecek olursa, dünya GSMH’sinin %0.2’sine denk düşmektedir. Dünyadaki borç açıklarının tutarıysa, 40 trilyon dolardır. Yunanistan, bu borcun sadece %1’in çok altında bir miktarından sorumludur. Bu durumda, koparılan fırtınanın nedeni ne olabilir? Soru kadar cevap da açıktır: Tekelci kârlar, halklara dayatılan kölelik, işçi ve emekçilerin orta çağ şartlarına geri dönmesini ve karşılığında azami kârların garanti altına alınmasını sağlayacak politikaların uygulanması önündeki engellerin temizlenmesi, emperyalist rekabet, pazar kavgaları vb. Yunanistan, şu anda en zayıf halkalardan biri durumundadır ve emperyalist politikaların bir kez daha halklara karşı saldırganlığa dönüştüğü, emperyalist mihraklar arasındaki rekabetin kızışmaya başladığı ve başlayacağı önümüzdeki sürecin örneklerindendir. Sorun, Yunanistan değil, Yunanistan üzerinden ortaya çıkan gerçekler ve izlenen ve izlenecek olan emperyalist politikaların gerçek yüzü ve içeriğidir. Dolayısıyla Yunanistan üzerinden verilen mesajlar çok önemlidir.

2008-09 yılları arasında borcu ikiye katlanan tek ülke Yunanistan değil. Bu gerçek, Avro kuşağı içinde yer alan neredeyse tüm ülkeler için geçerli. Borçlar, bu ülkelerde de ikiye katlanmıştır. Bankalara aktarılan milyarlarca Avro tutarındaki fonlardan kaynaklanan açık bile, kendi başına, bir “kara delik” anlamına gelmektedir. Bu durumda, neden Yunanistan, dış borçların ve kamu borçlarının bu kadar büyük olduğu Avro kuşağını tehdit eden ülke olarak görülüyor? Nasıl oluyor da, AB’nin geleceği, Avro’nun istikrarı, bu ülke tarafından tehdit ediliyor ve tehlike altında bulunuyor?

Yunanistan’ın borçları, diğer AB ülkelerinin yanında, özellikle Almanya ve Fransa’yla (Japonya GSMH’nin %600’ı, İngiltere %500’ü, Amerika %450’si, Fransa %400’ü, Almanya %300’ü, İtalya %250’si) kıyaslandığında devede kulak bile değildir.

Yunanistan Başbakanı Yorgos Papandreu’nun “piyon yapılmak isteniyoruz” demesinin nedeni, tam da yukarıda söylenenleri doğrulamaktadır.

OBAMA–PAPANDREU GÖRÜŞMESİ

Yunanistan sorunu AB içinde genişçe tartışılır ve bazı çatlaklara yol açarken, Obama’nın Yunanistan Başbakanı Yorgos Papandreu’yu Washıngton’a davet etmesi, üzerinde durulması gereken bir başka konudur. Obama, zor bir süreçten geçmekte olan Yunanistan’ın “yanında olduklarını” dile getirerek, uluslararası sermaye kuruluşlarının yüksek faizle Yunanistana borç verme politikalarını spekülasyon olarak değerlendirdi ve spekülatif sermayenin verdiği zararlar üzerinde durdu. Tabii, bu madalyonun bir yüzü, diğer yüzü ise, bu sürecin Amerikan çıkarları yönünde nasıl fırsata dönüştürüleceği hesapları doğrultusuında atılmış ve atılacak olan adımlardır. Yunanistan Hükümeti IMF seçeneğini reddetmiş değil, tersine bu alternatif üzerinde durulduğunu ve gerekirse gidileceğini dile getirmektedir. Yunanistan, IMF politikalarını uygulama durumunda, ister istemez AB içinde sorunlarla karşılaşacak ve ABD politikalarına daha yakın duracaktır. Yunanistan, zaten AB ülkeleri içinde ABD’ye yakın duran bir ülke konumunda görülmektedir. Dolayısıyla böyle bir gelişme, ABD’nin AB içindeki Truva Atı’nın daha da güçlenmesi anlamına gelmektedir. Yunanistan sorununun AB içinde çözüme kavuşturulmasını isteyen ve IMF seçeneğini onaylamadıklarını söyleyen kesimlerin açıkça dile getirdikleri bir gerçektir, bu.

Obama, şimdiye kadar görüşmeler ajandasına girmemiş olan Afganistan sorununu, son anda görüşmenin ana başlığı olarak gündeme getirdi ve Makedonya sorununda bir çözüm bulunmasının ilişkileri daha da geliştireceğine dikkat çekti. Ayrıca Makedonya’nın NATO’ya alınması, Ege ve Kıbrıs sorunu ele alındı. Yunanistan’ın ABD ve IMF seçeneği üzerinde uzunca düşünmesinin nedeni, vereceği ödünlerin ne kadar pahalıya patlayacağıyla ilişkilidir. Ancak ABD’nin bu süreci lehine döndürmek için elinden geleni yapacağı açıktır. Yunan basınının ABD ve IMF seçeneği durumunda verilecek ödünler üzerinde uzun uzun durması boşuna değil.

.

İŞÇİ VE EMEKÇİLER KADERLERİNE BOYUN EĞMEYECEK!

Her şeyden önce, kriz neden gösterilerek gündeme getirilen ekonomik baskı paketlerinin ve kazanılmış hakların gaspının, yıllardan beridir, AB ve hükümetlerin programları içinde bulunduğunu, Maastricht Anlaşması, Lizbon Sözleşmesi’nde vb. karar altına alındığını vurgulamak gerekir. Sosyal güvenlikten sağlık ve eğitime, iş yasalarından, toplu sözleşmelerin gaspına, ücretlerin dondurulmasından, emeklilik yaşının yükseltilmesine, esnek çalışmadan işten atmalara kadar tüm saldırılar, yıllardan beridir işçi ve emekçilere dayatılıyordu. Krizin gündeme gelmesi, “sosyalist” olduğunu iddia eden PASOK’un yüksek bir oy oranıyla hükümet kurması, basın ve sermayenin izlenecek olan politikalara desteğini sunması vb., saldırıların uygulamaya geçirilmesi için en uygun ortamı oluşturdu. Böylece, yıllardan beridir halkın, işçi ve emekçilerin tepki ve mücadelesiyle engellenen ve uygulanmasında ciddi zorluklar bulunan yasalar, PASOK tarafından, “başka bir seçenek yok” denerek uygulamaya konuldu.

AB ve Yunanistan Hükümeti’nin işbirliği ile dayatılan “acı reçeteler” işçi ve emekçiler tarafından kabul edilmeyecektir. Alınan ekonomik baskı önlemlerinin gerekçelerine nasıl bir ad konursa konsun, sonuçta, krizin yükünün işçi ve emekçilerin sırtına yıkılması hedeflenmektedir.

Daha 6 yıl  önce, yani bugünkü kriz daha ortada yokken, Yunanistan Sanayiciler Başkanı, ekonomi dergisi “Ekonomist”in her yıl düzenlemiş olduğu ve Başbakan’ın da hazır bulunduğu toplantıda, açıkça, iş yasalarının değiştirilmesini, toplusözleşmelerin kaldırılmasını, ücretlerin dondurulmasını ve iş yasalarının değiştirilerek, işten atmaların serbest bırakılmasını gündeme getirmişti.

Sömürülen ve ezilen tüm toplumsal kesimler açıkça tepkilerini dile getirirken, hızla AB karşıtı bir ortam oluşmaktadır. En azından, AB’nin çıkarlarıyla örtüşen bir işçi-emekçi çıkarından bahsedilemeyeceği ve AB masallarının son bulduğu doğrultusunda oluşan eğilimler, hızla güçlenmektedir. Daha önceki yıllarda AB’yi “ortak çıkarlar” için vazgeçilmez olarak gören ve sayısı azımsanmayacak kadar büyük olan toplumsal kesimler, şimdi AB karşıtı olmaya başlamıştır. Yunanistan’da ekonomik önlemlerden sonra yapılan araştırmalar, halkın %84’ünün AB politikalarına karşı tepkilerini dile getirdiklerini ve Alman ve Fransız emperyalizmi karşıtı eğilimlerin güçlendiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca işçi ve emekçilerin ezici bir çoğunluğu hükümetlere güvenmediklerini  açıkça ifade etmektedir. Şu ana kadar alınmış olan ağır ekonomik önlemlerin arkasından yenilerinin geleceği, Hükümet’in bakanlarınca itiraf edildi. Yunan halkı, yoğun saldırıların gündeme getirildiği bu süreçte daha da yoksullaşacak ve on yıllardan beridir kullandığı hakların son kırıntılarını da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Alınan kararların 2010 yılı için olduğunu ve 2014 yılına kadar yeni ekonomik kararların alınacağı söylenmekte ve bunların geçici önlemler olmadığı duyurulmaktadır. Birkaç ay öncesine kadar, AB Ekonomi Komisyonu yetkilileri, iç ve dış borçlar göz önünde bulundurularak, Yunanistan’da ekonomik büyüme oranının %-0,2 olacağını söylerken, bugün, 2013 yılına kadar, bu oranın %-4 olacağını tahmin ettiklerini açıklıyorlar. Bu ise, halkın sırtından kesilecek faturalar ve daha ağır sömürünün dayatılacağı anlamına gelmektedir.

2009 yılında işini kaybetmiş olanların sayısı, 120.000 dir. Bu sayının 50.000 kadarını, son aylarda işten atılanlar oluşturmaktadır. Resmi rakamlar, işsizliği %12 olarak göstermektedir. Ancak resmi rakamların kayıtlı olan iş gücünü gözönüne alarak işsiz sayısını tesbit ettiği, esnek çalışmayı kapsamadığı, kadınları yok saydığı, herhangi bir iş bulamamış kişilerin sayısının ise hiç kayıt altında olmadığı vb. düşünüldüğünde, işsizlerin sayısının çok yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır.

Hükümet’in enkaz devralındığı ve gelinen noktadan bir önceki hükümetin sorumlu olduğu propagandası hızla taban kaybetmektedir. Daha şimdiden “ulus olarak sorunlar etrafında kenetlenilmesi gerektiği ve geniş tabanlı bir teknokratlar hükümetinin en uygun çözüm olduğu” senaryoları tartışılmaya başlanmıştır.

İktidar partisine bağlı milletvekilleri bile hükümet politikasına ters düşen açıklamalar yapmaktan kaçınmazken. basının önemli bir bölümünde yavaş yavaş kuşkular dile getirilmeye başlanmıştır. Daha ilk aylarda hükümete toz kondurmayan ve kurtarıcı gibi gösteren kesimler, hükümet politikalarını sorgular yayınlara başlamış bulunuyor. Öte yandan önümüzdeki dönemde “toplumsal karışıklıklar”ın kaçınılmaz olduğu, sermaye tarafından da, burjuva partileri tarafından dile getirilmektedir.

Yunan işçi ve emekçilerin 1980’li yıllar ve sonrasında büyük mücadeleler sonucu ciddi kazanımlar elde ettikleri bilinmektedir. Bugün çalışmakta olan emekçilerin büyük bölümü bu mücadelelere katılmış ve ancak mücadele edilerek kazanım elde edileceğini kendi deney ve tecrübeleriyle yaşamıştır. Dolayısıyla hak gasplarına karşı sanılanın ötesinde bir tepki oluşmaktadır.

İşçi ve emekçilerin tepkisinin giderek maddi bir güce dönüşme olanaklarının şartları bu dönemde daha da olgunlaşmıştır. Daha bir iki ay öncesine kadar hükümete zaman tanımak gerektiğini söyleyen ve ülkenin zor bir süreçten geçtiğini savunan konfederasyonlar bile, tutum almak zorunda kalmışlardır. Konfederasyonların sessizliği, sendika şubelerinin arka arkaya aldıkları mücadele kararlarıyla bastırılmış ve konfederasyonlar ardı ardına, bir günlük de olsa, genel grev çağrıları yapmak zorunda kalmıştır. Kısa aralıklarla yapılan bir günlük genel grevlere katılım oldukça yüksek olmuş ve eylemler ezilen tüm toplumsal kesimlerin aktif desteğini kazanmıştır. Grev kararı almamış ve açık tutum sergilememiş hiçbir sektör yok gibidir. Paketlerin açıklanmasıyla beraber, sendikaların ezici bir çoğunluğu genel kurul toplantılarına gitmiş ve muhalefetsiz bir çoğunlukla grev ve direniş kararları çıkmıştır.

Yıllardan beridir Yunan işçi ve emekçilerinin saldırılara karşı sessiz kalmadığı ve değişik mücadele biçimleriyle tepkilerin sokaklara döküldüğü bilinmektedir. Köylülerin ve liman işçilerinin uzun süreli direnişleri karşısında Hükümet’in olağanüstü hal ilan etmek zorunda kaldığı hatırlanacaktır. Keza eğitim emekçilerinin ve belediye çalışanlarının ülkede gündemi değiştirdikleri, işten atılanların günlerce sokakları terk etmeyerek mücadele ettikleri de bilinmektedir. Ayrıca yıllardan beridir ABnin dayattığı emeklilik yaşının yükseltilmesi, ücretlerin dondurulması vb. yönündeki önlemler, işçi ve emekçilerin mücadele ve direnişi nedeniyle Yunan hükümetleri tarafından uygulamaya konulamamıştır.

Diğer taraftan, son saldırılarla birlikte aydınlar, esnaflar, köylüler, emekliler, gençlik, demokratik kuruluşlar, hükümet ve AB politikalarının kabul edilemez olduğunu söylemekte, mücadeleden yana tutum ortaya koymaktadır.

Saldırıların küçük burjuva ara sınıfları da etkileyecek boyutta olması, bu kesimlerin tepkilerinin de ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kısacası, geniş toplumsal kesimler, izlenecek olan politikalara karşı muhalif bir durumdadır ve tepkiler açıkça dile getirilmektedir.

Somut talepler üzerinden en geniş kesimleri harekete geçirmenin şartlarının oldukça uygun olduğunu söylerken, hareketin zaaflarının da bulunduğunu vurgulamak gerekir. Her şeyden önce, en geniş kitleleri bir araya getirecek bir platformun oluşmasının kolay olmadığı gözükmektedir. Soyut sloganlar temelinde yapılan ve alternatif ortaya koymayan çağrılar, hareketi birleştirmekten uzak kalmaktadır. Sorun, mücadeleci sendikaların tepki ve direnişleriyle sınırlı bir mücadele geliştirmek değildir, olmamalıdır kuşkusuz. İktidar partisiyle ana muhalefet partisinin tabanı bile saldırılara karşı hoşnutsuzluk ve tepki içindedir. Dolayısıyla hareketi en geniş kesimlerin katılımıyla sermayenin karşısına dikmek, güçleri bölen değil, birleştiren bir çizgi izlemek gerekmektedir.

Önümüzdeki süreçte Yunan işçi hareketinin yükselişe geçeceğini gösteren belirtiler güçlenmektedir. Ayrıca bunun maddi şartları da vardır. Hükümet bile kendi politikalarını savunamamakta, sorunun “ulusal” olduğu demagojisiyle taban oluşturmaya çalışmaktadır.

İşçi ve emekçi sendikalarında ve genel olarak ezilen tüm toplumsal kesimlerde birliğe duyulan ihtiyaç dile getiriliyor. Bu şartlarda, işçi hareketinin en mücadeleci kesimlerini bir araya getirmiş olan Mücadeleci İşçiler Cephesi “PAME”, geniş kesimleri bir araya getirme ve hareketi daha ileri mevzilere çekme olanaklarına sahiptir. Birlik karşıtı tutumlar tecrit olmaktadır. Sendika bürokratlarının ve uzlaşmacı sendikal çizginin istediği gibi çark etme ve yapageldikleri türden düzen yanlısı propagandayı kabul ettirme olanakları oldukça darlaşmıştır. İşçi ve emekçiler, mücadeleci bir çizgi ve tutumu benimsemektedir. Bu ise, sınıf sendikalarının bu olanaklar üzerinden hareketi geliştirme göreviyle karşı karşıya olduklarını ortaya koyuyor. Dolayısıyla, PAME, hareketi bütünleştiren ve ortak talepler üzerinden mücadeleyi geliştiren bir tutum almak zorundadır.

İşçi- emekçi karşıtı politikaların uygulanıp uygulanmayacağını belirleyecek tek güç, işçi ve emekçi ve genel olarak halk hareketidir. Yunanistan emek hareketi yeni bir bir sürece girmektedir.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑