Açık adı “Radikal Sol İttifak” olan Syriza’nın seçimleri kazanması, AB, IMF ve AB Merkez Bankası’ndan oluşan Troyka ile aylar süren pa- zarlıklara girişmesi ve Troyka programının kabul edilip edilmemesi doğrultusunda başvurulan halk oylaması ve sonrasında dayatılan anlaşma- yı imzalaması Çipras ve Hükümetini, ülke içinde olduğu kadar, uzun süre uluslararası bir gündem maddesi de yapmıştı, yapmaya devam ediyor. Konuya ilişkin olarak çok farklı bakış açıları or- taya kondu ve herkes politik yönelimlerine, sınıf- sal konum ve tutumuna uygun sonuçlar çıkardı. Özetle söylenecek olursa, birçok sorunda oldu- ğu gibi, liberal-reformist tutumla sınıfsal bakış açısı arasındaki ayrım noktaları bir kez de Syriza nedeniyle ortaya çıktı.
AB eksenini oluşturan emperyalist koçbaşı ülkelerin yönetimleri, IMF ve uluslararası ser- maye kuruluşları Yunanistan’a açlık ve sefalet getirecek olan ağır ekonomik programlarının devamını ve şartları daha da ağırlaştırılmış yeni anlaşmaları dayattılar. Yunan Hükümeti de, – halk referandumda “hayır” demişken–, “başka alternatif olmadığı” gerekçesiyle uzlaşma yolu-
nu seçerek, “evet” dedi. Kısacası, taraflar kendi cephelerinden yola çıkarak, uzlaşmayı bir zorun- luluk olarak değerlendirme noktasında ortak bir paydada buluşmuş oldular. Liberalizm aşıkları ise, Syriza’nın uzlaşmasını, “küresel ekonomi ve bağımlılığın” kaçınılamayacak sonuçlarından biri olarak değerlendirdi ve “taktik” bir soruna indirgeyip “at izinin it izine” karışmasına ça- nak tuttular. Emperyalist politika ve “kurtarma operasyonları”na karşı oluşan halk muhalefeti- ni, Euro, küresel ekonomi, iflas gibi konularda bilgi kirliliği ve kafa karışıklığı oluşturarak, sisli, puslu bir görüntü yarattılar. Sol, sekter tutumda ısrar edenlere gelince, onlar da gelişmeleri; at- tıkları soyut devrim sloganlarının doğruluğuyla açıklamaya çalışıyorlar.
Syriza’nın tüm program ve söylemlerinde “AB ailesinin üyesi olunduğu ve AB ile adil bir anlaşmanın hedeflendiği” açıkça ortaya kon- maktadır. Bir yandan sosyalist olduklarını ileri sürerken, bir yandan da mevcut sistemin re- formlarla nasıl iyileştirileceğini ve işçi ve emek- çilerin yararına pazar ekonomisine nasıl müda- hale edilerek, burjuvazi ve işçi sınıfını “yeni bir toplumsal yapı” içinde nasıl buluşturacaklarını söylüyorlar. Kısacası Syriza, işçi sınıfının iktida- rından değil “insancıllaşmış” ve barbarlığını terk etmiş “halkçı” bir kapitalizmden bahsetmekte ve adını da çağın ihtiyaçlarına cevap veren “reel sosyalizm” koymaktadır. Kısacası, Syriza, mo- dern sosyal reformizmin tüm karakteristiklerini üzerinde taşıyan; ısrarla uzlaşmacı bir politikayı savunan ve söylemlerinin merkezine (neo)liberal pazar ekonomisini bazı iyileştirmelerle yeniden yapılandıracağını oturtan ve kapitalizmin krizini sermayenin, burjuvazinin sırtına yükleme yerine kapitalist krizi yönetmeyi üstlenen modern sos- yal reformist bir parti olarak doğmuştur.
Uluslararası işçi sınıfının geçici tarihsel yenil- gisi ve yol açtığı ciddi tahribatlar ve dolayısıyla işçi ve emekçi hareketinin zaafları, yaşanılan sü- recin temel karakterlerinden biridir. Dolayısıyla bugünkü sürecin önünü açacak, halklar ve işçi sınıfı açısından elle tutulur deney ve tecrübeler sunabilecek bir sınıf hareketinden yoksunluk, Syriza ve benzeri modern sosyal reformist parti- lerin umut olarak doğmasına olanak vermekte- dir. Syriza’nın Yunanistan ve tüm Avrupa gene- linde olduğu gibi, ülkemizde de geniş bir sem- pati ve destek bulması bu çerçevede değerlen- dirilmelidir. Syriza’ya sahip olmadığı misyonlar yükleyenler, daha çok devrimci sınıf hareketinin dışında çözümler arayan “pusulasını kaybetmiş” hareket ve akımlardır.
2007’lerde başlayan ve 2010 yılında doru- ğuna ulaşan kapitalist kriz Yunanistan’da işçi ve emekçilerin sırtına taşıyamayacakları bir yük yıkmış, sistem partilerine yönelik tepkilerle bir- likte, bu durum, halkın, işçi ve emekçilerin temel taleplerini birleştirici bir sosyal söyleme ağırlık veren Syriza’nın alternatif olarak ana muhalefet olmasına neden olmuştu. Daha kötü günler gör- mekten kaçınan ve kriz öncesi sürece dönmek isteyen halk Syriza’nın Troyka politikalarının or- tadan kaldırılacağı yönündeki vaatlerine destek verdi. Syriza ise, hükümet olmasının hemen ar- dından, “Troyka anlaşmalarını ve uygulama ya- salarını ortadan kaldıracak tek yasa maddesi”ni unutarak, uzlaşmak için her türlü manevraya başvurdu.
Emperyalist sistemin eksenlerinden birini oluşturan Almanya ve Fransa’nın tekelci ser- maye politikalarını sosyal reformist bir partiye deldirmeme kararlılığı Çipras Hükümetini zor durumda bırakınca halk oylaması gündeme gel- di. Halk oylamasının sonuçları, Yunan halkının, işçi ve emekçilerinin AB, Euro ve IMF karşıtlığı- nı ortaya koyuyordu. Hem AB merkezleri hem de diğer tekelci sermaye kuruluşları oylamanın sonuçlarından AB karşıtlığı çıkarmamak gerek- tiği yönündeki propaganda ve söylemlere ağırlık verdiler. Çipras Hükümeti de, aynı sonucu çı- kardı. Ellerindeki en son olanağı da kullandık- larını ve başka bir alternatiflerinin kalmadığını söyleyen Hükümet, geçmiş Troyka anlaşmalarını aratan yeni anlaşmanın altına imza attı. Başka alternatif kalmadığını söyleyen Hükümet, halk oylamasının sunduğu alternatifi elinde bulundu- rurken söyledi bütün bunları.
Reformizmin sefaleti burada çıkıyor ortaya. Çipras, 6 ay boyunca, halkın görece de olsa bazı taleplerini kabul ettireceğine ve sıkı bir pazarlık- la tavizler koparacağına inanarak, emekli san- dıklarından eğitim ve sağlık bütçelerine kadar tüm kasaları boşaltarak, on milyarlarca borç fa- izi ödedi ve bu süreç sonunda 1 Euro’ya muhtaç durumuna gelince ellerini havaya kaldırdı. Bu gelişmelerden sonra, halk oylamasına rağmen “evet” diyen ve sosyal reformist programını bile yadsıma yolunu seçen Hükümet, AB ve diğer ser- maye kuruluşlarının talebi doğrultusunda geç- miş Troyka anlaşmalarını imzalayan diğer ser- maye partilerinin de tam desteğini alarak, halka sırtını dönmedeki son aşamaya ulaşmış oldu.
Bununla da kalmadı; AB ve Euro kuşağından çıkışı alternatif olarak öneren, bankaların kamu- laştırılmasını, borç ödemelerinin durdurulması- nı, krizin faturasının sermayeye çıkarılmasını, yurt dışına çıkarılan sermayeye el konulmasını vb. savunan parti içi muhalefet ise tasfiye edildi. “Sol muhalefet”e bağlı iki bakan ve üç bakan yardımcısı görevden alınarak, yerlerine Troyka anlaşmalarının altına imza atan devşirme millet- vekilleri atandı. Adı konmasa bile, Syriza Hükü- meti bir “azınlık hükümeti” durumuna düşmüş bulunuyor. Üçüncü Troyka Anlaşması’nı diğer partilerin yardımıyla Meclis’ten geçiren Hükü- met, uygulama yasalarını geçirmek için de di- ğer partilerin sürekli destek ve oylarına ihtiyaç duyacaktır, duymaktadır. Bu durumda giderek gericileşme sürecinin başlaması kaçınılmazdır. “Sol Platform”un, izlenen uzlaşmacı politikalara karşı, 201 kişilik merkez komitesinin 109 unun desteğini alarak parti kongresine çağrı yapmış olması ve Çipras’ın “Sol Platform”a karşı tutu- munu sertleştirmesi, önümüzdeki süreçte yolla- rın ayrılacağının işaretini vermektedir. Kısacası Çipras’ın önünde fazla seçenek görünmemektedir. Yolların ayrılması resmi olarak azınlık hükü- metine geçiş ve arkasından erken seçim anlamı- na gelmektedir.
Ortaya çıkan yeni durum ve gelişmeler dev- rimci bir sınıf hareketinin doğup güçlenmesi ve alternatif olmasının olanaklarını artırmaktadır. Halkın, işçi ve emekçilerin sorunları katmerle- şerek devam etmektedir. Dolayısıyla bu çözüm- süzlük ve halkın hoşnutsuzluk ve öfkesinin ya- tışmak bir yana artarak devam ediyor olması,
–Çipras türü lafazanlığın ötesine geçmeye cesa- ret edip edemeyeceği ayrı sorun olmakla birlik- te– AB ve politikalarına karşı en geniş kesimleri bir araya getirme yönünde iddiada bulunan Sy- riza içindeki “Sol Platform”un olduğu kadar asıl olarak devrimci güçlerin, geniş kitleleri etkileye- rek alternatif olarak ortaya çıkma olanaklarını daha da olgunlaştırmıştır. Her türlü tehdit ve kara propagandaya rağmen Yunan halkının ezici çoğunluğunun halk oylamasında “hayır” cephesi altında bir araya gelmiş olması bu yönde atıla- cak adımlar için ciddi bir olanak sunmakta ve en geniş kitleleri bir araya getirecek olan işçi, emekçi ve halk ittifakının hangi platform üzerin- den oluşturulması gerektiğini göstermektedir. Bu olanağın kullanılmaması durumunda hareketin iyice zayıflaması ve faşist hareket başta olmak üzere yeni burjuva alternatiflerin ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.
Syriza içindeki “Sol Platform”un savunduğu “alternatif”in daha çok Rusya ve Çin eksenine yanaşmayı hedeflediğini ve AB dışında arayışlar anlamına geldiğini belirtmek gerekir. Ancak –ri- vayet muhtelif olsa bile– öne sürdükleri talepler halkın talepleriyle çakışmakta ve geniş bir cep- heye olan ihtiyaç “platform”un temsilcileri tara- fından da dile getirilmektedir.
Halk oylamasında Yunanistan Komünist Par- tisi (KKE) “ne Syriza’nın önerisi ne de Troyka re- çeteleri” tutumunu benimsemiş ve geçersiz oy vererek “hayır” cephesinde yer alarak bu yönde bir çalışma başlatmamış, Syriza’yı destekleme anlamına gelir kaygısıyla Avrupalı emperyalist- lerin Yunan halkına yönelik dayatmalarına net bir “hayır” bile diyememişti. Hareketin subjektif durumuyla çelişen ve kitlelerin önüne hareketin ihtiyaçlarına cevap veren ve halkın da açık ola- rak “hayır” tutumu aldığı somut taleplerle değil soyut ve sol sekter formüllerle çıkılması, kendi tabanının bile “çekimser oy” kullanma çağrısına sahip çıkmamasına neden oldu. Harekete ters düşen dışardan dayatmaların, başarının değil, ama başarısızlığın “güvencesi” olduğu sınıf mü- cadelesinin öğrettiği ciddi bir tecrübedir. KKE çekimser tutumuyla hem halkı yalnız bırakmış, hem bir kez daha halktan uzaklaşmıştır. Şimdiye kadarki değerlendirmeleri bu tutumunda ısrar edeceğini ortaya koymaktadır.
6 Haziran 2015 tarihinde KKE Genel Sekrete- ri Dimitris Kuçubaş’ın MK yayın organı “Rizos- pastis”te yayınlanan açıklaması şöyle: “Alelacele gündeme getirilmesine ve yanlışlığına rağmen (halk oylamasında sorulan soru) halkın bir bölü- mü bu aldatmacaya kanmamış ve dayatılan çer- çevenin dışına çıkmayı başarmıştır. Çekimser ve geçersiz oy vererek ilk cevabını vermiştir. Birço- ğu da seçime katılmamıştır.” KKE, halkın tutum- suz kalmasını, geçersiz veya çekimser oy verme- sini doğru tutum olarak görüyor ve “hayır” oyu verenleri hakim sınıfların çizdiği çerçeve dışına çıkamamakla suçluyor. Yani sorun KKE’nin for- müllerine ve çağrılarına duyarlılık göstermeyen, gösteremeyen halkta…! Böyle bir tutum ve kendi çizgisi dışında herkesi KKE ve halk ya da devrim karşıtı görme, özünde kendini sınıftan ve haktan tecrit etmektir. Bu tutum, geniş bir halk cephesi- nin oluşturulması önünde engel teşkil etmekte, güçleri bölen olumsuz bir rol oynamaktadır.
SOSYAL REFORMİZM VE DEVRİMCİ TUTUM
Syriza, Türkiye dahil –işçi sınıfının dönüştü- rücü devrimci özne olarak tarihsel rolünü ve ik- tidar mücadelesine genişlemesini de kapsayarak sınıf mücadelesini toplumların gelişmesinin mo- toru olduğunu reddeden– dünyanın yeminli sos- yalizm düşmanı reformcu ve liberal solcuları ta- rafından ideolojik nedenlerle yüceltilişi bir yana, daha hükümet olmadan ve hükümet olduktan hemen sonraki halkı ve taleplerini destekler gö- rünen tutumu nedeniyle neoliberal emperyalist kapitalist saldırganlık karşısında bir umut arayı- şındaki halklar tarafından sempati ile karşılandı ve desteklendi. Halkı, taleplerini ve mücadele- sinin ilerlemesini destekleyen komünistler de, bu durumu hesaba katarak, “yapamaz-edemez” içerikli ajitasyonla Syriza’yı soyutluğu içinde tar-tışma konusu etmek yerine, hakkında hayaller yayıp olumlamadıkları Syriza’nın işe yaramazlı- ğının halk tarafından politika ve uygulamalarıy- la ve kendi talepleri karşısındaki pozisyonunun somutluğu içinde görülüp kavranması tutumunu benimseyerek, halkın mücadelesi ve bu müca- delenin ilerletilmesine vurgu yapıp onun ihtiyaç- larına yoğunlaştılar. Ancak halkların mücadelesi ve ilerleyişinin sahiplenilmesi ve ideoloji-politika ve halkın talepleri ve mücadelesinin ilerleyişiy- le bu ikisinin ilişkisi ayrı bir sorundur, Syriza’yı devrim yapmaya aday göstermek ve reformist umutlar yaymak ve sonuç olarak reformizmi sa- vunmak ayrı sorundur.
Şu noktanın da altı kalınca ve net bir biçim- de çizilmelidir ki; işçi ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini savunmak ve bu talepler için mücadele etmek yanlış bir si- yasal tutum değildir. Devrim ve sosyalizm lafları etmekle yetinip, örneğin AB’den çıkmayı henüz benimsemiyor diye borç ödemelerine bu neden- le örneğin ücretler ve emeklilik haklarında kesit- lere, vergi oranlarının yükseltilmesine vb. karşı yöneltilmiş halkın taleplerin savunulmasından hareket eden ve ancak buradan devrim ve sos- yalizme ilerleyebilecek bir mücadeleye katılmayı raddetmek devrimcilik olmadığı gibi, bu ve ben- zeri talepleri sahiplenip mücadelesini vermek de reformizm değildir. Halkın acil taleplerinden hareket etmeyen ve onun bilinç ve devrime hazırlık durumunu buradan ilerletmeyi öngörmeyen bir devrim ve sosyalizm mücadelesi olanaklı değil- dir. Sosyalistler şüphesiz reformları reddetmez- ler. Reformizm, iyileştirmelerle yetinip sömürü sisteminin devamını savunmak ve sınıf müca- delesini reddederek uzlaşmayı siyasal bir çizgi olarak benimsemektir. Sınıf mücadelesini ve toplumsal devrimleri reddetmek ve ezilen sınıf- ları sitemin devamını sağlayacak değişikliklerle yetinmeye ikna etmek ve zorlamaktır. Ancak öte yandan işçi sınıfı ve emekçilerin verdiği günlük ekonomik mücadele de son tahlilde bir reform mücadelesi, sadece kendisiyle yetinildiğinde in- sanı ekonomist, dolayısıyla reformist yapar. Ama hiçbir aklı başında kişi buradan hareketle ücret vb. taleplerle yürütülen ekonomik mücadeleyi kabul etmezlik edemez. Sorun, bu mücadelenin işçi sınıfının politik mücadelesiyle ilişkisindedir: Ya ekonomik mücadeleyi politik mücadeleye bağlar, onun sağlam bir dayanağına dönüştürür- sünüz ki, bu yapılması zorunlu olandır; ya da kendi başına ekonomik mücadeleyi yüceltir en çok bir kendiliğindenci veya sendika bürokratı olursunuz.
Ancak kuşkusuz reformları reddetmeyen komünistler işçi sınıfının kurtuluşunun sömürü sistemine kökten son verecek bir devrimle müm- kün olduğunu da bilirler. Bu nedenle devrim ve reform ilişkisini doğru kavramak gerekir. Sorun reformların kabul edilmesinde değil; ama bizati- hi reformları amaç edinen reformcu bir tutuma mı sahip olunduğu yoksa reformları devrimci mücadelenin yan ürünleri olarak gören ve dev- rimi amaçlayarak yürütülen mücadelenin geçici başarıları olarak bir dizi reformların elde edi- lebileceğini bilen devrimci bir tutuma mı sahip olunduğudur.
Sorun şüphesiz niyet sorunu da değildir. Her şeyden önce sınıf mücadelesini esas alıp, kapita- list sistemi –tabii ki ancak devrimle olanaklı ol- duğu için– bir devrimle tasfiyeyi ve işçi sınıfının iktidarı koşullarında köklü toplumsal değişiklik- ler yapma sorunudur. Allende deneyimi oldukça öğreticidir. Sömürü sistemi tüm dayanak ve ku- rumlarıyla yıkılmadan, en başta burjuva devlet egemenliği devrilmeden, burjuva iktidarı koşul- larında ve reformlar aracılığıyla sınıfsal kurtuluş sağlanamaz.
Çözümsüzlük ve halkın hoşnutsuzluk ve öfkesinin yatışmak bir yana artarak devam ediyor olması, – Çipras türü lafazanlığın ötesine geçmeye cesaret edip edemeyeceği ayrı sorun olmakla birlikte– AB ve politikalarına karşı en geniş kesimleri bir araya getirme yönünde iddiada bulunan Syriza içindeki “Sol Platform”un olduğu kadar asıl olarak devrimci güçlerin, geniş kitleleri etkileyerek alternatif olarak ortaya çıkma olanaklarını daha da olgunlaştırmıştır.
Reformizmin sınıf mücadelesi, hatta onun gelişmesi ihtimali bile karşısında açıkça ege- menlerin yanında saf tuttuğu, proletaryaya karşı savaşlar açtığı ve sistemin koltuk değneği rolünü üstlendiği sınıf mücadeleleri tarihinin öğrettiği bir başka gerçektir. Reformizmin kalıplaşmış bir tek biçimi yoktur ve sınıf hareketinin özgünlükle- rine göre biçimleri değişir. Günümüzün modern sosyal reformizmi birçok ülkede sosyalleştirilme- sini iş edinerek şirinleştirmeye yöneldiği “pazar ekonomisi”ni savunmakta, bu yönde izlenen neoliberal politikalarla birleşip bütün- leşmektedir. Programlarına aldıkları sosyal politikaları bile terk etmiş ya da uzlaş- malarla terk etmek zorunda kalmışlardır. Bunun en son örneği Syriza ve Hüküme- ti’dir. Troyka anlaşmalarını ortadan kaldırma ve bu- nun gereği olan yüzlerce vaatle halkın desteğini ala- rak hükümete gelmesinin ardından bütün vaatlerini rafa kaldırarak, yeni Troyka anlaşmasının altına imza atmıştır. Hem de AB, Euro karşıtlığına genişleme eğili- mi taşımakta olan ezici bir halk desteğine rağmen.
Yunan halkının, işçi ve emekçilerinin çıkarı hiç kuşku yok ki, AB, IMF cenderesinden çık- ma ve sebebi ve faili olmadığı krizin yükünü sebebi ve asli faili olan hakim sınıfların sırtına yıkmadadır. Birkaç yıl içinde işsizlik %50’lere dayanmış, sosyal güvenlik ortadan kaldırılmış, ücretler yarıya düşürülmüş, toplu işten atmalar yasallaşmış, esnaf dükkanının kapısına kilit vur- muş, köylü üretemez hale gelmiş, özelleştirme- ler gündeme getirilmiş, halk açlık ve yoksulluğa mahkum edilmiştir. Kuşaklar boyu borç ödeye- cek olan Yunan halkının geleceği ipotek altına alınmıştır. Son beş yılda “tasarruf paketleri”yle
Yunanlı işçi ve emekçilerden toplanan para mik- tarı 250 milyar Euro’nun üstündedir. Alınan borç miktarı ise, bunun çok altındadır. 2060’lı yılla- ra kadar borç ödemeleri devam edecektir. Yeni alınacak borçlar ise bu hesaba dahil değildir. AB’yle IMF “bir süreliğine aylıkları ödemeyin” di- yecek kadar ileri gitmiş, hatta sorun insan onu- runun ayaklar altına alınmasına kadar varmıştır. Çipras’ın seçim öncesi söylediklerinin tam tersi anlaşmalara imza atması, Çipras’ın hükümet ol- masını “kurtuluşa 5 kala” olarak değerlendirip sanki bir sonraki adım da “devrim”miş gibi bir izlenim uyandıran liberal sol akım ve kişileri uykudan hiç uyandırmamış gibi.
“Bizden olsun da ne olursa olsun”, “eğer gerekirse açlık ve yoksulluğu da biz getiririz, yabancı eliyle olmaz” der gibi bir halleri var Çiprasçı liberal “sosyalistlerin”!.. Çipras bile istemediği bir anlaşmanın al- tına imza attığını, Troyka’yla anlaşmanın “uygulanamaya- cak kötü bir anlaşma” oldu- ğunu, “mayın tarlasına girdi- ğini” söylerken, onlar, Yunan halkının açlık ve yoksulluğu kabul ederek on yıllarca öde- mek zorunda kalacağı “borç dilimi”nin serbest bırakılma- sını “avans almak” olarak de- ğerlendirebiliyorlar. Yeni De- mokrasi ve PASOK koalisyonu imzaladığında, adı, tekelci sermayeye ve kurumlarına teslim olmaktı. Ama Çipras imzaladığında “taktik” oldu!
İbrahim Varlı 14. 07. 2015 tarihli BİRGÜN ga- zetesinde “Ne etti la bu Syriza size?” başlığı ta- şıyan makalesinde; “Anlaşma metnine bakılırsa iki tarafında kazanımlarının ve geri adımlarının olduğunu söylemek pekala mümkün. Hatta Yu- nanistan’ın daha kazançlı çıktığı söylenebilir” diyor. Öncelikle, “anlaşma metnine bakılırsa” diyen Varlı’ya bir hatırlatma: 900 sayfayı aşan metne bakmadığı kesin… Devam ediyor Varlı: “Çipras Troyka’nın, AB emperyalizminin, finans çevrelerinin tüm saldırılarına rağmen diz çökme- di. Çipras’ın deyimiyle sonuna kadar savaşıldı ve onurlu bir anlaşmanın altına imza atıldı.”
Anlaşılmayan, daha çok da anlaşılmak is- tenmeyen nokta şu: Syriza’nın geri adımlarını biliyoruz da, Troyka ve finans çevrelerine attı- rılan geri adımlar hangisi?! Teslimiyet derecesi- ne varan bir anlaşmanın onurlu tarafı hangisi?! Böyle bir şeyi, AB ile ilişkileri ateşli bir biçimde savunan Yunanlı parti, kuruluş ve çevreler bile söyleyemiyor!..
“Şu an Yunanistan’da devrim olmadı, dev- rimci bir süreç başladı. Sınıf çelişkileri, sınıf mücadelesi daha da keskinleşecek, Avrupa ser- mayesi Yunanistan’ı boğmaya çalışacak, kavga Avrupa çapında bir kavgaya dönüşecek.. Yuna-
nistan Avrupa’da bir sol iktidarlar dalgasının başlangıcı olabilir.” Pes! “Devrimci süreç” baş- lamış! Ne zamandır halkın emperyalistler karşı- sındaki taleplerini değil, ama tersini, emperya- listlerin halka karşı taleplerini kabullenmenin adı “devrimcilik” oluyor? Makalesinde 17 Ekim Devrimi’ne de atıfta bulunmuş Varlı… “Ama 1917 Rusya’sında ya da diğer devrimlerde yaşananları beklemek yanlış olur..” Demek ki, Varlı’ya göre, ne kadar kötü bir anlaşma olursa sınıf mücade- lesi ve çelişkileri o kadar keskinleşirmiş..! Çipras Hükümeti Yunan halkının muhalefetini Meclis’te ve AB zirvelerinde anlaşmaya çeviriyor, başka da hiç bir alternatifin olmadığını söylüyor, Varlı ise Avrupa genelinde “iktidarlar dalgası”ndan bah- sediyor..! Varlı, uzlaşmadan, çıkara çıkara sınıf kavgası çıkarıyor. Hem de iktidarla taçlandıra- rak.. 900 sayfayı aşan anlaşma metninde baş- ta sendikal örgütlenme olmak üzere kazanılmış haklara ve özgürlüklere yönelik yaptırımlar ve yasaklamalarda var. Toplu sözleşmelerin orta- dan kaldırılmasından toplu işten atmalara kadar. Haydi diyelim, bütün bunları bilmeden yazdın. Ekim Devrimi’ni niye karıştırıyorsun? Böyle bir beklentisi olan mı var.. Karıştıran mı var? Hem sosyal reformist bir hareketten ve egemenlerle uzlaşmasından sınıf mücadelesi çıkaracaksın.. Yetmeyecek, iktidar dalgalarından bahsedecek- sin.. Hem de, Ekim Devrimi’yle karıştırmak yan- lış diyeceksin. Sapla samanı karıştırmak böyle bir şey işte. Sınıf hareketinin yönünü tayin eden ve toplumsal gelişmelere sınıf damgası vuran proletarya ve sömürülen emekçi kitlelerin bilinç ve örgütlenme düzeyidir. Her şeyi tayin eden bu gerçektir. Yoksa emperyalist kurumların zirvele- rinde atılan imzalar değil. Halkın, işçi ve emekçilerin maddi bir güç olan mücadelesidir. Bu ise, reformistlerle devrimci komünistler arasındaki ayrım noktasıdır.
Gene 15. 07. 2015 tarihli BİRGÜN gazetesinde Mustafa Sönmez imzasıyla çıkan makalede şu görüşler dile getiriliyor.
“Az darbe, cunta zulmü görmedi Yunanistan. AB, bu darbeli dönemlere dönüşe karşı da bir sigorta onlar için…” İleriki paragrafta daha da keskin tahliller yapıyor, Sönmez: “Peki ne yapı- yor Çipras? Ara yolu deniyor. Teslim olmadan, pazarlıkla en az bedeli halka ödetmek, reçete- nin yükünü adil dağıtmak ve zamana yaymak, ülkeyi yeniden büyüyebilir duruma getirmek ve anomalileri sindirerek temizlemek, normalleştir- mek…”. Sönmez makaleyi şöyle bağlamış: “Ne oldu? Çipras tırmandırmadı, uzlaşmacı göründü, avansı kaptı, zaman kazandı.”
Görmek istemeyenden daha kör olamaz. Sönmez’e göre, Çipras uzlaşmacı görünmüş ve AB ve sermaye kuruluşları Çipras’ın ”oyununa” gelmişler.. Vee, Çipras “avansı” kapmış. Onlar da kala kalmışlar..! Her şeyden önce, Çipras uz- laşmacı görünmemiş, uzlaşmıştır. Sorunu zekice izlenen bir “taktik” soruna indirgemek, arkasın- dan AB ve uluslararası sermaye kuruluşlarını her alanda emniyet kemeri olarak görmek, serma- yeye ve iktidar organlarına bağlılığın itirafıdır. Reformizmin temel karakteridir bu.
Reformizm, kapitalist sistemi değiştirme- den, sistemin sınırları içinde yapılacak reform- larla işçilerin sömürüden kurtulabileceğine ve sınıf uzlaşmacılığıyla kardeşçe yaşanılan “adil bir toplum” kurulabileceğine ikna etmeye ça- lışıyor. “Kulaklarının arkasını gördüklerinde” diyor Lenin.