Gençliğin politik yaşama katılması ya da politika yapması sorunu, bizimki gibi genç nüfusun ağırlıkta olduğu bir ülke için sürekli tartışmayı gerektiren bir konu. Ülkeyi ya da dünyayı değiştirme, gidişata müdahale etme iddiasındaki bütün siyasal hareketler bu sorunu bir biçimde gündemlerinde tutmuşlardır. Çünkü “gençliği kazananın geleceği de kazanacağı” fikri, proleter sosyalist hareket kadar, burjuva ve küçük-burjuva siyasal akımlar için de kabul gören bir gerçekliktir.
Gençliğin sosyal, ekonomik ve kültürel durumuna ilişkin yapılan araştırmalarda son yıllarda bir artış yaşandığını söylemek mümkün. Gençlik ve politika ilişkisinde ise, daha çok seçimden-seçime gündeme gelen anket çalışmaları göze çarpıyor. Fakat son birkaç yılda, bu alanda önemli çalışmalar yapılmaya başlandı. TÜSES (Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasi Araştırmalar Vakfı) tarafından basılan “Gençler Tartışıyor” isimli kitap bu bakımdan dikkat çekici. Cemil Boyraz tarafından derlenen bu kitapta, çeşitli üniversitelerden 9 akademisyenin imzasını taşıyan araştırma makalelerine yer verilmiş. Kitabın alt başlığı ise; “Siyasete katılım, sorunlar ve çözüm önerileri” şeklinde.
Dikkate ve incelemeye değer bu kitap, gençlik ve politika bağlamında son derece çarpıcı veriler sunuyor. Kitabın hazırlanma amacı “tıkanan siyaseti gençlik anahtarıyla açma” biçiminde özetlenebilir. Biz de, kitapta sunulan verilere dayanarak, “tıkanan hangi sınıf ya da sistemin siyasetidir?” sorusuna yanıt vermeye çalışacağız. Elbette gençliğin devrim ve sosyalizm mücadelesine kazanılmasının önündeki bazı sorunlara da dikkat çekmek üzere, yine kitapta yer alan kimi çarpıcı verilere başvuracağız. Yazının gereğinden uzun hale gelmemesi için, makale başlıklarını ve yazarlarını, bu yazının en sonunda bir kaynak olarak topluca vermeyi tercih ettik.
GENÇLİĞİN SİYASETE KATILIM DÜZEYİ
Kitapta yer verilen bir ankete göre, gençlerin yaklaşık yüzde 91’i siyasi partilere üye olmadıklarını ve faaliyetlerine katılmadıkları ifade etmiş. Aktif ya da pasif bir durumda üye olanların oranı yüzde 4,6. Gençlerin yüzde 9’u da, siyasi partilerle şu ya da bu şekilde iletişim içerisinde görünmektedir.
Sözü edilen anketin gösterdiği bu tablo, burjuva düzen partilerinin gençliği üye olarak kazanamadığının bir kanıtıdır. Tüm toplumu baskı altında tutan burjuva devlet yönetimi, 12 Eylül ve 12 Mart dönemlerinde en açık biçimiyle görüldüğü üzere, muhalif toplumsal hareketleri zor ve baskı yoluyla ezmekten de çekinmemiştir. 1990’lı yıllar ise, Kürt gençliğine uygulanan baskı ve katliamlarla anılmaktadır. Yıllarca devam eden bu saldırılar gençliği de hedef tahtasına koymuştur. Gençliğin depolitizasyon sürecine tabii tutulması, bu saldırı kampanyasının bir parçasıdır. Fakat gelinen yerde, burjuvazi, kendi sistemini yeniden yapılandırmak için, sistem partilerinin dışına düşmüş bu yüzde 91’lik genç nüfusu dert edinmiş görünmektedir. Dolayısıyla bu durum, kitapta genel olarak vurgulanan siyasetteki tıkanmadan daha çok, burjuva sınıfın siyasetindeki bir tıkanma olarak görülmelidir. Bu nedenledir ki, bu tablo, karşısına geçip dövünülmesi gereken bir tablo değildir. Çünkü sınıflar savaşı en üstte partiler savaşıdır. Ve tüm hegomonik etkisine, işçi sınıfı üzerindeki baskısına rağmen, burjuvazi gençliği partileşme sürecine istediği gibi kazanamamıştır.
Kitaptaki anketlerin verileri şöyle devam ediyor: “Gençlerin yüzde 70’inin siyasi partiler haricinde, herhangi bir STK’ya üye olma fikrini de reddettiği görülmektedir. ‘Boykot, yürüyüş’ ve son zamanlarda gelişen bir trend olan ‘internet üzerinden protesto’ eylemi gibi siyasi katılım türlerine ise, gençlerin yaklaşık yüzde 60’ı olumsuz yaklaşmaktadır. Türkiye’de 18 yaş üstü nüfusu temsil edenler içinde yapılan çalışmada; seçmenlerin yüzde 11’inin bir siyasi partiye üye olduğunu, yüzde 12’sinin bir partinin mitingine katıldığını, yüzde 7’sinin bir partinin ev toplantısına katıldığını, yüzde 9’unun ise bir başkasını bu anlamda bir katılım için etkilemeye çalıştığını belirtmektedir. Siyasi partilerle ilişkili etkinliklere gelince, seçmenler arasında ev ev tanıtım yapanlar, afiş asanlar ve tanıtım broşürü dağıtanların oranı ise yüzde 3 civarında kalmaktadır. 2002 seçim kampanyası gibi görece uzun süren bir dönemde bile bu oranların yüzde 3 civarında olması, siyasi partilerin en önemli fonksiyonlarından biri olan kampanyalarda, insan kaynaklarının mobilize etme yeteneğinin de son derece azalmış olduğunu göstermektedir.”
Yukarıdaki alıntıdan, benzer bir biçimde yola çıkıldığında; “gençlik eylem ve yürüyüşlere, ülke meselelerine ne kadar uzak” diye bir sonuç çıkartmak mümkündür. İşçi sınıfı ve halk açısından değerlendirip sonuçlar çıkartmak da pekala mümkündür. Fakat dikkat edilmesi gereken esas noktab “siyasi partilerin insan kaynaklarını mobilize etme yeteneğinin son derece azalmış olduğu” vurgusudur. Eğer bu tablo tersini gösterseydi; yani burjuva düzen partileri gençliğin enerjisini mobilize etme rakamlarını yüzde 3’lerden yüzde 80’lere çıkarmış olsaydı, elbette işçi sınıfının ve halkın işi daha zor olurdu. Nitekim burjuvazinin arayışı da bugün bu yöndedir.
Siyasi partilerle bağı olan yüzde 9’luk oran, siyasi parti yandaşlıkları bazında da analiz edilmiş. Burada en dikkat çekici husus ise DTP olarak saptanmış. Kendilerini DTP’ye yakın hissettiğini belirtmiş olan gençler bu grup içerisinde yüzde 18’e yakın bir oranı almakta ve AKP yandaşı olan gençlerin ardından, ikinci büyük grubu oluşturmaktadır.
Sonuçlar, DTP’li gençlerin diğerlerine göre daha fazla siyasallaşmış olduğunu ve siyasi parti faaliyetlerine daha fazla katıldığını göstermektedir. Peki, ulusal mücadele içinde siyasallaşan Kürt gençliğinin DTP üzerinden AKP’yi zorlaması ya da diğer tüm burjuva partileri aşağıda bırakmasını nasıl yorumlanmalı? Bunu genel olarak bir başarısızlık ve “liberal demokrasi”nin önündeki bir engel olarak değerlendirdiğinizde, o zaman size AKP, CHP, MHP vb. partilere çözüm sunmak için “yol haritaları” üretmek düşüyor. Tek tek yazarları ve kitaba emek veren araştırmacıları tenzih ederek söyleyelim; ne yazık ki, kitap, tam da bunu amaçlıyor. Aşağıdaki alıntı paragrafı bunu daha açık ifade ediyor:
“Söz konusu siyasi katılım olduğunda, Türkiye gençliğinin ‘katılmadığı’, Türkiye sınırları içerisinde yaşamakta olan ortalama bir gencin siyasete doğrudan katılmasının beklenmemesi gerektiği, bir sosyal kanun olarak önümüze gelmektedir. Yapılan bütün çalışmalar, siyasi kültürümüzde siyasi katılımın çok ender rastlanan bir şey olduğunu ve gençlik adı verdiğimiz kitle içerisinde siyasete katılım eğiliminin son derece düşük olduğunu gösteriyor. Siyasi katılımın bir konu olarak siyaset bilimi alanında işlenmeye başladığı 1970’lerden bu yana oy verme harici siyasi katılım düşüklüğünün sebeplerini anlamaya yönelik çok yol kat edilse de, liberal demokrasinin vazgeçilmez koşulu siyasi katılımın nasıl sağlanabileceği konusunda çok fazla yol haritası üretilmiş değil.”
Yani söylenen şudur: “Siyasetin dışında bırakılmış gençler siyasete kazanılsınlar da, kim kazanırsa kazansın”. Siyasi partilere eşit mesafede durma adına, bütün siyasal partiler liberal demokrasinin bir zenginliği olarak görülmekte ve burjuva düzen partilerinin eşitsizlik üzerine kurulu hegomonik üstünlüğü zaten işin doğası kabul edilmektedir. Sakatlık tam da burada baş göstermektedir. Çünkü işçi sınıfının devrimci partisi olan EMEP’le birlikte, BDP ve ÖDP gibi partiler üzerinde de baskı eksik edilmemekte, yasaklar, hak arama yolunu seçmeye yönelen gençlerin önüne bir duvar gibi çıkarılmaktadır. Anti demokratik seçim ve siyasi partiler yasası da bu eşitsizliği tesis etmek üzerine bina edilmiştir. Nitekim seçim barajı dururken ve devlet kasasından imtiyazlı düzen partilerine trilyonlar akıtılırken, politikada özgürce tercih ve eşitlik ilkesinden söz edilemeyeceği açık değil midir?
Her ne kadar burjuva düzen partileri için gençliği siyasete katma yönünde liberal çözüm önerileri geliştirilse de, bugün hakim olan tarz, gençliği politik örgütlenmelerin ve karar mekanizmalarının uzağında tutma yönündedir. Siyasi (burjuva) partilere gençliğin katıl(ama)ma sorununun bir diğer yüzünü de bu gerçek oluşturmaktadır. Geleneksel burjuva siyaset tarzı, hâlâ büyük oranda gençliği bir oy deposu olarak görme ve değerlendirme üzerine kuruludur. Burjuvaziye ait olan bu yöntem, gençliğe, siyasette etken değil, edilgen bir rol biçmektedir. Kitaptaki benzer anketlerin gösterdikleri sonuçlar da bunu söylemektedir:
“Oy kullanmak gençler arasında en yaygın olan siyasal katılım biçimi olarak ön plana çıkmaktadır. 1990 yılında yüzde 62, 2003’de yüzde 53 olan bu oran, 2008’de yüzde 48 olarak ölçülmüştür. Gençlerin geleneksel (konvansiyonel) siyasal katılım konusunda pek aktif olmadıkları da görülmektedir. Herhangi bir siyasi partinin gençlik koluna üye olanların oranı 1999’dan 2008’e değişmemiş ve yüzde 10 civarında kalmıştır. Benzer şekilde siyasi partiye gençlik kolları dışında üye olmak yüzde 4-6, seçim kampanyasında aktif rol oynamak yüzde 5 civarındadır.”
SİYASAL TERCİHLERİ BELİRLEYEN UNSURLAR
Anketlerde, odak grup çalışmalarına katılan gençlerin neden siyasete katıldıkları sorgulandığında, aile, en önemli itici faktörlerden biri olarak ortaya çıkıyor. Anketler üzerinden yapılan değerlendirmede; ideolojik yelpazedeki yeri ne olursa olsun, gençlerin yakın çevresinde siyaseten aktif birilerinin bulunmasının gençleri katılmaya iten ortak bir olgu olduğu belirtiliyor.
Hemen her yerel ya da genel seçimden sonra yapılan değerlendirmelerde yukarıdakine benzer yorumların yapıldığını hatırlarız. “Ata partisine oy verme” geleneği olarak tanımlanan bu eleştirinin içinde elbette gençlerin siyasal tercihlerine ilişkin analizler de var. Fakat gerçek şudur ki; ata partisi geleneğine sahip çıkmak ya da ailenin siyasal tercihlerine göre siyasal tutum belirlemek, modern bir ayrışmayı ifade etmemektedir. Türkiye’deki siyasal tercihlerin modernleşmeye paralel olarak bir değişim içinde olduğu söylenebilir mi? En azından köklü bir değişikliğin olmadığı açıktır. Bu durum, bir yandan genel bir zayıflık ve siyasal çalışmaya dair dezavantajlı bir durumu ifade etmektedir. Fakat öte yandan, sınıf çatışmasını esas alan ve talepler üzerinden birleşmeyi ve mücadele etmeyi savunan modern bir proleterya partisi için ise, bu durum, avantajlı bir durumu da ihtiva ediyor. Çünkü aileye göre siyasal tercih sorunu, hem feodal bir kalıntı, hem de kapitalizmin gelişmesiyle çözülmeye yüz tutan ve eskiyen bir kültür anlamına gelmektedir. Şüphesiz, devrimci işçi partisinin örgütleri ve Emek Gençliği, siyasal tercih bilincini oluşturma imkanı bulamayan milyonlarca gence daha yaygın ve etkin çağrılarla seslendiğinde geniş bir örgütlenme alanı bulacaktır. Burjuva düzen partileri sanıldığının aksine, gençlik yığınlarının örgütlenmesi açısından çok büyük bir boşluk alanı bırakmışlardır.
Kitapta, anketlerin yanı sıra farklı deneklerle konuşarak eğilim belirleme yöntemi de uygulanmış. Kürt gençlerinin siyasallaşma tercihleri oldukça ilginç biçimde dile getiriliyor. Bu söyleşilerde, hemen her yerde baskılara maruz kalan Kürt gençlerinin kendiliğinden bir gruplaşma içine girdikleri ve buna bağlı olarak siyasallaştıkları görülüyor. Bir Kürt genci şöyle konuşuyor:
“Mesela şey vardır. Bir güç vardır. Kürt halkına karşı bir güç vardır. Şimdi senin bu güç karşısında durabilmen için senin de bir güç olman gerekiyor. Bizimkisi biraz doğallığında da gelişiyor. Bizim birlikte olmamız, kampüste birlikte gidip gelmemiz hani biraz doğallığında da gelişiyor. Çünkü biz birlikte olmadığımız zaman tamamıyla eziliyoruz. Ama birlikte olduğumuz zaman o ezikliği hissetmiyorsun. O güce karşı bir güç olarak kalabiliyoruz.”
Bu bölümde, bir ilginç örnek de, EMEP’e katılan bir gencin öyküsüyle verilmiş. EMEP’e katılan bu gencin adı YC10A şeklinde kodlanmış. Evrensel üzerinden EMEP’e katılan gencin öyküsü şöyle:
“Aslında YC10A, son derece politik bir aile ortamından geliyor. Babası aktif bir CHP’liyken, dayılarının Marksist geçmişleri var. Buna rağmen yolu FEM dershanesiyle çakışabiliyor. Lise döneminde Grup Yorum dinleyen, sosyalizme ilgi duymaya başlayan YC10A, benzer birçok hikâyede gördüğümüz gibi, tesadüflerin yardımıyla, EMEP’li oluyor. Üniversiteye siyaset yapma isteğiyle gelen, ama örgütlü yapılar arasındaki farkları henüz bilmeyen YC10A, Evrensel Gazetesi satanlar aracılığıyla EMEP’le tanışıyor.”
LİSELERDE SİYASAL TABLO
Liseliler arasındaki siyasal gruplaşma oranları da oldukça çarpıcı bir grafikle sunulmuş:
“Buna göre İmam Hatip Lisesinde okuyan gençlerin yüzde 64.7’si kendilerini İslamcı olarak tanımlarken, bu oran sırasıyla Meslek Liselerinde yüzde 37.5, Düz Liselerde yüzde 19.9, Özel Liselerde yüzde 18.3, Anadolu liselerindeyse 12.4 olarak ortaya çıkıyor. Okul tipi ve Ülkücülük arasındaki ilişkiye bakıldığında, en yüksek oran Meslek Liselerinde yüzde 20.6 olarak görülür. Bu oran sırasıyla Anadolu Liselerinde yüzde 9.7, Özel liselerde yüzde 9.5, Düz liselerde yüzde 8.4 iken en düşük oran yüzde 7.1’le İmam Hatip Liselerindedir…
Aynı olguya, kendilerini solcu olarak tanımlayanlar açısından bakıldığında, okul tiplerine göre şöyle bir dağılım ortaya çıkıyor. En çok solcu Anadolu Liselerinde yüzde 12.7, bu oranı Düz Liseliler izliyor yüzde 10.1. Özel Liselerde bu oran yüzde 6.9 iken Meslek Liselerinde yüzde 6.8. En düşük oranlar yüzde 0.9’la İmam Hatip Liselerinden çıkıyor.”
Liseler, siyasal tercih bakımından üniversitelere göre daha küçük bir yaş grubunu ifade eder. Elbette yukarıdaki liselerde siyasallaşma oranlarına ilişkin verilerin oluşmasında ailelerin önemli bir rolü vardır. Ama liselerdeki siyasallaşma tercihinde aile tek unsur değildir. Peki, ailelerin etkisi açısından ele alındığında hangi sonuca varılır, aile dışı unsurlara bakıldığında hangi sonuçlara varmak mümkün olur?
Milliyetçi ya da muhafazakar taban olarak tanımlanan yoksul emekçi ailelerin çocukları büyük oranda meslek, düz ya da imam hatip liselerinde okuyorlar. Kendilerini solcu (CHP ağırlıklı) olarak tanımlayan liselilerin yoğunluğu ise, Anadolu liselerinde bulunuyor. İşçi sınıfının geleceğini düz ve meslek liselerin oluşturduğunu gözeterek, devrimci siyasal çalışmayı, önyargılardan uzak durarak, esas olarak bu kesim içinde yoğunlaştırmak gerekmektedir.
“Aile dışı unsurlar” derken, buradan kastedilen, liselere dönük örgütlü çalışma yürüten “teşkilatlar”dır. Cemaat-tarikat örgütlenmelerinin liselerde kat ettiği mesafe bilinmez değil. Meslek liselerinin ise, esas olarak Ülkücü Ocakları tarafından kuşatıldığı bu tablo ile de kanıtlanmış oluyor. Meslek liselerinde “reislik” sistemini önemli oranda oturtan MHP, nerdeyse her meslek lisesinin yanına bir ocak açmış bulunmaktadır. MHP, böylece, başta metal iş kolunda olmak üzere, fabrikaların da kaderini kendi denetimi altında tutmak istemektedir. Bu durum, yoksul liseli gençlik üzerinde ciddi bir cemaatçi ve ülkücü kuşatmasına da işaret etmektedir.
Bu tablodan, elbette Anadolu liselerinin önemli olmadığı sonucu çıkmaz, çıkarılmamalıdır. Çünkü üniversiteye açılan kapının adı büyük oranda Anadolu liseleridir. Burayı politik bakımdan kazananlar, geleceğin üniversiteleri ve aydın hareketi üzerinde de önemli etki oluşturacaklardır. Fakat buradaki esas mesele, “sol”u ancak, genel olarak varlıklı ya da orta halli ailelerin çocukları içinde örgütlenebilir görmektir. Oysa ki, devrimci ve sosyalist emek hareketi, gerici politik akımlarca kuşatma altında bulunan meslek ve düz liselerde de örgütlenmek zorundadır. Sözü edilen bu okulların burjuva ya da küçük burjuva sol akımlarca terk edilmiş olması, işçi sınıfını temel alan devrimci gençlik çalışmanın hayat bulmasını da kolaylaştırmaktadır.
KAPİTALİZME KARŞI SİSTEME BAĞLI
“Gençliğin siyasete katılımı” sorununa eğilen önemli bir çalışma da, değişik partilerden gençlerle yapılan söyleşilerden oluşuyor. Bu söyleşiler dikkatle okunduğunda şu görülmektedir ki; gençlerin örgütlendikleri parti ya da örgütler farklıdır, ama hemen hepsi sistemle bir sorun yaşadığını ve sistemi değiştirmek isteğini söylemektedir.
Örneğin, MHP’li gençler kapitalizm konusunda eleştirel olmakla beraber, bu konudaki eleştirileri, Doğu-Batı mücadelesi veya devletlerarası mücadelelerle ilgili tespitleriyle iç içe giriyor. Temelde sorun devletlerarası mücadele ve Batı-Doğu mücadelesiyken, kapitalizm, bu mücadelede güçlülerin tercih ettiği, dayattığı sistem olarak eleştiriliyor. “Dünyadaki en önemli sorunlar nedir?” sorusuna YC2B’nin verdiği yanıt, bu bağlamda özetleyici: “Gelir dağılımı eşitsizliği, yani gelir eşitsizliği. Küreselleşme sonucunda kapitalist sermayenin kazanmasıyla Doğu ile Batı arasındaki farkın açılması diyebiliriz. Batının gücünü korumak için Doğu’nun kaynaklarına saldırması, orada büyüyen kapitalizm sonucunda ve para-sermaye hareketlerinin kolaylaşması sonucunda artık Doğuya daha çabuk ve daha emin bir şekilde saldırması en büyük problemdir.” “Kapitalizmin sonu gelirse ne olur alternatif olarak?” diye sorulduğunda ise cevap şöyle geliyor: “Eşitsizlik bitmez bence dünyada, dünya kurulduğundan beri bir eşitsizlik var, dünya eşitsizlikler üzerine kurulu ama Doğuya geçebilir… Bizim burada yapacağımız, eşitsizlik bitmez ama eğer adaletli bir şekilde bu gücü elimize geçirirsek, eşitsizliği azaltabiliriz. Sosyal reformlarla bütün dünyaya adalet getirebiliriz. Osmanlının yaptığı gibi. Ama bunun gitmeyeceği inancındayım.”
Benzer bir örneği, Milli Görüş’e sahip bir gençle yapılan söyleşi ifade ediyor;
“Erbakan’ın şöyle bir lafı vardır ‘bizi yönlendirmeye çalışıyorlar, yani sen sağcı olacaksın, sen solcu, yani ya sağcısın ya solcu. Sana ne? Belki ben helikoptere binip yukarı çıkmak istiyorum?’ diyor. Biz ne sağcıyız ne solcu, yani milli görüş çizgisi bu aslında. Milli Görüş’ün kapitalizm ve sosyalizme alternatif bir Üçüncü Yol olarak görme tavrını YC5D, yine Erbakan’dan yola çıkarak savunuyor: ‘Kapitalizmle Sosyalizm timsahın iki altlı üslü çeneleridir. Birbirine zıt gibi görünür ama arada olanları ezer. Hocamın çok güzel bir lafıdır’…”
Yelpazenin ‘sol’una doğru yönelen aynı araştırma, bu kez CHP’li gençlere ulaşıyor:
“CHP’li gençlerin kendi parti yönetimlerine karşı en eleştirel grup olduğu görülüyor. Gençliğin çoğu, kendilerinin sol değerle bağlılıklarını, hatta bu noktada Genel Merkez’den daha solda olduklarını vurgulamaya özen gösterdiler. ‘Dünyanın en önemli sorunları nelerdir?’ sorusuna YC9D’nin verdiği yanıt, grup açısından özetleyici: ‘Ezen ezilen çelişkisi diyorum. Dünyanın en büyük sorununu sol parti temsilcisi olarak bunu görüyorum, emek üzerindeki sömürü veya zengin ulusların fakir ulusları sömürmesi, çeşitli mekanizmalarla idare etmesi olarak görüyorum.”
Seçerek sunduğumuz bu üç örnekten görüldüğü üzere, kapitalizmden nefret duyan gençler ondan kurtulmak için arayışlara giriyorlar. Sağ ya da “sol” tarafta olmaları, kapitalizm eleştirisini, katıldıkları partilerin politik argümanlarıyla yapmalarını sağlıyor. Bu elbette doğal, ama gençlerin, bu partilerde ne tutarlı bir kapitalizm eleştirisi görmeleri mümkün, ne de kapitalizmin iç çelişkilerini gerektiği kadar anlamaları. İş “kapitalizme karşı nasıl bir mücadele?” sorusuna gelince ya da alternatif sorulunca, “kötü kapitalizme karşı iyi kapitalizm” denebilecek bir ortak cevap geliyor. Kapitalizmle sosyalizm aynı kefeye konuyor. Birbirine zıt bu iki toplumsal sistem, ya savaşılması gereken düşman ikizler olarak yorumlanıyor ya da “üçüncü bir yol” arayışından bahsediliyor. Osmanlı’ya öykünme zavallılığı tam da burada uç veriyor. En babası kapitalizmi sosyal açıdan restore edecek reformlarla kurtuluşun geleceğine inanıyor.
Hemen hepsindeki ortak noktalardan biri de, gençliğin talepler üzerinden mücadele birliğine tamamen uzak ve hatta kapalı oluşları. Çünkü kurtuluş ancak tabi oldukları görüşün ya da partinin iktidara gelmesi ile mümkün olacak! Gençliğin taleplerinin karşılanmasının tek yolu da buraya bağlanmış durumda. Bu yaklaşım; aynı zamanda gençliğin sosyal ve ekonomik talepler üzerinden mücadelesini engelleyen, hoşnutsuz gençlik yığınlarını beklemeye alan bir itfaiye rolü de oynuyor.
EMEK PARTİSİ VE EMEK GENÇLİĞİ
İşçi sınıfının devrimci partisi Emek Partisi (EMEP), kitapta yeterli olmamakla birlikte, kimi araştırmaların konusu olarak ele alınmış. Bu çalışmalarda, EMEP’e dair kimi olgular gerçekliği yansıtmakla birlikte, bazı makalelerde, “tutuculuk” ve “ideolojik olarak yenilenmeye direnme” üzerinden eleştiriler de yapılmıyor değil. Sözü edilen bu makaleleri yazanlar, bunu sadece söyleştikleri gençlerin sözleri üzerinden edindikleri izlenimlerle yapsalar, buna, belki “eksik bir değerlendirme” deyip geçmek mümkün olabilirdi. Ama kitabın genel konsepti ve varmak istediği sonuç, bu tanımlamaların eksiklikle bir ilgisinin olmadığını gösteriyor. Zira, kitapta yazan bazı akademisyenlerin de inandıkları “siyaset dünyasına liberal demokrasiyi getirme” fikri, araştırma yorumlarının arasına, bu fikre direnenlerin eleştirisini yerleştirmeye gereksinim duyuyor. Bu minvalde iki örnek sunmakla yetinelim:
“EMEP gençlerini TKP’lilerden ayıran, demokrasi vurgusuna daha fazla sahip olmaları. ‘Kürtlük, Alevilik’ gibi kimliklerin geçici önemi veya önemsizliğinden ziyade, bunların özgürce yaşanmasının sosyalist harekete daha fazla katkıda bulunabileceğine inanmaları. TKP’liler kimliğe sahip çıkmayı ‘sapma’ olarak görme eğilimindeyken, EMEP’liler, bunların özgürce yaşanmasının sınıf hareketini daha fazla güçlendireceğini, gereğinden fazla kutuplaştırıcı boyutlarını zayıflatacağına inanıyorlar. EMEP’liler bu noktada ÖDP’lilere yaklaşırken, ÖDP’li gençlerin bu tür sorunlara kendi sosyalist anlayışlarında yer açmaya en fazla istekli gençlik olduğunu; reel olanın geçiciliğinden ziyade; önemsenmesi üzerinden solculuğu tarif etmeye çalıştıkları söylenebilir. Yani ÖDP’lilerde pratik hayatın, sosyalist ideolojisine tutarlı hale gelmesi gerektiği konusunda daha yoğun bir kaygı olduğu söylenebilir. İdeolojik yenilenme ihtiyacını en çok onların vurgulaması da, tesadüf olmasa gerektir. Gençlere ulaşamamak konusunda, diğer partililerin vurguladıkları dışsal faktörleri tekrarlamakla beraber, solun geleneksel yöntemlerden sıyrılamamasına da dikkat çektikleri eklenmeli.”
Anlaşılacağı üzere, EMEP’liler, “reel olanın geçiciliğini kullanıyor” ve demokrasi talebini ÖDP’liler kadar içselleştiremiyor! Bunu nasıl anlayalım? Bu öylesine bir içselleştirme olmalı ki, sosyalist kalıpları kırmayı, başkalaşmayı ve “ideolojik yenilenme ihtiyacını en çok vurgulamayı” dile getirmeli. Peki, güzel! İkinci alıntıyla devam edelim:
“EMEP gençliğiyle yapılan söyleşide, parti ideolojisinin sertliğine rağmen, gençlik politikasında daha esnek bir tavra yöneldiklerini gözlemlediğimizi vurgulamalıyız. TKP’lilerde parti ideolojisinin genç kadrolar tarafından yeniden üretilmesinde gözlenen homojenlik, EMEP’de dikkati çekmiyor. Böylece ideolojisinin yeni koşullara uyarlamaya direnen bir partinin, “pratiğini” koşullara uyarlaması gibi bir durum çıkıyor ortaya…”
Aynı yaklaşım, bu kıyaslamada da devam ediyor. Aslında söylenen basitçe şu: “Parti ideolojin gereğinden fazla sert ve dünyanın bugünkü gerçekliğine uygun değil. Allahtan gençliğinde bu homojenlikte bir sertlik görünmüyor. Gençlik politikasına ilişkin pratiğin daha yumuşak, ama ideolojinin sertliğinden taviz vermezsen bu işe yaramaz ve garip karşılanırsın. İyisi mi sen ideolojik sertliğini gözden geçir!”
Belirtmek gerekir ki, Emek Partisi, Türkiye gençliğine, düzene karşı olan her gencin üye olabileceği bir politik gençlik örgütü armağan etmiştir. Aynı zamanda bir sosyalizm ve mücadele okulu olan bu örgütün adı, Emek Gençliği’dir. Gençlik örgütü için “EMEPliler” ya da “EMEP’li gençler” diye bir tanımlamanın kullanılması da doğru değildir. Ve kitapta geçen makalelerde hep Emek Gençliği yerine “EMEP’liler” ya da “EMEP’li gençler” tabiri kullanılmıştır. Tanımlamayı doğru koymayınca, işçi sınıfı partisinin gençlik örgütünün esnekliğini doğru anlamak da, tabii ki mümkün olmamaktadır. Gençliğin antifaşist ve antiemperyalist demokratik mücadele birliğini örgütlemek, gençlik yığınlarını işçi sınıfının ve devrimci demokratik halk iktidarı mücadelesinin tarafı yapmak ve gençlerin sosyalizm öğretisini pratik mücadele içinde kavramasını sağlamak için; Emek Gençliği üyelerine, “ideolojik sertlikleri” bir ayıraç olarak sunmak gerekmiyor. Yazarın anlamadığı ya da anlamak istemediği gerçek budur. Bu durum, ideoloji ve pratik arasında bir çelişkiyi değil, diyalektik bir birliği ifade eder. EMEP’in “ideolojik sertliği” ile gençlik pratiği arasında ille de bir çelişki aramak, gençliği “ideolojik sertliği” olan bir işçi partisine karşı liberal bir yola çağırmak niyeti taşımasın sakın!
Ne yazık ki, elmalarla armutları yan yana koyarak, gençliği tüm sistem içi ve sistem dışı partilerin karşısındaki bir kesim olarak değerlendirmek, kitapta başlıca yöntem olarak benimsenmiş. “Partiler gençliği anlamıyor, ya partiler kendine çekidüzen vermeli ya da gençlik kendine, partilerin dar kalıplarını kıracak liberal bir yol tutturmalı”, işte kitabın ana felsefesi bu fikre dayandırılıyor. Kitap daha çok partilere seslenmeyi ve dizayn etmeyi tercih ediyor, onlara, liberalleşme görevi çıkarıyor. Bu seçeneğin tutmama ihtimali gözetilmiş olacak ki, gençliğe de yol gösteriliyor; kıçı başı belli olmayan şekilsiz bir liberalizmi örgütlemek!
Okurlarımız bunun nasıl bir örgüt olduğu tasavvur etmek istiyorlarsa, onlara yine kitaptan bir alıntı yaparak yardımcı olalım. Ve DV1A biçiminde kodlanmış “Genç Siviller”den bir gençle yapılan söyleşiye bakalım:
“Genç Siviller’in ben Türkiye’de –mütevazı olmak lazım elbette ama– şöyle bir şey olduğunu düşünüyorum; hakikaten bazı anlamlarda ezber bozan girişim olduğunu düşünüyorum. Hem dilindeki o mizah şeyi, ama ondan öte şöyle, Genç Siviller hakikaten ideolojilerden bağımsız bir hareket, bu beni çok heyecanlandırıyor. Türkiye’de mesela birçok örgüt var, genç örgüt var, çok da takdirle izlediğim, yani çok da beğendiğim gençlik örgütleri var. Belli ideolojik çevre üzerinden, işte sosyalistler bir araya gelmişler, ‘Troçki şuydu buydu’… Biraz da severler böyle bölünmeyi. Farklı şeyler, ama ortak bir ideolojik şey. Müslüman dernekleri var, sağ dernekleri var, şunlar var, liberaller var, ama Genç Siviller bunun ötesinde bir şey, Genç Siviller bunu yapmıyor. Bizim burada hem fikir olduğumuz bir çerçeve var, bu da, demokratik temel hak ve özgürlükler… Burada farklı ideolojiden bir sürü insan var, sosyalist de vardır, feminist de vardır, çevreci de vardır ve daha önce bütün bu organizasyonlarda görev yapmış insanlar vardır; Müslüman vardır, liberal vardır, demokrat vardır. Yani bunların bir araya geldiği bir çeşitlilik. Şöyle bir durum var, bu yüzden mesela çok ciddi bir sıkıntı var şimdi, Genç Siviller’i nereye koymak lazım? Fettullahçı, Soroscu, AKP’li, AB’li, liboş falan filan yani. İlk başta bu bana çok şey geliyordu, yani gerçekten sinir oluyordum, tamam kardeşim, burada iyi niyetle bir şey yapıyoruz, ona rağmen işte.”
SON SÖZ
Sosyal araştırma biliminin çeşitli yöntemlerini uygulayarak “gençliğin siyasete katılımı” üzerine elde edilen bu veriler, eleştirel bir gözle bakıldığında, her zaman dönüp bakılacak bir kaynak olarak değerlendirilebilir. Büyük emekler sarf ederek gençlik alanında çalışmalara yönelen genç akademisyenlerin bu çabalarını önemsiyoruz. Ama aynı zamanda, onları, liberal platformların yedeğine düşmemeleri konusunda daha dikkatli olmaya çağırıyoruz.
Biz, kendimize bu kitaptan bir görev çıkarmadan, noktayı koyamazdık. Kimsenin şüphesi olmasın; liberalizme ve her türden burjuva akıma karşı ideolojik mücadelemizi elden bırakmayacak, tersine güçlendireceğiz. Gençlik gelecektir ve gelecek sosyalizm olacaktır. Liberal masallara karşı gençler siyasal tercihini bu yönde kullanmalıdır. Liberalizmin batağında debelenmekte ısrar edenler için ise yapacak çok da bir şey yok doğrusu!
KAYNAK:
Gençler Tartışıyor (Siyasete Katılım, Sorunlar ve Çözüm Önerileri) – TÜSES Yayınları
Derleyen: Cemil Boyraz
Kitaptaki Makaleler:
Kemal Kılıç: Kentsel Gençlik Araştırması Anketi Bağlamında: Gençlerin Siyasal Eğilimlerini Etkileyen Faktörler
Emre Erdoğan: Olasılıksızlığın Kuramını Anlamak: Türk Gençliği ve Siyasal Partilere Katılım
Yüksel Taşkın: Siyasi Partilerin Gençlik Kolları: Politikleşme Öyküleri ve İdeolojik Yönelimler Üzerinden Bir Değerlendirme
Cemil Boyraz: Siyasi Partilerin Teşkilatlarında Siyaset ve Demokratik Katılım
Pınar Uyan Semerci: Gençlerle Beraber Siyasal Alanın Sınırlarını Düşünmek: Günlük Yaşam, Aileler ve “Özgürce’ Karar Almak
Demet Lüküslü: Gençlerin Siyaset Algıları ve Deneyimleri: Yeni Bir Siyaset Modeli Üzerine Düşünmek
Volkan Yılmaz: Siyasi Örgütlenmelerde Genç Olmak: Kurtarmaya Giderken Yakalandıklarımız
Cemil Boyraz – H. Ege Özen: Gençlik ve Siyaset: Uluslar arası İlişkileri Anlamlandırmak
Barış Gençer Baykan – Demet Lüküslü: Gençlere Göre Çevre: Küresel Ama Satırarası Bir Sorun