Kapitalizmin insanlık dışı niteliği, kriz derinleştikçe daha açık görünür hale geliyor. Bir yanda işsizlik, sefalet ve açlık artarken, diğer yanda varlıklarına varlık, zenginliklerine zenginlik katan tekeller ve burjuvalar görüyoruz. Kriz vurguncuları, ganimeti paylaşmak için fırsat kolluyorlar.
Türkiye burjuvazisi, krizin başlangıcından itibaren, ‘krizi fırsata çevirmek’ prensibi ile hareket edeceğini ilan etti. Ancak, bir krizi kriz yapan, elbette ki, herkesin bundan kazançlı çıkması değil. Tam aksine, geniş kitleler yoksullaşır ve bazı sermayeler tasfiye olurken, fırtınayı atlatabilen bazı sermayelerin süreçten daha da güçlenip büyüyerek çıkması söz konusu. İşte bu nedenle, bir yandan, burjuvazi bir bütün olarak ‘krizi fırsata dönüştürmeye’ ve işçi sınıfına karşı saldırıyı şiddetlendirmeye çalışıyor. Bir yandan da, sermayenin, burjuva sınıfın kendi içindeki paylaşım savaşı kızışıyor. Kriz nedeniyle, başarısız sermaye kesimleri elenirken, bunların elindeki varlıklar (‘tasfiye nedeniyle ucuzluk’ fiyatına) ayakta kalan sermayelerin eline geçiyor. Böylece sermayenin merkezileşmesi ve tekelleşme hızlanıyor. Emek-sermaye ilişkisi ve sermaye içi ilişkiler, emekçi kitle aleyhine ve büyük sermaye lehine, yeniden yapılanıyor. Büyük çoğunluk, küçük bir azınlığın kölesi haline geliyor.
Burada bir noktaya dikkat çekmek gerek: Türkiye burjuvazisi, geçmiş dönemlere kıyasla, bugün dünya kapitalizmi ile entegrasyonunu çok ileri bir seviyeye çıkarmış durumda. Buna bağlı olarak, sermaye içi yeniden yapılanma, aslında dünya genelindeki yeniden yapılanmanın bir parçası olarak şekilleniyor. Koç, Sabancı, Ülker, Doğuş gibi ‘küresel oyuncu’ ölçeğine ulaşan bazı büyük sermaye grupları, AKP döneminde arttırdıkları nakit birikimleri sayesinde, artık yalnızca Türkiye içinde veya Avrasya-Ortadoğu bölgesinde değil, dünya genelinde fırsat kovalamaya başlamış durumdalar. AKP hükümeti tarafından hazırlanan teşvik paketleri de, öncelikli olarak uluslararasılaşmış sermaye kesimlerini gözetiyor. Dolayısıyla, krizle birlikte, uluslararasılaşan tekelci sermaye ile iç pazara dönük sermaye kesimleri arasında temel bir ayrım şekil kazanıyor. Kuşkusuz, uluslararası sermaye birikimi süreçleri ile bütünleşmiş olan büyük sermaye, mücadeleye çok avantajlı bir konumda giriyor.
Birkaç kısımdan oluşan bu yazıda, krizin emek-sermaye ilişkisinde ve sermaye içi ilişkilerde yarattığı sonuçlar, büyük burjuvazinin kriz sayesinde gerçekleştirdiği vurgunlarla birlikte ele alınacak. Aslında herkesin az çok aşina olduğu ‘kriz vurguncuları’ biraz daha yakından tanıtılacak. Önümüzdeki döneme dair öngörülerde bulunabilmek için, yer yer geçmişe dönülerek, vurguncuların sicilleri sergilenecek. AKP – büyük sermaye ilişkisi deşifre edilmeye çalışılacak. Bu çerçevede, ilk olarak, krizde şu ana kadar en ‘parlak’ performansı sergileyen Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) ile başlamakta yarar var.
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE OYAK’IN KRİZ VURGUNLARI
Birkaç hafta önce, OYAK’a bağlı Ereğli Demir-Çelik ve İskenderun Demir-Çelik’te çalışan 13 bin işçinin ücretleri, ‘kriz nedeniyle’, 16 ay süreyle yüzde 35 indirildi. Basına yansıdığı kadarı ile, OYAK, ücretlerde indirim yapılmazsa, 1400 işçiyi işten çıkartacağını açıklamış, Türk Metal sendikasının işbirliği ile işçilere maaş indirimi dayatılmıştı. İşçi ücretlerini düşüren iki kuruluştan Erdemir, faaliyet raporlarına göre, 2006 ve 2007’de ortalama 680 milyon, 2008 yılında 211 milyon TL net dönem kârı elde etmişti. İsdemir’in net dönem kârı ise, 2006’da 111, 2007’de 178, 2008’de 252 milyon dolardı. Bir başka deyişle, son üç yılda toplamda 2 milyar dolara yakın net kâr elde eden iki işletmede (ki bunlar da muhtemelen ‘makyajlanmış’ rakamlar ve gerçek kâr miktarı daha yüksek), OYAK, krizi bahane ederek, ücretlerde büyük bir indirim talep etmiş ve istediğini almış oldu.
Kuşkusuz, bu ‘anlaşma’, Türkiye işçi sınıfı açısından hayli vahim sonuçları içeriyor. Zira birçok firma, bunu örnek göstererek, işçilerinden ‘fedakarlık’ talep edebilecek. Nitekim kamu toplu sözleşmelerinde, Erdemir örneği şimdiden öne sürülmeye başlandı bile. OYAK, büyük bir ‘vurgun’ vurmanın yanı sıra, burjuvazinin önünü de açmış oldu.
Erdemir ve İsdemir’de işçi ücretlerini düşüren OYAK, bir yandan da yeni fırsatlar peşinde koşuyor. Kurumun genel müdürü, Özal’ın eski prenslerinden Coşkun Ulusoy, sık sık ellerinde 3 – 3.5 milyar dolar nakit bulunduğunu, satın almak için dünya genelinde kömür ve demir madeni aradıklarını açıklıyordu. Ulusoy, krizi önceden görerek, 2007 yılında Oyakbank’ı sattıklarını, likite geçtiklerini, krizin yeni safhaya girmesiyle birlikte ucuzlayan şirketleri satın alacaklarını belirtiyordu. Nitekim OYAK çimento grubu, Lafarge Aslan Çimento ile ona bağlı Ereğli öğütme tesisini ve Lafarge Beton’u 130.6 milyon (Lafarge’ın açıklamasına göre 163 milyon) euroya satın aldı. Lafarge, dünya çimento tekellerinden biri ve Türkiye çimento sektörüne, yirmi yıl kadar önce, özelleştirilen tesisleri satın alarak girmişti. Kriz nedeniyle, 2009 yılında, tüm dünyada 1 milyar euroluk şirket satışı yapacağını ilan etti. Kısacası, bir uluslararası tekel zor duruma düşerek, varlıklarını satmaya başladı ve bunun bir kısmı OYAK’ın payına düştü. Öyle görünüyor ki, Türkiye kökenli tekeller, kriz nedeniyle dünya genelinde başlayan yeniden paylaşımda yer alabilecek kadar büyümüş durumdalar. Bunun topluma yansıması ise, azalan ücretler, işsizlik ve yoksulluk. Türkiye bir ‘dünya gücü’ oluyor, ‘yerli’ tekeller ‘küresel oyuncular’a dönüşüyor, ülkede yaşayanlar ise sefalet içinde yüzüyor.
OYAK’ın nasıl bu kadar büyüdüğüne kısaca bakalım. OYAK, 1960 darbesinden birkaç ay sonra, 3 Ocak 1961’de çıkartılan 205 sayılı özel yasa ile kuruldu. İlk bakışta Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur gibi bir sosyal güvenlik kurumuydu. Ama diğer sosyal güvenlik kurumlarının aksine, OYAK’a ticari ve sınai yatırımları için hiçbir sınırlama getirilmemişti. Yasaya göre, OYAK, kurumlar vergisi, damga resmi ve gider vergisinden muaftı. Daimi ordu personelinin (subay ve astsubayların) maaşlarının yüzde 10’unu, yedek subay maaşlarının yüzde 5’ini aidat olarak toplamaktaydı. Topladığı aidatlar, gelir vergisinden muaf tutulmuştu. Ayrıca, kuruma yapılan bağışlar da, veraset, intikal ve gelir vergilerinden muaftı. Yine yasaya göre, OYAK’ın varlıkları devlet malı statüsündeydi ve örneğin bunlara haciz konulamıyordu.
Kuruluşunda çeşitli ayrıcalıklarla donatılan ve maaş kesintilerinden düzenli nakit girişi elde eden OYAK, kısa sürede Koç, Sabancı, Eczacıbaşı benzeri büyük bir sermaye grubuna dönüştü. Fransızlar’la ortak olarak, OYAK-Renault’yu kurdu ve otomotiv pazarını Koç grubu ile paylaştı. Hemen hemen aynı tarihlerde çimento sektörüne girdi ve bu pazarda da tekeller arasındaki yerini aldı. Tarım ilaçları (Hektaş), konservecilik (Tukaş), bisküvi-çikolata üretimi (Eti ortaklığı) gibi birçok sektöre giriş yaptı.
OYAK’ın önemli bir avantajı da, zor duruma düşen, kârlılığı azalan şirketlerini diğer devlet kuruluşlarına devretmesi. Örneğin, 1980’li yıllarda zor duruma düşen OYAK iştiraklerinden Türk Otomotiv Endüstrisi ve bunun yan kuruluşu Motorlu Araçlar Ticaret, 1984 yılında Ziraat Bankası’na devredilmişti. OYAK’ın konut inşa etmek için Kutlutaş Holding’le ortaklaşa kurduğu dört şirkete, 1985 yılında, Emlak Kredi Bankası ortak edildi. OYAK İnşaat firmasına da, 1995’te SSK ortak oldu.
Ancak, OYAK’ın esas büyümesinin 2000’li yıllarda gerçekleştiği görülüyor. Özellikle 2001 krizi, OYAK için büyük ‘fırsatlar’ yarattı. Krizden bir-iki gün önce elindeki tüm nakit birikimi dolara çeviren OYAK, dolar hızla yükselince çok büyük kâr etti. İşin ilginci, bu bir sır değil ve OYAK genel müdürü tarafından her fırsatta gururla anlatılıyor.
OYAK’ın 2001 krizinde yakaladığı fırsatlar bununla da sınırlı kalmadı. Örneğin, o dönemde birçok banka TMSF bünyesine alınırken, durumu hiç de parlak olmayan OYAK BANK, tasfiye operasyonunun dışında tutuldu. Bunun yanı sıra, tasfiye edilen beş banka (Egebank, Bank Kapital, Yaşarbank, Yurtbank, Ulusal Bank) ile birleştirilip bir ‘çatı bankası’ haline getirilen ve Türkiye’nin 12. büyük bankası olan Sümerbank, 2001 yılı içinde ‘sembolik’ bir bedelle OYAK BANK’a hediye edildi. Böylece, bankacılık sektöründe aktif büyüklüğü açısından 2000 yılında ancak 50. sırada bulunan OYAK BANK, 11. sıraya yükseldi. Satış işlemi TMSF için zararına bir satış olurken, OYAK, o dönemde Sümerbank’ın elinde bulunan hazine kağıtlarının bedeli konusunda TBMM Yolsuzluk Araştırma Komisyonu’na bilgi vermeyi, bunun ‘ticari sır’ olduğu gerekçesiyle, reddetti. Daha sonra, 2007 yılında, OYAK BANK 2.7 milyar dolara ING’ye satıldı. Kısacası, OYAK, son derece bilinçli politikalar izlenerek büyütüldü ve şimdi de elindeki milyarlarca dolarla uluslararası pazarda ‘fırsat’ kovalıyor.
Kapitalizm, yıkımlar yaratan, yıkımlarla beslenen bir sistem. Deprem, savaş gibi olaylar, her zaman bazı sermayeler için fırsat anlamına geliyor. Bunun çarpıcı bir örneği, ABD’nin Irak işgalinde yaşandı. Irak’ın yeniden inşasında, Türkiye kökenli firmalar ‘pasta’dan büyük pay aldılar. Çimento fiyatları hızla arttı, Türkiye’den Irak’a çimento ihracatı, birkaç yıl içinde 27 katına çıktı. Bu dönemde OYAK, Sabancı ortaklığı ile, Irak’a çimento ihracatının yüzde 50’den fazlasını gerçekleştiriyordu. Aynı zamanda, çimento üretiminin yapısı gereği, Türkiye içinde belli bölgelerde çimento tekeli konumundaydı. Bu nedenle, Rekabet Kurumu, OYAK-Sabancı ortaklığına ceza kesmek ve hatta ortaklığı bozmak zorunda kalmıştı.
Bu kadar büyüyen bir tekelin özelleştirmelerden pay almaması beklenemezdi elbette. SEKA Çaycuma işletmesi gibi görece küçük bir tesisin yanı sıra, OYAK, esas vurgunu, 2006 yılında Erdemir’i alarak yaptı. ‘Milli sermaye’, ‘yerli malı’ propagandası ile Erdemir’i ve ona bağlı İsdemir’i uluslararası tekellerin elinden kapıverdi. Sonra da, hemen, Arcelor’la (ki bu da dünyanın en büyük çelik tekeli) ortaklık görüşmelerine başladı. Bu ortaklık, Rekabet Kurumu engeline takıldı, ama OYAK-Arcelor işbirliği perde gerisinde sürüyordu. Türkiye’de çelik piyasasını ellerinde tutan iki tekel, bazı dağıtım firmalarında ve Borusan Holding’e ait Borçelik firmasında ortaktılar. Çelik fiyatlarının yapay olarak yükseltilmesi nedeniyle artan şikayetler üzerine, Rekabet Kurumu bir inceleme başlattı ve geçtiğimiz günlerde OYAK’a 20 milyon TL ceza kesti.
Görüldüğü gibi, OYAK, hemen her dönemde krizleri fırsata çevirebilen, herhangi bir kamu yararı gözetmeyen, kâr peşinde koşan bir sermaye grubu. Diğer tekellere göre avantajı, sırtını devlete ve orduya yaslamış olması. Bir yandan sendikalarla anlaşarak işçi ücretlerini azaltıyor, bir yandan dünya genelinde satın almak için şirket avına çıkıyor. Bir yandan ‘milli sermaye’ görüntüsü yaratmaya çalışıyor, bir yandan uluslararası tekellerle işbirliği içinde. Örneğin, Fransız Renault ile uzun zamandır ortak ve geçtiğimiz yıllarda, Erdemir’i ele geçirmeden önce, oto yapımında kullandığı çeliği, Erdemir’den değil, Fransa’dan satın almaktaydı.
OYAK’ın özgün yanları bir yana, krizleri fırsata çevirme becerisini diğer büyük sermaye gruplarında da görmekteyiz. Yazının bundan sonraki kısımlarında, başka örnekler sergilemeye çalışacağız. Türkiye’de büyük burjuvazinin dünya kapitalizmi ile entegrasyonu hayli ileri bir seviyeye ulaştırdığını; eskiden ülke içindeki krizleri fırsata dönüştürürken, şimdi dünya krizini fırsata çevirmeye aday olduğunu; bunun bedelini ise, işçi sınıfının ve geniş halk kesimlerinin sırtına yıktığını göreceğiz.