Sendikal Mücadelenin Gelişim Yönü ve Sınıf Sendikacılığının Güncel Dayanakları

Kapitalist toplumda işçi sınıfı, tüm diğer toplum kesimleri gibi, üretim süreci içindeki yerleri, üretilen değerden aldıkları pay ve bu payı elde ediş biçimleri, toplum içindeki ekonomik-siyasal ağırlıkları ve eğilimleriyle, sermayeden her yönüyle farklı özellikte bir sınıftır. Tarih boyunca modern işçi sınıfının örgütlenmesi ve mücadelesi, söz konusu farklılık üzerinden, sermaye ile emek arasındaki çelişkiler ve uzlaşmazlıklar temelinde gerçekleşmiştir.

Sendikaların burjuvazi tarafından yasal olarak tanınmalarından bu yana, sendikal hareketin gelişiminin başlıca iki yönü olmuştur. Bunlardan ilki, işçilerin öncelikle kendi aralarındaki rekabete son vererek patronlara karşı birleşip örgütlenmesi, sonrasında, sendikaları aracılığıyla bir bütün olarak kapitalizme karşı ekonomik ve siyasal mücadelenin yürütülmeleridir. Sendikal hareketin diğer gelişim yönü ise, sermayenin sendikal hareketin içinde oluşturduğu sendikal bürokrasinin de yardımıyla, hareketin sadece “ekonomik alan”la[1] sınırlı tutulmaya çalışılmasıdır. Bu şekilde işçi sınıfının sermayeden ve onun dünya görüşünden ayrı ve bağımsız örgütlenmesi engellenmeye çalışılmış, bizzat işçi örgütleri olan sendikalar aracılığı ile işçi hareketi düzen sınırları içinde tutulmak istenmiştir.

Burjuvazinin 19. yüzyılın ortalarından itibaren sendikaları yasal olarak tanımak[2] zorunda kalması, elbette onların işçilerin çıkarlarını savunan birer işçi sınıfı örgütleri olarak peşinen kabul ettikleri anlamına gelmemiştir. Sermaye sınıfı, fırsat buldukça ve ihtiyaç haline geldikçe zora başvurmaktan ve özellikle sınıf sendikalarını zayıflatmak için eline geçen fırsatları değerlendirmekten geri durmamıştır. Bu politikaların en somut sonucu, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren işçi sınıfı içinde ayrı bir üst tabaka olan işçi aristokrasisinin oluşturulması ve sermaye ile işçi örgütlerinin işbirliğini sağlayacak olan sendika bürokrasisinin yaratılması olmuştur.

Sendikaların kurulması ve bugüne gelişinin tarihi, hemen her ülkede, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesinin gelişim tarihi ile paralellik gösterir. İşçi sınıfının sermayeye karşı yürüttüğü ekonomik, siyasal ve ideolojik mücadele, bu mücadelenin araçlarından birisi olan sendikalar aracılığıyla sendikal bürokrasi ve burjuvazinin sınıf içindeki uzantılarına karşı mücadeleyi de beraberinde getirmiştir.

İşçi aristokrasisi ve sendika bürokrasisine dayanarak, sendikal alana yönelik politika geliştiren sermaye sınıfı, tarih boyunca sendikaları ve diğer işçi örgütlerini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmıştır. Sermayenin büyük bir dikkatle örgütlediği bu mücadelenin kendisi, sendikal bürokrasinin etkinliğinin arttığı dönemlerde işçi örgütleri olan sendikaların, bizzat işçi sınıfının mücadelesini baltalayan roller oynamasını sağlamıştır.

I. Enternasyonal’in Avrupa’da gerçekleştirilen çeşitli oturumlarında temelleri atılan sınıf sendikacılığının temel ilkeleri[3], dönemin sosyalistleri ve mücadeleci sendikalar tarafından önemli ölçüde benimsenirken, sendikaların ilk ortaya çıktıkları dönemle karşılaştırıldığında, daha geniş ve kitlesel sınıf örgütleri haline gelmesinin önünü açmıştır. İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde sınırlı bir uygulama alanı bulan sınıf sendikacılığı, Rusya’da 1903 yılında Bolşeviklerin o zamana kadar Çarlık Rusya’sının denetiminde olan işçi sendikalarında etkin hale gelmesi, önce 1905 Devrimi, ardından 1917 Ekim Devrimi’nin örgütlenmesinde oynadıkları aktif rol ile birlikte etkisini arttırmış, Ekim Devrimi’nin hemen ardından ise, başta Avrupa ülkeleri sendikal hareketi olmak üzere, geniş bir coğrafyada etkili olmuştur.

Sendikal hareket içinde sınıf sendikacılığının 19. yüzyılın son çeyreğinden 20. yüzyılın ortalarına kadar işçi sınıfının ekonomik mücadelesi ile siyasal ve ideolojik mücadelesini birbirine bağlayan ve karşılıklı olarak beslenmesini içeren yoğun mücadele dönemini, 1950’li yılların ortalarından itibaren yaşanan ekonomik-siyasal dönüşümler, sendikal hareketi ekonomik harekete, ekonomik mücadeleyi de çeşitli sektörlerin ve işkollarının sorunlarına hapsederek, mücadele alanını sınırlandırmıştır. Sendikaların, “Refah devleti” uygulamaları sırasında gündeme getirilen “Endüstriyel demokrasi” yalanlarına paralel olarak sistemle bütünleşmesiyle birlikte, sendika bürokrasilerinin denetimine girdiği bu dönemin tüm olumsuzluklarına rağmen, işçiler, sendikalarda örgütlenmeye devam etmişlerdir.

II. Dünya Savaşı sonrası dönemde sendikalardaki egemenliğini daha da güçlendiren sendika bürokrasisi, sermayenin işçi hareketini gerektiği zaman baskı altına alma ve denetimi dışına çıkmasını engellemek için bütün imkanlarını seferber etmiştir. Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen, işçi sınıfı sendikalara sırtını dönmemiş, onları birleşme ve dayanışma örgütleri olarak görmeye devam etmiş, bu örgütleri kendi sınıf çıkarları için mücadele araçları haline getirme mücadelesinden vazgeçmemiştir.

İşçi sınıfının saflarında ve sendikalar içinde ileri işçi kitlesi ile sendikal bürokrasi arasında yüz yılı aşkın bir zaman diliminde süren egemenlik mücadelesi, 1960’lı yıllardan itibaren sermayenin lehine işçi sınıfının aleyhine gelişen bir seyir izlemiştir. Bu dönemden itibaren hızla düzen içine çekilen sendikalar, işçilerden ve onların taleplerinden kopuk, bürokratik birer işçi kuruluşları haline getirilmiştir. İşçi sınıfının ekonomik mücadelesi ile siyasal mücadelesini birleştirmeyi amaçlayan sınıf sendikacılığının etki alanını daraltmayı hedefleyen “Partiler üstü sendikacılık ”, “Ücret ve meslek sendikacılığı” (ABD), “Reformcu ya da uzlaşmacı sendikacılık” (İngiltere), “Sınıf ve kitle sendikacılığı” (Fransa) vb. gibi çeşitli sendikal yaklaşımlar, 1980’li yıllardan itibaren “Çağdaş sendikacılık” adı altında, sermaye ve onun ideolojisi etrafında birleşmişlerdir.

Sendikaların işçi sınıfının örgütleri olmaktan çok kapitalist-emperyalist sistemin işçi sendika hareketini sistemle bütünleştirme ya da en azından sendikaların işçi sınıfı siyaseti ile birleşmesini engellemeyi ya da bu temel gerçeği görmezden gelmeyi kendisine görev edinen bu yaklaşımların olumsuz etkilerine paralel olarak, dünyanın büyük bölümünde, sendikalaşma oranlarında sert düşüşler yaşamıştır. Bu ve benzeri durumlar, sendikaların ve sendikal hareketin pek çok yönden tartışılmasını beraberinde getirmiştir.

SENDİKALARIN VE SENDİKAL MÜCADELENİN BAŞLICA SORUNLARI

Sendikaların ilk ortaya çıktığı dönemdeki dinamizm ve canlılıktan bugünkü noktaya gelmesine kadar geçen süre zarfında yaşananlar, sermayenin karşısına dikilen ve yine zaman içinde işçi sınıfının en kitlesel sınıf örgütleri olan bu devasa gücün, sermayenin çıkarları doğrultusunda nasıl dönüştürüldüğünün sayısız örneklerini yaratmıştır. Öyle ki, sermeyenin bu alandaki gücü ve başarısı, kendi özgücü ve örgütlülüğünden çok, sendikaların ve sendikal hareketin içinde bulunduğu sorunlardan ve zayıflıklarından kaynaklanmıştır.

1980’li yıllardan itibaren istihdamda yaşanan dönüşümün sınıfın ana kitlesini kendi içinde parçalı hale getirmesi, işsizliğin artması ve esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşması ile işçiler arasındaki rekabetin yoğunlaşması, sendikaları pek çok yönden köşeye sıkıştıran temel etkenler olmuştur. Sermayenin özelleştirme, taşeronlaştırma ve esnek çalışma politikalarının öncelikli amacı, işçi sınıfının az çok belli bir istikrar gösteren ana kitlesini dağıtmak, sendikal örgütlenmeyi daha da zorlaştırıp, işçilerin özellikle yeni ve genç kuşaklarının örgütlenmesini engellemek, bu amaçla sendikaların gücü ve etkisini kırmak şeklinde ortaya çıkmıştır.

Emek sürecinde yaşanan dönüşümün sendikal yapılara ve örgütlenme biçimlerine doğrudan olumsuz etkileri olmuştur. Söz konusu etkiler, öncelikle üretimin ve buna paralel olarak istihdamın parçalanması şeklinde ortaya çıkmış, bu durum sendikaları pek çok açıdan olumsuz etkilemiştir. Fabrikada yaşanan üretimin parçalanması sonucu tahminlerin çok ötesinde bölünmeler ve farklılaşmalar gündeme gelmiştir. Üretimin kilit noktalarının bölünmesi, bölünmeyen kısımların esnekleşmesi, nerede örgütlenilirse örgütlensinler, işçilerin hak ve çıkarları için mücadelesi üzerinden doğrudan bir baskı oluşturmuştur. Üretimin parçalanması sonucu ortaya çıkan tabloyu ana hatlarıyla özetlemek gerekirse:

–            Üretim, binlerce, on binlerce işçinin çalıştığı fabrikalar içinde, ama çoğunlukla dışında oluşturulan atölyelerde yapılmaya başlanmıştır. Bu durumun en somut sonucu, fabrikada çalışan işçilerin sayılarının azalması, küçük atölyelerden oluşan çok sayıda sanayi bölgeleri ve yeni işçi havzalarının ortaya çıkması olmuştur.

–            Fabrikalarda üretimin “alt işveren” olarak adlandırılan taşeronlaştırılması ile üretim sürecinin içeride de parçalı hale gelmesi sağlanmıştır. Önceleri fabrikadaki işgücünün küçük bir bölümünü oluşturan örgütsüz taşeron işçilerin sayısı zaman içinde artmış ve örgütlü-kadrolu işçileri tehdit ederek, sendikalardan kaçışı hızlandırmıştır.

–            Sürekli üretimden vazgeçilmiş, üretimde, teknolojinin olanakları ölçüsünde talebe ya da siparişe göre üretim (yalın üretim) ilkesi benimsenmiştir. Sipariş olmadığında, üretime ara verilmeye, işçiler ücretsiz izine gönderilmeye başlanmıştır.

–            Her fabrika kendi yan sanayiini oluşturmaya başlamış ve üretim yükünün önemli bir bölümü buralara kaydırmıştır. Ayrıca oluşturulan yan sanayiler, ana sanayi olan farklı fabrikalara üretim yapmaya başlamıştır. Fabrikanın altında yan sanayiler, yan sanayilerin altında da daha küçük üretim birimleri oluşturulmuş ve fabrikanın üretim yükünü azaltan alt üretim zincirleri yaratılmıştır. (Bu değişimi özellikle büyük otomobil fabrikalarında gözlemlemek mümkündür.)

–            Oluşturulan üretim zincirleri sadece ulusal sınırlar içinde kalmamış, aynı örgütlenme mantığına bağlı kalarak, emeğin bol ve ucuz olduğu azgelişmiş kapitalist ülkelerden gelişmiş kapitalist ülkelere bağlanan uluslararası üretim zincirleri, iç içe geçmiş halkalar halinde, dünya coğrafyasının büyük bölümünde yaygınlaşmıştır.

–            Emek sürecinin dönüşümünden kamu istihdamı da payına düşeni almış, kamuda esnek ve güvencesiz istihdam uygulamaları hızla yaygınlaşmıştır. Buna paralel olarak pek çok ülkede kamu-özel ayrımı büyük ölçüde ortadan kalmış, özellikle kamu hizmetleri açısından temel belirleyici “kamu yararı” olmaktan çıkartılarak, “serbest piyasa”nın mutlak egemenliği ön plana çıkmıştır.

Yaşanan dönüşüm sürecinin sendikalara en somut etkisi, farklılaşan, parçalanan ve esnekleşen istihdam biçimleri karşısında yaşanan örgütlenme sorunlarının ortaya çıkması olmuştur. Sendikal örgütlenmeyi olumsuz yönde etkileyen faktörlerin başında, devletin özelleştirme uygulamalarının yanı sıra, üretim ve kamu hizmeti alanlarından büyük ölçüde elini çekmesi gelmiştir. Özelleştirme ile birlikte, toplam istihdam içinde sendikalıların önemli bir paya sahip olduğu kamu işletmelerinde ciddi istihdam azalmaları yaşanmıştır. Böylece, hem artan işsizlik nedeniyle yedek işçi ordusu büyümüş, hem de kamuda örgütlü olan sendikalar önemli oranda üye kaybetmişlerdir.

Üretimde ve istihdam yapılarında yaşanan değişikliklerle birlikte artı-değer oranını yükseltmek ve sermaye birikiminin istikrarını güvence altına almak için, esnek üretim ve buna bağlı olarak standart dışı çalışma biçimleri yaygınlaşmıştır. Buradaki hedeflerden birisi, kâr oranlarının artışını ve sermaye birikimi istikrarını tehdit eden sendikal örgütlenmenin önünü kesmek olmuştur. Bu amaçla işçiler arasındaki farklılıkları öne çıkartan ve sendikal örgütlenmenin son derece zor olduğu, genelde esnek çalışma olarak ifade edilen yeni çalışma biçimleri yaygın olarak uygulanmaya başlanmıştır. Ayrıca, daha düşük ücretle, kayıt dışı, taşeron vb. adlarla çalışma biçimlerine daha uygun oldukları için tercih edilen kadın, genç ve çocuk işçilerin toplam istihdam içindeki payları hızla artmaya başlamıştır.

Son yıllarda giderek artan ve kapitalist sömürüyü sınırlayan engellerin ortadan kalkmasını, işçi sınıfının kazanılmış haklarının geri alınmasını amaçlayan düzenleme ve uygulamalar, tüm emekçi kitleleri ve sendikaları derinden etkilemiştir. Sendikal bürokrasi, temsil ettiği sınıfın sorunlarından hareket etmek yerine, sermayenin üretim alanındaki kendini yenilenme ve bunu yaparken sömürü oranını arttırma stratejilerine yönelik çabalarını güçlendiren, çoğu zaman bu stratejisinin peşine takılan tutumlar almışlardır.

Sendikalarda emekle sermaye arasında sürmekte olan mücadeleyi tehdit eden en önemli zayıflıklardan birisi, sendika bürokrasisinin uzun süredir sendikalarda yerleştirdiği sendika büroları ile sınırlı günlük çalışma ile ilgili geleneğin, klasik örgütlenme ve eylem alışkanlıklarının sürüyor olmasıdır. Söz konusu geleneğin sendikalar ve sendikal hareket içindeki somut karşılığı, sendika üyesi olduğu halde, örgütsüzleştirilmiş olan işçi kitlelerinin üzerinden işbirlikçi sendika bürokrasilerinin bir azınlık olarak kendilerini örgütlemiş olmalarıdır. Bu durum, sınıfın öz örgütü olması gereken sendikaların, sıradan bir sendika üyesi için ile ulaşılması zor bir “büro örgütü” haline getirilmesine, sendikal bürokrasinin sadece genel merkezlerde değil, şubelere kadar inen geniş bir alanda etkili olmasına neden olmuştur.

Özellikle son yıllarda, sendikal alana yönelik sıradan işçinin en çok dillendirdiği soru “Sendikalar bizim için ne yapıyor?” şeklindedir. Şu somut bir gerçektir ki, emekçi kitleler sendikalarda, ancak maddi bir çıkar sağladıkları, orada birleşmiş olmanın gücünü somut olarak hissettikleri oranda bir araya gelir, örgütlenirler. Bu gerçekleşmediği zaman, mevcut “ekonomik” bilinçlerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak, “umutsuzluğa” kapılmaları, geri çekilmeleri kaçınılmazdır. Sendikaların rutin faaliyetleri içinde, üyelerin ekonomik (sendikal) bilincinin, kendiliğinden sınıf bilincine dönüşmeyeceği düşünüldüğünde, saman alevi gibi yanıp sönen sendikal mücadele ve diğer işçi eylemlerinin istikrarsızlık göstermesi şaşırtıcı değildir.

Sermayenin yasal ve fiili saldırıları, işyerlerinde genç-yaşlı, sağcı-solcu, ileri-geri, laik-dindar bütün işçileri rahatsız etmekte, sendikaların duyarsızlığı ve işbirlikçi tutumu karşısında pek çok işçi çeşitli düzeylerde tepkiler göstermektedir. Ancak bu tepkiler genellikle sendika seçimlerinde mevcut yönetime “muhalif” yeni bir yönetim listesini destekleme düzeyini aşmamakta, bu durum da işçilerin saflarında ortaya çıkan rahatsızlıkların maddi bir güce dönüşmesini büyük ölçüde engellemektedir. Son yıllarda sendika merkezlerinde yaşanan olağanüstü kongrelerin, genel kurulların ve yönetim değişikliklerinin koltuk kavgalarını aşamaması bunun en açık kanıtıdır. İşçi yığınlarının, patronlara ve sendika bürokrasisine karşı kendi örgütlerini sahiplenme ve mücadele etme çabası henüz, sınıflar arası mücadelenin önemli bir dayanağı haline gelememiş, bu konuda bugüne kadar atılan adımlar ise çeşitli nedenlerle yetersiz kalmıştır.

Sendika bürokrasisinin sendikaların yönetimin­de olduğu ve mevcut sendikaların büyük bölümünün işçi sınıfının en acil sorunlarıyla bile ilgilenmediği ya da böyle bir gündemlerinin bile olmadığı bilinmektedir. Gerek bu olgular, gerekse egemenlerin sendikalar hakkındaki olumsuz propagandası, sendikasız işçiler arasında sendikalara ve sendikal mücadeleye temkinli yaklaşmalarını beraberinde getirmektedir. Bu durum, bir taraftan da sendikalı işçiler içinde sendika bürokrasisinin uygulamaları karşısında sendikalardan ayrılma, aynı işkolundaki başka sendikalarda örgütlenme ya da sendika değiştirme eğilimlerini geliştirmekte, bu durumdan en zararlı çıkan ise sendikalar ve sendikal hareket olmaktadır.

Sendikaların ve sendikal hareketin ne yönde gelişeceği ve gelecekte nasıl bir değişim yaşayacağı noktasında bugünden kesin bir yargıya varmak elbette kolay değildir. Sendikal mücadelenin öncelikli sorunu, hiç kuşkusuz sendikaların büyük çoğunluğunun ve konfederasyon merkezlerinin neredeyse tamamen sendikal bürokrasinin denetiminde bulunması ve sendikalarda örgütlü bulunan az sayıda işçi kitlesinin örgütsüz milyonlar karşısında bir “Sendikalı azınlık” olarak görülmesinin yarattığı diğer olumsuzluklardır. Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen işçiler yine de kendi örgütlerine sırtlarını dönmemekte, sendikalarının mücadeleci tutumlarını desteklemekte, çağrı ve eylemlerine sınırlı da olsa katılarak, içinde bulundukları koşulları değiştirmek için somut adımlar atılmasını istemektedirler.

SINIF SENDİKACILIĞININ GÜNCEL DAYANAKLARI

İşçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesinin belli bir örgütlülük altında ilerlemesi, sendikal bürokrasi ile işçiler arasında çoğu zaman kendiliğinden bir karakterde süren mücadelenin işçiler lehine gelişmesinin ön koşulunu oluşturur. Sendikalardaki mücadeleci geleneğin genişlemesi, işçilerin kitlesel sınıf örgütleri olarak sendikaları büyütme ve gerçek birer örgütlenme merkezi haline getirmeleri, sendikaların aynı zamanda yine işçiler tarafından birer mücadele aracına dönüştürülmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Bunun için öncelikle, bugüne kadar uygulanan klasik örgütlenme ve mücadele anlayış ve alışkanlıklarını reddeden, sağlam dayanaklar üzerinden hareket etmek gerekir.

Sendikaların yüzünü dönmesi gereken en önemli dayanaklardan birisi, sayısı giderek artan genç işçiler ve onların son dönemde yaşanan direnişlerde karşımıza çıkan mücadele azim ve kararlılıklarıdır. Özellikle son yıllarda sayıları 10 milyona yaklaşan (TÜİK’e göre Türkiye’de toplam işçi sayısı 13 milyon civarındadır) bir genç işçi kuşağı ortaya çıkmıştır. Bugün büyük kentlerin çevresine ve Anadolu’nun irili ufaklı sayısız kentine yayılmış olan sanayi siteleri ve organize sanayi bölgelerinde milyonlarca genç işçi sigortasız, sendikasız ve uzun çalışma saatleri ile çalışmak zorunda bırakılmıştır. İşçi sınıfının daha eski kuşaklarından farklı olarak, belli oranda eğitimli, önemli bir bölümü lise mezunu olan yeni kuşak genç işçiler, sigorta, düzenli bir ücret, iş güvencesi, 8 saatlik işgünü, sendika vb. talepler için mücadele etmekte, sendikaları bu mücadelede yanlarında görmek istemektedirler.

Bilinen anlamda sendikal deneyime sahip olmayan, fakat geçtiğimiz yıllarda sayıları hızla artarken aynı zamanda sorunları da büyümüş olan işçi sınıfının genç kuşakları, bugüne kadar bütün eksikliklerine rağmen sendikalı olmak ve sendikalı olarak çalışmak için sayısız girişimde bulunmuştur. Tüm eksikliklerine karşın az çok örgütlü bir düzeye gelen pek çok işletmedeki işçiler,  sendikalaşmak için giriştikleri mücadele içinde oldukça direngen ve mücadeleci tutumlar takınmışlardır. Sayısız fabrikada işçilerin çeşitli nedenlerle işten atılmayı, işsiz kalmayı bile göze alarak sendikalı olmak için bazen aylarca süren mücadelelere girdikleri bilinmektedir. Sendika bürokrasisinin sinema oyuncularına taş çıkaran oyunlarına ve onları çoğu zaman yarı yolda bırakan tutumlarına rağmen sendikalı olmak için mücadele etmekten geri durmamışlardır.

Bugün için geniş işçi ve emekçi kitlelerinin sendikaların ve sendikal örgütlenme alanının dışında olması, işçi sınıfının saflarında ilgisizlik olduğu anlamında değerlendirilemez. Henüz sendikalarda kalıcı bir örgütlülüğe sahip olmayan kitlelerin önemli bir bölümü, geçtiğimiz dönemde çok sayıda sendikal örgütlenme girişiminde bulunmuş, kimi yerlerde günlerce süren grev, işgal vb direnişler yaşanmıştır. Bu direnişlerin önemli bir bölümü yenilgi ile sonuçlanmış olsa da, bu alanda işçi sınıfının küçümsenmeyecek kadar deneyimi olduğu açıktır. Sendikal bürokrasinin egemenliği nedeniyle gücü ve etkisi sınırlanmış olmasına rağmen, işçi örgütleri olarak varlığını sürdüren sendikalar, örgütsüz işçiler tarafından sorunlarını çözmen için başvurdukları başlıca örgütler arasındadır. İşçiler bir taraftan sendikaları yetersiz görüp bugünkü durumlarını eleştirirken, diğer taraftan onlar olmadan birleşemeyeceğini ve haklarını koruyup geliştiremeyeceğini herkesten çok daha iyi bilmektedirler.

Sendikal hareketin bugün karşı karşıya kaldığı en önemli sorunların başında, işçilerin örgütlenmeye ilgisizlikleri değil, sendikaların olanaklarını, sendikal hareketin ise dinamiklerini yeterince değerlendirmemesi, sermaye karşısındaki avantajlarını yeterince kullanamaması gelmektedir. Sendikal bürokrasinin, sendikaları etkisizleştirerek işçiler arasındaki mevzilerini korumasının, kuşkusuz bu durum üzerinde belirleyici etkileri vardır. Ancak bütün bu olumsuzluklara karşın sendikaların bugünkü yapısı ve işleyişiyle daha fazla yol alabilmeleri mümkün değildir. Sendikaların geleceğini karakterize edecek olan temel nokta, sendikal hareket içindeki iki karşıt noktanın, sermaye ve onun uzantısı sendikal bürokrasi ile sendikaları sınıf örgütleri olarak kabul eden sınıf sendikacılığı çizgisi arasındaki mücadelenin gelişim seyri olacaktır.

En genel anlamıyla emek ile sermaye arasındaki mücadelenin işçi sınıfı lehine gelişmesi, bir taraftan sendikal hareketin işçi sınıfının siyasal hareketine doğru genişlemesi, diğer yandan sendikaların yeniden birer sınıf örgütleri olarak dönüştürülmesine olan ihtiyaç içinde bulunduğumuz dönemde hiç olmadığı kadar güncel hale gelmiştir. Sermaye ile işçi sınıfı mücadelesinin gelişme derecesini, sendikal bürokrasi ile ona karşı bayrak açmış olan ileri işçi kitlesi ve sınıf içinde gün geçtikçe daha etkili olan sınıf partisi arasındaki güç ilişkilerinin bugünkü konumlanışı vb gibi olgular belirlemektedir. Fakat bunun yeterli olmayacağı, sınıf sendikacılığı çizgisini ayrım yapmaksızın her sendika ve işyerinde kararlılıkla uygulamak gerektiği açıktır.

Sınıf sendikacılığı, ayrım yapmaksızın işçilerin katıldığı (bazı “sol” kesimler tarafından ilerici ya da gerici olarak ifade edilen) bütün sendikalara katılmayı, sermayeye ve sendika bürokrasisine karşı mücadelelerinde işçilerin örgütlenmesine tüm olanaklarıyla yardımcı olmayı savunur. Sendika çalışmasını sadece bürolarda yapılan çalışmalar olmaktan çıkarıp fabrika ya da işyeri çalışmasına dayandırmak, sendikaları işçi sınıfının öz örgütleri olarak yeniden inşa etmenin temel hareket noktasıdır.

Sendikalar, sendika üyesi olan ancak sendika içinde örgütsüz hale getirilmiş işçi kitlesi adına vekil olarak belirlenmiş sendika yöneticilerinin “sendikacılık” mesleklerini ircaa ettikleri yerler değildir. Bu anlamıyla sınıf sendikacılığı açısından sendikal mücadelenin sendika bürolarına sıkışmış bir mücadele haline getirilmiş olmasının kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Sınıf sendikacılığını savunanlar açısından sendikalar, öncelikle işyerinde emekçilerin her gün yeniden örgütlendikleri, patronlara karşı ortak çıkarları için dayanışma halinde oldukları işyeri örgütleridir. Bu anlamıyla sendikal çalışmanın temeli, özünde günlük, düzenli ve planlı olarak yürütülen işyeri çalışmasıdır ve bürolarda yürütülen çalışmalar ancak işyeri çalışmalarını güçlendirdiği oranda anlamlıdır. Sendikal çalışmanın bu iki yönü birbirinin karşısına konulamayacağı gibi, işyerindeki günlük sendikal çalışmayı temel almadıkça başarılı olmanın, sendikaları mücadeleci örgütler haline getirmenin olanağı yoktur. Bu anlamıyla sendikal mücadele asla bir eylem ya da miting olduğunda ya da sendika seçimleri yaklaştığında yoğunlaşan bir mücadele olarak görülmemelidir.

Sendikal bürokrasinin sendikal mücadeleyi sendika yöneticilerinin işi haline getiren mücadele ve örgütlenme geleneği pasif, alınan her kararı itiraz etmeden onaylayan işçilerin temsilcisi ve kendisini onun destekçisi olarak gören anlayış ve alışkanlıklar, bugün neredeyse bütün sendikalarda yerleşik hale gelmiştir. Uzun bir süredir sendikal bürokrasinin etkisi ve denetiminde olan sendikalar içindeki mücadele, sendikal bürokrasinin hareket üzerindeki etkisini belli ölçülerde kısıtlamak ve bu etkiye karşı mücadelenin dayanaklarını oluşturmakla sınırlı değildir. Sendikaların gerçek sahipleri olan işçilerin yönetim ve denetimine geçmesi[4] ve onları yeniden birer örgütlenme ve mücadele merkezleri olarak dönüştürülmeleri en öncelikli hedefler arasındadır.

Sendikaların dönüştürülmesi sorunu, pratik olarak sendikal bürokrasi dışındaki hemen her kesim tarafından çeşitli yönleriyle tartışılmaktadır. Sendikal hareket bir adım ileri gittiğinde bu sorunun hemen hemen tüm sendikalarda gündem haline gelmesi kaçınılmazdır. Ancak sendikal hareketin bugünkü dinamiklerini doğru okuyup, zayıflıklarını görmeden atılacak adımların olumlu anlamda somut sonuçlar vermesini beklemek de hayalcilik olur.

Sendikaların, sınıfın sendikaları olarak yeniden inşa edilmesinin bir diğer dayanağı işçi sınıfının içinde bulunduğu bütün olumsuz koşullara rağmen, kararlı, sabırlı ve mücadeleci tutumu ile genç işçi yığınlarının, sayıları giderek artan kadın işçilerin sendikalaşmak için gösterdiği büyük istektir. Sendikalar sınıfın bu ihtiyacına yanıt verecek ilkeli ve mücadeleci çizgide yeniden örgütlenmeyi sağlamak için adım attıklarında bugün içinde bulundukları olumsuz durumdan kurtulmaları ve milyonlarca işçinin gözünde yeniden güven duyulan kurumlar haline gelmeleri mümkündür.

Sendikal hareket güçlendiği oranda bürokrasinin alt kademelerinden başlayacak var olan etkisi sarsılacak, sendika şube ve temsilciliklerinde yaşanacak değişiklikler kaçınılmaz olarak mücadeleci işçilerin ve sınıf sendikacılığını benimsemiş sendika yöneticilerin manevra alanını genişletecektir. Sendikal bürokrasinin saflarında yaratılacak herhangi bir parçalanma ya da bölünme, daha alt kademelerdeki bürokrat eğilimli sendikacıların daha fazla işçi sorunlarına yönelmelerini sağlayacaktır.

İşçi sendika hareketinin belirtilen görevler etrafında ileriye doğru somut adımlar atması, sendikal bürokrasiden kurtulma mücadelesinin yoğunlaşmasını ve sendikaları sınıf sendikaları olarak yeniden örgütleme görevinin işçi sınıfının inisiyatifinde gerçekleştirilmesini gerektirmektedir. Sendikal mücadelenin belirtilen dayanaklar üzerinden yükseltilmesi, sendika bürokrasisinin gerici platformunu kaçınılmaz olarak aşındıracak, bunun sonucunda kendi içindeki rekabet ve bölünme koşullarının olgunlaşmasını sağlayacaktır.

Sendikaların gerçek anlamda işçi örgütleri haline dönüştürülebilmesi açısından işçilerin ve ailelerinin yaşamını sendikal ve siyasal anlamda örgütlü bir yaşama dönüştüren, işyerindeki her soruna örgütlü olmanın gücü ve onun verdiği güvenle müdahale eden bir sınıf örgütü olarak örgütlenmesi gerektiği açıktır. Bu örgütün yeri geldiğinde kararlar alan ve aldığı kararları uygulayan bir örgüt olması gerektiği gibi, üyelerinin ve ailelerinin bilgi ihtiyaçlarına, sosyal ve kültürel yaşamlarının canlanmasına olanak veren, işçileri ve ailelerini işçi sınıfının kültürü ile dönüştürmeyi hedefleyen bir örgüt olarak benimsenmesi ve kendisini var etmesi ayrıca önemsenmelidir.

Sendikal hareketin ve sendikalardaki mücadelenin yeni ve tarihi bir dönemecin eşiğinde bulunduğu bir gerçektir. İçinde yaşanılan ve gelişen mücadele süreci, karşıt sınıfların giderek şiddetlenen kesin bir hesaplaşmaya doğru sürüklenmekte, sendikaların bu dönemde oynayacakları rol önem kazanmaktadır. Bu anlamda sendikal mücadelenin genişletilmesi, sendikaların gerçek sahiplerinin yönetimine geçmeleriyle doğrudan bağlantılıdır. Bu nedenle fabrika ve işyerlerine dayanmayan, sermaye ve uzantısı olan sendikal bürokrasiye karşı mücadeleyi görev olarak önüne koymayan bir çalışmanın belirlenen hedeflere ulaşması mümkün değildir.

SONUÇ

Sendikalar, bütün diğer örgütlerden farklı olarak, dil, din, mezhep, milliyet, ırk, siyasal görüş vb. hiçbir fark gö­zetmeksizin bütün işçileri birleştiren ya da birleştirmesi gereken sınıf örgütleridir. Dün olduğu gibi, bugün de sendikalar, bu temel özelliklerin koru­dukları ölçüde anlamlı, işçiler tarafından sahiplenilen, güvenilir örgütler haline gelebilir. Bu nedenle, sadece işçilerin ileri kesimlerinden ibaret sendikal örgütlenmeler, sadece işçilerin belirli bir kesiminin ta­leplerini savunan sendikalar, kimileri tarafından çok daha “devrimci” ya da çekici görünse de, sendikal hareket içinde bölücü etki yaratan başarısız girişimler olmaya mahkumdur. Bu açıdan bakıldığında açıktır ki sendikal mücade­lenin öncelikli talepleri, en azından nesnel bakımdan, sınıfın bütününün, işkolu ya da işyerindeki bütün işçi ve emekçilerin beklentilerini ve ihtiyaçlarını içerecek biçimde formüle edilmesi gereken somut talepler olmalıdır.

Sendikaların gücünün kırılması, onların işlevsiz, işe yaramaz kurumlar haline getirilmesi işçi sınıfının, dolayısıyla sınıf mücadelesinin güç kaybetmesi demektir. Son elli yılda dünya çapında yaşanan gelişmeler, sendikaların ve sendikacıların benimsemiş olduğu pek çok yanılsamanın artık terk edilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu yanılsamaların başında emek ile sermayenin çıkarlarının ortak olduğu yanılsaması gelmektedir. Bu düşüncenin tamamen yanlış olduğunu, sermayenin son dönemde dünya çapında yoğun olarak uyguladığı emek karşıtı politikalar göstermiştir. Bu durum özellikle sendikal mücadele ile siyasal mücadele arasındaki ilişkilerin bütün yönleriyle yeniden ele alınmasını ve işçi hareketi ile sosyalist hareketin arasına geçmişte itinayla örülen duvarların yerle bir edilmesini gerektirmektedir.

Sınıflı toplumları, sınıf mücadeleleri şekillendirir. Bu nedenle sermayenin işçi ve emekçilere dayattığı güvencesiz, sağlıksız, olumsuz çalışma ve yaşama koşullarından kurtulmak, ancak emekçi sınıfların önderliğinde ve onların sendikal ve siyasal örgütlülüğüyle yürütülecek, her hal ve koşulda işçi sınıfı iktidarını hedefleyen bütünlüklü bir mücadele ile mümkündür. Sermaye cephesinin saldırgan politikaları karşısında işçi sınıfı, pasif bir kabullenici olmak yerine, örgütlü gücüne güvenerek somut talepler üzerinden mücadele etmek ve sendikalarını bu mücadelenin temel dinamiklerinden birisi haline getirmek sorumluluğu ile karşı karşıyadır.

İşçi sınıfının yürüteceği mücadele, sermayenin saldırılarına karşı sendikaları hareketlendirmeyi, sınıfın en geniş kesimlerini mücadele içine çekmeyi ve bunu baltalayan kişi ve siyasetlere karşı mücadeleyi de içermek zorundadır. İşçi sınıfının birleşme ve mücadele merkezleri olarak sendikaları yenibaştan inşa etmeleri, sendikalarını yeniden birer birlik, dayanışma ve mücadele örgütlerine dönüştürmesinin olanakları ancak bu şekilde başarılabilir. Tarihsel deneyimler, işçi ve emekçilerin, sınıfına bağlı, emekten yana temsilci ve sendikacıların sermaye ve saldırılarına karşı mücadelesinin yıkamayacağı bir kale olmadığını göstermiştir. Bugün, düne göre tartışmasız bir biçimde daha ileri bir noktada olan emek hareketi ve sınıf sendikacılığı savunucuları, sendikalarda küçümsenemez mevzi ve olanaklara sahiptir.

Sendikaların ve sendikal hareketin önümüzdeki dönemde ne yönde gelişeceği esas olarak, sınıf partisinin ve onun sendikalar politikasının temel dayanağı olan sınıf sendikacılığının sendikalardaki etkinliği ve gücüyle de doğrudan bağlantılıdır. İşyerleri ve sendikalarında gerçekten örgütlü, sınıf bilinçli işçiler, kamu emekçileri sendikalı ya da sendikasız geniş yığınlarla ne kadar sağlam bağlara sahip olabilirlerse ve sendikalarını söz konusu bağlar üzerinden harekete geçirebilirlerse ulaşmak istediklere bütün hedeflere ulaşabilmeleri ve karşılarına çıkan bütün engelleri zorlanmadan aşmaları mümkündür.



[1] Siyasal iktidarın sınıfsal kaynağı, ekonomik ve siyasal yapının bütünlüğünde gizlidir. İktidarın bu temel yapısal kaynağına karşın, sömürü sadece ekonomik bir olguymuş gibi görülür ya da gösterilmek istenir. Kapitalist üretim tarzında sömürü, esas olarak ekonomik ve siyasal alanın sömürüyü arttırmak amacıyla ortak kaynaşmasının somut bir ifadesidir. Kapitalizmde ekonomik alan ile siyasal alan -iddia edilenin aksine- bir karşıtlık içinde bulunmaz, tersine birbirini tamamlar. Ancak kapitalizm, bu iki alan arasındaki iç içe geçmişliği gizlemeye ve bu iki alanın birbiriyle olan bağını görünürde de olsa ortadan kaldırmaya çalışır. Bunun nedeni, hem devletin mevcut sınıflar karşısında sözde ‘bağımsız’ olduğunu göstermek, hem de egemen sınıf iktidarını meşrulaştırmaktır.

[2] İşçilerin kendi içlerinde birleşerek örgütlenmesini yasaklayan yasalar, İngiltere’de 1824, Fransa’da 1884’ten itibaren kaldırılmıştır. Avrupa’nın pek çok ülkesinde ve ABD’de “yasa dışı” ve “fiili” olarak yürütülen sendikal mücadelenin burjuvazi tarafından yasal olarak tanınması işçi sınıfının yürüttüğü mücadelenin bir başarısı olarak görülse de, burjuvazi bu durumu fırsata çevirmekte gecikmemiş, sendikaları yasal sınırlar içinde mücadele eden işçi örgütleri olarak düzenlemek ve denetlemek için bütün imkanlarını seferber etmiştir. Bu durum, özellikle İngiltere ve ABD’de 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren sendikaların büyük bir bölümünün “yasal sınırlar içinde” faaliyet yürüten işçi örgütleri haline gelmelerini beraberinde getirmiştir. Fransa, İspanya, İtalya ve 20. yüzyılın başından itibaren Rusya gibi ülkelerde, sendikalar, mücadelelerini, yasalardan çok işçi sınıfının meşru taleplerine dayanarak yürütmüşlerdir.

[3] Sınıf sendikacılığı, işçi sınıfının ekonomik talepleriyle siyasal taleplerinin birleştirilmesini, aynı zamanda işçi sınıfının birbirinden farklı unsurlarının ortak sınıf çıkarları etrafında birleşerek mücadele etmesini savunur. Sendikaların birer meslek örgütü olarak görülmesine karşı çıkar. Bu nedenle birer sınıf örgütü olarak tanımlanan sendikaların, işçi sınıfının güncel sorunlarına ve toplumsal olaylara, sadece ekonomik çıkarlar ya da dar sınıf çıkarları açısından bakmaması gerekir. Ekonomik talepleri göz ardı etmeyen sınıf sendikaları, işçi sınıfının siyasal taleplerini ve mücadelesini en az ekonomik mücadele kadar önemseyen bir sınıf siyasetini benimser. Kapitalizmin özünü oluşturan sömürü olgusu bir bütün olarak değerlendirilir. Buna göre, sınıflar arasındaki sömürü ilişkileri ile farklı uluslar, halklar ve benzeri toplumsal gruplar arasındaki sömürü ilişkileri, farklı toplumsal gerçeklikleri değil, aynı kapitalist sömürü sisteminin birer parçasını oluşturur. Bu nedenle sınıflar arasındaki sömürünün ortadan kaldırılması mücadelesi ile diğer sömürü ilişkilerinin (etnik, ulusal, cinsel vb) ortadan kaldırılması mücadelesi birbirinden bağımsız değerlendirilemez. Sınıf sendikacılığı, sınıf dışı sendikal ve siyasal akımların iddialarının aksine, emek ile sermaye arasında olduğu kadar diğer toplumsal çelişkileri de dikkate alır, başka bir ifade ile toplumun gündemini oluşturan tüm çelişki ve çatışmalar arasındaki diyalektik ilişkiyi gözetir.

[4] Sınıf sendikacılığını savunanlar iki yönlü bir görevle karşı karşıyadır. Bu gö­revin birinci yanı sendika bürokrasisini ve onun rolünü her fırsatta teşhir etmek, işçilerle açık bir şekilde sendika ile onların tepesine çöreklenen sendika bürokrasisinin ayrı şeyler olduğunu anlatmaktır. İkinci nokta ise, sendikalarda ve sendikal mücadelede yaşanan tüm olumsuzluklara karşın işçi yığınlarına sendika­larına sahip çıkmaları için yardımcı olmaktır. Bu amaçla sendikanın her kademesinde görev almaları için mücadeleci, ileri işçilerin teşvik edilmesi, sendika yönetimlerine aday gösterilerek desteklenmesi önemlidir.

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑