Kongrelerin Ardından, Kamu Emekçileri Sendikal Hareketi

24- 27 Haziran tarihinde yapılan Kamu Emekçileri Konfederasyonu (KESK) Kongresi ile kamu emekçileri sendikaları kongre süreçleri tamamlandı. Bir emek örgütü olarak normal olan, kongre süreçlerinde dile getirilen eleştirileri, özeleştirileri bir sonraki mücadele döneminin dayanağı haline getirecek bir birikime dönüştürmek ve o ana kadar sürdürülen tartışmaları kongre salonlarında sonlandırmaktır.

Ancak, böyle olmamıştır. KESK Kongresi’nin bitimiyle birlikte tartışmaların son bulması şöyle dursun; yeni tartışmalara kapı aralanmıştır.

Buna karşın, gerek kongre süreçleri boyunca yaşanan tartışmalar, gerekse kongreler sonucunda ortaya çıkan yönetim tablosu, kamu emekçileri sendikal hareketini yakından takip edenler açısından hiç de sürpriz olmamıştır.

Daha baştan “perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” dedirtebilecek bir durum söz konusuydu çünkü; hiçbir şey bir anda ortaya çıkmamıştı. Bugün yaşananların tohumları 2005 kongre döneminden başlayarak atılmaya başlanmıştı.

Bunların neler olduğuna geçmeden önce, konuyu daha anlaşılır kılmak amacıyla bazı hatırlatmalar yapmak da fayda var.

Bilindiği gibi, kamu emekçileri sendikal hareketi, ‘90’lı yılların başında ortaya çıkarken, politik hareketlerin güçlü etkisi altında şekillenmişti. Geleneksel bürokratik sendikal çizgiden ayrışması ve kamu emekçilerinin her vesileyle övünçle vurguladıkları gibi “fili ve meşru mücadele hattı”nın oluşmasında, şüphesiz bu durum, kamu emekçileri sendikal hareketi bakımından bir avantaj oluşturuyordu. Ancak, bu durum KESK kitlesel bir emek örgütü  hüviyetine büründüğü  koşullarda da değişmeyince -yani tabandaki üyelerin karar alma ve hayata geçirme inisiyatifleri yerine grupların kendi aralarında ya da tek başlarına karar alıp uygulamaları sürdükçe-, KESK ve bağlı sendikaları, belli politik mihrakların, deyim yerindeyse “arka bahçesi” haline getirmiştir. Böylece başlangıçta avantaj olan şey, giderek dezavantaja dönüşmüştür. Politik grupların sendikalara kaba müdahaleleri, kamu emekçileri sendikal hareketinde, bir yandan sermaye ve devlet cenahından gelen saldırılar karşısında zafiyet yaratırken, bir yandan da bürokratizmi besleyip büyüten bir etkide bulunmuştur.

Bu nedenledir ki, kuruluş süreçlerinde bir çağrıyla kendi üye tabanının çok ötesinde yüz binlerce kamu emekçisini eyleme geçiren KESK ve bağlı sendikaların üst yönetimleri, an gelmiştir, tıpkı Türk-İş bürokrasisi gibi, tabandan şikayet eder bir noktaya savrulmuşlardır. Bundan çok daha önemlisi, devlet güdümlü de olsalar, KESK’in karşısında, KESK’ten daha kitlesel örgütler (Kamu-Sen, Memur- Sen), bu zaaflardan yararlanarak örgütlenebilmişlerdir.

GRUPÇULUK İLLETİ

Grupçuluğun bir sonucu olarak gündeme gelen kaba müdahalelerin KESK’e ve bağlı sendikalara neler kaybettirdiği bir türlü görülmemiş, daha doğrusu grupçuluğun doğası gereği görülmek istenmemiştir. Grupçuluk, en rafine biçimde, kendisini, tahmin edileceği gibi, kongre dönemlerinde ortaya koymuştur. Grupçuluk, o kertede yaşanmıştır ki, mitoz bölünme benzeri, “ grup içinde gruplar”ın doğmasına  kadar ilerlemiştir.

Bu durumun en uç örneği, Devrimci Sendikal dayanışma (DSD) grubu içinde yaşanmıştır. 2005 yılında, KESK kongre sürecinde, DSD grubunun, Eğitim-Sen ve KESK yönetimlerinin oluşturulması (daha doğrusu kimlerin yönetimlerde görev alacaklarının belirlenmesi ) sırasında kendi içinde yaşadığı tartışma, “grup içi bir sorun” olarak kalsa; kendi sorunları denip geçilebilirdi. Ancak, herkesin bildiği gibi, bu “iç sorun”, 2008 yılına gelinceye kadar kamu emekçileri sendikal hareketinde çift başlılığa yol açan bir sonuç doğurmuştur. Aynı boyutlarda ve içerikte olmasa da benzer sorunlarla malül Demokratik Emek Hareketinin, DSD içinde yaşanan bu soruna “dahil olma”sı ile birlikte, kamu emekçileri sendikal hareketinde, Eğitim-Sen ve KESK yönetimleri olmak üzere iki ayrı “merkez” fiilen ortaya çıkmıştır.

2008 kongre süreci, baştan sona bu olgunun gölgesi altında biçimlenmiş, sonuçlanmıştır.

Ülkede, ekonomik, siyasal, sosyal her alanda derin bir çalkalanmanın olduğu, buna karşın sermaye cephesinin emekçilere dönük saldırılarının hız kesmeden sürdüğü bir dönemde gerçekleşen kongrelerde; yeni döneme uygun bir mücadele stratejisi oluşturmak bir yana, bu konulara ilişkin ciddi hiçbir tartışmanın dahi yapılamamış olmasının nedeni de bu olguda aranmalıdır.

BİRLİK PLATFORMU

KESK’in ana dinamiklerinden biri olan Emek Hareketi, kongre sürecinin her aşamasında, kamu emekçileri sendikal hareketinde yaşanan bu “ikili durum”u ortadan kaldırmak, kongreleri kamu emekçilerinin beklentilerine uygun bir şekilde, sermayenin saldırılarına karşı, döneme uygun bir mücadele stratejisi, yeni örgütlenme perspektifleri vb. oluşturmanın zemini yapmak için uğraş vermiştir. Emek Hareketi, KESK’in  kitlesel bir emek örgütü olarak yeniden biçimlenmesinin platformunu gündeme getirmiş; bu çerçevede kamu emekçilerinin en geniş birliğini sağlamaya çalışmıştır. KESK’in temel dinamiklerini oluşturan diğer güçler, her zamanki gibi kongre kazanmayı, yani sandıktan kazanan liste olarak çıkmayı temel hareket tarzı olarak benimseyince, Emek Hareketi bu çabalarında başarılı olamamıştır.

KESK Genel Sekreteri Emir Ali Şimşek, 18. 07. 2008 tarihinde Alternatif Gazetesi’nde KESK kongre süreçleriyle ilgili olarak verdiği röportajda, … hükümetin desteklediği sendikalar güç kazanırken bize bağlı sendikalar üye kaybına uğruyorlar. Bu yüzden, KESK’in başladığı yer ile bugün gelinen aşama, neoliberal politikalar açısından, siyasal gündem, çalışma koşulları, örgütlenme koşulları açısından bakıldığından aynı nokta olmadığını düşünüyorum. KESK’in başlangıcı ile bugünü kıyaslamaktan ziyade, konjonktürü çok iyi değerlendiren bir noktadan bir çözüm bulmak zorundayız. Esas olarak iş yerlerinde ideolojik üstünlüğü ele geçirebilecek yeniden bir örgütlenmeye ihtiyaç var. Eğer bu sağlanabilirse, KESK’in mücadelesi yükselecek, ilk günkü coşku yakalanabilecektir.diyerek bir saptamada bulunuyor. Şimşek’in bu saptamasında bir isabet vardır. Ancak bu durumda yapılması gereken, sendikal zeminde en geniş birliği sağlayarak, moral, güven tazeleyerek kamu emekçilerini yeni mücadele dönemine hazırlamak değil midir? Kongre sürecini bunu başarmanın bir platformu olarak değerlendirmek gerekmez mi?

Diyelim kongre sürecinde bu olmadı. Hiç olmazsa kongreler sonuçlandıktan sonra, işin bu yanıyla ilgili olarak geleceğe yönelik olumlu mesajlar verilse iyi olurdu.

Ancak, Şimşek işin bu yanıyla fazlaca ilgili değil. Bütün dikkatini Demokratik Emek hareketinin kongreler sürecindeki tavrının doğruluğunu ispatlamaya yönlendirmiş: demokrasi sorunu etrafında bir tartışmayla da bunu sağlamaya çalışıyor. …Gelinen aşamada tek liste yerine karşılıklı listelerin olmasını demokratik zenginliğin bir ürünü olarak değerlendirmek gerekiyor. Kazanamayan arkadaşlarımızın -kazanabilirlerdi de- kongre süreçlerinin çok sağlıklı geçmediğine dair, çeşitli eleştirilerini biz de okuyoruz, dinliyoruz. Bunlar doğru değildir. Sonuçta bir kongre süreci yaşıyorsunuz ve bütünlüğü sağlamaya çalışıyorsunuz. Sonuç alınmadığı zaman bu kongrelerin başarısız olduğunu söylemek kendi içinde bir handikap taşıyor. Böyle değerlendirmenin demokratik bir tutum olmadığını düşünüyorum. Bence bu grupların ve arkadaşların dönüp kendi kendilerini sorgulamaları gerekiyor.

Elbette herkes kendini sorgulamalıdır. Ama herkesten çok da Demokratik Emek Hareketi ve zarfa bakıp mazrufu gözardı eden Emir Ali Şimşek sorgulamalıdır. Kongrelerin demokratik olmadığı tartışmasını yapan kimse yok. Demokrasinin ölçütü eğer iki ya da daha çok liste ile seçimlere gidilmek ise, Şimşek’in geleneksel sendika bürokrasisine bir özür borcu vardır demektir. Oralarda fazlasıyla liste yarışmaktadır. Oysa bir emek örgütünde demokrasinin en temel ölçütü üyelerinin günlük çalışmaya ve karar süreçlerine katılımı ve bununla kopmaz bağlar içinde iradesinin en geniş biçimde yönetimlerde temsiliyetinin sağlanmasıdır. Emek Hareketi’nin kongre süreçlerinde yapmak istediği şey buydu.

Burada, çokça tartışılan bir konuya açıklık getirmek gerekiyor. O da şudur: Çatı Partisi çalışmalarını birlikte sürdürürken, nasıl olup da Emek Hareketi ile Demokratik Emek Hareketi KESK kongrelerinde birlikte hareket edememişlerdir. Demokratik Emek Hareketi (DEH) ile kendilerini DSD taban hareketi olarak tanımlayan (DSD içindeki DEH ile ortak hareket eden grup), çatı partisi bileşenlerinin ittifak yapmalarının gereği üzerinden, Emek Hareketi’ni birlikte olmaya çağırmışlar, DSD’nin diğer grubunun tasfiyesini dayatan çağrılarına olumlu yanıt almadıkları noktada, üsluplarını “burada birleşmeyenler çatı partisinde de kendilerine yer bulamayacaklar” gibi kabul edilemez biçimlere büründürebilmişlerdir.

Bu tür söylemlerle bir yere varılamayacağı bir yana, bu yaklaşımın çatı partisi fikriyatıyla özden çeliştiği açıktır. Çatı Partisi, demokratik blok ve/veya başka bir adla olsun, gerçekleştirilmek istenen şey, siyasi parti ve grupların yan yana gelmesinden ibaret olmayıp, onları aşan genişlikteki demokrasi gücünü bir zeminde birleştirmektir. Bu bakıştan hareketle, KESK kongrelerinde yapılması gereken geniş bir birliği sağlamaya yönelmek olmalıydı. Diğer yandan, sendika, her düşünceden ve inançtan emekçinin örgütüdür. Dolayısıyla, ne kadar geniş bir zemine oturmuş olsa da, çatı ya da demokratik blok, yine de, bu emekçi genişlik karşısında dar kalacaktır. Üstelik sendikal ihtiyaçların sendikalar içinde tasfiyecilik bir yana sendikal birliği gerektirmesinin ötesinde, çatı partisi oluşturmanın ihtiyaçlarının, siyasal açıdan da, belirli siyasal eğilime sahip sendikal grupların yanında her halde Emek Hareketi’ni ve birlikçi yaklaşımını dışlamayı değil, onunla birleşmeyi zorunlu kılacağı açıktır. Kısacası, sendikal ihtiyaçların yanında siyasal yaklaşımın da, eğer çatı partisinin ihtiyacı olan ittifaklar ve birlik anlayışını içtenlikle benimsemişse, uygulanan dayatmacı ve dışlamacı tutum yerine birlikçi/birleştirici bir tutumu öngöreceği tartışmasızdır. Dolayısıyla hangi açıdan ele alınırsa alınsın, çatı partisinin platformuna uygun hareket edenin Emek Hareketi olduğu görülmektedir. Bu platform ve ihtiyaçlarına uygun davranmayan ve bu yönüyle eleştirilmesi gereken, Emek Hareketi değil, ama DEH ve bu süreçte DSD’nin onunla birlikte davranan grubudur. Nitekim demokratik birlik noktasında, KESK kongresinde aldığı tutumdan dolayı DEH’i eleştirenlerin başında bizzat Kürt ulusal demokratik hareketinin etkin isimleri gelmektedir. Kürt ulusal demokratik hareketinin etkili isimlerinden Mustafa Sivaslı’nın 17. 07. 2008 tarihinde Alternatif Gazetesinde yayınlanan “ Sol demokratik birlikten uzak durmak …”  başlıklı yazısı bu konularda önemli saptamalarda bulunmaktadır.

SALDIRILARI BOŞA ÇIKARMANIN YOLU

İttifaklar, yan yana gelişler, farklı düşünenler arasında gündeme gelen ve taktiğe ilişkin bir konudur.

Taktik, objektif, nesnel temel üzerinde şekillenir ve özü birleştirmektir. Nesnel koşullardaki değişimler ve gelişmeler taktik tutumda da değişiklikleri zorunlu kılar.

Devlet, hükümet ve sermayenin sendikaları parçalamaya yönelik girişimlerini hızlandırdığı, Türk-İş’e bile tahammül göstermeyip, “diyalog sendikacılığı” adı altında tam bir teslimiyet dayattığı bir dönem yaşıyoruz. KESK ve bağlı sendikaların kongre süreçlerinde de, Emek Hareketi, bütün bu gelişmeleri dikkate alarak birlik platformunu ilan etmiş, bunu gerçekleştirmeye yönelmiştir. Çünkü, emeğe ve haklarına yönelik saldırganlığın ürünü olarak KESK’i etkisizleştirme tutumunun yanında ve ötesinde, günümüzde egemen güçlerin Kürt sorununu kullanarak Türk milliyetçiliğini kışkırtmak suretiyle KESK’te bir bölünme yaratmak istediği görülemez ve anlaşılamaz bir şey değildi. Yukarıda da vurgulandığı gibi taktik bölünmeye değil, birleştirmeye hizmet ettiği oranda başarılıdır ve doğrudur.

Egemenlerin KESK’e yönelik bölme girişimleri, hiç şüphesiz bugün ortaya çıkmış bir durum da değildir. ’90’lı yılların ortalarındaki, Kürt’lerde dışlanma duygusu yaratarak, Kürt’lerin kendi sendikalarını örgütlemeleri adına geliştirilen bölme girişimleri hafızalarda tazeliğini korumaktadır. KESK’i bölmek, etkisizleştirmek için Kamu-Sen gibi devlet güdümünde sendikalar kurdurulmuş olması da, devlet ve egemen güçlerin KESK’e yönelik ne gibi hesaplar peşinde koştuklarını gösterir bir başka örnektir.

Bu koşullarda, egemen güçlerin, sermaye ve devletin KESK’e yönelik bölme operasyonunun üstesinden ancak emekçilerin ve onları temsil eden ana dinamiklerin birliği sağlanarak gelinebilirdi.

Dün Kürt milliyetçiliği kışkırtılarak bölme girişimleri, KESK’teki ana dinamiklerden biri olan Demokratik Emek Hareketi’nin KESK ve bağlı sendikalarda temsiliyeti sağlanarak nasıl boşa çıkarıldıysa, bugün de Türk milliyetçiliği temelli bölme girişimleri, benzer biçimde, Devrimci Sendikal Dayanışma (DSD) ve Sendikal Birlik (SB)’nin temsiliyeti sağlanarak boşa çıkarılabilirdi. Bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur ve Emek Hareketi bunu sağlamaya çalışmıştır. KESK’te bugüne kadar yaşanan üye kayıplarını tek bir nedene bağlamak doğru olamamakla birlikte, bu yönlerden bir değerlendirmeye şiddetle ihtiyaç bulunduğu ortadadır. Hal böyleyken, son günlerde özellikle Eğitim-Sen’de yaşanan istifalar karşısında, “biz tehditlere boyun eğmeyiz. Üye sayısı bugünkünden az, ama daha devrimci bir KESK iyidir” yaklaşımıyla hayırhah bir tutum takınıldığı gözlenmektedir. Bu yaklaşım kabul edilebilir değildir.

Başta da vurgulandığı gibi, kongre süreçleri ve sonuçlarının geleceğe yönelik etkileri üzerine tartışmalar sürecektir. Doğru sonuçlar çıkarıldığı ölçüde, tartışmalar, gerekli ve zorunludur da. Ancak, KESK ve bağlı sendikalar bakımından öncelikli ve temel sorun, ne yeni oluşan yönetimlerin nasıl bir sendikal çizgi izleyecekleri, ne de kongre döneminde yapılan yanlışları hemen, vakit geçirmeden “olağanüstü kongreler” yoluyla düzeltmeye girişmektir. Sorun, KESK’in kitlesel bir emek örgütü hüviyetine yeniden nasıl kavuşturulacağı noktasında düğümlenmiş bulunmaktadır. Gerek Kürt ulusal demokratik hareketinin Mustafa Sivaslı’nın yazısında ortaya konan görüşleri; gerekse ÖDP ve DSD’nin bu cephede dile getirdikleri, son kongrede başarılamayanın gelecekte başarılması açısından olumlu ve yapıcı işaretlerdir. Görünen o ki, ortaya çıkan tablo sağduyu sahibi kimseyi memnun etmemiştir.

KESK’in, zaaflarını aşarak kamu emekçilerinin mücadele örgütü olarak yeniden biçimlenmesi için, en başta grevli toplu sözleşme hakkı olmak üzere, mücadele taleplerinin tazelenmesi zorunluluğu vardır. Yenilenmiş bir talepler dizgesi ve bunları elde etmeye yönelik mücadele platformuyla KESK, yeniden kamu emekçileri için çekim merkezi olacaktır. Temel tüketim mallarına sürekli zam yapılmakta, emekçilerin alım gücü sürekli gerilemekte, emekçiler mutlak bir yoksullaşma süreci yaşamaktadırlar. Bütün bunlar, kamu emekçileri arasında da derin bir hoşnutsuzluğa yol açmaktadır.

Öte taraftan, bir yanda AKP ve bağlaşıkları, diğer yanda statükocu güçler olmak üzere egemen güç odakları, işçileri ve emekçi halkı aralarındaki iktidar mücadelesinde yedeklemek istemektedirler. KESK, emek, demokrasi ve halk güçleriyle birleşerek, sürece emek cephesinden müdahale eden bir pozisyonda hareket ettiği ölçüde, egemen güçlerin oyunları bozulacak ve ekonomik, sosyal ve demokratik, siyasal kazanımların yolu açılacaktır. Ne ki, içe dönmüş, grupçu sığ tartışmalarla meşgul bir halde bu görevlerin üstesinden gelmek mümkün değildir. Bu yönüyle, tüm gerekleri ve düzeltici önlemlerini de kapsayarak, grupçu tutumlar üzerinde yeniden düşünülüp, bu tutumların terk edilmesi acil ihtiyaç olarak görünmektedir.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑