Eylül ayında ilk ve ortaöğretim okulları açıldı. Ekim başından itibaren de üniversiteler yeni öğretim yılına başlayacaklar (hatta önceden başlayanlar da var).
Bu, milyonlarca öğrenci ve ailesi için, yeni masraflar, zaten iki ucunu bir araya getiremedikleri bütçelerinde yeni delikler demek.
Çünkü bir zamandan beri okulların açılması demek, sadece okula gidecek çocukların şöyle bir giydirilip kuşatılması, birkaç defter-kalem ve kitap, cebine birkaç kuruşluk harçlık koymaktan çok öte; okul kayıt masrafları, okulların elektrik, su temizlik, çevre düzenlemesi, hizmetli ücretleri, idarecilerin amirlerinden “aferin” almak için yeteneklerini sonuna kadar kullandıkları yeni masraflar, okuluna ve sınıfına göre çeşitlendirilmiş kurs ücretleri, servis giderleri,.. gibi her yıl sayısı artan kalemde harcamayı karşılamak için aile bütçesinin zorlanması demek.
Sadece ekonomik zorlukları omuzlamış olmakla eğitim yılını açabiliyor muyuz? Hayır!
Eskiden, aileler, okullar açılınca ve çocukları okula gönderince, biraz “başlarını dinlediklerini” düşünürken; şimdi, okula giden her öğrencinin hangi yeni masraf talepleri ve yeni sorunlarla eve döneceği endişesi, giderek ailelerin büyüyen kaygıları haline gelmektedir. Yani eğitimde; sadece “gelecek” endişesi değil, bugünün gün be gün kartopu gibi büyüyen problemleri de, ailelerin (elbette toplumun da) sorunu haline gelmiştir.
Çünkü öğrencinin okula gitmesi demek, sadece masraflar değil, aynı zamanda, yeni kaygılar da demek. Kırsal alanda taşımalı eğitimin getirdiği kaygılar, kentlerde her gün artan ve her yaştaki öğrencileri tehdit eden uyuşturucu, çeteleşme, eğitimin yetersizliği, öğrencinin ucu sonu belirsiz sınavlarda başarılı olması için ha bire yeni dayanaklar bulma kaygısı, okullar arasındaki rekabetin yol açtığı sorunlarla uğraşma; öğrenciler üstünden kâr sağlamayı amaçlayan firmaların dershane-okul idaresi işbirliği ile çevrilen dolaplarını bozmak, okullardaki siyasi kadrolaşmalar, giderek büyüyen “geleceksizlik kaygısı”; eğitimin içeriğinin her gün daha çok bilim dışı görüşlerle doldurulması, çocukların ve gençlerin tarikatların eline düşmesi endişesi… gibi sayısız yeni kaygı emekçi ailelerini kuşatmaktadır.
Eğitimi yılın açılması, eğitimin diğer öznesi olan eğitimciler açısından da; geçim sorunlarından idari baskılara, ayırımcılıktan örgütlenme baskısına, mesleğini yapmasını engelleyen sorunlarla boğuşmaktan öğrenci ve veli ile karşı karşıya kalmaya pek çok sorunu sıcak gündemin konusu haline getirdi.
Başka bir söyleyişle, okulların açılması demek; öğrenci ve ailelerinin; okula gitmek için yapılacak ilk masraflardan başlayarak; idarecilerin işbirliği içinde oldukları çevrelerin ve sponsor adı altındaki kuruluşların daha çok kâr etmek için icat ettikleri masraflarla, milli eğitimin ve hükümetlerin eğitimin ihtiyaçlarını piyasa koşullarında sağlanması ve bunun masraflarını ailelerin üstüne yıkan politikalarının yanı sıra öğrenciyi ve emekçi ailesini kuşatan hırsızlık, lümpenlik, çeteleme, gayri meşru alışkanlıklar gibi kapitalist toplumun çöküşünün alameti olan tehditlerle karşı karşıya kalması anlamına gelmektedir.
Bütün bunların üstüne de, eğitimin içeriği; her geçen gün, bırakalım laik ve demokratik olmayı, bilimsel olmaktan da uzaklaşmakta; daha ilkokuldan itibaren öğrencilerin kafaları, dinin, hurafenin bilimdışı yargılarıyla doldurulmakta; insanlığın ileri değerleri yerine, geri, Ortaçağ düşüncesi ve değerleri, ilkokuldan üniversiteye kadar eğitimin içeriğine nüfuz ettirilmektedir.
Onun için de, çoğu zaman olduğu gibi, eğitim sorununu, sadece okul kayıt dönemlerinde, harç, kayıt parası ve okulların fiziki yetersizlikleri, öğretmen açığı gibi sorunlardan kalkan “parasız eğitim”, “eğitime bütçe” türü talepler eksenine oturmuş bir sorundan ibaret göremeyeceğimiz gibi; eğitim sorununu, sadece öğrencilerin “gelecek sorunu”na da indirgeyemeyiz. Dahası öğrenci; eğitim sorunun hem “öznesi” hem de “kurbanı”dır.
EĞİTİM SORUNU EĞİTİMCİNİN VE ÖĞRENCİNİN SORUNU OLMAYI AŞAR
Yukarıdan beri söylenenler ışığında bakıldığında, eğitim sorunu; sadece öğrencinin değil, sadece öğrenci ve eğitimcinin değil, sadece öğrenci, eğitimci ve öğrenci ailesinin değil, çocukları olmayan ailelerin de, halkın, ülkenin bütününün bir gelecek sorunudur ve bunun için de; sadece kendi başına ekonomik, sosyal bir sorun değil, ülkenin demokrasi mücadelesinin en temel sorun ve alanlarından birisi olarak biçimlenmektedir. Dolayısıyla eğitim hakkının gerçekten kullanılabilir bir hak olması, Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesinin ilerleyişiyle sıkı bir ilişki içindedir. Çünkü demokratikleşme demek; bir yanıyla da, eğitimin içeriğinin bilimselleştirilmesi, laikleşmesi, anadilde eğitim hakkı başta olmak üzere demokratikleştirilmesi ve her kademede eğitimin parasız ve herkesin ulaşabileceği bir hak olması için ciddi adımlar atılması demektir.
Bu saptamadan çıkarılacak en dolaysız sonuç ise; eğitimin halk için yararlı bir faaliyete dönüştürülmesi, eğitimin niteliğinin yükseltilmesi için sorunların aşılması gibi konularda ilerlemenin, hükümetlerin bu konudaki girişimlerine ya da egemen sınıfların kendi ihtiyaçlarına göre yapacakları “eğitim reformları”na bırakılamayacağıdır. Tersine; buradan çıkarılacak en önemli sonuç; eğitimin ülke ve halkın yararına bir faaliyete dönüştürülmesi için, ilerci güçlerin, emek güçlerinin ve emekçi sınıfların gençliğinin eğitimin başlıca sorunlarının çözülmesi için mücadele etmeleri; bu mücadeleyi demokrasi mücadelesinin önemli bir bileşeni olarak değerlendirmelerinin zorunlu olduğudur.
Kuşkusuz genel olarak eğitim; egemen sınıf tarafından, toplumun geri kalanlarının kendi dünya görüşü doğrultusunda eğitilmesi olarak, çok karmaşık yönleriyle (gelenek, görenek, din, politik parti ve sosyal amaçlı kurumlar, …), çok değişik araçlarla (basın, TV, kültür, sanat etkinlikleri, askerlik, spor, okullar,…) günün 24 saati, yılın 365 günü süren bir eylemdir. Ama bu yazı çerçevesinde sözünü ettiğimiz eğitim, okullar üstünden yapılan ve bu genel eğitimin de en etkin alanı olan eğitimdir. Bu yüzden de, bu yazı çerçevesinde, ilköğretim okullarından başlayarak, üniversiteyi kapsayan eğitimin sorunlarından söz ediyoruz. Ve okulların açılması; bu alandaki eğitimin sorunlarının tartışılmasını, bu sorunların aşılması için mücadeleyi ve bu mücadelenin sorunlarını gündeme getirmektedir.
MÜCADELENİN EN DİNAMİK GÜCÜ GENÇLİKTİR
Yukarıda da belirtildiği gibi, eğitim, sadece gençliğin sorunu değildir. Ama şu da bir gerçek ki, toplumun en genç, dolayısıyla en dinamik kesimlerinden birini oluşturan öğrenciler, demokratik, bilimsel, laik eğitim mücadelesinin ön cephesinde yer almaları bakımından, konumuz açısından ayrıca önemlidirler.
Onun içindir ki, eğitim sorunu gibi ekonomik, sosyal, siyasal bakımdan son derece geniş boyuta sahip bir konu, okulların açılmasıyla ayrıca önem kazanmaktadır. Çünkü; okulların açılması demek, bu politikalardan dolaysız bir biçimde etkilenen milyonlarca öğrencinin bir araya gelmesi ve bu milyonlarca öğrenci ve ailelerinin bu politikaların yarattığı baskıyı sıcağı sıcağına hissetmesi, dolaysız bir biçimde yaşaması demektir.
Başka bir söyleyişle, eğitim-öğretim yılının başlaması demek; gerici eğitim politikalarına karşı mücadelenin imkanlarının genişlemesi demektir. Bu yüzden de, eğitim-öğretim yılının başlaması; bu mücadelenin yenilenmesi, taleplerin yeniden gözden geçirilmesi, mücadeleye katılan güçlerin yeniden tarif edilmesi için bir vesile olmaktadır.
EĞİTİME SALDIRAYA GEÇEN AKP’NİN ÖZGÜNLÜKLERİ
Eğitim alanındaki mücadelenin yenilenmesi açısından ele alındığında, içinden geçtiğimiz süreç, son derece önemli yeni gelişmelere sahne olmuştur ve olacaktır.
Bu yeni gelmelerin en başında, 22 Temmuz 2007 seçimini AKP’nin yüzde 46’yı aşan bir oy alarak kazanması gelmektedir.
Öncelikle belirtmeliyiz ki, AKP’nin 2002 seçimini kazanmasıyla 2007 seçimin kazanmış olması, eğitimi alanında aynı sonuçlara yol açmayacaktır. Çünkü 2002 seçiminin ardından, AKP, eğitim alanına daha çok popülist yollarla ve “bir adım ileri-iki adım geri” yöntemiyle müdahalelerde bulunmuş, tepkileri ölçerek attığı bazı adımları geri almış, müfredata müdahalelerini de çok ihtiyatlı; Newton fiziği ile Einstein fiziği arasındaki çelişkilere dikkat çeken ve buradaki boşluğu kullanan bir çizgi üstünden yaparak, ilerlemeye özen göstermiştir. Bu, ikinci seçim başarısı döneminde ise; bu alanda daha cesur adımlar atmayı deneyecekleri gibi, kadrolaşma ve benzeri konularda da daha sonuç alıcı olmak isteyeceklerini gösteren işaretler vardır.
Gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta da, AKP’nin eğitim alanına müdahaleye verdiği değerin herhangi bir sermaye partisinden farklı olacağıdır. Örneğin CHP, DYP, ANAP, hatta MHP’nin eğitim alanına verdiği önemle AKP’ninki farklıdır. Çünkü AKP’nin kurucu unsurların geldiği siyaset ekolü için, insanların kazanılmasında, eğitim birincil önemdedir. Bunların büyük çoğunluğu, daha 5-6 yaşlarından itibaren gittikleri Kur’an kurslarından başlayarak, eğitilip siyasete hazırlandıklarını bilmektedirler ve bu kadar erken yaşta bir müdahalenin insanın yetişmesindeki öneminin farkındadırlar. Bu yüzden, kendileri de, kendi siyasi geleceklerini bırakacakları kuşağın yetiştirilmesinde, ilkokuldan hatta daha öncesinden başlayan bir müdahaleye önem vermektedirler. Aslında bunu, başbakanın eğitim yılı açılış konuşmasında olduğu gibi, her vesileyle, eğitimle ilgili her konuşmasından da biliyoruz. Milli Eğitim Bakanı da, bunu, her vesileyle söylüyor. Ama bu konuşmaları, hükümetin sözcüleri olarak yaptıkları için, AKP’nin gelecek nesilleri kendi siyasi tutumu doğrultusunda kazanmasının ifadesi olarak değil, gelecek kuşakların eğitilmesinin önemine vurgu yapan konuşmalar olarak yapmakta; toplumun çoğunluğu da öyle algılamaktadır. Bu da, tehlikeyi büyütmektedir.
İşaretler ve AKP’nin önceki dönemden gelen hazırlıkları, AKP’nin bu ikinci seçim dönemindeki müdahalelerinin bir önceki döneme göre yoğunlaşıp çeşitlenmesi ve daha etkinleştirilmesinin sürpriz olmayacağını göstermektedir.
AKP’nin eğitime müdahalesinin iki alandan geleceği gözlenmektedir. Bunlardan birincisi; hükümet yanlısı sendikaların, eğitim alanında etkili çeşitli tarikat odaklarının ve yerel AKP örgütlerinin, seçim başarılarını arkalarına alarak, “durumdan vazife çıkarıp”; hükümet cenahından ve resmi kanallardan bir istek gelmeden, eğitim alandaki müdahalelerini artırmaları ve etkinleştirmeleridir. Bu da; daha demokratik ve laik bir eğitim isteyen çevrelerin, devrimci, ilerici eğitimcilerin sindirilmesine yönelik baskılarını yoğunlaştırmaları ve bu yoğunlaşmanın sonuçları olarak, bu alandaki dinici-gerici hegemonyanın ağırlaştırılması anlamına gelecektir.
AKP’nin eğitime müdahalesinin ikinci alanı ise; hükümet olmasından gelen müdahaleler olacaktır. Bu müdahaleler, eğitim müfredatının belirlenmesinden başlayarak, bütçeden eğitme ayrılacak paralar, kadrolaşma, eğitimle ilgili, onu geriye çekecek anayasa ve yasa değişiklikleri; demokratik, bilimsel bir eğitimi savunan eğitimcilerin, öğretim üyeleri ve toplumsal odakların sindirilmesi, bu alanda kendilerine muhalefet edenlerin ezilmesini amaçlayan müdahaleler olacaktır. Çünkü, yukarıda belirtildiği gibi, onlar, bu alanda kazandıkları başarılarla iktidarda kalacaklarını var sayan, bunu bilen bir gelenekten geliyorlar.
Anayasanın tartışmaya açılmış olmasını, AKP, eğitim alanındaki müdahalelerine yeni olanaklar sağlayacak biçimde kullanmak isteyecektir. Bu yüzden de, modern yaşam yanlısı çevrelerin türbana takılıp kalan laisizm anlayışındaki zaaflarını da kullanan AKP, asıl olarak, eğitim alanında etkinliğini artırmak için kullanabileceği çatlaklar yaratmayı amaçlayacaktır. Dahası, YÖK ve cumhurbaşkanının yetkilerini kısıtlama adı altında getirilecek düzenlemelerle ve diğer birçok konuda müdahalelerle, AKP kendi kadrolaşmasını kolaylaştırmayı amaçlayacaktır.
EGİTİM ALANINDA GÜÇLER MEVZİLENMESİ
Bütün bu gelişmeler üstünden bakıldığında, eğitimin çeşitli alanları için şunları saptayabiliriz:
1-) İlköğretim okullarında eğitim hakkı mücadelesi: AKP müdahalesinin en derinden olacağı ve etkileri daha çok sonraki yıllarda görüleceği için de eğitimin içeriğine müdahalenin son derece önemli olacağı alan, ilköğretim alanıdır. Ancak bu alanda öğrencilerin herhangi bir tepkisi olanaklı olamayacağı için, bu alanda mücadele, eğitimci-öğrenci ailesi merkezli ve tüm kamuoyunu kazanarak yürütülen bir mücadele olmak durumundadır. Burada, pratik müdahale alanlarından birisi, okul aile birlikleridir. Çünkü hükümet; okulun öğretmen maaşları dışındaki tüm masraflarını bu birlikler aracılığı ile karşılayıp; velileri bu birlikler aracılığı kontrol altına alıp yönlendirmektedir. Dahası hükümet, giderek, okul aile birliklerini, eğitimin içeriğine de kendi doğrultusunda müdahale ettiği kurumlar olarak değerlendirecek imkana sahip olacaktır. Böylece okullarda “demokrasiyi uyguladığı”, velileri de yönetimlere ortak ettiği iddiasını uygulamalarına dayanak yapmak isteyecektir. Pek çok yerde, daha şimdiden bunu yapmaktadırlar. Tuzu kuru kimi velilerle hükümete yandaş kişilerin aktif olarak öne çıkarıldığı aile birlikleriyle, velilerden para toplama ve idarenin öteki istekleri karşısında, veliler ve çocukları emri vaki ile karşı karşıya kalmaktadır. Dolayısıyla okul aile birlikleri kendiliğinden eğitim alanında bir mücadele yapamaz; ama okul aile birlikleri; idarenin çocukları hükümet-AKP görüşleri doğrultusunda yetiştirme girişimlerinin püskürtülmesi, demokratik ve parasız eğitim mücadelesinin bir dayanağı olarak işlev yapar hale getirilebilir. Bunun için, her velinin, demokratik bir eğitimden yana her eğitimcinin gerekli duyarlılığı göstermesi, bu birliklere aktif olarak katılması önem kazanır. Ancak şu da bir gerçek ki, aydınlatma faaliyeti ve mücadele sadece bu birlikler içinde kalırsa; idare ve AKP’nin yığınların içindeki etkisinden gelen baskıları karşılamak güçtür. Bu yüzden de, mücadeleyi okulların duvarları dışına da çıkararak ve tüm velileri, toplumun duyarlı kesimlerini de arkasına alarak, zorunlu eğitim dönemini, parasız, demokratik, bilimsel bir eğitim mücadelesinin temel alanı orak değerlendirmek gerekir.
2-) Liselerde eğitim hakkı mücadelesi: Liseli gençlik, genç kuşağın politikaya da duyarlı hale geldiği çağ olarak, gençliğin ayrıca önem taşıyan bir kesitini oluşturmaktadır. Özellikle son yıllarda, gençlerin, lisede nasıl şekilleniyorsa, hangi politikalardan etkilenmişse, üniversitede de o doğrultuda ilerlediği gözlenmektedir. Yani 1960’lı, ’70’li yılların üniversitede politikleşen gençliği artık yoktur. Bunun yerine, daha lise çağındayken, etrafından ve TV’den etkilenerek biçimlenen bir gençlik vardır. Bu yüzden de, eğitim politikalarının, siyasal bakımdan, gençlerin şekillenmesine en dolaysız etki yaptığı öğretim dönemidir bu.
Düzenin, lise öğrencisini kurslarla, türlü çeşitli sınavlarla, lise türü kol ayırımlarıyla köşeye sıkıştırırken, dünyada ne olup bittiğini anlamak için gençlerin gözlerini ovuşturduğu çağıdır da lise çağı. Ancak mevcut eğitim liseliyi pek çok sorunla kuşattığı için, onları, nasıl bir dünyada yaşadıkları ve bu dünyanın kendilerine ne vaat ettiği üstüne düşünmekten alıkoymaktadır. AKP ve onun temsil ettiği düşünce, bu kuşatılmış gençliğe cazip gelecek biçimde sunulmaktadır. Şimdi hükümet, ÖSS’yi kaldırarak, ama aslında, ÖSS’den bile seçmeci, ÖSS’den bile ayırımcı yol ve yöntemler geliştirilerek, dershaneciliği, özel ders almayı daha beşinci, altıncı sınıflardan başlatarak, lise öğrenimini daha baskıcı ve ayırımcı hale dönüştüren bir “eğitim reformu” için düğmeye basmıştır.. Öte yandan liselerin çok çeşitli hale getirilmesi (fen liseleri, Anadolu liseleri, meslek liseleri, düz liseler, vakıf liseleri, kolejler, özel liseler…) öğrenciyi bunaltırken; uyuşturucu alışkanlığının yayılması, lümpenlik, çeteleşme, gelecek kaygısının da uç vermesiyle, liseli gençliğin, bir bunalım gençliği olması için her şey planlı bir biçimde “hazırlanmaktadır” adeta.
Eğitimin içeriğine yapılacak müdahalelerin en etkin olacağı eğitim kademesi, lise öğrenimidir. Ancak burada, ilköğretimden farklı olarak, demokratik, laik, bilimsel ve parasız eğitim mücadelesinde, lise gençliği, sadece saldırın hedefi değil, aynı zamanda mücadelenin de son derece önemli bir bileşenidir. Dolayısıyla, liseli gençlerin mücadeleye çekilmesi, eğitim alanındaki mücadelenin önemli bir dayanağıdır. Başka bir yandan bakıldığında, öğrenci gençlik içinde çalışmanın en önemli alanlarından birisi, hatta en önemlisi, liseli gençlik içindeki çalışmadır ve bu alanın en sıcak yanını da, eğitim hakkı mücadelesi oluşturmak durumundadır. Bunun içindir ki; liselerde (ve dengi okullarda) parasız ve demokratik bir eğitim mücadelesinin bileşenleri; eğitimciler, öğrenci velileri ve öğrencilerdir.
Öğrencilerin kendi taleplerine sahip çıkmaları; parasız, bilimsel, demokratik bir lise eğitimi mücadelesinin asli gücü olarak, haklarını koruma mücadelesine katılmaları, kuşkusuz ki, bu gençliğin yaşadıkları dünya ve gelecekleri konusunda bir taraf olarak rol oynamaları ve kişiliklerinin biçimlenmesinde belirleyici bir önem kazanır. Bu da çok önemlidir.
Anlaşılacağı gibi; ilköğretimde olduğu gibi, liselerde de, okul aile birlikleri önemli bir mücadele alanıdır. Öte yandan, liselerde öğrenci temsilcilik seçimleri ve ilerici, demokrat öğrencilerin temsilci olmalarının mücadelenin ilerlemesinde önemli bir dayanak olarak görülmesi, bu temsilcilerin, bugüne kadar demokratik ve parasız bir lise öğrenimi için mücadele vermiş olan eğitimciler ve sendikalarıyla yakın bir iş ve güç birliği için çaba harcamaları gerekir. Yine lise gençliğinin özellikleri göz önüne alındığında, kültür, sanat etkinlikleri ve sportif etkinliklerin yanı sıra öğrencilerin özel meraklarıyla ilgili çalışmalar, kent içi ve dışı eğlence ve kültür amaçlı geziler gibi sosyal etkinlikler, öğrenciler arasında ilişkilerin, dayanışma ve dostluk duygularının gelişmesi bakımından önemli olacaktır.
3-) Yüksek öğrenimde eğitim hakkı mücadelesi: Son yarım yüzyıldır, üniversiteler başta olmak üzere, yüksek öğrenim alanı, gençliğin, bir yandan “demokratik özerk üniversite” adı altında “parasız, laik, demokratik, bilimsel bir eğitim” mücadelesinin, öte yandan da, gençliğin siyasal alana müdahalesi ve ülkenin kaderine sahip çıkma mücadelesinin alanı olmuştur. Ancak bu alandaki mücadelenin etkisinin son yıllarda giderek azaldığını, üniversite ve yükseköğrenim gençliğine yönelik saldırıların giderek daha etkili olduğu bir süreç yaşandığı da kabul etmek gerekir.
Kuşkusuz nedenlerinin tartışılması ayrı bir inceleme konusudur. Ancak; şunu burada söyleyebiliriz ki; yüksek öğrenim alanı ve üniversite, müdahale ettiklerinde, iktidarların kendi amaçları bakımından en kestirme sonuç aldıkları bir alan olması bakımından, her hükümetin, her güç odağının üniversitelere ve bu alandaki öğrencilerin fikri biçimlenmesine müdahalesi aralıksız olmuştur. Çünkü yüksek öğrenim gençliğini kazanmak demek, yakın gelecekte ülkenin entelektüel hayatından bürokrasisine, siyasetinden kültür sanat alanına kadar çok önemli alanlarda etkiye sahip olmak anlamına gelmektedir. Geçmişte, egemen güçlerin üniversitede güç kazanan ilerici demokratik güçlere karşı tam bir savaş açmaları (öğrenci önderlerini katletmeye kadar varan acımasızlığın ve vahşetin) ya da son yıllarda AKP ile statükocu, geleneksel güç odaklarının en önemli çatışma alanlarından birisinin YÖK ve üniversiteler olması bir rastlantı değildir.
Son beş yılda, AKP Hükümeti’nin bu alana müdahalesi, başlıca, cumhurbaşkanının kendisinden olmaması ve YÖK’ün “özerkliği”nden dolayı engellenebilmiştir. Şimdi, AKP cumhurbaşkanı sorunu kendi lehine çözerek, üniversiteye ve YÖK’e müdahale için yeni bir dayanak elde etmiştir. İkincisi ise, AKP, YÖK Yasası’nı değiştirerek, kendisinin daha kolay müdahale edeceği bir üniversite için kolları sıvamıştır.
YÖK’ün savunulacak bir yanı olmaması ve yıllardır süren despotik uygulamaları AKP’nin elini güçlendirmektedir. Bu durum, üniversite içinde sinmiş çeşitli sağcı, gerici odakları da yeniden daha aktifleştirecektir. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde, üniversitede, bir yandan daha bilimdışı görüşlerin, din merkezli düşüncelerin pervasızca faaliyette bulunmak isteyeceklerini, öte yandan da, YÖK tarafından baskılanan, ama aslında AKP’li ve dinci olmayan çevrelerin önemli bir bölümünün de AKP’nin YÖK karşıtlığı bahanesiyle yapacağı girişimlerin arkasında olacağını, onların da bu gerici dalgaya destek vereceklerini öngörmek gerekir. Dahası, bugüne kadar verilmeyen kadroların serbest bırakılıp, bunlara bütçe verilerek, üniversitedeki kadrolaşmaya yeni bir dayanak yaratılması da sürpriz olmayacaktır.
Kuşkusuz ki; üniversite gençliği, dün olduğu gibi, bugün de, bu alandaki mücadelenin en temel ve dinamik gücü olarak rol oynamak durumundadır. Bunun için üniversitede; “Demokratik Üniversite” mücadelesinin bütün bileşenlerinin birleştirilmesi, ilerici öğretim üyeleri ve yardımcılarıyla öğrencilerin tam bir birlik halindeki mücadele cephesinin oluşturulması (buna, üniversitede hak ve örgütlenme özgürlüğü mücadelesi veren hizmetlilerin de katılması), AKP merkezli saldırıları püskürtebilmenin ilk koşuludur. Bunun yanı sıra, ÖTK’ların etkinleştirilmesi, kol ve kulüp çalışmalarının kapsayıcılıklarının genişletilmesi ve bunların fraksiyonların değil, ama kendi amaçlarıyla birleşen öğrencilerin en kitlesel temas merkezlerine dönüştürülmesi, üniversite içinde sosyal etkinliklerin artırılması, kültür, sanat alanlarındaki çalışmaların desteklenip geliştirilmesi gibi pek çok alandan kalkan ve tüm bu mücadeleleri ortak hedefe yönelten bir mücadele bugün daha da önem kazanacaktır.
Liselerde olduğu gibi, üniversitelerde de, gençliği kazanma mücadelesiyle “demokratik, özerk, bilimsel, parasız bir üniversite” mücadelesi büyük ölçüde örtüşmektedir. Ve parasız, demokratik ve bilimsel eğitim hakkı mücadelesiyle gençliğin bağımsızlık ve demokrasi mücadelesine kazanılması, gençlik yığınları içinde sosyalizm fikrinin yayılması patikte özdeşleşmektedir. Bu, çoğu zaman böyle olmuştur. Bugün de böyledir.
MÜCADELE ZEMİNİ DE GENİŞLEMEKTEDİR
Evet, AKP büyük bir avantaj ve özgüven kazanmış görünmektedir. Ama, bundan her istediğini yapacağı anlamı da çıkarılamaz. Tersine, sınıflar mücadelesi tarihi ve yakın geçmişte Türkiye’de yaşananlar, bu tür kolay başarıların başarısızlıkla sonuçlandığını, dolayısıyla “Her şeyi ben yaparım. Bunun için gücüm var” tutumunun tüm karşı güçleri birleştiren ve kendi içinde de bölünmelere yol açan sonuçlar doğurduğunu; dün kendisine destek verenlerin yarın karşılarına geçtiğini göstermektedir. Bunların da ötesinde, AKP’nin eğitim alanındaki eğitim hizmetinin piyasalaştırılması doğrultusunda attığı adımlar ve bu adımların, artık sübvanse edilir olmayı aşan bir sınıra doğru gelmiş olması, milyonlarca yoksul aile ve gencin parasız eğitim talebini daha güçlü bir istekle öne sürmelerini getireceği gibi, uluslararası ve “ulusal” sermaye çevrelerinden alacağı destek de giderek sınırlarına varmıştır. Bugüne kadar, AKP eğitimin piyasalaştırılmasında attığı adımları, kitapları bedava dağıtmak ve “velileri ikna” çabalarıyla finanse etmiştir. Ama bundan sonra girişeceği uygulamaları finanse etmesi zor olacağından, bütün masrafları velilere aktaracak, dolayısıyla velilerde bu açıdan bir tepki birikimine yol açacaktır.
Öte yandan, eğitimciler açısından da, yapılan uygulamalara tepki büyümektedir. Özellikle sözleşmeli öğretmen uygulamasının genel bir uygulamaya dönüşmesi; eğitimciler arasında ayırımlar yapılarak, onların da arasına (eğitim fikriyle çelişmesi çok açık olmasına karşın) rekabete sokulması, bu alanda da tepkileri büyütecek; mücadele eğilimini güçlendirecektir. Sendikaların hükümetle uzlaşma çabalarının sonuç vermediği, eğitimin piyasalaştırılması ve bunun faturasının da bir yandan velilere, öte yandan eğitimcilere ve öğrencilere yıkılmaya devam edileceğinin giderek daha çok anlaşılması, mücadelenin zemini genişleten bir gelişmedir.
Eğitimin demokratik olması mücadelesi için de durum farklı değildir. Çünkü; milli eğitim merkezli olarak açılan, “doğrunun birden fazla olduğu”, “bilimin doğrularının yanı sıra başka doğruların da olabileceği (dinin doğruları gibi)” iddiasının bilim alanındaki demokrasinin temeli gibi gösterilmesine bilim dünyasında da tepkiler gösterilmeye başlanmıştır. AKP’nin bilim ve düşünce özgürlüğünün sahteliği, aslında Ortaçağ fikirleri ve değerlerine özgürlük istediği gerçeğinin yayılması, geniş bilim çevrelerini, AKP ve arkasındaki güçlerin niyetleri konusunda uyandıracağı gibi, bilim özgürlüğü mücadelesinin demokrasi mücadelesine bağlanmasını da kolaylaştıracaktır. Dahası, eğitimin demokratikleşmesi taleplerinden birisi de; “anadilde eğitim hakkı”nın savunulmasıdır. Günümüzün gelişmeleri göz önüne alındığında, “demokratik eğitim” talebinin kritik noktası “anadilde eğitim hakkı”nın savunulup savunulmamasıdır. Bunu savunmak; ilk başta çok değişik alanlarda haksız tepkiler yaratsa da; sorunun aşılamaması, aslında bütün bu tepkilerin gericiliğin potansiyeli olarak gizlenmesi anlama geleceğinden, “ana dilde eğitim hakkı”nı, eğitiminin demokratikleştirilmesinin merkezine koymak doğru olacaktır. Burada ısrar edilirse, orta vadede güçlüklerin aşılması olanaklı olacağı gibi; bu, gerçek bir demokratikleşmenin yolunun açılması bakımından da önemli olacaktır. Bu talep, aslında, Türkiye’de demokrasi mücadelesinin kritik noktasının Kürt sorununun demokratik çözümünü savunmaktan geçmesiyle de doğrudan bağlantılıdır.
Bilimsel bir eğitimi savunmadan; demokratik ve laik bir eğitimi savunmak da olanaksızdır. Çünkü; eğitim alanına sızdırılan idealist, dinci, gerçekdışı fikirlere karşı mücadelenin temelinde bilim olmak zorundadır. Bilimsel olmayan bir tezin; bir iddianın eğitim müfredatına sızmasını önlemenin yolu budur. Bu yüzden de, eğitimin, ana okullarından başlayarak, üniversiteye kadar bütün safhalarında, bilimsellik, temel kriter olmak durumdadır. AKP ve yandaşlarının “dini dogma”yı ya da fantastik kimi fikirleri eğitime sokma girişimlerine karşı mücadele, sadece ilerici demokrat bilim çevrelerinin değil, aynı zamanda, politika dışında duran ama bilime inanan çok geniş bir bilim çevresinin de desteğini alacaktır. Dolayısıyla bilime, bilim özgürlüğüne sıkı sıkıya sarılmak, eğitim alanındaki mücadelede en önemli dayanağımız olacaktır.
Üniversite merkezli olan, ama eğitim alanını yukardan aşağı etkisine alan çatışma; AKP ve onun arkasındaki neo-liberal ve dinci-şeriatçı odaklarla kendilerine Kemalist diyen asker ve sivil güç odakları arasındaki çatışmadır. Kuşkusuz bu çatışmanın, sadece eğitim alanında değil, hayatın her alanında sürdüğünü en yakın geçmişte gördük. Ancak burada önemli olan, bu güçlerin öğretilerinin de savaştığıdır ve bunları, ancak bilimi, diyalektik materyalizmi dayanak edinen bir mücadele ile alt edebilir; entelektüel hayatımızın bu ikili kıskaçtan çıkmasının yolunu açabiliriz. Dolayısıyla, eğitim alanındaki mücadele, aynı zamanda, gerici güçlerin ideolojik yaklaşımlarıyla da bir mücadeledir ve bu alanda, bu ideolojik baskıların da dolaysız sonuçlarıyla mücadele etmek zorunda kalacağımızı şimdiden görmek gerekir.
Demek ki, AKP ve yandaşları, gerici çevreler, Ortaçağ fikirlerinin savunucuları, iktidarda olsalar da; arkalarında, uluslararası burjuvazinin Ortaçağ değerlerini imdada çağırması gibi güçlü bir dayanak olsa da; bilimi, bilimsel gerçeği savunan bir demokrasi mücadelesi ve demokrasi ve özgürlükleri savunan bir bilim anlayışı karşısında başarı kazanmaları çok zordur. Eğer biz doğru bir hat izler ve birleşeceğimiz güçlerle bileşmeyi başarırsak, dünkü mücadeleden ders çıkarmasını bilir ve devrimci mücadelenin, sosyalizmin gericiliğe karşı geliştirdiği silahları doğru bir biçimde kullanmasını başarırsak, bütün avantajlarına karşın, Ortaçağ güçlerinin eğitim alanında başarısızlığa uğratılması zor olmayacaktır. Geçtiğimiz yıllarda “evrim kuramı-yaratılış kuramı” tartışmasına kıyısından köşesinde yaptığımız müdahalenin bile gericiliği nasıl zorladığını gördük. Küçük bir müdahale, onların ne kadar kof olduğunu göstermiştir.
Sonuçta, eğitim alanı, ilericilik-gericilik, idealizm-materyalizm, diyalektik-metafizik çatışmasının en sert ve en dolaysız yaşandığı ve fikirlerin gelecek kuşaklara aktarıldığı bir alan olarak, sınıf partisi için son derece önemli bir mücadele alanıdır. Bu alanda güçlerin mevzilendirilmesi; bu alandaki mücadelenin ihtiyaçlarına göre, sınıf partisinin basın ve yayın faaliyetini; propagandasının örgütlenmesini yenileme ihtiyacı da apaçıktır. Bu yüzdendir ki; eğitim alanına ilişkin talepleri, tek boyutlu ve güncelliği ile sınırlı anlamak yerine; yığınları, demokrasi mücadelesine kazanma, gençliği demokrasi ve sosyalizm bilinciyle eğitme; gençliği ve eğitimcileri kendi örgütlerinde örgütleme ve veliler başta olmak üzere emekçi halkı eğitim hakkı talebi etrafında hareket geçirme mücadelesiyle bağlantılı olarak anlamak gerekir.
Ancak böylesi kapsamlı bir kavrayıştan hareket edersek, sermaye güçlerinin ulusal ve uluslararası planda eğitimi dejenere etme ve genç kuşakları sermayeye hizmet ruhuyla eğitme hamlelerinin yolunu kesebiliriz.