Kürt sorunu egemen güçler nezdinde, terör ve bölücülük sorunu olarak tarif edilmeye ve buna uygun karşı duruş sergilenmeye devam ediyor. Ancak hayat ve gelişmeler de inkar ve şiddeti tek yol olarak görenleri mahkum etmeye devam ediyor. Kürt ulusal sorunu, halkın mücadelesi ile çözümlenecek bir sorun olarak yol kat ediyor.
Kürt halkının kararlı ve kitlesel mücadelesi, hayatın akışı ve gelişmeler bu yöndedir. Halkın dilinden, kültüründen, siyasal haklarından yoksun olmayı kabul etmeyerek sürdürdükleri mücadele inkar ve şiddeti mahkum ederek büyüyor. Sorunu çözmek yerine kör düğüm haline getirme çabası içinde olanlar, halkın gücü karşısında zayıflıyor, güç kaybediyorlar. Türk halkının bilincinde mayalanan gelişme de bu yöndedir. Kürt sorunu, giderek dünya kamuoyu, bölgedeki halklar ve Türkiye halkları bakımından bir halkın kendi geleceği üzerinde söz ve karar sahibi olma sorunu, bir demokrasi ve özgürlükler sorunu olarak daha fazla kabul görüyor. Genelkurmay tarafından yürütülen psikolojik ve askeri savaşa rağmen gelişme halk lehine çözüm yönündedir.
2007 yılı tüm baskı ve şiddete rağmen Kürt sorunun demokratik yolla çözümü konusunda daha fazla birikim yaptığı bir yıl oldu. İçinden geçtiğimiz günler, seçim süreci ve her türlü entrikaya rağmen seçimlerden sonra ortaya çıkacak olan halk iradesi, yerel yönetimlerdeki temsiliyetten sonra, TBMM’de de Kürt halkı için yeni bir safhaya erişim olarak gerçekleşecektir.
2007 yılı başında Ankara’da gerçekleşen bir konferansla siyasal bir sorun olarak gündemleşen Kürt sorunu, egemen güç odaklarını ve Özel Harp Daires’ni telaşa boğdu. Kürt sorununu Türkiye’nin demokrasi sorunu değil de, bölücülük ve terörizm sorunu olarak gösteren güç odakları Genelkurmay başkanlığının yönetiminde adeta taarruza geçtiler. Ankara’da 13-14 Ocak’ta gerçekleştirilen Türkiye Barışını Arıyor Konferansı’nda hukuki, siyasi, kültürel ve ekonomik boyutları ile bir barış programının ortaya konması, bu konferansın hemen her düşünceden çevreler tarafından ilgi bulması, geçmişin MİT müsteşar yardımcılarından, darbeci generallere varan bir çevreden yükselen “sorunu diyalog yolu ile çözmek gerek” “kan ve şiddetle bir yere varılamıyor” yönlü açıklamalar, ırkçı ve şoven ortamdan beslenen güçleri telaşlandırarak harekete, geçirmeye yetti.
Org. Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı olarak görevi devralmasından sonra işleyen süreç 2007 yılında dozu artmış bir savaş ve şiddet durumu olarak devam ediyor. Cumhurbaşkanlığı krizi, 27 Nisan Muhtırası, Cumhuriyet Mitingleri, emekli astsubay ve üst rütbeli subayların ev ve himayesindeki yerlerde ortaya çıkan cephanelikler ve diğer gelişmelerin hemen tümü, Kürt sorunu ile bağlantılı sorunlar olarak gündeme oturdu. Türkiye Barışını Arıyor Konferansı’nın gerçekleşmesinden sonraki sürece bakıldığında görülecektir ki, Türkiye birkaç aylık süre boyunca, başka bir ülkede eşine rastlanamayacak derecede ilginç olaylara sahne oldu.
Yılın ilk altı aylık diliminde yaşananlar Türkiye’nin hem iç koşullar, hem bölge hem de ABD ve AB ile ilişkiler bakımından durumun vahametini ortaya koymaktadır. Hrant Dink’in öldürülmesi ve bu kaynağı belli cinayet karşısında milyonların gösterdiği tepki, ayağa kalkan ve yüz binlerle ifade edilen gösterilerin ve cenaze töreninin gerçekleşmiş olması, yine yüz binlerce insanın bir ağızdan, Ermeni bir aydın olan Dink’in hedef gösterilmesi ve katledilmesinden dolayı “Hepimiz Ermeniyiz”, “Hepimiz Hrant’ız” tepkileri, başta Genelkurmay olmak üzere tüm militarist ve şoven güçlerin tahammül sınırlarını zorladı. Bu tarihten sonraki gelişmeler adeta bir merkezden koordine edilen ve bir biri ile bağlantılı gelişmeler olarak cereyan etti.
Sadece sınır ötesine operasyon, Kandil Dağ’na saldırı değil, Tampon Bölge, Irak Kürdistan’ına saldırı, Kerkük’te gündemde olan referanduma ilişkin hesaplar, El Maliki Hükümeti’ne yönelik komplo, Cumhurbaşkanı seçimi ve krizi, genel seçimin öne alınması, Şeriat tehlikesi üzerinden yaratılan fırtına, PKK’li yöneticilerinden bir bölümüne düzenlenmek istenen suikast değil, bir dizi başkaca gelişme de Kürt sorununda şovenizmin ve saldırıların artığı gelişmeler olarak yaşandı. İstanbul Ümraniye’de bir evde ortaya çıkan küçük çaplı cephane ile ilişkisi tespit edilen Kuvvayi Milliye Derneği İstanbul İl Başkanı emekli Astsubay Oktay Yıldırım ve ardından Hrant Dink cinayeti ile bir kez daha gündeme gelen M. Tekin’in ve ardından Ankara’da bir cephaneliğin açığa çıkması, Türkiye’nin dört bir yanında adına STK denilen kontra örgütlenmelerin sürece müdahale etmesi ve JİTEM’e dayanan ilişki ağının açığa çıkması, östü örtülemez hale gelince gerçekleşen tutuklamalar vb gelişmeler Kürt sorunu ile direkt ilişkili gelişmeler olarak anlam buldu.
Susurluk, Şemdinli, Ümraniye, Ankara bağlantıları ile gelip JİTEM kurucularından Veli Küçük’e ve giderek Özel Harp Dairesi’ne ve en üst düzey askeri yetkililere dayanan ağ, bu dönem hepten deşifre olmuş oldu. Kürt sorunu karşısındaki şovenizmin dayanak edilirek tüm pisliklerin üzerini örtme gayesi de artık gelip bir yere dayanmış bulunuyor. İrtica kaynağı olarak gösterilen AKP hükümetine karşı gelişen tepkiler, aynı zamanda AKP’nin açığa çıkmış bazı olayların üzerine gitmesini de bir zorunluluk haline getirmiş oldu. Ancak emek ve demokrasi güçlerinin mücadelesi ve kararlı tutum geliştirmemeleri halinde, Kürt sorunu üzerinden yaratılacak şoven ve ırkçı yeni bir dalga ile ortaya çıkan bu ‘derin’ ilişkilerin unutturulmaya bırakılacağı da beklenmedik bir gelişme olmayacaktır.
Sınır ötesi operasyon ve Tampon Bölge hazırlıkları
Türkiye aylardın sınır ötesi operasyon hazırlıkları ve tartışmaları ile çalkalanmaktadır. TSK ile AKP hükümeti arasında süren gerilim, “siyasi irade yetki versin, gereğini yapalım”, ya da “yetki istendi de vermedik mi” açıklamaları ile devam etti. “Terörle mücadele koordinatörü” emekli general Edip Başer’in görevden alınması ile doruğa çıkan tartışma sürerken, bir yandan da, Bölge’ye yönelik asker, silah ve teçhizat sevkıyatı devam etmekteydi. Hazırlıkların sürdüğü günlerde tartışma, başbakan Erdoğan’ın, “sınır içindeki teröristleri hal edildi mi ki, sınır ötesi operasyon yapılsın” yönlü açıklaması ile yeni bir boyut kazandı. “İçerde ve dışarıda operasyon” hazırlıkları biçiminde yaşanan gelişmeler, ABD’nin bekle işareti ile Kürt halkına yönelik saldırının artarak sürmesiyle devam ediyor.
Genelkurmayın ‘bölücü teröre karşı kitlesel refleks” çağrısı ile birlikte sınır boylarında yapılan tatbikat ve gösteri amaçlı bombalamalar bir yana, sınır boylarında Tampon Bölge oluşturmaya yönelik hesaplar PKK’ye karşı süren savaşın güçlendirilmesine olduğu kadar, Irak Kürdistanı’ndaki gelişmelere karşı bir tutumu olarak da geliştiriliyor. Haziran ayı sonlarında Isparta Eğirdir’de yaptığı konuşmada bir kez daha “kitlesel reflekse” dikkat çeken Org. Büyükanıt “sadece bir teröristin dağda gezebilmesi için kentte 10 işbirlikçisi olması gerekir” diyerek bölge halkına hangi gözle baktığını ve bölgedeki askeri yığınağın ne amaçlı olduğunu açıklamış oldu. Büyükanıt devamla, “muhtar, imam patlayıcı yerleştiriyor” diyerek, “terörle mücadele konusunda ön önemli etken, işbirlikçi ile teröristin ilişkisini kesmektir. Terörist ne yiyecek, ne içecek, işbirlikçi sayesinde oluyor” diyerek, Tampon Bölge ve süren operasyonlar konusundaki yaklaşımını ve Kürt sorununu terör sorunu olarak görmeye devam edeceğini “tek terörist kalmayıncaya kadar” yaklaşımı ile bir halka karşı süren toyekün savaşı daha da boyutlandırmak istediğini de ilan etmiş oldu.
İçeride ve dışarıda savaş isteği
Hatırlanacağı gibi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, Harp Akademileri’nde 16 Mart’ta 2007 tarihinde basına kapalı toplantıda yaptığı konuşmada “1991 yılında Irak’ta 36’ncı paraleli çizip ona destek vererek, Kuzey Irak’ta bugünü yarattığımız bir gerçektir. Kendi yaptığımız hataları da başkasına yükleme şansımız yoktur” diyerek bir anlamda özeleştiride bulunarak, ama bundan sonra daha aktif ve bu durum karşısında sessiz kalmayacaklarını ilan ettiği akıllardadır. Büyükanıt, 1991 Körfez Savaşı sonrasında bölgedeki gelişmeler karşısında gerekli tutumu alamadıklarını ifade etmiştir. Basiretsiz davrandıklarını, gelişmeleri iyi okuyamadıklarını, 36. Paralel’in ve gelişmelerin bu gün Kürdistan Bölge Hükümeti’nin kuruluşuna gelip dayandığını belirterek iç geçirerek, atağa geçilmesi gerektiğini beyan etmiştir.
Bilindiği gibi, 36. paralel modeli, ABD’nin 1991’de Saddam Hüseyin’in Kuveyt’e saldırması üzerine başlayan Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın Kuzeyinde 36. paraleli sınır kabul edip, Baas rejiminin askeri güçlerinin bu sınırın Kuzeyine geçmesini yasaklayan uygulamanın adıdır. 36. paralel uygulaması sonucunda Irak Kürdistanı, önce Irak’ın bütünlüğünden özerkleşebildi, sonra da bağımsızlaşma yolunda önemli aşamalar geçirmiş oldu.
2005 Kasım’ında Şemdinli’de ortaya çıkan çete ve sonraki gelişmelerde o dönem Kara Kuvvetleri Komutanı olan Büyükanıt’ın müdahalesi de akıllardadır. Bölge üzerinde oynanan oyunun boyutu, bu gün Genelkurmay Başkanı olan Büyükanıt’ın Şemdinli’yi’de kapsayan Siirt, Şırnak ve Hakkarı’yi kapsayan Geçici Güvenlik Bölgesi ilanı ve gider Tampon Bölge yaratma girişimi ile daha da anlam kazanmış oldu.
TSK Tampon Bölge uygulaması ile sınırın Irak bölümünde 20 km’lik bir alanı da denetiminde bulundurmayı amaçlamaktadır. Böylece, hem sınır ötesi operasyonu gerçekleştirerek, PKK’nin ezilmesi, bu bölgedeki Kürt halkının sürülerek buranın insansızlaştırılması, hem de Kürdistan Bölge Hükümeti’nin üzerinde sürekli bir taciz durumu yaratılmak istenmektedir. Tampon Bölge ile başta Şırnak, Hakkari ve Siirt illeri olmak üzere giderek daha da genişleyecek bir alan tamamen insansızlaştırılmak, boşaltılarak askeri bir alana dönüştürülmek istenmektedir. Ve geçici değil, kalıcı bir saldırı üssü yaratılmak istenmektedir. On binlerce askerin savaş hali alarak karargah kurduğu sınırın sıfır kilometresindeki konumlanışın, giderek İran, Irak ve Suriye ile ilişkileri de gündeme getireceği beklenmelidir. Sınırın bu tarafının Tampon bölge olarak ilanı için gerekli hazırlıklar sürdürülürken, diğer taraf için girişim ve görüşmeler devam ediyor. İran yönetimi ile bu konuda mutabakat içinde olan ırkçı ve şoven Türkiye yönetimi, ABD üzerinden Irak hükümetini de ikna etme çabasındadır. Irak hükümetinin ikna edilmesi ABD ile direkt bağlantılı olsa da, bu konuda ortak bir karara varmak oldukça sorunlu görünmektedir. Giderek bölgesel düzeyde bir Kürt ulusal duygusunun gelişmesi, Kürdistan Bölge Hükümeti’nin diğer Kürt parti ve gurupları ile iyi ilişkiler geliştirmek istemesi, ABD’nin de bu yönlü planları düşünülünce, oldukça zor bir sorun olmakla beraber, ele alınan bir sorun olduğu da bir gerçek.
ABD, Tampon bölge sorununu hala değerlendirmekte, bu gelişmeden kendi lehine nasıl yararlanabileceğinin hesabını yapmaktadır. Geçmiş deneylerini de gözden geçirerek, Türkiye yönetimini de ‘rahatlatacak’ yeni bir çıkış yolu bulacağı beklenmektedir. Türkiye’yi, Irak yönetimini, Kürdistan Bölge Hükümeti’ni rahatlatacak ve hem de Türkiye Kürtlerini ve PKK’yi karşısına almayacak bir karar vermek zor ve çetin bir iş olsa da, ABD’nin halkların birbirlerine girmesine neden olabilecek pragmatik bir ‘çıkış’ yolu bulacağından kuşku duyulamaz.
Unutmamak gerekir ki; 36. paralel modeli’de bir nevi tampon bölge modeliydi. 36. Paralel,“Kürt sorunu”nu Irak’ın iç işi olmaktan çıkarak, bölgesel ve giderek uluslar arası bir sorun düzeyine çıkardı. Kuşkusuz, Irak’ın işgali hazırlıkları burada asıl nedendi. Ancak, Türkiye’nin Tampon Bölge hesabının giderek uluslar arası bir boyut kazanması da beklenmedik bir gelişme olmayacaktır. ABD, bu gelişmeyi ve Türkiye yönetiminin bu isteğini kendi çıkarlarına denk bir yola sokarak değerlendirmeyi özellikle isteyecektir.
Zira ABD’nin, Türkiye’nin bu vesile ile sınıra ve giderek Ortadoğu’ya çekilmesi gibi bir hesabı da var. ABD bunu yıllardır yapmak istiyordu. 1 Mart Tezkeresi ile gerçekleştiremediğini, bazı değişikler uygulayarak ve Türkiye’deki işbirlikçilerini de ikna ederek gerçekleştirmesi beklenmedik bir durum olmayacaktır. Türkiye’nin kendince “gizli” emellerinin farkında olan ABD bunu da gözeterek, bir ‘çıkış yolu’ önerecektir.
Türkiye’nin, ABD’ye ve onun isteklerine boyun eğmiş, Kürdistan Bölge Hükümeti karşısında makul bir çizgiye çekilmiş ve PKK konusunda da bir mutakabata varılmış olması halinde sorun pek ala yoluna sokulmuş olacaktır. ABD yöneticileri, dışişleri bakan ve sözcülerinin bu güne kadar yaptıkları açıklamalar, Tampon Bölge sorununa sıcak bakmamakla beraber, üzerinde düşündüklerini ve Türkiye’ye ‘ancak biz istersek böyle bir şey yapabilirsin’ mesajları vermek istediklerini gösteriyor.
Kürt sorununda hükümet askere teslim oldu
Kürt sorunu kapsamlı gelişmelerin hükümet ve siyasi temsilciler üzerinden değil, Genelkurmay üzerinden yürütüldüğü artık bir sır değil. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın yönettiği bir süreç yaşıyoruz. Son gelişmeler üzerine Başbakan Erdoğan, Irak Başbakanı El Maliki’yi davet etmiş olsa da, sorunların tartışıldığı ve çözüme bağlandığı yer Genelkurmay Karargahı’dır. Özel Harp Dairesi’nin ve bağlı birimlerin, JİTEM’den diğer kontra örgütlenmelere kadar bir çok organizasyonun faal hale getirilerek seferber edildiği ‘olağanüstü’ bir dönemden geçtiğimiz ortaya çıkan bir çok gelişmeden de anlaşılmaktadır.
AKP hükümetinin, TSK’nın tampon bölge oluşturma ve Geçici Güvenlik Bölgesi ilan etmesinden sonradan haberdar olduğu herkes tarafından görüldü ve izlendi. Başbakan Erdoğan’ın bir televizyon kanalında gelişmeyi öğrendiği ve kızarıp bozararak, eveleyip geveleyerek bir şeyler söylemeye çalıştığı kamuoyunca tartışıldı.
Ancak haftalar sonra Genelkurmay Başkanı Başbakan ve Dışişleri bakanını çağırarak, Tampon Bölge, Geçici Güvenlik Bölgesi ve diğer gelişmeler hakkında brifing vererek, hükümeti gelişmelere dahil ettiği biliniyor. MGK toplantısından sonra Erdoğan ve Gül Genelkurmay başkanlığına çağrılarak iki saat kadar süren bir görüşme yapıldı. Yine Aynı gün A. Şener’in ABD Büyük Elçiliğinde ve ardından Cumhurbaşkanı Sezer ile yaptığı görüşme de bu konuların görüşüldüğü toplantılar olarak ilgi merkezi oldu. Daha sonra açığa çıktığı üzere bu görüşmelerin esas konusu Kürt sorunu, sınır ötesi operasyon ve Tampon Bölge hazırlıklarıydı. Dolayısıyla, Tampon Bölge hesapları PKK’ye karşı güçlü bir mevzilenme, büyük güç yığma ve gerektiğinde harekete geçmek üzere yapılan bir hazırlık olmakla beraber, aynı zamanda Kürdistan Bölge Hükümeti’ne karşı bir mevzi alma hazırlığı olarak düşünülmektedir. Irak Kürdistanı’ndaki gelişmelerin, “Kürt yoktur, bölücü terör örgütü var” safsatasını yerle bir ettiğini bilen inkarcı güçler, Güney ile Kuzey Kürtleri arasındaki diyalog ve ilişkiyi hepten kesmek için böylesi bir Tampon Bölge’ye ihtiyaç duyduklarını göstermektedirler.
Ancak, bu konuda da Türkiye ABD, İngiltere ve bölgedeki işbirlikçileri tarafından tezgaha getirilmek istenmektedir. Türkiye’nin bölge sorunlarının, daha anlaşılır ifadeyle bataklığın içine çekilmesi çabası adeta kılı kırk yararcasına devam etmektedir. Türkiye’nin bir türlü hazmedemediği Irak Kürdistanı’ndaki gelişmeleri akamete uğratmak için sürekli bir çaba ve komplo hazırlığı içinde olduğunu bilen, Kürt sorununu demokratik yolla çözmekten kaçınan Türkiye’nin zaafının farkında olan ABD emperyalizmi ve bölgenin işbirlikçi Arap yönetimleri, Türkiye’nin Kürt sorunu karşısındaki ‘hassasiyeti’ni kullanmak istemektedirler.
TSK’nın, Irak ve Kürdistan bölgesinde gerçekleştirmeye çalıştığı birkaç provokasyon ve kapsamlı komplonun açığa çıktığı da sır değil. Irak’ta Kürtler ve Şiiler arasında gelişen ilişkileri de dikkatle izleyen Türkiye’nin, Sünnilerle birlikte hareket ederek, ve bölge Arap hükümetlerinin yanında yer alarak yeni entrikalar içinde olduğu da birkaç olayla ortaya çıktı.
Türkiye’nin Nuri El Maliki Hükümeti’ne karşı düzenlenen bir komplonun içinde yer aldığı uluslar arası siyasi gündemin konusu oldu. Hoşyar Zebari, Newsweek Dergisi’ndeki bir röportajında konuya ilişkin açıklamada bulundu. Irak Başbakanı El Maliki ve Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari yaptıkları açıklamada, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 8 ülkenin istihbarat başkanlarından oluşan “6+2” gurubundan bazı ülkelerin Irak’ta komplo çabası içinde olduklarını belirttiler. Zebari, başını Mısır, S. Arabistan ve Türkiye’nin çektiği bu gurup için “Kürt ve Şiileri dışlayıp Sünnilerin hakim olması için planlar kurulduğunu” açıkladı.
Bilindiği gibi, Kuveyt, S. Arabistan, Mısır, Türkiye, BAE ve Ürdün artı ABD ve İngiltere istihbarat yöneticilerinin başında bulunduğu “6+2 gurubu” Irak’taki seçimlerden önce oldukça faal bir guruptu. Bu gurubun çalışmaları Irak’ın bilgisi dahilindeydi. Bu gurubun amacı, Sünnilerin seçime katılması ve yönetimde yer almasını sağlamaktı. Bu çaba aynı zamanda İran’a karşı bir atak anlamı da taşıyordu. İstihbarat ve dolar gücüne dayanan bu gurup Allavi hükümetinden sonra kurulan El Maliki hükümetine karşı çalışmalarını gizli olarak sürdürmeye devam etti. Zebari, bu durumdan duyduğu rahatsızlığı tüm dünyaya ilan etti. Seçimlerden sonra “6+2 gurubu”nun Irak’ın katılımı olmadan çalışmalarına devam ettiğini belirten Zebari, ilgililere, “Irak içinde bulunmadan Irak’ı görüşüyorsunuz” uyarısında bulunduğunu da açıklayarak şöyle diyor; “Bu rahatsızlık yarattı. Şiiler bunu Şii karşıtı bir girişim olarak algıladılar. Kürtler ise, “Türkiye’nin burada ne işi var, “tuhaf bir durum olmalı” diye düşündüler” açıklamasında bulundu.
Türkiye’nin Kürtdistan Bölge Hükümeti’ne karşı yeni arayışlar ve komplolar içinde olduğu, bu gelişmeyi hazmetmeyeceği, bunu hazmetmesinin, Türkiye Kürtleri açısından giderek bir dikkat ve sempati merkezi olacağı korkusu ve hesapları içinde bulunuyor. Buradan hareketle, Irak Kürdistanı sınırları içinde yaratılmak istenen Tampon Bölge hesabı, PKK’ye karşı bir hazırlık olmakla birlikte, bölgedeki Kürt oluşuma karşı bir gelişme olarak da değerlendirilmektedir. Bunun bilincinde olan ABD ise, adeta, oltanın ucuna taktiği bir yemi arada bir balığa yaklaştırarak çekmeye devam ediyor!
Hakkari, Siirt ve Şırnak illerini kapsayan “Güvenlik Bölgesi” uygulaması Tampon Bölge amacının arka planı olarak hesaplanmaktadır. Nisan 2007-Mayıs 2008 tarihleri arasında geçerli olan bu uygulama ile bölgede her türlü askeri tahkimat yapılacaktır. Burası bir nevi “Özel Üs” işlevi görecektir. TSK, GGB olarak ilan edilen ve koordinatları verilen alanlara üç aylık geçiş yasağı da koyarak her türlü yığınağı yapacaktır. İsrail’in Güney Lübnan sınırında uyguladığına benzer bir güvenlik alanını hatırlatan bir uygulama. Bir ucundan başlayarak OHAL’i getirmektir. Bölgede fiili olarak süren OHAL Bölgesi, yerine (Geçici Güvenlik Bölgesi) uygulaması getirilmiştir. Üstelik bu uygulama erken seçim kararının alınmasından hemen sonra devreye sokulmuştur.
Tüm bu gelişmeler AKP’nin hükümet olduğu bir dönemde olmaktadır. Ancak AKP, generallerin tehditleri ve muhtıra karşısında daha fazla teslim olarak ve siyasi iradesi bulunmayan bir hükümet olarak yeni dönemde de görev almaya talip olduğunu ilan etmiş bulunuyor.
Hudson Institute ve vahşet senaryosu
Bu gelişmelerin yaşandığı günlerde ABD’de bir Think thank kuruluşu olan Huston Enstitute’de konuşulan senaryo ise gelişmeleri hepten ilginç ve bir o kadar da endişe verici kıldı.
Ankara, İstanbul ve Diyarbakır’da patlayan bombalar, “Cumhuriyete sahip çıkma mitingleri”, Genelkurmay tarafından yapılan ‘kitlesel refleks” çağrıları, sınır ötesi operasyon hazırlıkları, Cumhurbaşkanı seçimi vesilesiyle öne çıkan Anayasa Mahkemesi eski başkanı Tuğcu’nun hedef gösterilmesi ve diğer bir çok gelişmeyle paralellik gösteren Hudson Institute’da tartışma tüyleri ürpertmeye yetti.
Açığa çıktığı andan itibaren Türkiye’de yankı uyandıran Hudson Institute’un tartıştığı “senaryo”nun ana unsurları şöyleydi;
1- Beyoğlu’nda çok sayıda insanın hayatına mal olan bir terörist saldırı gerçekleştirilecek ve bu PKK’ye mal edilecektir,
2- Anayasa Mahkemesi Başkanı’na Tüley Tuğcu’ya suikast düzenlenecektir,
3- Türkiye’nin 50 bin kişilik bir kuvvetle Kuzey Irak’a müdahalesi gerçekleşecektir,
4- ABD’nin Kuzey Irak’ta önde gelen PKK liderlerini yakalayıp Türkiye’ye teslim etmesi son anda, seçimlerde AKP’ye puan kazandıracağı için engellenecektir.
Bu senaryonun tartışıldığı toplantı Genelkurmay başkanlığı’nın bilgisi dahilinde, ancak hükümetten habersiz yapılmıştır. Washington’daki askeri ataşe Tuğgeneral Bertan Nogaylaroğlu, TSK yetkilileri ile birlikte, Irak Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda Kürt lider Talabani’nin oğlu Kubat Talabani’nin de bu toplantıya katıldığını Genelkurmay Başkanlığı’da yaptığı açıklama ile ayrıntı denebilecek ve hiç de inandırıcı olmayan bazı itirazlar dışında kabul edildi. Dahası, bu senaryonun açığa çıkması ile, ABD, Türkiye ve Irak işbirlikçiler ile birlikte Türkiye ve bölgede oynanan oyunlar bir kez daha somutluk kazanmış oldu. Terör olaylarının, kitlesel katliamların, bombalama olaylarının, Cumhuriyete sahip çıkma mitinglerinin ve daha bir dizi gelişmenin nerelerde kotarıldığı, hangi birimlerde tezgahlanıp, hangi taşeronlarla nasıl gerçekleştirildiği de açığa çıkmış oldu. Emekli askerlerin kurduğu dernekler üzerinden meşruiyet kazanarak aslında ne denli karanlık işlerde kullanıldıkları ve aslında tüm gelişmelerin JİTEM ve onun üzerindeki birimler tarafından organize edildiğini kanıtlamış olmaktadır.
22 Temmuz Genel Seçimleri ve gelişmelerin gösterdiği
22 Temmuz 2007 seçimleri, tıkanan Cumhurbaşkanı seçimi ile öne alındı. Ancak bu sürecin ciddi operasyonlar ve reorganizasyonlarla geçtiği bir gerçek. 4,5 yıldan bu yana hükümette olan ancak egemen güçler için her alanda başarılı bir sınav veren emek ve demokrasi düşmanı AKP hükümeti, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ‘mağdur’ edildiğini ilan ederek, daha fazla örselenmeden ve güç kaybetmeden seçimlere gitmenin uygun olacağını düşünerek erken seçim kararı almış oldu. Laiklik savunucusu geçinenlerin, Cumhuriyet Mitingleri düzenleyenlerin boy hedefi haline getirdikleri AKP, irticacı yönlü okları bertaraf etmek için, ‘bölücü’ kozunu kullanarak, hedef daraltmaya ve ‘düşmanları’ ile diyalog yolu bulmakta gecikmedi. Kürt sorunun generallere ve onlarla can ciğer kuzu sarması olan CHP, MHP ve diğer partilere teslim eden AKP, IMF ve DB’nın ekonomik yaptırımlarına bağlı, AB ve ABD’nin ekonomik, siyasi ve askeri tahakkümüne sadakatli bir işbirlikçi olarak yol almak üzere yeniden birinci parti olmak üzere seçim çalışmalarına koyulmuş bulunuyor.
Başta AKP olmak üzere tümü de ırkçı ve şoven olan burjuva partiler, seçim kararının alınmasından hemen sonra ilk iş olarak bağımsız adayların önünü kesmeye yönelik yasal ve fiili engelleri el birliği ile inşa etmek oldu. Genelkurmay tarafından uyarılan ve ona uygun hareket eden tüm partiler, Kürt sorunu, inanç ve vicdan özgürlüğü sorunu, emek ve demokrasi talepleri karşısında, ‘sağlam devlet partileri’ ve askeri vesayete evet dedikleri bir yarış içinde bulunuyorlar.
Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin iradesinin TBMM’deki temsiliyetinden korkan AKP ve diğer gerici, ırkçı ve şoven partiler, DTP, EMEP ve diğer demokrasi güçlerinin ortak hareket ederek, milletvekili çıkarma olanağı bulunan illerde seçimlere bağımsız adaylarla girecekleri yönlü gelişmeleri fark ettikleri andan itibaren, TSK ile kafa kafaya vererek, yeni engellemeler, anti demokratik uygulamalar ve fiili saldırılar için atağa geçtiler. Bölgede sürün çatışmalar, devam eden askeri yığınak, sınır ötesi operasyon hazırlıkları, Tampon Bölge hesapları, boşaltılan yerleşim birimleri, ablukaya alınan alanlar ve diğer askeri tedbirlere paralel olarak, AKP, CHP, DP, MHP, GP ve benzeri tüm partiler de Kürt halkını, Bin Umut adaylarını, eşitlik ve kardeşlik isteyen demokrasi güçlerini hedefe koymuş bulunuyorlar.
TBMM’nin kısa sürede toplanarak ve tüm partilerin bileşimi ile, bağımsız adayların ortak oy pusulasında yer almalarını sağlaması ve diğer bir dizi gelişmenin tüm burjuva gerici partilerin mutabakatı ile gerçekleşmesi ne denli güçlü bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Kürt halkına yönelik saldırıların bununla da sınırlı kalınmayacağı takip eden saldırı ve gelişmelerle ortaya çıkmış bulunuyor. Bölgeye sevk edilen askerlerin, silah, tank ve top sevkıyatının, F-16 uçuşları ve bombalamaların, Şırnak, Siirt ve Hakkari bölgesinin askeri abluka altına alınmış olması, sınır ötesi operasyon hazırlıklarının sürmesi, içeride giderek şiddeti artan çatışma ve operasyonların sürmesi, DTP’ye ve Bin Umut adaylarına yönelik saldırgan ve hakaret yüklü açıklamalar, Tunceli’de yaşandığı gibi tankerle karakola “faili mechul” saldırıların gerçekleşmesi ve diğer bir dizi felaket, 22 temmuz yaklaştıkça saldırıların daha da artacağını gösteriyor.
Kürt halkının Bölge’de göstereceği ulusal uyanış ve ortak tutum ile, Türkiye’nin dört bir yanında bağımsız adaylar ve EMEP’in seçimlere girdiği yerlerde ortaklaştırılarak yükseltilecek mücadelenin güç kazandıkça saldırılar artarak devam edeceği tahmin edilebilir. Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin güçlü bir gurup ve bileşimle TBMM’ye girecek olması daha şimdiden egemen güçleri, inkarcı ve şoven çevreleri rahatsız ediyor.
Gelişmeler karşısında partilerin ve özellikle AKP’nin duruşunun açıklama ve tutumunun “gevşek” bulunduğu,Genelkurmayın Başkanı Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül’ü Karargaha çağırarak yaptığı görüşmeden de anlaşılmaktadır. Bu görüşmeden sonra başbakan Erdoğan’ın bağımsız adaylara karşı ve DTP’ye karşı daha saldırgan bir tutum sergilemesi dikkatlerden kaçmadı.
Genelkurmay Karargahı’nda yapılan görüşmeden önce, bağımsız adaylarla bir koalisyon kurup kurmayacağı yönlü soruya, “Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin gelmiş olduğu bir çizgiye gelmiş bir partiyle bizim koalisyon kurmamızdan daha tabii bir şey olamaz” diyerek koalisyon tartışması başlatan başbakan Erdoğan’ın Genelkurmay Karargahındaki görüşmeden sonra, “bağımsızlara oy vermeyin” çağrısı yapması, DTP’yi ‘ırkçı parti” olarak nitelendirmesi ve hemen tüm mitinglerde hakaret içiren bir üslup kullanması, Baykal ve Bahçeli ile Kürt halkına karşı saldırıda yarışa girmesi, önümüzdeki günlerde dozu artarak devam edecek saldırı ve provokasyonların habercisidir.
Ancak gelişmeler ve hayat gerçeğin galebe çalacağını gösteriyor. Tüm gelişmeler bu yöndedir. Emek ve demokrasi güçlerinin seçimlerden güçlenerek çıkacağı şimdiden görülüyor. Türkiye tarihinde yaşanan TİP ve DEP dönemindeki TBMM temsiliyeti, bu defa daha farklı koşullarda ve farklı boyutlarda yaşanacaktır. Hem sınıfın devrimci partisinin sürece daha aktif müdahalesi, hem Kürt demokratik hareketinin göstereceği kararlı ve kapsayıcı tutum önümüzdeki süreçte belirleyici önemde olacaktır.