“Stalin ve Sovyetler Birliği Kriminalize Edildi”

Başkanı olduğunuz Karl Marx Topluluğu hakkında bilgi verebilir misiniz?

Karl Marx Topluluğu, 1989 yılında kuruldu. 1500 aşkın üyesi var. Ayrıca Dialektika adında bir dergi çıkartmaktadır.

Karl Marx Topluluğu’nun hedefleri neler?

Macaristan’da trajik koşullara sahibiz…

Macaristan Komünist İşçi Partisi ile İşçi Partisi 2006[1], Avrupa Sol Partisi’nin üyesi oldular. Eski İşçi Partisi, şimdiki Macaristan Komünist İşçi Partisi, sağa destek veriyor. İşçi Partisi 2006 ise, Macaristan’ın faşist bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu tespit ederek Macaristan Sosyalist Partisi’yle[2] işbirliği yapması gerektiği sonucuna vardı.

Ülkemizde oldukça az sayıda Marksist aydın bulunmaktadır. Bunların çoğunluğu da Karl Marx Topluluğu içinde yer alıyor. Karl Marx Topluluğu, programında, Macaristan’da yeni bir komünist parti kurulması gerektiği saptamasını yaparak, kendisini komünist olarak niteleyen veya böyle olduklarını iddia eden partilerle ilgili düşüncelerini açıklamış oldu. Karl Marx Topluluğu, görevinin, bilimsel çalışmalarla bir komünist partisi programını hazırlamak olduğunu düşünüyor. Bilimsel atölyelerimizde Marksist-Leninist bir parti programının hazırlık çalışmalarını başlatmış durumdayız.

Bu çalışmamızla, tabii ki, tüm komünistleri ve komünizme sempati duyan herkesi etkilemek, kucaklamak istiyoruz; özellikle de Karl Marx Topluluğu’nun da üyesi olan İşçi Partisi 2006’nın üyelerini. Karl Marx Topluluğu’nun ikinci başkanı olan Adam Wirth, İşçi Partisi 2006’nın baş ideologudur. Buradan da, Karl Marx Topluluğu içinde sert politik ve ideolojik tartışmaların yaşandığı sonucunu çıkartabilirsiniz. Bu sert tartışmalar, genellikle, SBKP 20. Kongresi’nin sonuçları, Kruşçev’in rolü vb. ile ilgili. Sovyetler Birliği’nde sosyalist geçmişin değerlendirilmesi, Sovyet tarihi ve Stalin’in rolü üzerine tartışıyoruz.

İki yıl boyunca Avrupa Sol Partisi’nin anlamı ya da anlamsızlığı üzerine gereksiz tartışmalar sürdürmek zorunda kaldığımız için, aklı başında bir iş yapamadık. Avrupa Sol  Partisi adındaki yeni oluşumla ilgili tartışma, bu oluşumun, Karl Marx Topluluğu gibi küçük bir topluluğu bile nasıl böldüğünü ortaya koydu. Ve sadece Macaristan’da değil; Avrupa Sol Partisi adındaki bu oluşum tarafından Avrupa çapındaki işçi hareketi bölünmektedir.

İster bu oluşumla ilgili, isterse değişik alanlardaki diğer tartışmalar göstermektedir ki, işçi hareketinin dağılmasının ana nedeni SBKP’nin 20. Kongresi’nde yatmaktadır. Stalin ve Sovyetler Birliği resmen kriminalize edildi. 20. Kongre kararlarının işçi hareketini nasıl parçaladığını, atomize ettiğini en azından Macaristan’da kendi deneylerimizle yaşadık.

Hiç şüphesiz, bu durum, bizim çalışma olanaklarımızı da darlaştırdı, darlaştırıyor. Paramız, alt yapımız ve kitlesel etkimiz yok. Zaten az olan enerjimizi nereye harcayacağımız konusunda çok dikkatli olmak, çok iyi düşünmek zorundayız. Yoğunlaşacağımız ana konuları doğru bir şekilde tespit etmek durumundayız.

Yayın organımız Dialektika’da Sovyetler Birliği’nin gerçek tarihi, Stalin’in gerçek anlamı gibi konulara yoğunlaşıyor ve işçi sınıfını bölen, atomize eden bu konuları ele alıp, aydınlığa kavuşturmaya çalışıyoruz.

Bir örnek vermek istersek: Ruslar, Sovyet tarihinin açıklığa kavuşturulması için yoğun bilimsel çalışma yapıyorlar. Marksistler arasında bile, Kızıl Ordu’nun başlangıçtaki başarısızlıklarının Stalin’in bu konuda uzmanların verdiği bilgileri dikkate almamasından kaynaklandığı düşüncesi yaygın durumda. Birkaç yıl önce bir Rus araştırmacının Sovyet askeri arşivleri ve orijinal belgelere dayalı araştırmasının sonuçları yayınlandı. Bu araştırmacı, uzmanların verdiği bilgilerin dikkate alınmadığı görüşünün doğru olmadığını tespit etti.

Sovyet Genelkurmayının kararlarını alırken hangi olanaklara sahip olduğunu, Alman ordusunun yanlış bilgilendirme ve propagandasını dikkate alarak karşılaştırdı ve Sovyet Genelkurmayının çalışma biçiminin alternatifi olmadığı sonucuna vardı. Rus araştırmacı bu konuda ilginç bir makaleyi de kaleme aldı. Biz de bu makaleyi dergimiz Dialektika’da yayınlamak istedik. Ancak Topluluğumuz içindeki Menşevikler, iki yıl boyunca bu yazıyı yayınlamamızı engellediler.

Elbette burada söz konusu olan, Stalin döneminin hiç eleştirel değerlendirilemeyeceği meselesi değildir. Ancak, 20. Kongre’nin bu dönemi kriminalize ettiği gerçeği ortaya konulmalıdır. Ve Sovyetler Birliği’nin, kendisini savunmaya zorlayan ve aslında toplumsal geri kalmışlıktan kaynaklanan koşulları dikkate alınmadan, Stalin döneminin mahkum edilmesinin yanlışlığı açıklığa kavuşturulmalıdır. Öte yandan, sosyalizmin çok önemli kazanımları göz ardı edildi. Baskıların rolü ve anlamı devasa ölçülerde abartıldı, dahası istatistikler çarpıtıldı. Şimdilerde, komünist olmayan tarihçiler de, Kruşçev’in Stalin döneminde tutuklu kamplarında bulunanların sayısını iki kat fazla yansıttığını söylemektedirler. Kısacası, tarihi gerçeklere geri dönmeliyiz; dolayısıyla bu sorunlara açıklık getirmeliyiz.

Günümüz Macaristan’ında toplumsal bilinç oldukça zayıf. Bu nedenle, ateşi söndürmemek, korunu korumak istiyoruz. Şimdikinden çok daha fazla sivil örgüt ve partiyle çalışmak zorundayız. Örneğin bazı üyelerimiz Macaristan’daki ATTAC topluluğunun bilimsel konseyi içinde de çalışmaktalar. Söz gelimi İlerici Güçler Forumu adında tüzel bir statüsü olmayan bir yapı var. Bunun içinde, önemli toplumsal konularda farklı düşüncelere sahip olduğumuz insanlarla tartışmalar sürdürüyoruz. Son olarak, liberalizme karşı tavır alan ekonomi uzmanlarıyla bir buluşma gerçekleştirdik. Bu arada daha  zayıf olan başka sivil örgütlerle de ortak çalışmalar yapıyoruz.

Bildiğiniz gibi, 15 Şubat 2003’te dünya çapında Irak ve Afganistan’a yönelik saldırılara, sürdürülen savaşlara karşı yapılan gösteriye 12 milyon kişi katıldı. Macaristan’da da 40 bin kişi savaşı protesto etti. Bu, ülkemizdeki ilerici güçler açısından önemli bir eylemdi.

İki cephede birden mücadele etmekteydik. Bir yandan savaşın toplumsal kaynağına dikkat çekerek Afganistan ve Irak’taki saldırıları protesto ederken, diğer yandan milliyetçi, faşist ve antisemit (Yahudi düşmanı) grupların aramıza sızmamasına dikkat etmek zorundaydık. Buna rağmen eyleme katılanlar arasında milliyetçiler oldukça fazlaydı. Mitingde önderliği ele geçirmeye, yönetimini üstlenmeye kalkıştılar.

Demek istiyorum ki, Macaristan’da Marksist, sol hareket oldukça zayıf. Hatta ciddi bir hareketten söz etmek bile olanaksız. Sayı o kadar küçük ki, insanlar, değişik örgütlerin toplantılarından toplantılarına koşuyorlar. Toplantılarda buluşanlar aşağı yukarı hep aynı insanlar. Karl Marx Topluluğu, Sosyalist Parti’nin sol kanadıyla birlikte Macaristan Antifaşist Birliği’ni oluşturmak için girişim başlattı. Sağın içinde de anti-faşistler olmasına rağmen (her sağcı faşist değil nitekim), başlattığımız hareket oldukça dar bir kesimi kapsıyor.

Macaristan’da gerçek bir komünist partisinin olmaması en büyük  trajedi. Olup biteni net gören, ileri ve geniş bakışlı bir örgüt olmadığı için güçlü ve en geniş kitleleri kucaklayan bir hareketin örgütlenmesi de oldukça zor.

Genç antifaşistlerinin çoğunluğunu ise anarşistler oluşturuyor. Onları Marksizm ve Marksist dünya görüşüne yaklaştırmak oldukça zor. Genç antifaşistler, anarşist oldukları için, kendilerini Macaristan’daki diğer antifaşist güçlerden yalıtıyorlar. Örneğin şimdiki faşist girişimlerde anarşistler de yer alıyor, destek veriyor. Hükümete yönelik protestolarda onlar için önemli olan, yalnızca hükümetin protesto edilmesi. Sağın egemen olduğu hükümet karşıtı bu hareketin kapitalist bir hareket olduğunu göremiyorlar. Bu hükümeti faşizme karşı korumaya hazır değiller. Faşizmin büyük bir tehlike olduğunu kavrayamıyorlar.

Macaristan’da faşizm tehlikesi ne boyutta, belirtileri neler?

Önce bu durumun nedenleri üzerine konuşmak zorundayız. Macaristan’daki sistem değişikliğinin, 1929’daki ekonomik krizden çok daha büyük yıkımlara yol açtığını belirtmek gerekir. En büyük farklardan birisi, örneğin, işlerini kaybedenlerin çoğunun tekrar iş bulamamış olmaları.

80’li yılların sonunda, yüksek gelirlerle düşük gelirler arasındaki oran dörtte birdi. 90’lı yılların sonunda, sekiz ya da onda bir oldu. Şimdilerde işsizlik oranı, resmi rakamlara göre yüzde 7. 1993 yılında yüzde 12’ye erişmişti.

Bugün kayıtlı işsizlerin sayısı resmi rakamlara göre 400 bin. Ne var ki, bizde kayıt dışı ekonomi oldukça büyüktür. Yaklaşık 800 bin kişinin kaçak çalıştığı tahmin ediliyor.

Kayıt dışı ekonomi Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla’nın yüzde 20-25’ini oluşturduğu için, gerçek durumu ve eğilimleri kesin bir şekilde saptamak pek mümkün olmuyor. Ekonomik bakımdan aktif olanların sayısı yaklaşık 4 milyon civarında. Kayıt dışı ekonomide istihdam edilenlerin sayısı da 2,5 milyon olarak tahmin ediliyor.

Macaristan’da faşizm tehlikesiyle ilgili sorunuza gelince, ilk neden, çoğunluğun yaşam koşullarının kötüleşmiş olması. İkinci neden, devlete ait üretim araçlarının büyük bir kısmının yabancı tekeller tarafından satın alınması, yani özelleştirme. Şimdilerde üretim araçlarının ezici çoğunluğu, yabancı tekellerin elinde bulunuyor. Macaristan’da güçlü bir kapitalistler sınıfı yok. (Tabii ki, bu, bizi üzen bir durum değil!) Bugün Macar kapitalistlerinin varlığı bile tehlikede. Onlar, uluslararası büyük sermayenin eline teslim edilmiş durumda. Bu, ülkedeki güçlü yabancı düşmanlığının nedenlerinden birisidir.

Bu iki olgu (çıkmaza sürüklenen Macar kapitalistleri tabakasıyla, lümpen proletaryanın saflarına itilen emekçiler) popülizmin temellerini oluşturuyor. Sağ parti (FIDESZ), bu iki tabakaya yaslanıyor politikasını oluştururken. Kitle tabanını burada buluyor.

Hükümete yönelik son eylemlerin ana örgütleyicisi olan FIDESZ faşist bir parti mi?

Başkanı Viktor Orban’ın birçok alanda Berlussconi’nin metodlarını taklit ettiği, tavsiyelerini yerine getirdiği, FIDESZ’in iliklerine kadar gerici bir parti olduğu çok açık. Birkaç yıl önce, koalisyon yaptığı şu iki partiyi ele geçirdi: dinci popülist Küçük Köylü Partisi ile açık faşist, antisemit ve ırkçı Macaristan Gerçeği ve Yaşamı Partisi (MİEP). Aleni veya gizli, bazılarını kendisinin kurduğu faşist ve aşırı milliyetçi örgütlerle ortak çalışıyor. Mali sermayeyle çok iyi bir ilişkisi var, ama aynı zamanda pervasız bir demagojiyle küçük burjuva ve lümpen tabakaları kendine çekiyor. Yöneticileri faşist ya da faşizme çok yakın olan kişiler. Üyelerinin önemli bir bölümünü de (hepsini değil) faşistler oluşturuyor. Nasıl bir politika sürdüreceğini, ulusal ve uluslararası güçler dengesi belirleyecek. Sloganları ve sosyal demagojilerine bakıldığında, kuşku götürmez bir şekilde faşist partileri hatırlatıyor.

Özelleştirmeye karşı tavrı nasıl?

FIDESZ, prensip olarak, özelleştirmeye karşı değil. Bir yandan özelleştirmeye destek verirken, diğer yandan, diğer partilerin özelleştirme kararlarını protesto ediyor. Halkın özelleştirmeyi reddeden tavrını parti politikası açısından kullanıyorlar yani. FİDESZ, hükümetteyken, kamu mülkiyetini kendi çıkarları için kullandı. Belli bir özelleştirmeye karşı çıktığı durumlarda da, özel ellere geçecek olan bu araçları artık eline geçiremeyeceği fikriyle aslında hareket ediyor.

Hükümetteyken hastaneleri özelleştirmek istedi. Muhalefete geçince, özelleştirilmiş hastanelere karşı, eski İşçi Partisi’nin de destek verdiği bir halk oylaması örgütledi!

FİDESZ hükümetteyken, yabancı sermayeyi ülkeye çekmek için yabancı yatırımcılara o kadar olağanüstü ve aşırı imtiyazlar tanıdı ki, Avrupa Komisyonu tarafından bile ihtar aldı!

Kitleler ise, özelleştirmeyi yabancı sermayenin iktidarı ele geçirmesi olarak değerlendiriyorlar. Normal bir işçiyse işyerini kaybedeceği için özelleştirmeye karşı çıkıyor (özelleştirmeler sonrası hemen hemen her defasında işten atmalar olmuştur). Ama bu şekilde düşünen işçilerin sayısı oldukça az.

İşçiler, protestolarında, sol güçlere yaslanabileceklerini düşünmüyorlar. Ülkemizde güçlü bir antikomünist hava egemen olduğundan, işçiler, protestolarında sola dayanmayı akıllarına getirmiyorlar.

Anlaşılan Macaristan’da antikomünizm çok güçlü. Neden böyle?

Macaristan’da antikomünizmi yaymaya yetecek güçte bir parti var ve bu parti de bunu yapıyor. Macaristan Sosyalist İşçi Partisi’nin devamı olan Macaristan Sosyalist Partisi de komünizmle arasına sınır koyuyor. Bu partinin yöneticilerinin çoğunluğu; fabrika müdürleri, parti ve sendika yöneticileri vb., özelleştirmelerin en büyük destekçileridir, bunlar kapitalistleştiler.

Bir başka gerçek de, Macaristan’da, sistem değişmeden önce de güçlü bir antikomünizmin olmasıydı. Hatta bizde antikomünizmin köklerinin1919 yılına kadar gittiğini söyleyebiliriz. Sovyetler, Kızıl Ordu hiçbir zaman gerçekten kurtarıcı olarak görülmedi. Bunun bir nedeni şüphesiz, Macaristan’ın savaşta Nazi Almanya’sının yanında yer almasıydı. Bu durum belli korkulara neden oldu.

Ülkemizde demokrasi geleneği zayıf gelişti, ama bunun karşısında kilisenin etkisi çok güçlüydü. Özellikle kırsal kesimde yarı feodal ilişkiler egemendi. Bir örnek verecek olursak: toprak reformu komünistler tarafından gerçekleştirildi, ama kurtuluştan bir yıl sonra, 1946 yılında yani, açıkça anti-komünistlik, anti-sovyetlik yapan gerici Küçük Toprak Sahipleri Partisi oyların yüzde 57’sini aldı!

Köylüler kolhoz sisteminden korkuyorlardı, toprakla birlikte kadınların da ortak mal olacağı şeklindeki anti-komünist propagandadan etkilenmekteydiler. Bazı yerlerde komünistlere yönelik katliamlar dahi gerçekleştirildi. Bu katliamları gerçekleştirenler bugün kahraman ilan edildiler!

Komünist karşıtı bir ortamın hissedilmediği hiçbir dönemi hatırlamıyorum. Bu açıdan, 1956’daki olay, buz dağının tepesinden başka bir şey değildi. Olayların birinci gününde bir düzine Sovyet tankı tahrip edildiğinde, sokaklarda coşkulu kutlamalar yapıldı. Sanırdınız ki bir devrim oluyor! Ancak Kádár, yatırımlar için ayrılan parayı halka dağıttıktan sonra ortalık sakinleşti. Ülke borçlandı ve IMF’nin ağır mali koşulları sistem değişikliğini hazırladı.

Ülkenizin politik geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Macaristan bugün AB üyesi bir ülke. Maastricht ruhuyla Brüksel’den dayatılan ve olağanüstü yüksek bütçe açığını azaltmayı öngören kısıtlayıcı önlemler, politik koşulları destabilize ediyor, halkta geniş tepkilere yol açıyor. Faşist unsurlar bu durumu istismar ediyorlar, kesintisiz bir şekilde sosyalist-liberal hükümet koalisyonuna saldırıyorlar. Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz Ekim ayında tehlikeli, Vandalizm boyutuna erişen bir kalkışma örgütlediler. Sözüm ona “kitleler” televizyon binasını bastı; bu yığın her şeyi parçaladı, yollardaki arabaları yaktı. Şimdilerde ortalık sakin olmasına ve hazırlanan faşist darbe püskürtülmesine rağmen, yangın her an yeniden alevlenebilir. Fiyat artışları, hastanelerin kapatılması, her doktor muayenesi için zorunlu kılınan muayene ücreti vb., halkı öfkelendiriyor. Diğer yandan; futbolcu Ferenc Puskás’ın cenaze töreni için 180 milyon Forint harcandı (bunun 60 milyonunu devlet üstlendi), hırsızlık ve yolsuzluk inanılmayacak boyutlara ulaştı, giderek daha arsızca hareket eden kiliselere yeni servetlerin aktarılması kararlaştırıldı… İşte bütün bu gelişmelere baktığımda, geleceğin daha nelere gebe olduğunu bilemeyeceğim. Ama parti olmaksızın halimizin harap olacağı kesin.



[1] Ülkede iki “komünist” partisi bulunmaktadır; biri, eski revizyonist partinin (Macaristan İşçi Partisi) devamı olan Macaristan Komünist İşçi Partisi (Başkanı Gyula Thürmer), diğeri, bu partiden ayrılanların oluşturduğu Macaristanlı İşçi Partisi 2006. Sonuncu partiye üye olanların bir kısmı, “Karl Marx Topluluğu”nun da üyesidir. –Ö.D.

[2] Janos Kadar’ın başkanlık ettiği bu parti, 1989’a kadar varlığını sürdürüyor. 1990’dan itibaren, 1948’de Sosyal Demokrat Parti ile Komünist Parti’nin birleşmesinden meydana gelen bu partiden yine iki parti çıkıyor: Macaristan Sosyalist Partisi (Gyula Horn ve diğerleri; bu sosyal demokrat parti şimdi hükümette) ve Macaristan İşçi Partisi (Munkáspárt). Gyula Thürmer’in başkanlığında bu sonuncu parti sonradan adını değiştiriyor (1989 olayları üzerine tartışmalarının ardından) ve Macaristan Komünist İşçi Partisi adını alıyor. 2005’in sonlarına doğru ise, bu partide bir bölünme yaşanıyor. Sayıları 300 ila 400 diye belirtilen bir grup üye Macaristanlı İşçi Partisi 2006 adında bir parti kuruyor. –Ö.D.

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑