Belge-Berktay tartışması: Marksizm düşmanlığında birlik

Liberal solun iki yazarı Taraf gazetesinde, belirli bir çevrenin de gündemi haline gelen bir tartışma sürecini geride bıraktılar. Birçok konuda anlaştılar, ayrıntılarda takıldılar.

‘Askeri vesayet rejimi’ne karşı ‘mücadeleyi’ temel halka olarak belirleyen Taraf gazetesinin bel kemiği sayılabilecek bu yazarların derdi neydi? Serbest piyasa reformları, özelleştirmeler, uluslararası tekellerin serbest ticaret dayatmaları? Hayır, burada bir anlaşmazlık yoktu. İkisi de, bazı küçük şerhler koysalar da, sonuna kadar ‘anti-devletçi’ydi. Askeri vesayete karşı mücadele, AKP’nin ‘demokratikleşme’ çabaları, ‘bürokratik oligarşi’nin tahtından indirilmesi… Heyhat, coşkuyla desteklediler… Sosyalizmin kazanımları, tarihsel deneyimleri, işçi sınıfı ve ezilen hakların antiemparyalist, antikapitalist kalkışmaları? Düşmanlıkta kol kola idiler. Ne oldu? Sorun, problem neydi? Ortada paylaşılamayan ne vardı? Askeri vesayetin son çırpınışları devam ederken, Berktay’ın deyimiyle demokrasi karşıtı güçlerin yeni bir blok oluşturma çabası varken, nereden çıktı bu tartışma?

Öncelikle, kısa bir not düşülmesi faydalı olacaktır. Halil Berktay, Marksizmin ilerici-gerici, ezen-ezilen ulus, sınıf mücadelesi, sınıf iktidarı vb. kavramlarının Kürt hareketini değerlendirmede yanlış sonuçlara neden olduğunu ‘Solun hayal perdesi ve reel Kürt hareketi’[1] başlıklı köşe yazısında ifade ediyor. Bunu kanıtlamak üzere, sosyalizmin tarihsel olarak bittiğini, artık insanlığın önünde sosyalist bir seçeneğin bulunmadığını iddia ediyor. Tartışma da buradan başlıyor. “Sosyalizm bitti mi?” “Zamanında neden sosyalist olmuştuk?” “Sosyalizm nedir?” “Gelecek sosyalizm ile ‘eski’ sosyalizm arasındaki ilişki” vb. – birçok mesele tartışmanın kapsama alanına giriyor. Belge’nin ‘rahat’ dili, Berktay’ın üsten, her şeyi bilen ve herkesi bir çocuk gibi azarlayan üslubuyla tartışma ilginç bir hal alıyor.

Berktay ve Belge “sosyalizm tartışmasını hiç bırakmadılar ki” denilebilir. Evet, bir ölçüde doğrudur. Berktay da zaten Benim yirmi küsur yıldır uykularım kaçıyor bu iç hesaplaşmalarla. O yüzden, Marksizm, sosyalizm ve uluslararası komünist hareket tarihine post-mortem notları düşüp duruyorum.[2] demektedir. Buna rağmen; liberal sol içinde böyle bir tartışmanın bugün yapılıyor olması için bazı koşullar daha uygun hale gelmiştir:

Birincisi; liberal solun cansiperane bir şekilde AKP’yi, onun ‘askeri vesayete’ karşı mücadelesini, ‘demokratik’ açılımları ve resmi ideolojiyle ‘didişmesini’, mesela 12 Eylül’ü ‘yargılamasını’ destekleyen döneminin sonuna gelindiği söylenemese de, bu fikrin saflarında eski kalabalığı ve etkinliği bulmak mümkün değil. Çünkü, belki 2-3 sene önce Genelkurmay’la karşı karşıya gelen, Danıştay’ın kapatmaya çalıştığı, Kürt açılımı yapan ve bir ölçüde Kürt kamuoyunu da gözeten bir dil kullanan AKP dönemi kapanmıştır. Bütün diğer mücadele ve çatışmaları örtmeyi amaçlayan sözde asker-sivil karşıtlığı büyük ölçüde aşılmıştır. Artık, AKP, Kürt açılımını kapatan, KCK operasyonlarıyla sadece BDP’liler değil tüm muhalif kesimler üzerinde baskı kuran, basın özgürlüğünü ayaklar altına alan, farklı fikirlere karşı kin kusan, dindar bir gençlik hedeflediğini söylemekte beis görmeyen bir AKP’dir. AKP’nin liberal solculardan aldığı destek devam etmekle birlikte giderek daha çetrefilli bir hale gelmektedir. Bu nedenle Taraf ve onun iki önemli yazarının, sağcısından solcusuna, Ateist’inden Müslüman’ına kadar herkesin neden AKP’yi desteklemesi gerektiği üzerine teoriler ürettiği coşkulu dönemin genel olarak son bulduğu söylenebilir (Bu, hâlâ böyle çabaların olmadığı anlamına gelmez).

İkincisi; AKP’nin görünüşte egemen statükoyla mücadele ettiği fikri yerini AKP’nin yeni bir statüko oluşturduğu ve ‘iktidar ama muhalefet’ durumundan tam anlamıyla iktidar durumuna geldiği düşüncesine bırakmaktadır. Bu, bir dönem AKP’nin sözde muhalif pozisyonuyla yedeklediği aydınlar arasında bir bölünmeye, AKP’ye karşı güvensizliğin artmasına yol açmaktadır ki; hala AKP’nin dümen suyunda seyreden aydınlar arasında bile ölçülü bir eleştirellik gözlenmektedir. Başbakan’ın Ahmet Altan’a dava açması, Star gazetesinin Mehmet Altan’ı işten atması, bu ‘bir gözü dışarıda’ eleştirelliğin sonucudur. AKP’nin hala desteklenmesi gerektiği fikrinde farklı tonlar ve yaklaşımlar, yukarıda ifade edilen ‘coşkulu’ dönemin de son bulmasıyla öne çıkmış, karşı karşıya gelişler artmıştır.

Üçüncüsü ise; ekonomik kriz, krizin yükünü üstlenmemek üzere yükselen işçi ve halk hareketi, kapitalizmin giderek sorgulanır hale gelmesi ve alternatif bir sistem arayışının aydınlar ve emekçi sınıflar içerisinde artması, sosyalizmi, liberal sol içinde de yeninden tartışılır hale getirmiştir. Bu, kapitalizmin çelişkileri, yoksulluk, işsizlik, kriz, baskı ve sömürü gibi kapitalizmin kaçınılmaz sonuçlarına karşı bir çıkış arayışı değil, tersine bu arayışa giren emekçi ve aydınlar karşısında ön kesici ve yönlendirici bir tartışma niteliğini taşımaktadır. Liberal sol kendince sosyalizmi ‘mahkum eder’ ya da ‘eski’ sosyalizm eleştirisi üzerinden kapitalizmin sınırlarını aşmayacak bir ‘sosyalizm’ tarif ederken sosyalizm güçleri karşısında ideolojik hegemonya mücadelesi vermektedir.

Belge ve Berktay elbette ‘özgür’ bireylerdir! Ne zaman neyi tartışacakları konusunda özgür olduklarını söyleyebilirler. Hatta, bu değerlendirmeyi en basit bir ‘bilimsellik’ gündeme geldiğinde ifade ettikleri biçimde ‘determinist’ de bulabilirler. Ancak, bahsedilen, bu iki yazar açısından bir mutlaklık ya da bir zorunluluk değil, bir siyasal ve ideolojik ortamın yol açtığı eğilimlerdir. Bu eğilim bir yana, liberal solun fikri sosyalizm düşmanlığı olduğu sürece zikri de buna uygun olacaktır. Özetle, yukarıda ifade edilen koşullar söz konusu iki yazarla sınırlı değil, liberal sol içindeki AKP’ye yönelik sınırlı eleştirelliğin farklı tonlarıyla alakalıdır.

Bu makalede, Belge ve Berktay arasındaki tartışmanın ağırlıklı olarak Belge “tarafı”nı, Belge’nin görüşlerini ele alacağız. Berktay’ın sosyalizm anlayışı ya da gerçeklerin tahrifine dayalı düpedüz sosyalizm inkarcılığı ve düşmanlığıyla bilim dışı tarihçiliği üzerinde ayrıca durulacak, ancak, bu makalede de Berktay’ın görüşlerine tartışmanın seyri gereği değinilecektir.

SOSYALİZM DENEYİMİ ÜZERİNE

Sosyalizmin ne olduğu ya da ne olmadığı Belge-Berktay tartışmasının temel konularından birisini oluşturuyor. Ancak, iki yazar buraya gelmeden önce bir mutabakat zaptı imzalıyorlar. Berktay’a göre, “Sovyetlerin çöküşüyle komünizm tarihsel olarak bitti. …Giden, sosyalizmin şakası veya karikatürü değil, ta kendisiydi.[3]

Belge de sosyalizm deneyimini proletarya adına diktatörlük[4] olarak tanımlıyor: “Şimdi bunları kimse vaat etmez (vaat edenler gene olabilir, ama kimseyi ikna edemezler). Bir deneyim yaşanmış ve beklenen sonucu vermediği ayan beyan ortaya çıkmışsa, aynı deneyime bir kere daha kalkışmaya kimseyi ikna edemezsiniz.[5]

Berktay, iddiasını ifrata vardırıyor, ona göre sosyalizm ve Sovyet tecrübesinden alınacak hiçbir olumlu unsur yoktur:

Halka, kitlelere sunacağımız kapitalizm alternatifi ne olabilir? Böyle bir programa (1Sovyet tecrübesinden aktaracağın; (2) teorik bakımdan sosyalizme özgü sayabileceğin herhangi bir olumlu unsur var mı? Siyasî rejim midir, ekonomi midir? Piyasa karşıtlığı mıdır, devlet mülkiyeti midir?[6]

Sosyalist bir toplumun iki temel unsuru; ekonomik sistem (esas olarak sosyalist üretim ilişkileri) ve siyasal sistemdir (proletarya diktatörlüğü). Berktay bu ikisini de reddediyor. Geriye ne kalıyor? Berktay’a göre hiçbir şey. Üretim araçlarının kapitalist mülkiyetine dayanan sömürü sistemi yıkılıyor, yerine, üretim ve dağıtımın halkın ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmesini öngören bir toplumsal düzen, yani sosyalizm kuruluyor. Kapitalizmin, insanlık tarihinde görülmemiş biçimde yol açtığı yıkımlar; yoksulluk, işsizlik, sosyal ve kültürel yaşamdan dışlanma, çalışma yaşamındaki sorunlar, evsizlik, eğitim, sağlık, kadın hakları, çocuk bakımı gibi devasa sorunlar çözülüyor ve sayın Berktay (ve tabii Belge) bu deneyimde faydalanacak hiçbir şey bulamıyor. Neden? Kendisinin de belirttiği gibi, “piyasa karşıtlığı ve proletarya diktatörlüğü” nedeniyle:

Hiç olmazsa şu basit gerçeği idrak edelim artık: Her tekel konumuna karşı piyasanın daha iyi olması gibi, bu parlamenter rekabet de çok daha iyidir.[7]

Berktay, tekel konumu derken, bir yandan toplumsal mülkiyeti, diğer yandan proletarya diktatörlüğünü kastederek, bunların karşısında piyasayı ve burjuva parlamenter rejimi koyuyor.

Evet, Berktay’ın deyimiyle, sosyalizm özünde “piyasaya karşıdır”. Emek gücünün sömürüsü (artı-değerin üretimi) ile meta üretimi, bu metaların pazarda değişimi (artı-değerin gerçekleşmesi) ve tüm meta olmayanların da (daha fazla artı-değer üretme zorunluluğuyla) metalaşmasına dayanan kapitalist piyasa sosyalizmde ortadan kaldırılmış; koşulları oluştukça tümüyle ortadan kalkmak üzere, meta üretim ve değişimi ve dayanağı olarak değer yasasının etkisi sınırlandırılmıştır.

Oysa, Berktay’a göre piyasa özgürlüktür! Birey, piyasada kendini gerçekleştirip zengin olma ihtimaline sahiptir. Fırsatlar dünyası vardır ve bu fırsatları değerlendiren, biraz da şanslı olanlar hızla yükselebilir! Kapitalizm insanlara böyle büyük bir olanak sunmaktadır. Bu olanağı gerçeklik haline getirmek insanların özgür iradesine bağlıdır. Olmuyorsa yine bireyin suçudur. İşsizse birey çalışmamıştır, ya da çalışmasını sağlayacak kadar düşük bir ücrete razı olmamıştır. Yoksulsa yeterince çalışmamış, tasarruflu olmamıştır. Ama piyasa özgürlüktür, fırsatları değerlendirebilenlere sınırsız zenginlik sunmaktadır. Amerikan rüyası da budur!

1930’lu yıllardan kalma bu hür dünya propagandası, Berktay ve Belge için önemli bir temeldir. Yazarlarımıza göre, sosyalizmin, ‘piyasa’ karşıtlığıyla demokrasi karşıtlığı iç içedir. Üretim araçlarının toplumsallaştırılmasıyla, piyasanın sunduğu özgürlük, tercih edebilme hakkı, tüketici seçimi, girişimcilik vb. ortadan kaldırılmıştır. Çok sevdikleri deyimle “kumanda ekonomisi”[8] kurulmuştur. İddialar böyledir. Alternatifleri ise açıktır, sözde bireysel özgürlüklerin temeli olan piyasa ve piyasanın üzerinde yükseleceği kapitalist üretim ilişkileridir.

Oysa, piyasanın baş tacı edilmesinin sonuçlarını milyarlarca emekçi gün be gün yaşamaktadır. Ortada sömürü özgürlüğünden başka bir özgürlük olmadığı açıktır ve açıklamakla vakit kaybetmek gereksizdir. Eğer özgürlükten bahsedilecekse, bu kapitalist mülk edinme ve sömürü özgürlüğüdür!

Berktay ve Belge’ye göre sosyalizm tam da bu özgürlüğü ortadan kaldırdığı için “totaliter, baskıcı ve özgürlük karşıtıdır”. Yazarlarımıza göre, bunlar yoksa gerisi laf-ı güzaftır. Siyasal rejim de demokrasi yokmuş, tek parti diktatörlüğü varmış, temel hak ve özgürlükler kısıtlanmış; bütün bunlar asıl derdi gizlemek üzere gündeme gelen demokrasi havariliğinin kırıntılarıdır.

 

SOSYALİZMİN NİTELİĞİ TARTIŞMASI

İlk konuda anlaşan Berktay ve Belge’nin tartışması bundan sonra başlıyor. Mesele sosyalizmin ne olduğu… Belge’ye göre; “Sosyalizm Marksist-Leninist sıfatıyla yürüyen kolunun iktidardaki performansı, bu düşünce tarzının gerçekten de geri gelemeyecek biçimde tarih sahnesini terk ettiği görüşünde itiraz edeceğim bir şey yok.[9]

Belge, şimdiye kadar ki sosyalizm uygulamalarını reddedip gelecek için başka bir sosyalizmin mümkün olduğunu söylerken, “Bizler insanların eşit ve özgür yaşadığı bir toplumun kurulabileceğine, sömürünün her türlüsünün ortadan kalkmasını sağlayacak bir ahlâkın oluşabileceğine inanıyorduk. Olup biten her şeye rağmen, çoğumuz, buna inanmaya devam ediyoruz. O halde ‘sosyalizm oydu, gitti, bir daha gelmeyecek’ denebilir mi?[10] diye soruyor.

Berktay, Belge’nin sosyalizm tanımlamasını aktardıktan sonra şöyle diyor: “Buna itirazım kısaca şöyle: Bu tavrıyla Murat, sosyalizmin sosyalliği ve tarihselliğini ortadan kaldırıyor; sosyalizmi bir reel pratikler demeti olmaktan çıkarıp (ölçülmesi, sınanması mümkün olmayan) bir ahlâki niyet ve özlemler yumağına indirgiyor. Marksizm materyalistti ve bir praxis vurgusu vardı. Oysa bu yaklaşımda sosyalizmin maddesi ve pratiği gidiyor; sadece ‘ruhu’ kalıyor –ve sosyalizm, pratiğinin değil bu ruhun adı oluyor.[11]

Tartışmanın en azından bir kısmının anlaşılması için alıntıların uzunluğunu göze almak durumundayız. Oya Baydar da Belge’nin gösterdiğine benzer bir ‘duyarlılık’ içerisinde tartışmaya dahil oluyor:

Peki sol nedir? Daha da daraltalım, sosyalizm nedir? Teorik, ideolojik, politik, tarihsel, vb. tanımlara, yorumlara, tartışmalara girmeden: şu yaşadığımız dünyanın ahvalinden, insanların çektikleri türlü türlü acıdan, zulümden, zalimden, şu kurulu düzenden memnun muyum, sorusuna verilen HAYIR cevabıdır sosyalizm. Bu dünyanın değişmesi gereği ve başka bir dünyanın mümkün olabileceği umududur. İnsanın doğayla ve kendisiyle barışık olarak her türlü baskıdan ve sömürüden kurtulmuş, özgür yaşayacağı eşitlikçi, adil, barışçı bir dünya özlemidir. İnsanlığın, eski çağlardan beri süren; dinlerin yeryüzünden gökyüzüne taşıyıp yaşamdan ölüm sonrasına ertelediği büyük ütopyasının bu dünyada gerçekleştirilebilmesi çabasıdır.[12]

a. İdealler ve sosyalizm

Eşitlik ve özgürlük idealleri ilk insan topluluklarından beri insanlığın (elbette tarih boyunca ezilen sınıfların) hasletleri olmuştur. Roma İmparatorluğundaki köle isyanlarından derebeyliklerindeki köylü ayaklanmalarına ve Osmanlı Anadolu’sundaki halk hareketlerine kadar ezilen halk kitleleri, insanların eşit olduğu, baskı ve zorun tüm biçimlerinin son bulduğu bir toplum tasavvur etmiştir.

Bütün bu ‘ideal’ projeleri, insan ‘doğasına’ dair ümitleri ve sömürü düzenine karşı insanların eşit ve özgür yaşadıkları bir dünya özlemini, özlem olmaktan çıkartıp bilimsel bir temelde ele alan Marksizm olmuştur. Elbette, Marksizmin kurucuları Marx ve Engels, “insanlığın kurtuluşu için nasıl bir çözüm bulunur”, “nasıl bir dünya olmalıdır” diye düşünerek bir sosyalizm projesi üretmemişlerdir. Gerek Marksizm öncesi gerek sonrası bu tür projeler zaten epeyce bulunmaktadır. Marksizmin bunlardan farkı, kapitalist toplumu, onun içsel çelişki ve görüngülerini inceleyip tarihsel eğilimleri ortaya koymuş olmalarıdır. İşte bu eğilimler (başka bir deyişle nesnel yasalar), kapitalizmin doğuşundan günümüze tüm temel önermeleriyle geçerliliğini korumaktadır.

2008-2009 Krizi, Avrupa’da borç krizi olarak adlandırılan ekonomik bunalımlar, ekonomik büyümeye rağmen artan işsizlik ve yoksulluk, işçi sınıfı ve sermaye arasındaki durmaksızın süren ve günlük yaşamda çeşitli biçimlerde ifadesini bulan eden sınıf çatışmaları. Bunlar ve daha burada saymakla bitmeyecek örnek, gelişme ve yaşanmışlıklar, hem Marksizmin temel tespitlerinin hem de onun dünyayı yorumlama yönteminin vardığı sonuçların geçerliliğini doğrulamaktadır.

Bu açıdan, bilimsel sosyalizmi; diğer sosyalizm türleri ve ideal toplum tasarımlarından ayıran, onun bugünün toplumunda tohum halinde bulunması; kapitalizmin çelişkileri keskinleştikçe yeniden ve yeniden güncel bir alternatif olarak tarih sahnesine çıkmasıdır. İşte, burjuvazinin bilimsel sosyalizme, onun pratik ve tarihine bitmek bilmez düşmanlığı da bundandır.

19. yüzyılda, Marksizmin ortaya çıkışı ile aşılan projeci sosyalizm ya da ütopik sosyalizmin bugün başka biçimlerde ifade ediliyor olması, ilki kadar masum sayılamaz. “Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi olarak..[13]

19. yüzyılda, kapitalizm, onun yol açtığı sefalet, işsizlik ve acımasız çalışma koşullarına karşı paylaşıma ve adalete dayalı bir toplum hayal etmek, idealist bir felsefeye dayansa da kapitalizme karşı bir tepki ve arayışı ifade ediyordu. Bugün, böyle bir ‘hayal’, olsa olsa pratik gerçeklik ve kapitalist sömürü düzeni karşısında yığınları hayallerle uyutmaya kalkışmak olabilir.

 

b. ‘İdealler’le sosyalizmin toplumsal özününün çarpıtılması

Sosyalizm, yukarıda ifade edildiği üzere, entelektüel bir zümrenin zihninde tasarladığı ideal bir toplumsal düzen değil mevcut kapitalist toplumsal çelişkilerin ve sınıf mücadelesinin koşulladığı gerçek bir harekettir. Sosyalizm fikri, elbette ideolojik ve fikirsel mücadelenin tarafıdır, ama bu mücadelenin zemini işçi sınıfıdır; onun çıkar ve hedefleridir.

Kapitalist toplumsal çelişkilerin somut bir çözümü olarak sosyalizm; üretim ilişkileri başta olmak üzere toplumsal yaşamın tüm alanlarının işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesidir. Burjuvazinin tüm toplum üzerine çöreklenen iktidarının yıkılması ve işçi sınıfının iktidarının kurulmasıdır.

Belge’nin eşitlik ve özgürlük idealiyle sosyalizm fikri arasında kurduğu ilişki ilk bakışta doğru gibi gözükebilir. Şüphesiz, bu ideal ve özlemler sosyalizmin değerleri, sosyalist bir dünyanın ‘pratik’leridir. İşçi sınıfının iktidarı kurulmadan ve sosyalizm zafer kazanmadan bu ideallerin yaşam bulması mümkün değildir.

Ancak, elma ağacı ile elma aynı şey değildir. Sosyalizm de genel bir eşitlik ve özgürlük ideali değildir. Çünkü, böyle tanımlandığında sosyalizm, sınıf mücadelesinin bir sonucu ve işçi sınıfının iktidarı olmaktan çıkarılmış olur. Belge’nin yaptığı tanımlamanın amacı/sırrı tam da burada yatmaktadır. Elbette, yapılan bir niyet okuma değildir. Belge, zaten, sosyalizmden işçi sınıfının iktidarını anlamadığını, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasının sosyalizmin programı açısından bile aceleye getirilecek bir iş olmadığını düşünmekte ve söylemektedir. Sınıf mücadelesini, en azından belirleyici rolünü reddetmektedir. Bu nedenle, yaptığı sosyalizm tanımlaması ile ütopik sosyalizm biçimlerinden kapitalizme karşı genel bir öfkeyi yansıtan alternatif arayışlarına (bu alternatiflerin tamamı kapitalizme bağlanmaktadır) ve anarşizme kadar uzanan bulanık suda avlanmayı tercih etmektedir.

İşte bu bulanık su, sosyalizmin toplumsal özü, onun dayandığı sınıf güçlerini gizlemekte, hem sosyalizmin programı hem de sosyalizm açısından problemli bir durum ortaya çıkarmaktadır. Eğer sosyalizm, genel olarak eşitlik ve özgürlük idealleriyle tanımlanabiliyorsa ve onun özünü sınıf iktidarı, üretim araçlarındaki kapitalist mülkiyetin kaldırılması vb. değil bu idealler oluşturuyorsa; sosyalizm sınıf mücadelesinin konusu olmaktan çıkmıştır.

Bu, yalnızca geleceğin toplumuna dair spekülatif bir tartışma olmaktan çok daha fazlasıdır. Sosyalizmin sınıfsal niteliğinin reddedilmesi, onun bir düşünce sistemine ve ideallere bütünlüğüne indirgenmesi kaçınılmaz olarak kapitalizmin de örtülü bir tanımını içermektedir. Sosyalizm eşitlik ve özgürlük idealinin gerçekleşmesi ise kapitalizm İnsana yer bırakmayan, somut insanı sorunun bir ögesi olarak görmeye yanaşmayan bir zihniyettir.[14] Artık zihniyetlerin dünyasına geçiş yapılmıştır. Sosyalizm mi? Eşitlik ve özgürlük idealidir. Bu idealleri taşıyan insanlar tarafından kurulmalı ve yaşatılmalıdır. Kapitalizm mi? Kapitalizmin çarklarını ‘rasyonel’ biçimde döndürmek dışında bir ‘fikir’ yoktur. [15] Öyleyse mücadele fikirsel olmalıdır; bir idealler mücadelesi. Bu tanımlamada, sınıf mücadelesine, sınıf tahakkümüne ve iktidarına yer yoktur. Varsa yoksa idealler…

Diğer yandan eşitlik idealinin işçi sınıfı ve burjuvazi açısından farklı anlamları vardır. Fransız devrimi başta olmak üzere burjuva devrimler çağından beri burjuvazinin eşitlik ile kastettiği yasalar önünde eşitliktir. İşçi sınıfı içinse “bu istem, ya- özellikle ilk başta, örneğin köylüler savaşında durum budur- apaçık toplumsal eşitsizliklere karşı zengin ile yoksul, efendi ile köle, harvurup harman savuranlar ile açlık çekenler arasındaki karşıtlığa karşı kendiliğinden bir tepkidir; böyle bir tepki olarak o, yalnızca devrimci içgüdünün dışavurumudur ve doğrulanmasını da burada –yalnızca burada– bulur. Ya da burjuva eşitlik istemine karşı, bu istemden az çok doğru ve daha ileri giden istemler çıkaran tepkiden doğmuş bulunan bu istem, işçileri kapitalistlere karşı, kapitalistlerin kendi savları yardımıyla ayaklandırmak için bir ajitasyon aracı hizmeti görür ve bu durumda bu istem, burjuva eşitliğin kendisiyle ayakta durur ve onunla birlikte yıkılır. Her iki durumda da proleter eşitlik isteminin gerçek içeriği, sınıfların kaldırılmasıdır. Bundan öte bir eşitlik istemi, zorunlu olarak saçmadır.[16]

 

c. ‘İdealler’ mi maddi gerçeklik mi belirleyici?

İnsanların ideallere sahip olması iyidir. Hele bir komünist için eşitlik ve özgürlük yalnızca söylem düzeyinde bir ideal değil onun yaşamını şekillendiren temel değerlerdendir. Ama bu ideallerin yaşamdaki karşılığının bilimsel olarak belirlenmiş olması şartıyla. Örneğin özgürlük ideali, bireyin hiçbir toplumsal sorumluluk duymadan dilediği gibi yaşaması olarak tanımlandığında, burjuva bir özgürlükten fazlası ortaya çıkmayacağı gibi; kapitalist toplumun bireyciliğinin zincirleri arasındaki özgürlük yanılsamasından başka bir şey de olamayacaktır.

Sosyalizmin ideallere ve bu ideallerin uygulanmasına indirgenmesi; ideolojik sakatlıklarının dışında, Belge’nin pratik amaçları açısından iki noktada önemlidir.

Sosyalizm, yani bugün dünyada mevcut olmayan bir toplumsal düzen üzerine yapılan bir çarpıtmanın Belge’ye ne faydası olacaktır? Evet, Belge, belki bir burjuva entelektüelidir, ancak oldukça da ‘pratik’tir. Belge’nin yaptığı yalnızca geleceğe dair bir tanımlama değil, bugünü tanımlamak üzere ya da bugünün tanımlamasıyla uyum içerisinde bir modeli ortaya koymaktadır. Belge’ye göre, sosyalizm bir idealler toplumu olduğu gibi, kapitalizm de tersinden bir ‘idealler’ toplumudur. Hegel’in mutlak tininin tüm maddi yaşamı belirlemesi gibi, kapitalist ‘idealler’ de (kâr güdüsü, rasyonalizm vb.) tüm toplumsal yaşamı belirlemektedir!

Dolayısıyla, bu anlayışa göre kapitalizm; burjuvazinin ekonomik alandan başlayarak tüm toplumsal yaşamda egemen olduğu bir toplumsal düzen değil, bir zihniyet ürünüdür. Bu zihniyet maddi gerçekliğin yansıması olmak bir yana, maddi gerçeklik zihniyetin yansımasıdır! Maddi gerçeklikle bağlarını koparmış bir kapitalizmde sınıf mücadelesi, burjuvazinin iktidarı, sömürü ilişkileri vb. yoktur. Marx, Hegel’in diyalektiğini ayakları üzerine dikerken, maddi gerçeklik ve düşünce ilişkisini materyalist bir temele oturturken, Belge iyi niyetli idealler üzerinden bu ilişkiyi tekrar idealizme çevirme gayretkeşliği içerisinde. Hem de Marksistlerin en etkili olduğu alanlardan birisinde; sosyalizm tartışmasında!

Belge, bu yaklaşımıyla kapitalizmin üretim ilişkileri başta olmak üzere maddi gerçeklik tarafından şekillendirilen bir toplumsal formasyon olduğunu gizlemeye çalışıyor. Böylece sosyalizm bir toplumsal devrim ve dönüşüm meselesi olmaktan çıkarak esas olarak düşünsel dünyada (ideallerin hegemonik etki sağlamasıyla) gerçekleşecek zihinsel bir devrim ve bunun toplumsal yaşamdaki bazı karşılıklarına indirgeniyor. Özetle, kapitalist toplumsal ilişkileri kökten değiştirmeden, eşitlik ve özgürlük ideallerinin etkili olduğu bir kapitalizm olarak sosyalizm öneriliyor!

İkinci olarak, idealler üzerinden bir sosyalizm ve kapitalizm tanımı, sınıf mücadelesinin de göz ardı edilmesini getiriyor. “Sosyalizmin somut pratiği nedir”, “sosyalist işçi hareketinin ilk hedefi nedir” sorularının karşılığı ‘eşitlik ve özgürlük ideali’ değildir elbette. Bu ideallerin yaşama geçmesi için işçi sınıfının kapitalist üretim ilişkileri parçalamak üzere iktidarı ele geçirmesi gerekmektedir. Belge, sosyalizm tanımı ve tartışmasında sınıfları, sınıf mücadelesini ve iktidarı tamamen bir kenara bırakıyor. ‘İdeal’ sosyalizminden işçi sınıfı iktidarına, dolayısıyla sınıf mücadelesine yer kalmıyor.

 

d. Postmodernist ‘söylem’ ve Belge’nin idealleri

Belge’nin söyledikleri elbette yeni değil. Neoliberal politikaların egemen olduğu son 30 yılın postmodern ideolojik dünyasında, nispeten yeni zemine ayak uyduran postmodernizmin Marksizm kılıflı tezlerinin Türkiye’deki basit bir versiyonu. Postmodernist ‘Marksistlerin’[17] tezleri ile postmodernist tezler birbirine o kadar yaklaşmıştır ki, postmarksizm denilen akım, post modernizmin bir parçası haline gelmiş, ayırt edilemez olmuştur.

Belge de böyle bir ideolojik atmosferdedir. Benzer, yakın falan değil tam da bu cepheden Marksizme karşı savaşmaktadır. Marksizmin tüm temel tez ve referanslarını reddetmektedir. Yukarıda yapılan tartışmada, Belge’nin, sosyalizmi idealler, kapitalizmi zihniyetler üzerinden tanımlaması da Marksizme yönelik saldırının bir parçasıdır.

Postmodernist ‘Marksistler’in temel argümanlarından birisi; iktidarın, iktidar için mücadele edenleri yozlaştırdığı tezidir. Bu yaklaşıma göre, iktidar için mücadele edilmemelidir. Sosyalizm kurulacaksa bile, bir sınıfın iktidarı ele geçirmesi, iktidarı yıkması, yenisini kurması vb. değil iktidar mücadelesinden uzaklaşarak olmalıdır. Sınıf iktidarından vazgeçildiyse sınıf mücadelesine de gerek yoktur.

Bu akımın temsilcileri açısından, böyle bir mantıksal çıkarıma gitmek de gereksiz. Çünkü zaten, işçi sınıfına özel bir rol biçmek, ontolojik bir hata yapmak demektir! İşçi sınıfına asla olmadığı vasıflar atfetmek, onun diğer özelliklerinin yok sayarak özcü bir yaklaşıma hapsolmaktadır! Postmodernistler, Marksizmi tekçi ve homojen olarak nitelendirerek çoğulcu ve heterojen bir toplumsal muhalefet öğütlemektedirler.

Burada, “postmarksist” tezler tek tek ele alınıp değerlendirilmeyecektir. Konumuz Belge’nin sosyalizm tanımı. Ancak Belge, sosyalizmi ideallere indirgiyorken, Marksizme yönelik uluslararası postmodernist saldırı dalgasının üzerine oturuyor. “Postmarksistler” ve Türkiye’deki başta gelen temsilcilerinden Belge, sosyalizmi ideallere indirgedikleri gibi, idealleri ve ‘söylem’i sınıf mücadelesinin yerine ikame etmişlerdir. Laclau ve Maffie gibi sözde Marksistler, sınıf mücadelesini özcü ve antidemokratik bir yaklaşım olarak kabul edip heterojen bir birlik olarak yerel toplumsal muhalefetlerin iktidar blokuna karşı söylemsel hegemonyasını öngörmektedir. Buna göre, insanlığın ilerici değerleri, söylemde bütünleştirilerek kapitalizmin ideolojik söylemi karşısında üstünlük sağlamalıdır. Toplumun farklı katmanlarının argümanlarının söyleme eklenmesiyle ideolojik hegemonyanın sağlanması, kapitalizmin alternatiflerine kapıyı açacaktır!

Bu açıdan, kapitalizme karşı mücadele bir sınıf mücadelesi değildir! İşçi sınıfının hiçbir ayrıcalıklı rolü yoktur! İktidarı almak bir hedef olmadığı gibi ondan uzak durulmalıdır. İşte, böyle bir yaklaşımda, burjuvazi ve iktidarı tehdit edilmez, dolayısıyla bu aydın gevezeliği burjuvazi tarafından büyük bir hoş görüyle karşılanır. Tıpkı, Belge’nin olduğu gibi!

e. Berktay’ın sosyalizm düşmanlığı

Berktay, Belge’ye itirazını şöyle özetler:

Bu tavrıyla Murat, sosyalizmin sosyalliği ve tarihselliğini ortadan kaldırıyor; sosyalizmi bir reel pratikler demeti olmaktan çıkarıp (ölçülmesi, sınanması mümkün olmayan) bir ahlâki niyet ve özlemler yumağına indirgiyor. Marksizm materyalistti ve bir praxis vurgusu vardı. Oysa bu yaklaşımda sosyalizmin maddesi ve pratiği gidiyor; sadece ‘ruhu’ kalıyor –ve sosyalizm, pratiğinin değil bu ruhun adı oluyor.[18]

Öyleyse, Berktay haklı mıdır? Belge’nin mistik sosyalizm anlayışını eleştirirken bir doğruya işaret etmektedir. Ancak, Berktay’ın Belge’ye yönelik eleştirisi kendi durduğu yeri aklamaktan çok uzaktır. Çünkü Berktay, kendisinin de ifade ettiği gibi iflah olmaz bir sosyalizm düşmanıdır. Onun sosyalizm tanımını, “sosyalizm deneyimi üzerine” başlıklı bölümde bir ölçüde değerlendirilmiştir. Berktay için sosyalizm totalitarizmdir. Tarihsel ve pratik gerçeklik derken kastettiği de budur.

PROGRAM TARTIŞMASI

a. Kapitalist unsurlardan sosyalizm programı

Sosyalist bir partinin program ne olmalıdır? Belge, Berktay’ın tartışma boyunca sorduğu soruyu yanıtlama alicenaplığını gösteriyor. Belge, sosyalist bir program ortaya koyacak ama belirtmeden geçemiyor: …yalnız sosyalizme özgü tedbirler içeren bir program yazmak mümkün değildir, ama yalnız kapitalist mantığa (19. yüzyılda tecelli ettiği biçimde) uygun bir program yazmak da eşit derecede imkânsızdır.[19]

Belge, sosyalist programda kapitalizme özgü tedbirler de olmalı diyor. Neden?

Belge, neden sosyalizm programını dert eder? Bunu bir sosyalist partiye mi öneriyor yoksa bir sosyalist parti kurmayı mı düşünüyor? Nereden çıkıyor bu sosyalist program? Kendisi zaten eşitlik ve özgürlük ideali olarak tanımlamamış mıydı sosyalizm mi? İdealin programına gerek var mıdır?

Ama Belge daha önce ifade ettiğimiz gibi oldukça ‘pratik’tir. İdeallerden somut programa hızlı bir geçiş yapmıştır. Ve programda sadece sosyalist değil kapitalist tedbirler de olmalıdır! Peki, nedir bu kapitalist tedbirler? Belge, bu ifade ile burjuva demokratik çerçevede çözülebilecek, örneğin demokratik bir kapitalizm için aşılmış meseleleri mi kastediyor? Örneğin Kürt sorununun çözümü, laikliğin tesisi, demokratik hak ve özgürlükler mi kapitalist tedbirlerle ifade etmek istediği?

Hayır, Belge kapitalist unsurlardan bahsederken bunları kastetmiyor. Çünkü bunlar kapitalizmin çözdüğü değil tersine kapitalizmin yarattığı ve beslediği sorunlar. Evet, demokrasi mücadelesinin genişletilmesi ve büyütülmesi, ezilen sınıf ve tabakaların demokratik ittifakı bu sorunların çözümünün yolunu açabilir. Ancak, kapitalizm başka demokrasi mücadelesi başkadır.

Dolayısıyla Belge’nin sosyalist partinin programına sıkıştırmaya çalıştığı kapitalist unsurlar bunlar değildir. Sosyalizmin, kapitalizmden alması gereken ne olur ki? Sosyalizm ile kapitalizm, işçi sınıfı ile sermaye arasında uzlaşmaz bir karşıtlık yok muydu? Belge’ye göre yoktur. Hele antagonist çelişki demeye görün! Marksistlerin kendi kafalarındaki kavramları toplumsal yaşama dayatma çabasıdır, Belge’ye göre!

Öyle ya da böyle, birbiriyle uzlaşamayacağı kesin olan, (Belge en azından burjuvazinin sosyalizm konusundaki net tutumuna bakmalıdır) sosyalizmin kapitalizmden alacağı unsurlar, sosyalizmi sosyalizmin olmaktan çıkartmayacak mıdır? Sorular daha da uzatılabilir. Ancak Belge’nin cevabı nettir: Sosyalizmin kapitalizmden alacağı şey piyasanın egemenliğidir.

Çünkü Belge, burjuvazinin çok sevdiği deyimle “kumanda ekonomisi”ne karşıdır. Burjuvazinin mülksüzleştirilmesi, üretim araçları üzerindeki kapitalist mülkiyetin toplumsallaştırılması çok da önemli değildir. Asıl olan üretim araçlarının ya da üretim ilişkilerinin toplumsallaştırılması değil yönetimin toplumsallaştırılmasıdır Belge’ye göre:

Bir deneyim yaşanmış ve beklenen sonucu vermediği ayan beyan ortaya çıkmışsa, aynı deneyime bir kere daha kalkışmaya kimseyi ikna edemezsiniz. Ama belki bundan daha önemlisi, geçen bütün bu süre içinde dünyanın da yığınla değişimden geçmesidir. ‘Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilmelidir’ sloganının güvenle söylendiği çağdaki mülkiyet durumuyla şimdiki aynı mı?

Benim düşünebildiğim ‘sosyalizm programı’ mülkiyetin toplumsallaştırılmasından önce ‘karar mekanizmalarının toplumsallaştırılması’nın mekanizmalarını kurmaya yönelir. Burada ‘toplumsallaştırma’dan kastım, ‘çalışan’ kesimin yapılan işle ilgili kararlarda giderek daha fazla söz sahibi olmasını sağlamak.[20]

İşte, Belge’nin sosyalizm programının özü: Kapitalizm ya da bir bütün olarak sömürü düzeni devam etsin, ancak emekçiler yaptıkları işle ilgili kararlarda daha çok söz sahibi olsunlar. Bilimsel sosyalizmin programı ya da sosyalizmin abecesi olan “kapitalist üretim ilişkilerini parçalamak yerine üretim araçlarının toplumsallaştırılması temelinde yeni sosyalist üretim ilişkilerini tesis etmek; buradan yola çıkarak tüm toplumsal yaşamı yeniden şekillendirmek” yerine söylenen “çalışanların daha fazla söz sahibi olması”[21].

Mesela; Almanya’daki işyeri konseylerindeki gibi işçilerin “fabrika yönetiminde” söz sahibi olmaları mı? Ya da Almanya’da işçiler yönetimde söz sahibi mi? Ya da daha da ileri gidelim: Almanya’da işletmeleri işçilerin de içinde bulunduğu işyeri konseyleri mi yönetiyor? (Kağıt üstünde işyeri konseylerinin işletmelerin yönetiminde önemli bir yeri vardır) Kapitalizm koşullarında böyle bir şey mümkün müdür? Belge’nin sosyalizminin en ileri örneklerinden birisi kabul edebileceğimiz ve literatürde işçilerin işletme yönetimine katılma araçları olan işyeri konseylerinin ne kadar işlevsiz olduğunu görmek ‘reformcu’ gözlükleri çıkarmak yeterlidir. İşyeri konseylerinin olduğu fabrikalarda, fabrikanın örneğin başka bir ülkeye taşınacağını işçiler ancak günler kala öğrenebiliyor. Karar alınmasından bahsetmiyoruz. İşçilerin fabrikanın kapatılıp başka bir ülkeye taşınması konusunda görüş bildirmesinden de. İşçilerin bilgisi bile olmuyor. İşyeri konseyleri, işletmelerin yönetimlerine dair tüm temel konuların dışında tutulmakta, birkaç önemsiz konuda bir danışma organı olmaktadır.

Daha ötesi de mümkün değildir. Çünkü fabrikanın ya da işletmenin sahibi olarak bireysel kapitalist kendi keyfinin ya da işçilerin görüşlerinin uygulayıcısı değildir. İşçi sınıfı ve sermayenin toplumsal yeniden üretimi piyasa kurallarına tabidir. Birey olarak kapitalistin kararları, kendi bireysel sermayesinin piyasada karşılaştığı rekabet çerçevesinde belirlenmektedir. Yani, bireysel kapitalistin ruhu, düşüncesi, kararları sahibi olduğu sermaye ve onun genişletilmiş yeniden üretimi için gerekli olan sömürü ilişkileri tarafından belirlenir. Burada karar alma süreçlerine işçilerin gerçek bir katılımı –büyük bir işçi hareketi söz konusu değilse- mümkün değildir.

Belge, eğer işçilerin yönetim ve karar aygıtlarına katılımını istiyorsa; işçileri bu mekanizmanın dışında bırakan sömürü ilişkilerinin ortadan kaldırılması gereğini kabul etmesi gerekir. Yani baştan reddettiği mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi gerekmektedir. Bu olmadan, sermayenin devasa ekonomik ve buna bağlı olarak siyasi ve ideolojik olanakları elinden alınmadan, işçi sınıfı ve sermayenin eşit ve soyut bireyler olarak karar alma süreçlerine katılmasını düşünmek ham hayaldir.

Ancak, kapitalist üretim ilişkileri ve bunun temeli olan üretim araçlarındaki burjuva özel mülkiyet son bulduğunda, bunlar tüm toplumun mülkiyeti haline geldiğinde, işte o zaman işçi sınıfı ve tüm ezilenler hem üretim hem de siyasal süreçlerde karar alma süreçlerine katılabilir ve bizzat karar alıcılar haline gelebilirler.

b. Mülkiyet-bilgi ilişkisi ve sosyalizm

Belge, karar alma süreçlerine katılma hedefiyle kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişkiyi görmemesi mümkün değildir. Aslında yönetime katılma tezi, eğer az da olsa tutarlı olacaksa kaçınılmaz olarak burjuva özel mülkiyet sistemini hedef almak zorundadır. Ancak, bu işçi sınıfının iktidarı ve gerçek sosyalizm anlamına gelir ki, Belge’nin mücadele ettiği hedefin kendisi de budur. Belge çelişkisini şöyle aşmaya çalışır:

Ama belki bundan daha önemlisi, geçen bütün bu süre içinde dünyanın da yığınla değişimden geçmesidir. ‘Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilmelidir’ sloganının güvenle söylendiği çağdaki mülkiyet durumuyla şimdiki aynı mı?[22]

Devamla:

Marx’ın‘proletarya diktatörlüğü’ (‘proletarya adına diktatörlük’ dememişti) ilân ederek ve mülk sahiplerini mülksüzleştirerek kestirmeden varacağına inandığı o ‘hedef’, bugün öyle kolay varılır bir yer gibi görünmüyor. Ayrıca, koşullar değişmiş: mülkiyet ile bilgi ilişkisi, 2012 yılında, 1848’de göründüğü gibi görünmüyor. Bugün ‘mülkiyet’ten çok, ‘bilgi’hegemonik. Onun için, ‘yönetime katılım’ın sindirilerek uygulanması ve sindirildikçe genişlemesi, yaygınlaşması, sosyalizmi çok daha yakından ilgilendiren bir proje.[23]

Belge, ‘sosyalizmi istemediğinden’ değil, mülkiyet durumu değiştiğinden burjuvazinin mülksüzleştirilmesine ve sosyalizmin kurulmasına karşı çıkıyor! Mülkiyet durumu 1848’dekiyle aynı mı? Eskiden mülk sahibi olanlar egemendi, şimdi bilgi sahibi olanlar! Mülkiyet egemen değil artık bilgi egemen!

Belge, evet, bir olguya işaret ediyor. Bilgi, bilim ve teknolojinin sermaye tarafından kullanılması, bilginin kapitalistler arasındaki rekabette giderek önemini arttırması. Bunlar tartışılabilir[24]. Ama sermaye, piyasa, kar, rekabet olgularıyla iç içe bir “bilgi”den bahsediyoruz. Kapitalist üretim ilişkilerinin dışında bir ‘bilgi’ hegemonyasından bahsedilebilir mi? Kapitalist özel mülkiyetle birleşmeyen bir ‘bilgi’nin toplumda egemen olduğu iddia edilebilir mi?

Belge, 30 yıllık ‘Bilgi Çağı’ propagandasına dair artık eskimiş bir güzelleme çabası içinde. Mülkiyet değil bilgi egemen!

Belge’nin bilgi güzellemesi birkaç konuda tartışılabilir. Birincisi; kapitalist toplumda bilgi üretiminin sermayenin yeniden üretiminin bir parçası haline gelmesi ve giderek sermaye ile bütünleşmesidir. Sadece devlet kurumlarının değil artık bireysel sermayedarların da özel bilgi üretim merkezleri (Ar-Ge) vardır. Bunun dışında, uzmanlaşmış sermaye kuruluşları tarafından ‘bilgi’ meta olarak üretilmektedir. Üniversiteler ve uzmanlaşmış enstitüler, sermayenin ve piyasanın çıkarları tarafından yönetilir olmuşlar, adeta bireysel sermaye gruplarının hizmetine girmişlerdir. Öyle ki, adı kamusal olan bu kuruluşların araştırma konuları sermaye tarafından belirlenmektedir.

İkincisi, sermaye sınıfı açısından bilgi üretimi tek başına bir amaç değildir. Bilgi üretimi, bireysel kapitalist için üretim giderlerini düşürüyor ve kârı arttırıyor ise anlamlı, eğer böyle bir katkı sunmuyor ise gereksizdir. Dolayısıyla sermaye için bilgi üretimi, tıpkı emek gücünün verimliliğinin arttırılması ve daha fazla sömürülmesi gibi rekabetin unsurlarından birisidir (Belge’nin zannettiği gibi tek unsuru da değildir).

Üçüncüsü, bilgi çağı iddialarına rağmen, hala toplumun büyük bir kısmı bilim ve teknolojideki devasa gelişmelerden yararlanamamaktadır. Cep telefonu ve bilgisayar gibi tüketim araçları halka sunulurken ‘bilgi’ esas olarak sermayenin elinde tekelleşmekle, lisans ve fikri mülkiyet halkları ile düşünce özgürlüğü sermayenin parmaklıkları arasında hapsedilmektedir. Örneğin çok önemli bir hastalığın ilacı ve bilgisi, henüz dünyada yeterince hastalık bulaşmadığı için açıklanmayabilir. Tersi de; belirli bir hastalık çözülebilirken yapılmış yatırımlar nedeniyle, bu hastalığın çözümüne ilişkin araştırmalar engellenebilir. Bunlar kapitalist mantık açısından gayet normaldir.

Özetle, kapitalizmde ‘mülkiyetin yapısı değişmiş, bilgiye bağımlı olmuş’ değildir. Tersine bilgi daha çok metalaşmış ve kapitalist mülkiyete bağımlı hale gelmiştir. Mülkiyet yapısı ise 1848’den bu yana ‘değişmiş’ ama dünya genelinde mülkiyet çok daha küçük bir azınlığın elinde tekelleşmiş, yüz milyonlarca küçük mülk sahibi mülksüzleşerek tekelci burjuvaziye bağımlı hale gelmiştir. 1848’lerdeki mülkiyet yapısı daha da katmerlenmiş ve mülk sahipleri ile mülksüzler arasındaki çelişki 150 yıl öncesinden kat be kat büyük hale gelmiştir.

Dolayısıyla bilgiye erişim, karar alma süreçlerine katılım, piyasaya emekçilerin akıllı müdahalesi gibi safsatalar, ancak emekçilerin aldatılması anlamına gelir ki, bunun pratik uygulamasına yaklaşmak ne burjuvazi ne de işçi sınıfı açısından kabul edilebilir değildir. Kapitalist üretim ilişkilerine rengini veren burjuva özel mülkiyet rejimi kaldırılmadan bilginin tekelci zincirlerinden boşalması, halkın maddi ve manevi ihtiyaçlarının tatminini sağlamak üzere toplumsal gelişiminin manivelası haline gelmesi mümkün değildir.

 

c. Sol reform partisi

Program tartışmasını çok uzatmak pek anlamlı değil! Zaten Belge ve Berktay, ‘öznel’ ve duygusal tartışmalarını aylarca uzatmayı başarabilseler de ara ara özetleme yönetimini de kullanıyorlar:

Aksi takdirde, meselâ Murat’ın Program (1)’de (14 Ocak) sözünü ettiği, benim de paylaştığım hemen her şey, faraza bir Sol Demokrat Parti veya Sol Reformlar Partisi veya Demokratik Reform Partisi kurup toplumun önüne çıkmayı haklı kılar (nitekim günümüz Türkiye’sinde bu müthiş bir ihtiyaçtır) da, bu kadarıyla sosyalist bir partiden söz edemez ve sosyalistlik iddiasını sürdüremeyiz.[25]

Belge ve Berktay’ın program tartışmasının “özü” budur. Söylenen tüm istemlere iki taraf da katılmaktadır. Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesini bir kenara koyarak toplumun yönetimde fazla söz sahibi olması, yani aşağıdan yukarıya bir yönetim, kapitalist kâr baskısının biraz olsun dizginlenmesi, insanların sabah çalışıp öğle vakti balık tutmaya gidebilmesi (Belge, Marx’ın komünizm örneklemesine atıf yapıyor) ve tabi demokratik bazı talepler.

Sosyalizm bir gelecek fikri olamaz” diyen sosyalizm düşmanı Berktay ile “yeni bir sosyalizm” kurulabilir diyen Belge’nin öngördüğü talepleri aynıdır. Bu talepleri kimin savunacağı, hangi sınıfların bahsi geçen istemler için mücadele edeceği belirsizdir. Bunlar olması istenenlerdir. Olmasını isteyenler, mesela demokratlar, bunlar için mücadele etmelidir. Böylece Belge’ye göre yeni bir sosyalizme, Berktay’a göre demokrasiye yol alınacaktır.

Ancak Belge’nin sosyalizm sandığı şey ile Berktay’ın kapitalizm olduğunu bildiği şey aynıdır. Belge, kapitalist sömürü ilişkilerini ortadan kaldırmadan, bir başka deyişle kapitalizm içinde sosyalizmin olabileceğini iddia etmektedir. Oysa söylenenler, Berktay’ın da ifade ettiği gibi, “Sol Demokrat Parti veya Sol Reformlar Partisi veya Demokratik Reform Partisi”nin ikiyüzlü bir programı olabilir ancak. Yani burjuva reformcu bir parti programı. Görevi kapitalizmi muhafaza etmek, reform umudu yaymak, ancak kapitalizmin gerçeklikleri karşısında hep reformları başka baharlara saklamak. Belge ve Berktay’ın tarif ettikleri ve Türkiye’nin ihtiyacı var dedikleri sol burjuva reformcu partiler ya da sosyal demokrat partiler çok uzakta da değil. Şöyle bir bakınmak yeterlidir.

Avrupa ülkelerinde iktidara gelen sosyal demokrat partiler, programlarında kırıntı olan reform önerilerini gündeme dahi getirmediler. Tekelci burjuvazinin neoliberal programını klasik bir muhafazakar parti gibi ama ‘sol’ söylemi de elden bırakmadan sonuna kadar uyguladılar. Özelleştirmeler, esnek çalışma biçimleri, finansal serbestleşme, sermayeye teşvikler vb. hepsi sosyal demokrat partiler eliyle yaşama geçirildi.

Belge ve Berktay, evet, kapitalizmi cansiperane savunuyorlar. Kapitalizme karşı gerçek bir alternatif olan sosyalizme karşıtlıkları, küçük burjuva ‘sol’ kırıntılar ile birleşince, onları en azından günümüz için misyonunu tamamlamış sosyal demokrasi ve burjuva reformculuğuna itiyor. Ve okurlarına sunabilecekleri sömürü düzeninden başka bir şey söz konusu olmuyor.

SONUÇ OLARAK

Belge ve Berktay’ın tartışması, burjuva ‘sol’ arasında bir münakaşa olarak da görülebilir. Ancak, bu kadar basit değildir. Sol liberalizm ve uluslararası düzeyde Marksizmin düşmanlığının (“postmarksizm”, ekolojik, feminist, yeşil, demokratik vb. “sosyalizm” adı altında) inceltilmiş biçimde yeniden üretilmesidir.

Belge’nin sosyalizmi kaba bir idealizme indirgemesi, ‘özcülük’ eleştirisiyle kapitalizmin sömürüye dayanan ilişkilerini gizleme çabası, sınıf mücadelesinin yerine ‘ideallerin’ mücadelesini koyması, işçi sınıfının tarihsel rolünün inkarı; bu inceltilmiş sosyalizm düşmanlığının bazı yönleri. Berktay’ınki ise inceltmeye ihtiyaç duymadan toptan inkardır. Açıktan sosyalizm düşmanlığıdır. Ancak Berktay, kaba sosyalizm düşmanlığının propagandasıyla postmodern tezleri birleştirme çabasındadır. Tarihsel materyalizm, diyalektik, nesnel yasalar, sınıf iktidarı, proleter demokrasi gibi olgu ve kavramları burjuva liberal perspektifle eleştirmektedir. Berktay’ın bu konulardaki görüşleri başka bir makalede daha ayrıntılı biçimde değerlendirilecektir.

Belge ve Berktay arasındaki tartışma, sosyalizm üzerine bir tartışmaymış gibi gözükse de günümüz kapitalizminden bağımsız değildir. Gelecek üzerine spekülatif bir tartışmadan çok, “bugün ne yapmak lazım, kapitalizm içinde nasıl çözümler bulunabilir” gibi sorulara yine burjuvazinin sınırları içinde cevap arayışıdır. Bu nedenle tartışma hızla program tartışmasına dönüşmüştür.

Ve Belge sözde bir sosyalizm savunması yapsa da iki yazarın da okurlarına vaat edebilecekleri, burjuva-reformculuğu ya da sosyal-demokrasiden öte bir şey olamamaktadır. Berktay da bunu açıklıkla “Bu kadarıyla sosyalist bir partiden söz edemez ve sosyalistlik iddiasını sürdüremeyiz.[26] diyerek ifade etmektedir.

İşte bunlar sonuna kadar doğru. Tartışma da burada şimdilik bitiyor. Bu Sol Reformlar Partisinin reformlarına pek değinilemiyor. Niyet okumaya gerek de yok; serbest piyasa savunusu, küreselleşmecilik, özelleştirme çığırtkanlığı ortada. Önerilen partinin platformunun neoliberalizm olduğundan da kimsenin şüphesi olmasa gerek.

Özetle, sonuç: Liberal solun ayrıntılardaki farklılıkları bir yana sosyalizm düşmanlığındaki birliği tartışılmaz!

 

 


[1] Berktay, Halil; “Solun hayal perdesi ve reel Kürt hareketi”, Taraf Gazetesi, 26.11.2011

[2] Berktay, Agy

[3] Berktay, “Solun hayal perdesi ve reel Kürt hareketi”

[4] Belge, Murat; “Yönetime katılım”, Taraf Gazetesi, 17.01.2012

[5] Belge, Agy

[6] Berktay, “Hayır, sorun ‘political correctness’ değil”, Taraf Gazetesi, 11.01.2012

[7] Berktay, “Devrim, Dersim, normalite”, Taraf Gazetesi, 03.12.2011

[8] Berktay, “Temel tanımlar: Sol, Marksizm, sosyalizm”, Taraf Gazetesi, 29.12.2011

[9] Belge, “Niye sosyalist olduk”, Taraf Gazetesi, 29.11.2011

[10] Belge, “Niye sosyalist olduk”

[11] Berktay, “Tartışmanın özeti (1): Murat Belge”, Taraf Gazetesi, 08.12.2011

 

[12] Baydar, Oya; “Sol Geçmişte Kalmadı mı?”, http://t24.com.tr/yazi/sol-gecmiste-kalmadi-mi/4378, 07.12.2011

[13] Marx, Karl, “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i”, Sol Yayınları, Ankara, s. 9

[14] Belge, “Program II”, Taraf Gazetesi, 20.01.2012

[15] Belge, “Program II”

[16] Engels, Friedrich; “Anti-Dühring”, Sol Yayınları, Ankara, s. 175

[17] Burjuva literatürde postmarksizm diye geçen, ancak Marksizmin bir parçası olmak bir yana, Marksizmin en temel tezlerinin inkarı üzerine kurulu bu akım, postmodernist teorilerin bir kolu durumundadır. Bu akımın temsilcilerini postmodernist ‘Marksistler’ olarak tanımlayabiliriz.

[18] Berktay, “Tartışmanın özeti (1): Murat Belge”

[19] Belge, “‘Program’ konusuna ‘Giriş’”, Taraf Gazetesi, 13.01.2012

[20] Belge, “Yönetime katılım”

[21] Belge, “Yönetime katılım”

[22] Belge, “Yönetime katılım”

[23] Belge, “Yönetime katılım”

[24] Bilgi kapitalist rekabette tek belirleyici olduğu da yine kaba bir “bilgi çağı” propagandasıdır. ‘Bilgi’den çok daha fazla emek gücünün maliyetinin hala sermaye için önemli/temel bir rekabet unsuru olduğu doğrudur. Emek gücünün maliyetini düşürmek için sermayenin büyük çabası ve sermaye için ‘bilgi’ üretiminin de bir bakıma emek gücünün maliyetini düşürmeyi amaçlaması bu durumu açıklamaktadır.

[25] Berktay, “Sol Reform Partisi”, Taraf Gazetesi, 18.01.2012

[26] Berktay, “Sol Reform Partisi”.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑