Özgürlük Dünyası Ekim 2012 Sayısı (234) Çıktı!
İÇİNDEKİLER
Antep bombası ve siyasi fay hattı
Y. Yılmaz Karataş
Dine karşı savaş kumarı mı yoksa sınıfın örgütlenmesi ve eğitilmesi mi?
Ömer Erciyesoğlu
Eğitimde demogoji ve gerçekler
Rıza Zeyrek
Kürt ulusal hareketinde sübjektivist eğilimler üzerine
Ahmet Cengiz
İrasyonalizm-modernlik-postmodernlik
Hans Heinz Holz
Rusya ekonomisi virajı aldı mı?
C. Erman
SUNU
Önce Balyoz Davası sonuçlandı ve karar açıklandı. Özel Yetkili Mahkeme, ezici çoğunluğu muvazzaf ve emekli subay olan 325 kişiye ceza kesti, 69 kişi içinse yakalama kararı çıkardı.
Nereden nereye! Tutuklu yargılanıp ağırlaştırılmış müebbet ceza alıp indirimle yirmi yıl ve altı cezalara çarptırılanlar arasında orgenerallerden başlayarak generaller, albaylar var. Kuvvet ve ordu komutanlıkları yapmış olanlar var. Zamanında astıkları astık kestikleri kestik olanlar, hep son sözü söylemeye alışanlar şimdi hapisteler, yargılandılar ve yıllar sürecek cezalar aldılar.
Dava darbe ve darbecilikten açılmış, “soruşturma” buradan yürütülmüştü. Yapmaz değillerdi, tersine hep yapageldikleri işti darbe ve darbecilik. Üstelik darbenin koşullarını hazırlayıp olgunlaştırmak için, Marmara yolcu gemisini de batırmışlardı, sonradan adı AKM olan İstanbul Kültür Sarayı’nı da yakmışlardı. Tabii cami de bombalayabilirlerdi.. Kendi jetlerini düşürüp Yunanistan’la savaş ortamı da yaratabilirlerdi.. 200 bin kişiyi tutuklamaları işten bile değildi; 12 Mart ve hele 12 Eylül’de kaç kişiyi tutuklamışlardı. Akla gelebilecek her türlü melaneti yapabilirlerdi.
Ama dava “yapabilirlikleri” ve geçmişte yapmış oldukları üzerinden açılıp cezalandırılma buradan yapılamaz. Yapılmasına yapılır da, o durumda hukuk önünde eşitlik olan demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, cezaların şahsiliğinden falan söz açılamaz. Hukuk, 12 Eylül’ünküne döner, hukuksuzluk olur. “Demokrasinin zaferi” olarak yandaş basınca göklere çıkarılan Balyoz Davası’nda böyle olmuştur. Ne düzgün kanıt aranmıştır, ne de kanıtların değerlendirmesine gidilmiş, ama gelecek tarihli belgeler geçerli sayılmıştır. Kuvvet komutanlarının yargılanmasında amirleri olan Genelkurmay Başkanı ve bir diğer kuvvet komutanı olan Aytaç Yalman’ın tanıklığına başvurulmamıştır. Anlaşılmıştır ki, tasfiye kafaya takılmıştır. Eski bir genelkurmay başkanı başka bir davanın “terör örgütü yöneticisi” sayılmış, Balyoz’la da büyük bir general ekibinin kafasına vurulmuştur. “Düşenin dostu olmaz” misali. Bu orduda gerçekleştirilen üçüncü büyük tasfiyedir. İlki 27 Mayısça, ikincisi sonrası Amerikancılaştırma operasyonu olarak yapılmış, “çuval”la başlatılan sonuncusuysa Balyoz’la atağa kalkmıştır. Ergenekon cezalarıyla noktası konulacaktır.
Gelen gideni aratmakta, ama memleket bütün propagandaya rağmen yukarıdan demokratikleşmemektedir. Ne 12 Eylül “demokrasiyi rayına oturtmuştur” ne de AKP darbe ve darbecilerle mücadeleyle demokrasiye yönelmeye eğilimlidir. Aşağıdan, işçi ve emekçilerce getirilmeyecekse, belli olmuştur ki hiç gelmeyecektir!
Ayın sonuna doğru barış ve demokrasi bağlantılı çağrılar gündeme girmeye başlamıştır. “Yeni konsept” laflarıyla başlanmıştır, “yeni süreç”ten söz açılmaktadır. “Oslo süreci sürdürülebilecek”, “Öcalan sürece katılabilecek”tir. Ne olmuştur? Neden bitmiştir, “Kürt Açılımı”? Neden yeniden sözü edilmektedir? Neden “Milli birlik projesi” olarak tanımlanmıştı, şimdi yeniden “bölücülük”e girişilmiştir? Sorular çoktur: Örneğin Öcalan’la görüşülebilecekse, Öcalan “teröristlerin” önderiyken, neden Şemdinli’de vekilleri “teröristlerle kucaklaştıkları” gerekçesiyle BDP ile görülmemektedir? Barıştan başkasını hedefleyecek bir süreç “yeni” sayılamayacaksa ve ama “yeni süreç”ten söz ediliyorsa, neden BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması yoluna gidilmektedir? Eskisi gibi gitmediği, gidemediği için “yeni süreç” gündemdedir, bu anlaşılıyor. Ancak eski “açılım” türünden “uydur kaydır” süreci olacak ve yine allem kullem “Kürt Mehmet nöbete” gönderilmeye çalışılacaksa, Türk ve Kürt halklarının barış özlemleriyle hiç oynanmaması, dalga geçilmemesi evla olacaktır! Eşit vatandaşlığın yanında iki demokratik talep, bölgesel özerklik ve anadilde eğitim taleplerinin karşılanmasını içermeyecek bir “yeni süreç”in demokrasiyle ilişkisi olmayacaktır. Balyozdan farklı olarak bu alanda bir “aşağıdanlık” etkeni vardır kuşkusuz; ancak tüccarca davranmakta olduğunu kaç kez kanıtlamış olan Hükümet tarafının yukarıdan davranma alışkanlığından kuşku duymak için hiçbir neden yok. Zaten “Silah bırakılırsa operasyonlar minimize ederiz.” denmektedir. O zaman Oslo’ya ne hacet! Karşılıklı ateşkes olmadan olmayacağınıysa herkes görmüştür, deneyle sabittir. Dayatmada bulunmayacak ve eşit ilişkiye yönelecek bir sicile sahip olmadığı ortada. Olursa iyi olacaktır, ancak hemen beklenti içine girmemekte sonsuz fayda vardır.
Not: Yer darlığından geçen sayımızda başlayan Eagleton eleştirisine zorunlu bir ara vermekteyiz.
Kasım’da buluşmak üzere…