Ülkemizde eğitimin her dönem “milli” bir dava olarak algılanması sağlanmış, her siyasal iktidar programına eğitimin öncelikli konusu olduğunu yazmış, kendi iktidarı döneminde eğitimin sorunlarını çözeceğini iddia etmiştir. Hatta ülkenin “makus talihi”nin eğitimle yenileceği “, ancak eğitimle müreffeh ülkeler seviyesine çıkılabileceği” vurguları ile hemen her dönem kendi eğitim politikalarına destek aramışlardır.
Türkiye’de özellikle eğitim programları, çok sık değişen programlar değillerdir. Ama eğitimin sürekliliği düşünüldüğünde, ideolojik özün değişmesi için sadece bilimsel teknolojik gelişmelerin eğitim programlarına yansıtılması yeterli değildir. Öncesi bir yana, örneğin soğuk savaş döneminin ürünü olan 1948 eğitim programı 20 yıl sonra 1968’de değiştirilmiştir. 1968 programı da 36 yıl sonra 2004 yılında değiştirilmiştir. Her program değişikliği aslında ya yönetenlerin ekonomik, siyasal ve ideolojik ihtiyacından ya da halk kesimlerinin verdiği mücadelenin değiştirme, dönüştürme güçlülüğüne ulaşmasından doğar.
Bu yazıda AKP’nin acil eylem planında önemli bir yeri olan, 2004-2005 eğitim-öğretim yılında Türkiye genelinde 120 okulda pilot olarak uygulanan ve geçtiğimiz eğitim-öğretim yılında bütün ülkede uygulamaya konulan yeni ilköğretim programının ekonomik, siyasal, felsefi ve ideolojik ihtiyaçları üzerine kurgulanan yapısı değerlendirilmeye çalışılacaktır. Değerlendirme yapılırken Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinin kendilerini savunmada önemli bir dayanak olarak sunulan 1968 programı ile bir kıyaslama yapmadan kavramlar ve yol açacağı sonuçlar üzerinde durulacaktır. Yoksa 1968 programındaki ezberci, düşünmeyen, sorgulamayan, bu düşündükleri ve sorguladıkları doğrultusunda eyleme geçmeyen bireyler yetiştirmeye dayalı sistemi savunma hatasına düşme riski yüksektir.
Gelişmiş ya da azgelişmiş tüm kapitalist toplumlarda uygulanan eğitim programlarının içeriğine bakıldığında temel vurgunun toplum değil, birey olduğu kolaylıkla görülebilir. Türkiye’de uygulanan tüm eğitim programları bu anlayış temelinde oluşturulmuştur. Bu anlamda eğitim programları “sağlıklı, mutlu ve sürekli gelişen bir toplum oluşturmanın yolunun, bireylerin iyi özelliklerini artırmaktan geçtiğini” peşinen kabul eder. Yeni programın öncekilerden farkı, bu anlayışa ek olarak, aynı zamanda dinsel/mistik birey anlayışına önem vermiş olmasıdır. Öyle ki, “her birey, yaratılıştan mükemmeldir” ifadesi ile “yaratılış teorisi” ve “akıllı tasarım” bir biçimde programa eklenmiştir. Ancak aynı zamanda “yaratıcı drama” gibi öğretim tekniklerinin yer alması, yeni programın din ve bilime aynı önemde vurgu yapar görünerek, ileride yeni çelişkilerin çıkmasına da davetiye çıkarmıştır.
YENİ MÜFREDAT OLUŞTURMAYI ZORUNLU KILAN NEDENLER
Türkiye, özellikle 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları çerçevesinde 12 Eylül Darbesinin açtığı yolda hızla ekonomik liberalleşme sürecine girdi. Ekonomiyi buna uygun hale getirmek için yeni liberal politikanın ülkenin kurtulmasında temel olacağı propaganda edildi. 1983 seçimlerinde Turgut Özal ile Necdet Calp arasında yaşanan köprüyü satma tartışması ile, eski ile yeni arasında bir çatışmanın olduğu, eskiyi (kötü olanı) savunanların özelleştirme karşıtlarının, yeniyi (ülkenin makus talihini yenecek olanın) özelleştirmeciler ve yabancı sermaye olduğu fikri üzerinden bir kabullendirme atmosferi yaratılmaya çalışılmıştır. Artık ülkenin gündemine o güne kadar toplum tarafından hoş karşılanmayan söylemler girmeye başlamıştır. “Zenginlerin sevilmesi gerektiği”, “herkesin kendinden sorumlu olduğu”, “önceliğin kendini kurtarmak olduğu ve bunun için de kimin omzuna basarak yükseldiğinin önemli olmadığı”, “Memurların işini bilir olması durumunda geçim sıkıntısı çekmeyeceği” gibi ifadeler eşliğinde bireycilik ön plana çıkarıldı. Sürekli olarak işini bilenlerin yeni sistemin sunduğu olanaklardan yararlanarak kendini kurtarıp sınıf atlayacağı empoze edilmiştir.
1980 sonrasında ekonomik alanın özelleştirme uygulamaları ile hızla talan edilmesi, liberalleşme, hayali ihracat, banka hortumlamaları vb. yollarla yeni zenginlerin ortaya çıkması sağlanmıştır. Yine aynı dönemde işsizlik oranlarının artması, enflasyonun üç haneli rakamlara ulaşması, uluslararası finans kurumlarının ekonomiye ve siyasete daha da açıktan müdahale etmesi, iç ve dış borçlar ülkenin geleceğini ipotek altına alması yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. “Devlet süt satar mı? Kumaş üretir mi?” tartışmalarıyla başlayan özelleştirme süreci bugün Seka, Seydişehir Alüminyum, Tüpraş, Petkim gibi stratejik değeri olan, en temel, en karlı ve büyük işletmelerin talan edilmesine; en temel hak olarak görülen, uygulanmasa bile, anayasada ifade edilen devletin “sosyal yönü”nü ortadan kaldırmaya doğru ilerlemiştir. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik vb. haklar yasal, yönetsel değişiklikler ve fiili uygulamalarla bir hak olmaktan çıkmış, toplum her dokusunda bu değişikliği (yıkımı) hissetmiştir. Artık bir işe girip sendikalı, sigortalı çalışma veya işte kalıcı olma hayal haline getirilmiştir. Emekçilerin kullandıkları haklar bakımından bir geriye gidişi ifade eden bu sancılı dönüşüm sürecinden toplumun bütün bireyleri ve sosyal kurumlar ciddi yaralar alarak çıkmışlardır.
Bütün yapısı “yeni liberalizm” olarak adlandırılan ekonomik sisteme göre değiştirilmeye çalışılan bir ülkede bir üst yapı kurumu olan eğitimin de eskisi gibi kalması mümkün değildir. Eğitim sistemi ve programlar da, kapitalizmin yeni ekonomik politikalarının ihtiyaçlarına göre değiştirilmiş ve “eskinin eleştirisi” üzeriden “yeninin kutsanması” söylemi, bu kez eğitim programları alanında kendisini göstermiştir.
YENİ İLKÖĞRETİM PROGRAMININ DAYANDIĞI TEMELLER
Hızla piyasalaştırılan ve alınır satılır bir mal haline getirilmeye çalışılan eğitim, felsefi ve ideolojik olarak da bir değişim yaşamak zorundaydı. Nitekim bu değişimi yapmakta AKP iktidarına nasip oldu. Önce eğitim sistemi içinden çıkılması güç bir hale dönüştürülmüş ve toplumun eğitime bakışında “Bu böyle gitmez artık değişmelidir” mantığı hakim düşünce haline getirilmiştir. Kuşkusuz eğitim sisteminin, programların bu mantığa uygun olarak değişmesi bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştı. Bu nedenle, başka alanlarda kapitalist sistemin yeni politikaları doğrultusunda yapılacak değişimler “reform” olarak nitelenirken eğitimde bunun adına “devrim” dendi. Tartışmalar da Newton eleştirisi üzerinden, Kuantum felsefesi temelinden başlatıldı. Bu eleştiriye göre, Kuantum fiziği, kaos matematiği, evrimci biyoloji, sinir bilim ve sistem ile ilgili teoriler alanlarındaki buluş ve ilerlemeler, bu dünyanın ve içinde yaşayan insanın öğrenilmesi ile ilgili görüş ve kuramları değiştirmişti. Yani seçenekler sadece “siyah-beyaz” değildi. “Gri” tonlar da vardı ve bu tonların görülmesi gerekiyordu. Programın siyasal sahipleri, Kuantum fiziğine göre hiçbir şeyin kesin olmadığını, o halde eğitimde pozitif aklın değil, olasılıkçılığın baz alınmasını gerektiğini vaat ediyordu. Bir başka önemli adım da “yaradılış teorisi”nin de en az “evrim teorisi” kadar ciddiye alınacak bir kuram olduğunun programa girmesiydi. Böylelikle dini dogmaları eğitim ve bilimin karşısına daha rahat koyabileceklerdi. Bu şekilde bir yandan kendi siyasal-ideolojik düşüncelerini eğitim programına daha rahatça eklemlerken, bir yandan da kapitalizmin ihtiyaç duyduğu değişimin eğitim programının her alanına nüfuz etmesini sağlamışlardır.
Programlarda eğitim, genel anlamıyla “önceden planlanmış faaliyetler sonucunda istendik davranış değişiklikleri meydana getirme” olarak tanımlanır. Farklı bakış açılarından yola çıkarak eğitim, çeşitli şekillerde de tanımlanabilir. “Küreselleşme”, “neoliberalizm” vb söylemlerin içinde bulunduğu ve sistemin kendini tanımladığı bu söylemlere dayanak teşkil eden kavramların da topluma empoze edilmesi gerekir. Eğitim programları bunun en etkili araçları arasındadır.
Toplum ve bireyler, buna uygun programlar çerçevesinde eğitim ve öğretimden geçirilerek, bireyin düşünce ve davranış yapısında amaçlanan değişiklikler, çocuk yaşlardan itibaren hayata geçirilmeye çalışılır. Bugün Türkiye’de olan tam da budur. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Talim Terbiye Kurulu tarafından oluşturulan yeni programa bakıldığında, “küreselleşme” ve “neoliberalizm”in genel ve özel amaçlarının programın ana öğeleri olduğu görülecektir. Söz konusu öğeler, önceki sistemin eleştirisi üzerinden, kendi kavramlarını meşrulaştıracak yöntem ve teknikler kullanılarak programa dahil edilmiştir. Ancak felsefesini oluşturduğu “bayrak direği” tanımlaması ile önceki programlardan öz olarak farklı olmadığı görülebilir.
AKP, yeni ilköğretim programını ABD’den neredeyse bire bir kopya ederek, toplumu kendi siyasi-ideolojik hedefleri temelinde değiştirmeyi de önüne hedef olarak koymuş ve diğer tüm alanlar gibi eğitim alanını daha da gericileştirmenin hesaplarını yapmıştır. Bir taraftan geleneksel “hassasiyetleri” gözetmeye çalışırken, diğer taraftan Talim Terbiye Kurulu Başkanı ve İlköğretim Genel Müdürü gibi kilit makamlarla çelişkilere düşerek, onları saf dışı etmek gibi gelişmeler de geçtiğimiz dönemde ön plana çıkmıştır (Eğitim programının asıl “mimarları” olarak kamuoyunda tanınan Talim Terbiye Kurulu Başkanı ve İlköğretim Genel Müdürü görevlerinden istifa etmeye zorlanmışlardır).
Eğitim programlarının hazırlanmasından uygulanmasına kadar bütün süreçlerde merkezi anlamda etkili olan en önemli unsurun Avrupa Birliği (AB) süreci olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. AKP, eğitim alanında yapmak istediği değişiklikleri gayet kurnazca AB süreci ile ilişkilendirmiş ve böylece elini büyük ölçüde güçlendirmiştir.
Anlatılanlardan hareketle, yeni eğitim programının, “yeni liberal” olarak tanımlanan sisteme tam uyum ve bu sistemin devamını sağlayacak bireyleri yetiştirmeyi hedef alan bir yapıda oluştuğunu söylemek mümkündür. Kapitalizmin “yeni” olduğunu iddia ettiği bu sistemde bireycilik, girişimcilik, verimlilik, esneklik gibi son yılların moda kavramları üzerine kurulmuş ve bu kavramları referans alarak eğitimin içeriğini yeniden düzenlemeyi amaçlamıştır.
YENİ PROGRAMIN İÇERİĞİ, AMAÇLARI VE HEDEFLERİ
Yeni ilköğretim programının içeriğine bakıldığında, ilköğretim çağındaki çocukların gelişim devresine uygun olmayan amaç ve hedefleri görmek mümkündür. Örneğin, çocuklara değişim sırasında çıkabilecek engellerden etkilenmemeleri, değişime uyarlanmaları için “risk alma” ve “kariyer gelişimi”nin öğretileceği belirtilmektedir. Günümüzün rekabete dayalı serbest piyasa ve girişimciliğine hitap eden kavramlar, çocukların gelişim düzey, kişilik, zeka ve konumlarının çok ötesinde olan ve daha çok yetişkinleri ilgilendiren “iktisadi” kavramlar olarak ortaya çıkmasına karşın, çocukların ilköğretimden itibaren bu kavramlara “alışması” hedeflenmektedir.
“Girişimcilik”, “lider olma”, “takım ruhu”, “sorun çözme”, “kariyer geliştirme”, saf ve kırılgan dünyaları içindeki çocukların henüz gelişmemiş kişilik özelliklerini fazlasıyla aşan kavramlardır. Nitekim Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’na göre yeni program, “…hızla değişen dünyada ortaya çıkabilecek ekonomik fırsatları [çocuğun] değerlendirmesi için rehberlik eder. Bu sayede öğrenci, gittikçe küreselleşen dünyada başarılı bir birey olarak, ilerideki çalışma hayatına girişimci bir ruhla ayak uydurmada zorlanmaz.” “Çocukların girişimci bir ruhla yetişmelerini” hedefleyen program, sınıf içi etkinliklerden başlayarak, tüm çalışmaların “verimliliğe” dönük olmasını öngörmektedir. Ancak bu verimlilik dili, çocuğun çok yönlü gelişimini sağlayan bir etmen olarak değil, piyasaya ve piyasa ilişkilerine rahatça uyum sağlamanın bir gereği olarak düşünülmüştür.
“Bir ürünün gerekliliğini sezme”, “ürünü planlama”, “üretme”, “pazar araştırması yapma”, “pazarlayabilme” vb. kavramlar, çocukları daha okul sıralarında “okumuş birer kapitalist haline getirmek” anlamına geliyor. İktisadi boyutta “girişimci birey” modeli benimsendiği için, demokrasi de birey düzeyinde ele alınıyor; bireyin uyarlanması gereken bir hayat biçimi olarak tanımlanıyor.
Baştan sona “eleme” ve “seçme”ye dayalı olarak oluşturulan yeni sistem, aslında klasik ölçme ve değerlendirmenin yetersizliğinden kalkarak, iktisadi dile dayalı bir ölçüm sistemini önermektedir. Ölçülmesi planlanan, mal ve hizmet üreten kurumlar gibi eğitimin de çıktısı olan “mezun”ların piyasadaki “kalite ve verimliliği”dir. “İnsanı üretici ve tüketici olarak eğiterek, mal ve hizmetlerin kalitesinin yükselmesine ortam hazırlanmalıdır” ifadeleri bu amacı özetlemek için yeterlidir.
Yeni programın kısa dönem amaçları ve uzun dönem hedeflerine yönelik olarak, eğitim programlarının yürütülmesinde Toplam Kalite Yönetimi’nin (TKY) esas alınmış olması, sorunun basit bir program değişikliği olarak görülmesini engellemektedir. Hem demokratik ve çağdaş bir öğrenme, hem de bir ölçme-değerlendirme yöntemi olduğu iddia edilen TKY çerçevesinde, “müşteri güdümlü”, “kalite geliştirmeye dayalı”, “süreç, ürün ve hizmetlerin sürekli gelişimi”ni öngören, “başarının sürekli ve geçerli ölçümleri”ni belirleyen, “öğretmen ve yönetici performanslarını standartlara uygunluk açısından değerlendiren”, “sürekli gelişim için hız ve zaman kullanımı”na önem veren bir tablo sergilenmektedir. Dolayısıyla eğitime uyarlanmış haliyle TKY’de esas olan, bireyin/öğrencinin, toplumsal öğrenme çerçevesinde bilgi ve değerler elde etmesi, yani kolektif bir varlığa dönüşmesi değil, içinde bulunduğu örgütün (okul) dış şartlara (öncelikle piyasanın istekleri) uyarlanması açısından belirlenen “misyon” ve “vizyon”a göre elde ettiği performansın bireysel kalite ve verimlilik bakımından ölçülmesidir.
Yeni program tüm okulları kapsamaktan çok, fiziksel donanımı, eğitim materyalleri, öğretmen kadrosu ve yeterliliği, öğrenci profili genelin üzerinde olan okullar için hazırlanmıştır. Oysa, Türkiye’nin çoğu köy, kasaba ve gecekondu okulları, en temel hizmet ve gereksinimlerinden bile yoksundur. Bu anlamda program, standart olarak “genel”i değil, “özel”i esas almıştır. “Özel” ise, varlıklı sınıfların çocuklarının fiili durumudur. Ne var ki, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çocukların çoğunun dili Kürtçe’dir ve bu durum, daha ilk aşamada, ilköğretimde sorun yaratmaktadır. Bu sorunu çözmek, yani oradaki Kürt çocuklarının dil sorununu çözmek için dönemin Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Ziya Selçuk’un önerdiği çözüm ise ilginçtir; “İlk ve orta öğretim, ulusal savunma mekanizmalarının, kültür direnç hatlarının kurulması gereken yerlerdir… Türkçe’nin iyi konuşulmadığı yörelerde Türkçe’nin öğretimi, projenin bir parçasıdır.” Yine aynı Talim Terbiye Kurulu’nun “Türkçe’nin doğru ve güzel konuşulamadığı yöreler için programda ayrı bir bölüm olmalı. O yörelerin insanları oralarda öğretmenlik yapmamalı; ben özellikle ana dil öğretimi yerine Türkçe öğretimi ifadesini kullanıyorum, çünkü yanlış anlaşılabilir”(*) ifadesi, eğitim biliminin temelini oluşturan anadilde eğitim noktasındaki ırkçı-şoven politikaların yeni programda da sürdüğünü görmek açısından önemlidir.
Yeni eğitim programı, hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin performanslarını değerlendirirken, öğretmenleri hem kendi içlerinde hiyerarşik bir sıralamaya (“apoletli” öğretmen) tabi tutmayı ve öğretmenlerin emeklerini performans çerçevesinde belirleyip ücretlendirmeyi hedeflemektedir. Performans değerlendirmesi, her iş kolunda olduğu gibi eğitim ve bilim iş kolunda da sözleşmeli uygulamayı yaygınlaştırmayı, dolayısıyla kadrolu istihdamı daraltmayı öngörmektedir.
Yeni programla getirildiği iddia edilen ”yaratıcılık”, “eleştirel düşünme”, “beceri kazandırma” gibi amaçlar, 1930’lu yıllardan bu yana müfredatlarda yer almasına karşın, bunların “yeni” diye sunulması, bu kavramların programın içeriğindeki “yeni liberal” özün örtüsü işlevi görmesi, programın nihai hedeflerini gizleyerek, görüntünün kurtarılmasına hizmet etmektedir.
SONUÇ
Dünyanın en kusursuz müfredat programı da hazırlanmış olsa, eğitim sisteminin temelini oluşturan insan unsuru göz önüne alınmadığında, başarılı olmak mümkün değildir. Yeni eğitim programı, tıpkı öncekiler gibi, insanı değil, kapitalizmin yeni dönemdeki ihtiyaçlarına yanıt verebilen bireyleri yetiştirmeyi kendisine temel amaç edinmiştir. Parasız, bilimsel, demokratik, laik ve anadilde eğitim hakkı dayanak yapılarak oluşturulacak eğitim programlarının uygulanması aşamasında piyasanın istekleri değil, toplumun gereksinimleri dikkate alınmalıdır. Çocuk ve gençler, bireysel değerlerin (kavrayabilme, beceri geliştirebilme vb.) yanı sıra toplumsal değerlere (eşitlik, paylaşım, birlikte üretim ve iş yapma vb.) göre de eğitilmelidir.
Eğitim programlarında yer alacak bilgi ve değerlerin somut ve gerçekçi olması gerekir. Örneğin trafik konusu işlenirken, trafik kazalarının (demiryolu politikasının tercih edilmemesi gibi) gerekçeleri çocukların anlayacağı bir dille anlatılmalıdır. Ayrıca programlarda yer alan konu amaç, hedef, öğretim ilke, yöntem ve kavramların, çocukların sosyal ve kültürel gelişim düzeyine uygun olmasına dikkat edilmelidir.
Yeni program, tıpkı eskisi gibi sınav ve not sistemi üzerine kurulmuştur. Sınav ve not sistemi, geliştiren değil, eleyen ve seçen bir sistemin ürünüdür. Ölçme ve değerlendirme, öğretmen-öğrenci-veli üçgeninde kurulmalı ve sadece nicelik değil, niteliğin ölçülmesine ve geliştirilmesine önem verilmelidir. Eğitim programının hedefi, sadece “mutlu birey” değil, “gerçekçi ve çok yönlü insan” yetiştirmek olmalıdır. Çocuklar, istedikleri her alanda bilgilenme, beceri geliştirme ve değer kazanma hakkına sahip olmalıdır.
Yeni eğitim programı hakkında daha çok şey söylenebilir. Ancak özüne bakıldığında, eğitim programının, neo-liberal politikaların Türkiye’de kapitalizmin gelişme aşaması ve yönüne uygun olarak hazırlatılıp (ya da tercüme edilip) uygulanmaya çalışıldığı açıktır. Kapitalist ideolojinin “yeni” olduğunu iddia ettiği kavramlar üzerinden kendini yenilemesi ve sistemin geleceğini güvenceye almak açısından yeni eğitim programına yüklenen anlam, burada belirtilenlerden çok daha fazladır.
Çalışma ilişkilerinin demokratikleştirilmesi ile eğitim programlarının demokratikleştirilmesi mücadelesi arasında yakın bir ilişki vardır. Bu yakın ilişki çerçevesinde ülkenin demokratikleştirilmesi mücadelesi önemli bir ayağı da, eğitimin ve onun içeriğini belirleyen programların emek eksenli değiştirilmesi mücadelesinin birleştirilmesidir. Bugün işçi ve emekçilerin verdiği mücadele, eğitimle ilgili talepleri de kapsayarak genişletilmeli ve toplumun bu politikalardan olumsuz etkilenen kesimlerini de kendi etrafında birleştirmeye doğru ilerlemelidir.
Yararlanılan Kaynaklar:
Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı Web Sitesi, www.ttkb.gov.tr,
Eğitim Sen, Yeni Müfredatın Değerlendirilmesi Raporu.
Eğitim Sen, Yeni Müfredat Uygulama Sonuçları Raporu