Emperyalizme ve Sermaye Saldırılarına Karşı Mücadele ve Gençlik

 

İsrail devleti 2 askerinin esir alınmasını bahane ederek önce Filistin-Gazze’ye, ardından da Lübnan’a saldırdı. Bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşen hava saldırılarında binlerce bomba kullanıldı. Siyonist İsrail ordusunun kara harekatı biçiminde devam eden saldırıları Güney Lübnan’ın işgaline dönüştü. ABD desteğini arkasına alan emperyalizmin şımarık tetikçisi İsrail, uluslararası anlaşmaları hiçe saydı. Birleşmiş Milletler örgütü ABD’nin Irak’a saldırısından bu yana yitirmiş olduğu yaptırım gücünü İsrail ve ABD karşısında yine gösteremedi. Ortadoğu’da terörist bir devlet olarak inşa edilen İsrail yaklaşık bir ay sonra ve ancak ABD’nin kendi ipini bağlamasıyla “ateşkes”e razı oldu.

İşgalin ve saldırının sonuçları oldukça ağırdı. 2000’e yakın sivil insan hayatını kaybetti. Bunların önemli bir bölümü çocuktu. Saldırı tam bir vahşet ve katliama dönüşmüştü. Binlerce insan sakat kalırken hastanelerde yaralılar nedeniyle yer kalmadı. Açlık, susuzlukla birlikte salgın hastalıklar ortaya çıkmaya başladı. İsrail yaptığı yıkımın ardından katliama böyle devam etmiş oluyordu. Bombalanan köprüler, yollar nedeniyle yardımlar yerine ulaşamıyor. Eğitim, sağlık, ulaşım, enerji ve diğer ana ihtiyaçlar karşılanamıyor. Güney Lübnan’da halk açlık ve yokluk içerisinde yeniden yaralarını sarmaya çalışıyor.

İsrail’in pervasız saldırısı sadece yıkım ve gözyaşıyla sonuçlanmadı. Bu saldırılara 34 gün boyunca direnen Lübnan halkı, farklı dinlerden, kökenlerden olmalarına karşın birleşik bir mücadele sergilediler. Hizbullah Lideri Seyyid Hassan Nasrallah’ın Evrensel gazetesine verdiği demeçte dile getirdiği gibi “emperyalizme karşı tek cephe” şiarı, Irak’taki gelişmelerin tersine Lübnan direşini içesinde hayat buldu. Hizbullah direşin merkezine otururken Lübnan’daki halkın, yurtseverlerin sevgisini kazandı.

 

Direnen gençlik Ortadoğu’nun geleceğidir

Ortadoğu gerçeği göstermektedir ki, emperyalist ve siyonist saldırılar halklara ölüm getirmekte, savaş tanrıları ise kurban olarak çocuk kelleleri istemektedir. İşgal ve bombardımanlarda çocuk ölümlerinin öne çıkması bunun delilidir. Fakat emperyalizme karşı duyulan öfke, mücadeleye atılma isteği, cesaret ve topraklarını savunmak için canını ortaya koyma kararlılığı da yine bu çocukların mücadelesinde resimleşmektedir. Ölüm kusan tanklara karşı taşlarla karşı duran, direniş saflarına çok küçük yaşlarda atılan çocuklar ve gençler, Filistin ve Lübnan halklarının geleceğinin temsilcileridir. Savaş makineleri karşısında direnen çocuklar ve gençler, emperyalizm ve siyonizm var oldukça, ezilen ve işgal altında tutulan halkların direnişinin de var olacağının birer işaretleridirler. Siyonist İsrail tüfeklerinin namlusundan çıkan ölüm mermilerinin çocukları ve gençleri seçmesinin bir nedeni de budur. Aslında kurşunlar direngen halkların geleceğine sıkılmaktadır.

Filistin’de, Lübnan’da halk direnişlerine büyük bir heyecanla atılan gençlik yığınları mücadelenin en ateşli merkezlerinde saf tutmaktadır. ABD işgali altında bulunan Irak’ta ise mezhep çatışmalarıyla ülke bir iç savaşa sürüklenmiştir. Ortadoğu halklarının zayıf noktalarından biri olarak kullanılan din ve mezhep çatışmalarında bomba yüklü gençler kardeş halkların birbirine kırdırıldığı bir çatışmanın aleti haline de getirilmektedir. Fakat Irak’ta da ABD askerlerine ve işgaline karşı büyük bir tepki ortaya çıkmaktadır. Irak, ABD askerleri ve Amerikan politikaları açısından da bir batağa saplanmışlığın ülkesi haline gelmiştir. ABD işgaline karşı direniş -4. yıla girerken- sürmektedir ve işgal altındaki Irak gençliği bu direnişin içerisinde en aktif biçimde yer almaktadır. Tehdit ve kuşatma altında tutulan İran ve Suriye halklarında da emperyalizme karşı nefret ve ortak mücadele isteği gelişmektedir. Emperyalizme karşı halk gösterilerinin gerçekleştiği bu ülkelerde başta üniversiteler olmak üzere gençlik, emperyalist işgal ve saldırı karşısındaki kararlılığını ortaya koymaktadır. ABD ve emperyalizme karşı olmak, siyonizmin saldırılarına karşı durmak, işgal altındaki topraklardaki mücadeleye destek vermek, birleşik bir mücadeleyi örmek yönündeki istek, bütün Ortadoğu topraklarında yaşayan halkları ve gençliği sararak büyümektedir.

Ortadoğu’dan gelen haberler, halkların ve gençliğin direnen Hizbullah lideri Nasrallah’a büyük sevgi gösterisi içinde olduğunu göstermektedir. Fakat evlerin duvarlarında Nasrallah, Che, Chavez ve Ahmedinejad fotoğrafları yan yana durmaktadır. Bu, emperyalizmden kurtulmak için emperyalizme karşı sadece ortak bir mücadelenin sonuç alınabileceğinin bir ifadesi olarak öne çıkmaktadır. Evrensel gazetesinin Nasrallah röportajında, Nasrallah’ın Deniz Gezmiş ve arkadaşları için sarfettiği sözler son derece anlamlıdır. Emperyalizme karşı mücadele eden Türkiye gençliği ve Filistin halkıyla dayanışma içinde olan gençlik önderlerine aradan uzun yıllar geçmesine karşın büyük sevgi duyulmaktadır.

Ortadoğu halkları ve Müslüman Arap gençlik Türkiye gençliğine ve halkına büyük sevgi duymaktadır ve mücadeleyi ortaklaştırma isteğindedir. Tersine Türkiye hükümetlerine ise, emperyalizmle birlik halinde geliştirilen işbirlikçi politikalar nedeniyle tepki duyulmaktadır.

 

İşbirlikçi politikalar Türkiye’yi maceraya sürüklüyor

İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki insanlık dışı katliamları gerçekleştiği günlerde, AKP hükümeti ve Başbakan, halkın tepkisini de gözeterek bir yandan “üzüntülerini” belirtmekle yetinen bir politika izledi, öte yandan ABD ve İsrail ile ilişkilerini hız kaybettirmeden devam ettirdi. Gecikmeli de olsa Kızılay Lübnan’a gıda yüklü kamyonlar gönderirken, aynı anda İncirlik’ten çıkan “patlayıcı” yüklü TIR’lar Türk ve Amerikan askeri korumalarının eşliğinde İsrail’e silah ve bomba taşıyordu. İncirlik’ten kalkan TIR’lar önce Mersin Taşucu’ndaki limana uğruyor, oradan Kıbrıs Rum kesimine geçiyor ve nihayet İsrail’e ulaşıyordu. AKP Adana milletvekilleri bile bu duruma karşı çıkıyor ve açık denizlere açılan tır yüklü gemilerin nereye gideceğinin teminatını veremediklerini söylüyorlardı.

“Orantısız güç kullanılıyor” diye feveran eden Başbakan Erdoğan ucu açık ve kontrollü bir devlet terörünün uygulanmasının önünü açarken, İsrail’e yaptırım uygulama yönündeki seslere ise kulaklarını kapıyordu. %90’ı Amerikan politikalarına karşı olan Türkiye halkı, hükümetten açık bir tutum beklemekteydi. İsrail ile ikili antlaşmaların iptal edilmesi, tank modernizasyon antlaşmasının çöpe atılması, saldırıların açık olarak kınanması, İsrail’in savaş suçlusu ilan edilmesi, Lübnan halkının zararlarının İsrail tarafından karşılanması ve suçluların uluslararası mahkemelerde yargılanması, “barış gücüne” asker verilmemesi vb talepler, bu tutumun bir ifadesi olarak gündeme geldi. Fakat bu somut talepler AKP hükümeti tarafından görmezden gelindi, işbirlikçi tutum devam ediyor.

Ortadoğu’ya saldırıların ayak sesleri gelirken, dışişler bakanı Abdullah Gül ile ABD dışişleri bakanı Rice arasında “ortak vizyon” anlaşması imzalandı. ABD’nin Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP)’nin bölgedeki truva atı olmaya soyunan Türkiye, İsrail saldırıları karşısında da buna uygun bir pratik tutum aldı. AKP hükümeti aynı zamanda ortaya çıkan çatışma ve kaoslardan faydalanarak bölgede etkin bir yer tutmaya, yani yayılmacı bir maceracılığa da soyunmaktan geri durmadı. Zaten İsrail’in Lübnan’a saldırısı da ABD’nin GOP projesinden ayrı düşünülemezdi. Zira Rice “Yeni Ortadoğu’nun doğum sancıları”ndan bahsederken, aynı günlerde, ABD’nin kimi eyaletlerinde coğrafya kitapları tedavülden kaldırılıyordu.

 

Daha kitlesel bir gençlik mücadelesi için

İsrail saldırıyla birlikte Türkiye’de İsrail zulmüne ve ABD politikalarına karşı eylemler gerçekleşmeye başladı. Mitingler, gösteriler, yürüyüşler, imza toplama ve basın açıklamaları gibi bir çok eylem ve etkinlik türü aynı dönemde sokak ve meydanlarda boy vermeye başladı. Kuşkusuz ülke gençliği de bu saldırılara ve Türkiye’nin çekilmek istendiği politikalara karşı sessiz kalamazdı, kalmadı da.

Amerikancı politikalara ve İsrail siyonizmine tepkinin bu denli yoğun olduğu ülkemizde güçlü, kitlesel gençlik eylemlerinin geliştirilememiş olması ise, üzerinde düşünülmesi gereken bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. Bu nedenle, anti-emperyalist eylem ve örgütlenmelerin güç kazanmasını engelleyen ve hatta onları sekteye uğratan kimi eğilim ve alışkanlıkları ortaya sermek ihtiyaç durumundadır:

1- İsrail saldırısının eğitim ve öğretim kurumlarının tatil olduğu aylara denk gelmesi öğrenci gençlik yığınlarının anti-emperyalist gençlik hareketinin bileşeni olmasına olanak tanımadı. Hatırlanacağı gibi, ABD’nin Irak’a saldırısının olduğu dönemde savaş karşıtı mücadelede üniversiteler önemli bir yer tutmuş ve yıllar sonra ilk kitlesel üniversite boykotları bu dönemde gerçekleşmişti.

Elbette İsrail saldırısının ardından kent merkezlerindeki eylemlere gençler katıldılar. Ama bu gençler daha çok politik gençlerdi ve geniş gençlik yığınları eylem sürecine çekilemedi. Eğitim ve öğretim yılının açılacağı önümüzdeki günlerde, okullarda güçlü bir çalışma başlatmak, anti emperyalist gençlik mücadelesinin de toparlanmasına hizmet edecektir. Bu bakımdan, başta yükseköğrenim gençliği olmak üzere öğrenci gençliğin anti emperyalist mücadelede oynayacağı rol, gençlik mücadelesi içinde hala belirleyici bir konuma sahiptir.

2- Günlük işçi basınında Ortadoğu ülkelerinden birçok aydın, akademisyen ve öğrencinin röportajları çıkmıştır. Bu röportajlarda Türkiye üniversitelerindeki anti amerikan, anti emparyalist tutum ile birleşme isteği göze çarpmaktadır. Yine Türkiye’de okuyan ve kimi Ortadoğu ülkelerinden gelen gençlerin benzer içerikli demeçlerine ve yazılarına rastlamak mümkün. Bu açıklamaların, çağrıların sahibi gençler ve akademik çevreler ciddiyetle ele alındığında Ortadoğu ile kardeşlik bağlarını pekiştirmek, dayanışmayı daha ileriden sağlamak olanaklı hale gelebilir.

Üniversitelerin bölgedeki bu gelişmelere karşı toplumun karışısına bir fikir ve uyarıyla çıkmasının koşulları zorlanmalıdır. Zaten üniversitenin de gerçek rolü budur. Örneğin uluslararası ilişkiler ya da siyasal bilimler fakülteleri bu gelişmeleri nasıl değerlendirmektedir? Nasıl bir sonuç çıkarmaktadır ve topluma mesajı nedir? Üniversiteler arası kurul ya da her üniversitenin senatosu bu gelişmeleri nasıl değerlendirmekte, Ortadoğu halklarına ne demekte ve Türkiye halkına nasıl bir çağrı yapmaktadır? AKP hükümetinin dış politikadaki Amerikancı, GOP’çu yaklaşımı ne anlama gelmektedir? Bu sorular, üniversitenin rolünü ortaya çıkaracak çalışmanın kalkış noktalarının haline getirilebilir.

3- Kimi genç aktivistler emperyalizme karşı mücadelenin kimi çalışmalarda olduğu gibi rutin bir işmiş gibi ele alındığını ve bunun da bir heyecansızlığı beraberinde getirdiğini ifade ediyorlar. Bu durum elbette çalışmanın mekanik olarak ele alınması, darlaştırılması ile de ilgilidir ve örgüt çalışmasında çokça karşılaştığımız ve şikayet edilen bir durumdur. Gençlik verilen işi yapmakta ama onun ötesine geçip, çalışmayı yerelleştirememekte, zenginleştirememekte, ortaya konan taktik platforma kendi enerjisini ve özgünlüğünü katamamaktadır.

Türkiye gençliğinin emperyalizme karşı mücadelesinde güçlü bir geleneği ve kökleri vardır. Bu, ezilen mazlum hakları desteklemek ve onların kurtuluşunu gerçekleştirmek için elinden geleni yapmaktan geri durmamak, halkına bağlılık ve güçlü bir yurtseverlik duygusunu içerir. Gençlik örgütlerimiz ve tek tek Emek Gençleri daha yaratıcı, inisiyatifli ve daha kararlı bir biçimde mücadeleye sarılmalıdırlar.

4- Önümüzdeki dönem, emperyalizme karşı ve haklar için mücadelede gençlik yığınlarının eyleminin sokağa damgasını vuracağı bir dönem olmaya adaydır. Kısa bir süre önce gerçekleşen ve tüm dünyada yankılanan Fransız gençliğinin mücadelesi ve kazanımları Türkiye gençliği için de umut tazelemiş, öğretici olmuştur. Emperyalizme karşı olan, onun saldırılarından rahatsızlık duyan, öfkeli ve duyarlı kesimlere ulaşacak çağrılar yapmak, bunun araçlarını yaratmak bugünden hazırlık yapmamız gereken bir çalışma olmalıdır. Çalışmalar bu yönüyle yeniden ele alınmalı ve yenilenmelidir.

Yaz ayları boyunca gerçekleşen eylemlere bakıldığında çalışmanın yerelleşemediği, aşağıdan büyütülemediği görülecektir. Ya gençlik yığınları merkezi bir noktaya çağrılmakta ama gençleri merkeze taşıyacak çağrılar yapılmamakta ve mekanizmalar yaratılmamaktadır. Ya da bir gençlik grubu sadece tanıdığı sınırlı bir çevreyi bir yerdeki eyleme çağırmaktadır. Yapılacak eylemin saati, yeri, nedeni bütün bir semt halkını haberdar ederek ve bir heyecan uyandırarak ele alınmamaktadır. Bu bakımdan dar çevreci çalışma tarz ve alışkanlığından kurtulmak gerekmektedir. Çağrılarımızın olabildiğinde yaygın, etkili ve sarsıcı olmasına önem gösterilmelidir. Burada her gençlik kesimine ayrı, onların duygularına seslenen üslup ve biçimler bulmak önemlidir.

5- Yaz ayları boyunca emperyalist politikalara ve siyonist saldırılara karşı devrimci işçi partisinin ajitasyon faaliyetlerine etkin katılan Emek Gençliği yoksul emekçi gençlik kesimleriyle bağlarını geliştirme şahsına sahip olmuştur. Fakat temas edilen gençlik kesimleri içerisine kök salma ve onları örgütlemede aynı etkiye sahip olduğumuz söylenemez. Çalışmanın gezici ve gelip geçici olmasının engellenmesi daha çok yerelleşmeyi gerekli kılmaktadır. Yeni eğitim döneminin açılmasıyla birlikte yaz aylarında yoğunlaşan işçi gençlik çalışmasının, emekçi yoksul semt gençliğinin, işsiz genç kesimlerin bir kenara bırakılmamasına önem gösterilmelidir.

6- Emek Gençliği’nin içerisinde yer aldığı ajitasyon faaliyetleri içerisinde halkın iki temel soruna takıldığı göze çarpmaktadır; ‘laiklik’ ve ‘Kürt sorunu’. Bu iki sorun gençlik yığınlarının da hızla örgütlenmesi ve mücadeleye atılmasının önüne adeta set çekmektedir.

İsrail’i lanetleyen bildiler dağıtan Emek Gencine seslenen bir vatandaş “Filistin için iyi yapıyorsunuz ama şu ölen asker cenazeleri için de bir şeyler yapmayı düşünüyor musunuz?” diye soruyor. Bu soruyu üstelik provoke etme veya tahrik etmek için de değil, oldukça masum duygularla dile getiriyor. Başka bir örnekte ise bildiri dağıtırken sesli ajitasyon yapan başka bir genç aktiviste yine bir vatandaş “Biz de üzülüyoruz ama Araplar birleşmiyor, kendi ülkesini koruyamanların ülkesini biz nasıl koruyalım, onların niyeti şeriatı kurmak değil mi?” gibi kafa karışıklığını da yansıtan sözler sarf edebiliyor.

Ajitasyon çalışmalarına katılan birçok Emek Genci bu yazıyı okurken haklı olarak “bu durumla ben de karşılaşmıştım” diyecek. Çünkü bu örnekler istisna olmadığı gibi çok yaygın karşılaşılan örneklerdir. Bu durumda göstermektedir ki, halkın ve ülke gençliğinin kafası bu iki sorun üzerinden yıllardır karıştırılmış ve dumura uğratılmıştır. Amerikan ve İngiliz emperyalizminin yıllardır bölge üzerindeki emperyalist yayılmacı hedefleri doğrultusunda bölge halklarını din, mezhep milliyetler temelinde bölmeye ve kışkırtmaya çalıştığını anlatmamız gerekmektedir. Bölge zenginliklerinin ve doğal kaynaklarının kontrolünün ele geçirilmesi ve emperyalist yayılmacılığa karşı, kendi işbirlikçi yönetimlerine rağmen bölge halklarının emperyalizm karşıtı, bağımsızlık talepli mücadelelerinin ortaklaşmasından endişe duymanın, şeriatçı tehlikeden öte emperyalist yayılmacılığın kalıcılaşmasına, yağma ve talana hizmet etmek anlamına geleceğini anlatmamız zorunludur. İşte bu sorulara cevap olmadan, bu cevapların emperyalizme karşı mücadele ile olan bağını anlatmadan kitlesel bir gençlik mücadelesini geliştiremeyeceğimiz açıktır.

Yeni bir eğitim ve öğretim yılı açılırken ‘laiklik’ ve ‘Kürt sorunu’nun başta üniversiteler olmak üzere gençlik yığınları içinde ele alınıp tartışılması ve partimizin çözümünün ortaya konulması, hareketin zaaflarının aşılması için önemlidir. Zaten egemen güç odakları toplumun farklı kamplara bölünmesi ve çatışması için bu iki sorunu kullanmakta ve çoğu zaman çatışma alanı olarak da üniversiteleri seçmektedir.

 

ABD-İsrail askeri olmayacağız

İsrail’in Lübnan’a karşı tek taraflı olarak yürüttüğü saldırılarda “ateşkes”in dile getirilmesiyle birlikte bölgeye BM bünyesinde bir askeri barış gücünün gönderilmesi de gündeme getirildi. Ateşkes sonrası İsrail, Lübnan ve Filistin arasında mekik dokuyan Abdullah Gül, ABD’nin bir GOP temsilcisi gibi barış gücüne alan açmaya çalıştı. AKP hükümeti bölgedeki tepkileri yumuşatarak asker göndermenin yollarını ararken, içeride de “müslümanların korunması” propagandasını yaparak Türkiye halkının tepkisini yumuşatmaya çalıştı.

İlk etapta 15-20 bin kişilik bir BM askeri gücünün konuşlanacağı Lübnan’da tampon bir bölge yaratılacak ve Türkiye’de yaklaşık 1500-2000 asker gönderecek. Ortadoğu açısından da Türkiye’deki halkın duyguları bakımından da bu plan’ın öyle kolay tutmayacağı da bir gerçekliktir. Fakat emperyalizmin ve işbirlikçileri boş durmamaktadır. Bu plan hayata geçtiğinde Türkiye komşu Arap ülkeleriyle boğazlaşmanın eşiğine gelmiş olacak, Türk askerleri kardeş halkları baskı ve cendere altına almak için konuşlandırılacaktır. Türkiye gençliği savaşa, yıkıma ve kardeş halklara zulüm yapmak üzere Ortadoğu’ya sürülecektir. En iyi ihraç malımızın ordu olduğu propaganda edilirken egemen sınıflar aslında gençlik üzerinde bir pazarlığa da girmiş bulunmaktadırlar.

1 Mart tezkerisini püskürten, Irak’a asker göndermeyi engelleyen Türkiye halkı ve gençliği bu gerici planları da boşa çıkaracak, AKP’nin işbirlikçi yüzünü de açığa çıkaracaktır. Fakat bunun için bıkmadan, usanmadan güçlü bir aydınlatma, örgütlenme çabası içerisinde olmak ve güçlü sokak eylemlerinin gerçekleşmesini sağlamak gerekmektedir. Gençlik geleceğine sahip çıktığında, üzerinde dönen pazarlıkları kitle eylemlerinin gücüyle yırtıp attığında ancak bu planları boşa çıkarabilir.

Irak savaşı döneminde dile getirilen “amerikan askeri olmayacağız” sloganı bugün “ABD-İsrail askeri olmayacağız” sloganına dönüşmelidir. Okullar, semtler, işyerleri gençliğin bu slogan etrafında birleşip emperyalizme karşı mücadeleye atıldığı bir çalışmaya tanıklık etmelidir.

 

“Deniz olunmalı” ama nasıl?

Son günlerde “Deniz olunmalı” başlıkılı çokça mektup ve haber Evrensel gazetesinde yer almaktadır. Mitinglerde bu slogan haykırılmakta, afiş ve pankartlara da bu slogan yazılmaktadır. Elbette emperyalizme karşı mücadelenin Türkiye’deki en önemli simgesi olarak damgasını vurmuş bir isim olarak “Deniz olunmalı” isteği devrimci duyguları geliştiren olumlu bir durumdur.

Fakat işin çokca lafını edip gereğini yerine getirmeden ‘Deniz olunmalı” demek bir tehlikeye de işaret etmektedir. “Deniz olunmalıdır” diyen bunu kime söylemektedir? Söyleyenin kendisi Deniz olmak için ne yapmaktadır?

Son olarak Nasrallah’ın “yeni Denizler istiyoruz” biçiminde açıklamasının ardından kimi gençler arasında Lübnan’a gitmek ve Deniz gibi savaşmak biçiminde isteklerin olduğu dile getiriliyor.

68’li yılların gençlik mücadelesi yeniden okunmalı ve incelenmelidir. Görülecektir ki, gençlik önderleri parasız, demokratik, bilimsel, özerk üniversite talebinin içerisinden doğmuşlardır. Bu taleplerin en iyi ve kararlı örgütçüleridir Denizler. Bu talepler üzerine meydanlara dökülen onbinlerin önündedir onlar. Anti emperyalist ve anti faşist gençlik mücadelesi de kitle dayanağını bu talepler için yürütülen mücadeleden almıştır. Ve bu talepler artarak, aciliyetleri büyüyerek bugüne taşınmıştır. “Deniz olmak” öncelikle Türkiye’de okullardan, işyeri ve semtlerden başlayarak taleplerimiz için güçlü bir gençlik örgütlenmesi ve mücadelesi yaratmak için dava adamı olmaktır.

Türkiye’de anti emperyalist mücadele öncelikle gençliğin kitle eylemlerinde ortaya çıkmıştır. Üslerin kapatılması için gerçekleşen gençlik yürüyüşleri, Vietnam kasaplarına karşı gerçekleşen eylemler, Commer’in arabasının ODTÜ’de öğrenciler tarafından yakılması, 6. Filo askerlerinin Dolmabahçe’de binlerce öğrenci tarafından denize dökülmesi vs… Dolayısıyla “Deniz olunmalı” özlemi öncelikle ülke topraklarını işgal etmiş emperyalistler, üslere, işbirlikçilere karşı mücadeleyi en iyi biçimde örgütlemektir. Ülke topraklarımızı yol geçen hanına çeviren emperyalizmin temsilcilerine karşı kitlesel karşı koyuşları örgütlemektir. Filistin, Lübnan ve Ortadoğu halklarına karşı gösterilecek en büyük devrimci dayanışma eylemleri de buradan geçmektedir. İncirlik’ten çıkan tırlar İsrail’e bomba taşırken gençlik bunu engelleyecek bir mücadele dinamiği yakalamadan Lübnan’a gitmenin neresini tartışacaktır? Deniz Gezmiş ve arkadaşları bütün bu mücadele örneklerini sergileyerek Türkiye gençliğine bir mücadele mirası bırakmışlardır. Bu mirası en iyi şekilde sahiplenmek görevlerimize en sıkı şekilde sarılmaktan geçmektedir.

 

“Eğitim hakkımızı istiyoruz”

Yeni bir eğitim ve öğretim yılına girerken gençlik yığınları katmerleşen sorunlarıyla yeniden yüz yüze gelmektedir. Yüzbinlerce öğrenciye üniversitelerin kapıları kapatılmakta, özel dersaneler eğitimin temel unsuru haline gelmiştir. Sınav sistemi sürekli değiştirilerek öğrencilerin ve velilerin kafası karıştırılmaktadır. Eğitim iyice ayrıcalıklı hale gelmekte, eğitimde kategoriler oluşturularak öğrenciler ayrıştırılmaktadır. Yoksul öğrenciler için 13 yeni taşra üniversitesi açılırken zengin öğrenciler için açılan özel üniversitelerin sayısı artmaktadır.

Üniversitelerde harç uygulamasının ardından şimdi de kayıt parası uygulamasına geçilmektedir. Kaliteli öğretim üyeleri yüksek transfer ücretleri ödenenerek özel üniversitelere çekilmektedir. Üniversiteler önemli ölçüde özelleştirilmiş, bilim yuvalarında piyasa kuralları hakim hale gelmektedir. KPS sınavlarını geçemeyen onbinlerce mezun meslek dışı bırakılmaktadır. Sorunları çoğaltarak anlatmak mümkün. Sermaye sınıfları ve kapitalizm eğitim alanınında ve üniversitelerde bir hayli yol katetmişlerdir. Kısacası eğitim hakkı gençliğin ve halkın elinden alınmıştır.

Öğrenci gençliğin bu saldırılara karşı yürüttüğü mücadelenin çeşitli sorunları vardır ve bu başkaca bir yazının konusu olarak da değerlendirilmelidir. Fakat ortaya çıkan sonuç göstermektedir ki, gerek üniversitelerde gerekse eğitimin genelinde mücadeleler lokal ve parçalı olmayı aşamamaktadır. Eğitim alanlarının toplamına dönük ve topyekun, tek merkezden yürütülen bu saldırılara karşı parçalı karşı çıkışlar etkili olamamaktadır. Ayrıca bu saldırılardan sadece öğrenciler değil, veliler, bütün bir halk, öğretim üyeleri, araştırma görevlileri, eğitimciler de nasibini almaktadır. Saldırı aynı zamanda eğitim sisteminin temellerine yapılmakta ve yeni bir sistem inşa etmektedir.

Yeni öğretim ve eğitim yılına girerken eğitime dönük saldırılara karşı bütün kesimleri birleştirecek ve sınıflardan başlayarak sokağı hedefleyecek bir mücadele hattının ortaya çıkarılması emekçilerin, halk çocuklarının ve gençliğinin haklarını geri almasının önemli bir yolu olacaktır.

Çalışmaya daha okullardan açılmadan başlanması, çalışma tarzı, taleplerin formüle edilmesi, taktik platformun ortaya konması ve etkili sloganların öne sürülmesi bir hazırlık süreci olarak ele alınmalıdır.

Eğitim sorunları temelinde bütün kesimlerin biraraya getirildiği yaygın bir aydınlatma çalışması yürütülmeli ve başta büyük kentler olmak üzere ülkenin heryerinde büyük mitingleri de hedefleyecek kapsayıcılıkta bir çalışma örgütlenmelidir..

 

Sonuç olarak;

Kapitalizm, gençliğe verilecek hiçbir hak bırakmadığı gibi, emperyalizmle işbirliği yolunu seçmiş gerici iktidarlar yeni savaşlara ve yıkımlara gençliği alet etmek istemektedir. Her milliyetten Türkiye gençliği somut taleplerden yola çıkarak ve bütün kesimlerle birleşme yoluna girerek gençlik hareketinin temellerini yeniden inşa etmekle yüz yüzedir.

Parasız, bilimsel, demokratik eğitim talebi, iş ve gelecek talepleriyle emperyalizme karşı bağımsız ve demokratik bir ülke talebinin birleştiği bir mücadele dönemi yoksul ve ezilen gençlik yığınlarını beklemektedir. Gençliğin bu mücadeleyi örgütlemekten başka çıkar yolu yoktur. Ötesi geleceksizlik ve karanlık bir yarın demektir. Önümüzdeki dönem hareketli ve mücadeleye aday bir dönemdir. Emek Gençliği bu tarihsel sorumluluğun bilinciyle donanmalı ve mücadele ve örgütlenmede ön saflara atılmalıdır.

“Eğitim hakkımızı istiyoruz” talepli çalışmanın son derece etkili ve birleşik bir mücadele hattında yürütülmesi gerekmektedir.

Başta ÖTK, Öğrenci Birlikleri, kol ve klüpler olmak üzere gençlik örgütlerinin de içerisinde yer alacağı, Eğitim-sen, ÖED’nin de gireceği, öğrenci velileri ve işsiz bırakılan mağdur öğretmenlerin de yer alabileceği geniş bir mücadele platformunun örgütlenmesi gerekmektedir. Sonuç cümlesi olarak ifade edecek olursak; Parasız ve nitelikli bir eğitim için halk güçlerinin birleşik mücadelesinin örgütlenmesi olacaksa, bu mücadelenin çimentosu ise başta devrimci işçi partisi ve Emek Gençliği olacaktır.

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑