Yaklaşık onbeş yıl önce yayınlanan “SBKP (B) Tarihi” adlı eserden bu yana, yayınlanışı, uluslararası komünist hareketin ideolojik hayatındaki en önemli gelişme olan, ölümsüz önderimizin “Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” adlı eserinin ana çizgilerini ele aldığımız çalışmalarımızın sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Şimdi önümüzdeki görev, çalışmalarımızdan çıkan, eylemimizi ve düşüncemizi besleyecek olan esas fikirlerin değerlendirmesini yaparak, buradan çıkan sonuçları olabildiğince çok sayıda aydına ve meslekdaşımıza ulaştırmaktır.
(….)
6. EMPERYALİST BURJUVAZİNİN ENTELLEKTÜEL ÇÖKÜŞÜ
Sevgili yoldaşlar, Stalin yoldaşın son kitabının bizim için ortaya çıkan önemi bunlardır. Bunu en iyi şekilde anlamak için kitapta ele alınan aynı meselelerin eleştirel bir incelemesini kendi ülkemiz için yapmak gerekiyordu ve siz de bunu layıkıyla yerine getirdiniz.
1- Fizikçiler, bu kürsüden, idealist kampa yirmi beş yıllık hizmetinden sonra, Fransa’nın en tanınmış fizikçileri arasında yer alan bir fizikçinin, tiranlığı nasıl red ettiğini hatırlatarak, indeterminizm ile hesaplaştılar. Aynı şekilde, kimyacılar burada, idealist mesomer ve rezonans[1] teorilerine karşı mücadelelerinden bahsettiler. Edebiyat tarihi uzmanları, yaratılışın sırrı, karakterbilim, estetik biçimcilik konusunda idealist tezleri teşhir ettiler. Bundan on beş gün kadar önce Claude Aveline, Emmanuel Berl ve hempalarının gözetimi altında “büyük yüzyılın” edebiyatını, 18. yy.’da üstyapıdaki gelişmeleri, son derece olumlu bir yıldız falına bağlayarak açıklamaktan çekinmeyen ve radyo tarafından yayılan batıl inançlar gibi gericiliğin ulaştığı boyutların niteliğine de pekala değinebilirlerdi. Felsefeci yoldaşlarımız, fenomenolojiye, yeni-hegelciliğe, yasaların inkarına dayanan bir özgürlük anlayışına derin eleştriler yönelttiler.
2- Yine edebiyat tarihi uzmanlarımız burada pozitivistlerin etkilerinden bahsettiler. Kimyacı dostlarımız, araştırmayı olayın sadece kendisiyle sınırlama inancının kökenleri ve bilimi bir olaylar kataloğu gibi ele alma anlayışına karşı eleştriel bir inceleme çabasına girdiler. Biyolojistlerimiz, Jean Rostand’ın, onbeş gün kadar önce Le Figaro Littéraire’de yayınlanan “biyoloji hakkında bir fikir sahibi olabilmek için, bir filozoftan çok bir çiftçiye güvenirim” şeklindeki çirkin özdeyişinden bahsedebilirlerdi. Bu cümle, teori ile pratiğin, “filozof” ile “çiftçinin” birliğini savunan Marksizmin aksine, bilimsel yöntemin inkarının mükemmel bir örneğidir.
3- Dilbilimcilerimiz, edebiyat tarihçileri ve diğer yoldaşlar, yapısalcı eğilimin gelişmenin önünde nasıl bir engel haline geldiğini göstererek, anti-diyalektik mekanizmanın maskesini düşürdüler. Aynı şekilde, maddenin belli bir biçiminden diğerine geçişte nitel bir sıçramaya yol açtığı şeklindeki diyalektik teoriye aykırı olarak, beynin çalışması bir makinanın çalışmasına benzetilerek, Amerikan sibernetiğinin yutturmacalarından bahsedildi. Olacak şey değil ama, özünden soyutlayabilirlerse, Marksizmin bazı değerlerini kabul etmek zorunda kalan burjuva uzmanlarının ödünü patlatan ve kurtulmak için çaba harcattıran diyalektik yöntem, Marksizmin ruhudur.
René Clemens, bu şekilde 1952 yılının Mayıs ayında yapılan Fransızca konuşan Ekonomistlerin Kongresi için yazdığı “Bir Ekonomik Yapı Teorisinin Geniş Önsözü” başlıklı giriş raporunda “onu belirleyen diyalektik anti-tezinden soyutlandıktan sonra Marksist ‘yapı’ olgusunu klasiklerin ekonomik fikirlerine yaklaştırmak, dahice bir öngörü gibi görünüyor” diye yazıyordu.
Başka bir deyişle, “anti-tezin diyalektiği”, zıtların mücadelesi, uzlaşmaz sınıfların mücadelesi olmaksızın Marksizm ne de güzel olurdu!
Bugünkü Fransa’da bilimin ve resmi felsefenin içinde bulunduğu durumun eleştriel tanımlaması yapıldıktan sonra, geriye, dünya gericiliğinin bugünkü merkezi olan ülke aracılığıyla, ülkemizde kurulan Amerikan etkisinin önem ve sorumluluğunun altının çizilmesi gerekliliği kalıyordu. Sizler de bu görevi yerine getirmeyi ihmal etmediniz. Sosyolojideki biyolojik ve psikolojik ekoller bunun en bariz örnekleridir.
Ekonomi-Politik dergisinin 1952 yılının Kasım-Aralık sayısında, Atlantik ötesi ekonomi yöneticilerinden birinin[2] ölümünden sonra basılan eseri konusunda yayınlanan raporda şunlar söyleniyordu. “… böylece yazar (J. R Commons), ekonomide insan iradesinin rolünü ön plana geçirerek, ‘iradi’ bir ekonomi geliştirmek için şimdiye kadar harcadığı çabalarını taçlandırıyor… …Olayları gözlemleyerek insan iradesinin bir değer teorisi ortaya çıkaracağına inanıyor… Ekonomi, insanın bireysel ve kollektif iradesinin eylemi, yargısı ve kararları ile ilerliyor. Her türlü demokratik kontrolün ortak temeli kurallardan oluşmuştur. Bu kurallar sayesinde, çıkarları farklı olanlar da dahil olmak üzere, katılanların tamamının iradesi yapay bir ortak kollektif irade şeklinde kaynaşmıştır.”
Ve rapor, “…insan, daha çok psikolojik planda bulunan, kendisini oluşturan bireylere göre, toplum ve sadece bir toplumda bütünüyle kendini oluşturabilen birey şeklinde düşünülebilen toplum ve birey bütünlüğüne dayanan A. Dandieu ve E. Mounier gibi tanınmış kişiliklerin içinde bulunduğu, çağdaş Fransız Ekonomik düşüncesi üzerinde derin bir etki yapan bir ekolün bakış açısına yaklaşmaktan kendini alamaz…, Sendikalar ve toplum… arasında bir iktidar dengesi kurma meselesidir” şeklinde devam ediyor.
Ekonomi politiğin psikolojik teorisinin, sınıfları ve sınıf baskısının varlığını inkar eden, toplumu bireylerden ibaret varsayan bir sonuca götürdüğünü, hatta burjuvazi tarafından, eşitlik adına, işçi sendikalarına ve büyük kapitalist işletmelere eşit haklar tanınması yanılgısına sürüklediğini görüyoruz.
Bu Amerikan etkisinin neticesinde, Fransız burjuva ideolojisinin, toplumsal bilimleri psikolojik sorunlara indirgeme şeklinde genel bir eğilimini gözlemliyoruz.
André Marchal, daha önce bahsettiğimiz “Bilimsel Yöntem ve Ekonomi Bilimi” adlı kitabının 110. sayfasında, “bazı ekonomik olaylar, nitel ve psikolojiktir” diye yazıyor. Yazar, ayrıca 9. sayfada “determinizmin krizi”, yani “20. yy başından bu yana bütün bilimleri etkileyen kriz”, ekonomi bilimini de etkilemiştir iddiasında bulunuyor.
Burjuvazi için otorite olan başka bir ekonomist Jean Weiller de aynı eğilimdedir. 1949’da yayınlanan “Ulusal Yapısal, Tercihler ve Yapısal Dengesizlikler” adlı makalesinde, “…Bütün ekonomik araştırmalar, artık basit cebirsel ifadesini bulabilmiş olanlar da dahil, bireysel tutumlara, eğilimlere, tercih sıralamalarına yada psikolojik değişimlerin dikkate alınmasına dayanıyor” diye yazıyor.
Maurice Thorez, Ekonomi-Politik Dergisi’nin Kasım-Aralık 1952 tarihli sayısında, Michel Moret’in, ana fikri, emperyalizmin kapitalizmle, özellikle övgüler yağdırdığı Amerikan kapitalizmiyle ortak hiçbir yanının olmadığı şeklinde özetlenebilecek olan “Emperyalizm ve Egemenlik” adlı makalesine parmak bastı ve dikkatimize sundu. Emperyalizm, psikolojik ve biyolojik bir olaydır. “Her bireyin benliğinde bir tür emperyalizm tespit edebiliriz” diyen Ernest Seillére, insan ya da karınca olsun, her canlı varlığın benliğinde yaşattığı yayılmacı eğilimi incelemeye kendini adadı.
François Perroux’un altını çizdiği gibi, gücünü ve canlılığını koruyan her yaşamın, kendi içinde belli bir emperyalizm eğilimi taşıdığına hiç şüphe yoktur.”
Çok beceriksizce yazılan bu makale, gericiliğin, psikolojinin ve hatta biyolojinin yardımıyla, ekonomi biliminin içini boşaltmak için harcadığı çabaların tüm sırlarını gün ışığına çıkarıyor. Makalenin amacı; günümüzün kapitalizmini temize çıkarma, kapitalizmin azami kâr arayışı temel yasasını gizleme, özellikle Amerikan emperyalizmini aklama ve burjuva sistemin tüm günahlarını sosyalizme yüklemektir. Nihayet Michel Moret, “emperyalizmin ortaya çıkmasına sosyalist devletlerin ekonomik sistemlerinin neden olduğunu” yazmaya bile cesaret etti.
Burjuvaziyi kayırmak için nesnel yasaları tersine çevirme girişimi, sadece Michel Moret’ye has değildir. Bu tutum, René Clemens’ın daha önce bahsedilen raporunda genel bir tez olarak önerildi. Bu raporda özellikle, kapitalist sistemin, “dengelerin her an bireylerinin azami mutluluğu ile belirlendiği, mükemmel bir akıcılığın olduğu bir çevre” ile ifade edildiğini okuyoruz. Böylece sosyalizmin temel yasasının kapitalizme uygulandığını “görüyoruz”.
Moret’in makalesi ile burjuva ideolojisinin toplumsal bilimleri biyolojik bir disipline dönüştürme genel eğilimine de değinmiş oluyoruz. Bu, esas olarak Alman-Amerikan kökenli bir eğilimdir.
Temel eserleri[3], Fransa’da birer otorite olan Wagemann, Almanya’da ekonomik hareketlerin fizyolojik ve medikal örneksemeler ile dolu açıklamalarını yaptı.
Toplumsal bilimlerin biyoloji yoluyla deformasyonu, özellikle, daha ciddi şekilde mücadele etmemiz gereken, fazla nüfus konusundaki yeni-maltusçu teoriye götürüyor. Bu teorinin taşıdığı tehlikenin önemini anlamak için, yoldaşımız Jeannette Vermeersch’in incelememiz konusunda dikkatimizi çektiği Paul Reboux’nun, nüfus artışını azaltmak için bir atom bombasının gerekliliğinden bahsettiği “Fazla Çocuk” adlı kitabına göz atmak yeterlidir.
Bütün bunlar, aslında ne anlama geliyor?
Stalin’in gösterdigi gibi, emperyalist kampın çelişkilerinin giderek derinleşmesiyle kapitalizmin temelleri çatırdamaktadır. Savaşı, azami kârın kaynağı olarak gören emperyalistler, içinde bulundukları krizden çıkışın yolunu, savaşta bulmaktadır.
İşte bu nedenle, emperyalizmin entellektüel sözcüleri, emperyalist saldırganlığı meşrulaştırmayı amaçlayan maltusçu ve ırkçı düşünceleri yayıyorlar. İşte bu nedenle, Amerikan emperyalistleri, dünya egemenliği kurmak için olağanüstü çaba harcıyorlar, kapitalizmin tüm kötülüklerinin, sıkıntılarının, kitlelerin yoksulluğunun nedenini nüfusun fazlalığında bulan sahte bir teorisyen ordusu besliyorlar. Bu sahtekarların amacı, sadece kapitalizmi aklamak değil, aynı zamanda halkın çektigi sıkıntıların sorumluluğunu doğanın üzerine yükleyerek, en barbar savaşları da meşrulaştırmaktır.
Gerçeklerin insanlık dışı yeni-maltusçu masalı alt ettiğini söyleyebilirmiyiz? Sosyalizmin ülkesinde nüfusun daha önce görülmemiş şekilde doğal artışı (üç yılda 9,5 milyondan fazla artış) işsizliğin artışına, nüfus fazlalığına neden olmuyor, tüm toplumun mutluluğunun artışı ile koşut gidiyor.
Yeni-maltusçu bütün cambazlıkların nedeni, kapitalistlerin bilimsel ve nesnel olarak savaşın nedenlerini açıklayamamalarıdır.
Burjuva sosyolojisinin ABD’deki temel direklerinden biri olan L. Bernard ve “Savaş ve Nedenleri” adlı kitabını ele alalım. Kitapta, savaşların, kurulu sistemin politikalarından, ekonomik ilişkilerinden ve sınıflar arası güç ilişkilerinden bağımsız olduğu teorisini buluruz. Yazar, savaşın dünyadaki güçlerin iradi faaliyetinin, haksız bir şiddetin, “insan ruhunun saldırgan doğasının” eseri olduğunu iddia ederek, savaşın nedeninin iradi olduğunu tarif ediyor. Tarihin tüm derslerine rağmen, haklı ve haksız savaşlar arasında bir fark olmadığı ve savaşlarda, “toplumsal sistemlerin bir suçunun olmadığı” sonucunu çıkarıyor.
Bu sahtekarca teorilerin ardındakilerin gerçek kimliğini anlamak için keskin bir öngörüye sahip olmaya gerek yok. Psikolojide çok tanınan “iktidar, insanı yoldan çıkarır” türündeki iddialar, (emperyalist) güçlerin intikam hevesinin savaşların kökeni olarak gösterilmesi şeklindeki teorilerle, sözde filozof Alain, birçok Fransız aydınına zararlı düşünceler aşıladı.
Toplumsal olaylara bir açıklama getirebilmenin resmen imkansızlığıyla karşı karşıyayız, açıklama getirmekten vazgeçiyoruz.
Dünyanın açıklanamazlığı teorisinin, katolik hiyerarşi de dahil olmak üzere, faşist maceracılardan sosyal-demokrasiye kadar tüm gerici güçlerin ortak noktası olduğunu gerçekten de herkes biliyor.
Bu gizemlilik, gericilik için en değerli gazetecilerinden olan “Figaro” gazetesinin “ermişlerinden” birisi Raymond Aron’un 1938 yılında yayınlanan “Tarihin Felsefesine Giriş” adlı eserinin ana konularından birisiydi. Kitapta “Tarihsel Nesnelliğin Sınırları” adını taşıyan altbaşlık, yazarın niyeti konusunda yeterince açıklayıcıdır. Yazarın bütün çabası, doğanın bilimleri ile tarih arasına aşılmaz bir duvar örmektir. Ona göre, tarihin belli bir döneminin yapısını ancak günümüzle karşılaştırabilen bizler için geçmişin bir anlamı yoktur. Geçmişin değerlendirmesi, şu ya da bu tarihçinin belirlediği subjektif amacına bağlıdır.
Buradan bize özellikle söylenmek istenen, tarihin, insanlığın ortak hafızası ile karşılaştırılacak hiçbir yanının olmadığıdır.[4]
Bu son tezin ardından, bu defa, oldukça pratik bir başka sonuç çıkarılıyor: Bütün grup hafızası kurgusal olduğuna göre, ulusal hafıza da, bir ulusu daimi kılmak amacını taşıyan bir kurgudur, daha doğrusunu söyleyecek olursak, “tehlikleli bir kurgu” dur.
Bilimsel tarihin inkarını ulusal tarihin inkarıyla, teorik idealizmi kozmopolitizm propagandası ve ulusal ihanet ile birleştiren mantıksal ilişki işte budur.
Bu konuları çok iyi bilen gerici Boisdeffre gibileri, Malraux konusunda, aslında övgü yaptığını sanarak, “‘vatansız, pasaportsuz” maneviyatı ile ‘saçmalıktan başka imanı olmamak’ düşüncesi arasında karamsarlık kardeşliği var” diyerek, bunu özellikle söyledi.
Kötümserler ve insanın güçsüzlüğünün teorisyenleri arasında, doğal olarak, Papa’yı ve kilisenin üst düzey yöneticilerini sayabiliriz. Bunun için, Vatikan’ın yayınladığı son Noel mesajına bakmak yeterlidir.
“Bireyin yaratıcı güçlerini” yermekle kalmayan Papa, insanların umutlarının buna dayanmasının “düzenin yaratıcısı olan tanrının niyetine aykırı” olduğunu söylüyor. Yani buradan, tanrının kurulu düzenine aykırı olduğundan, dünyada hiçbir yeniliğin ve özellikle de sosyalizmin yaratılamayacağı sonucunu çıkarmamız gerekiyor. Her halükarda, “yoksulluktan arınmış bir dünya kurmak” başarılamayacaktır.
Ancak öte yandan Papa, bunlardan bahsederek, kurulu çıkarları savunuyor. Komünizmi, “iyileştirici etkisi kanıtlanmış bir ilaç gibi olması gereken sistem ya da soğuk teorik kurallarla yazılmış yeni bir toplumsal formül” diye eleştriyor ve “dünyayı kurtaracak bilimsel bir sistem henüz mevcut değil” diye ekliyor.
Daha yukarıda bahsettiğimiz ve sosyalizmi, teknokratların bir eseri, basit bir üretim ve örgütlenme sorunuymuş gibi göstermekten ibaret olan Marksizm-Leninizmin çarpıtılmasına, Papa da bilerek ve isteyerek katılıyor. Fakat bu çarpıtmalarda bizi ilgilendiren konu, bilimin iflasının, insanın dünyayı anlamakta ve müdahale etmedeki çaresizliğinin ilan edilmesidir.
Emperyalizmin ajanlarının merkezi tezleri bunlardır ve sağcı sosyalistlerin Papa ile aynı noktada olmalarına şaşırmamak gerekir.
Aslında sosyal-demokrasi, bilime, toplum ve doğa yasalarının nesnelliğine tamamen karşıdır.
1- Seine Felsefe Çevresi adına burada sunulan raporda, amprio-kritisizm ile sosyal-demokrasinin ideolojisi arasındaki yakınlığın altı haklı olarak çiziliyordu.
Daha önce başka bir yerde de bahsettiğimiz,[5] Haziran 1952 tarihli “Sosyalist” dergisinin 105. sayfasında yeralan, sadece, birtakım deneysel bağıntı (ki çoğunlukla hatalarla lekelenmiş bağıntılar) grubunu özetlemek ve koordine etmek için elverişli makul yapılar olduğunu varsayarak, mikrofiziğin parçacıklarının, “gözlemcinin bağımsız gerçeklerinden” sıyrılmış olarak ifade edildiği ibret verici cümleleri somut bir örnek olarak belirtmiştik. İnsan bu cümleleri okurken, “Bilim Hacıları Akademisi”nin tutanaklarından birini okuyormuş izlenimine kapılıyor.
2- Doğa bilimlerinden sonra toplumsal bilimlerde de, yasaların nesnelliği aynı şekilde inkar ediliyor. Bildiğiniz gibi, bizzat Leon Blum’un kendisi, “ekonomik olaylar diğer olaylardan daha maddi değildir” tezini ileri sürmüştü ve bu tez, Fransız sosyal-demokrasisinin Amerikan sosyolojisinin psikolojik ekolü ile kesişmesinin örneği olmasından dolayı oldukça öğreticidir.
Blum’un tezi, hâlâ, izleyicileri arasında önemli bir etkiye sahiptir. Emperyalizme özgü bütün objektif içeriği yok sayıp, ardından, özellikle ve esas olarak, sadece Kautsky ve Karl Renner gibi Alman ve Avusturya revizyonizminin kodamanlarından ya da Tito kliğinin yazılarından değil, ama özellikle Revue Socialiste’den destek alarak, günümüzün kapitalizmini aklamaya adanan Michel Moret’in, daha önce bahsedilen “Emperyalizm ve Egemenlik” adlı makalesi, bu açıdan belirleyicidir. Yazar, “Emperyalizmin ekonomik kavramı günümüzün gerçeklerine cevap vermiyor”, hele Amerikan politikasının gerçeklerine hiç denk düşmüyor ve Ekonomi-Politiğin bir verisi olarak bu kavram hayalidir diye yazarken, referans ve temel garanti olarak, Sosyalist Dergisi’nden faydalanıyordu.
Hatta, tarih bilimi açısından, bu kürsüde gösterildiği gibi, sosyal-demokrasi mekanik determinizmle olumsallık arasında dalgalanıp durmaktadır.
3- Gerçeğin bilimsel bir açıklamasının olmadığı kabul edildiği andan itibaren, saçma sapan açıklamalar, alçakça teoriler, zincirlerinden boşanırcasına ortaya dökülüyor. Örneğin, Hitleri, emperyalist savaşı ve ilerlemeyi birbirine bağlayabilme cesareti gösterebiliyorlar.
Londra’da 1952 yılında yayınlanan ve Marceau Pivert tarafından Fransız sosyalistlerine de heyecanla tavsiye edilen “Fabienci Yeni araştırmalar” adlı bir kitapta, sağcı sosyalistler, ekonomik ilerlemeye yolaçacağı ve işsizliğe son vereceği için silahlanma yarışına övgüler diziyor, göklere çıkarıyorlar. Emperyalizmin bu iki yüzlü uşakları, “Savaşın ihtiyaçları, ekonomik dinamiği düzenliyor ve teşvik ediyor”, “…barış, maalesef, toplumsal değişim makinasını savaştan daha kötü yağlayan...”[6] diye yazmaya çekinmiyorlar.
Bu tip satırları okurken, Leon Blum’un “İnsan ölçüsünde” adlı kitabında, faşizmi, insanlık tarihinin kaçınılmaz ve ilerici bir etabı olarak gördüğünü hatırlamamak elde değil.
Stalin, SBKP’nin 19 Kongresi’ndeki konuşmasında, günümüzün burjuvazisinin özellikle felsefe ve bilim alanındaki çöküşünü gözler önüne serdi. Burjuva felsefesinin, sağduyuyu, mantığı ve ilerlemeyi savunduğu günlerden bu yana, felsefe ve bilim değişimlere uğradı. Burjuva felsefesi, şimdi, sezgiciliğin, alogizmin[7], gerilemenin yayıcılığını yapıyor. Günümüzdeki varisi faşizm olan dini gericiliğe ve ortaçağ engizisyonuna övgüler diziyor. Burjuva ideolojisi artık her hattıyla gericileşmiştir.
6. HER CEPHEDE MüCADELEYİ BAŞARMAK İÇİN OPORTÜNİZMİ YENMEK GEREKİR
Sevgili yoldaşlar, bilimin her alanında mücadele etmek zorundayız. Bu mücadelede Stalin’in eseri gibi evrensel değerde çok iyi bir silaha sahip olduğumuz için şanslıyız.
Bu eserin, sadece iktisatçılar için ya da felsefeciler, tarihçiler ve diğerleri için yazıldığının sanılmasının önüne geçmek gerekir. Tam tersine, bu eser, bütün uzmanlar için değerli ve doğrudan bir öğreti niteliği taşıyor. Marx’ın “Kapital”i gibi, ekonomik problemlere adanmış, tükenmeyecek zenginlikte ansiklopedik bir eserdir.
En iyi Marksistler olmaya çalışalım
Özeleştriye karşı direnişi, liberalizmi ve vurdumduymazlığı aşalım
Teori ve pratiğin yaratıcı yorumu için
Stalin’in eseri, herşeyden önce bizleri, eleştiri ve özeleştiride çaba harcamaya teşvik ediyor. Yayınlandığından bu yana, artık, eskiden olduğu gibi çalışamayacağımızı, artık köhnelikleri, derme çatmalıkları, rakibimizin verdikleriyle yetinmeyi bırakmamız ve işçi sınıfının mevzileri için korkusuzca mücadele etmemiz gerektiğini, ilkelere rağmen verilen tavizlerin, fikir dalavereciliğinin komünist bilince aykırı olduğunu daha iyi hissediyoruz. Marksizm-Leninizmin felsefesinin herbirimizin bütün entellektüel yaşamına nüfuz etmesi gerektiğini daha iyi kavrıyoruz.
Eleştiri ve özeleştiride çaba harcama mecburiyeti somut olarak ne anlama gelir?
Öncelikle, herkesin sistemli olarak bir Marksist kültür alması ve bu kültürü derinleştirmesinin gerekliliği anlamına gelir. Birçok uzmanlık alanı olmasına rağmen, bütün uzmanlara gerekli olan bilim dalı Marksizmdir.
Marx, Engels, Lenin ve Stalin’in eserlerini ve Marksizm-Leninizmi Fransa’nın koşullarına canlı ve somut biçimde uyarlayan Maurice Thorez’in eserlerini dikkatle inceleyelim.
Mümkün olabilen her yerde, partinin tüzüğüne uygun örgütlerinin kontrolü altında, komünist aydın çevrelerini harekete geçirelim.
Mayakovski’nin, şu dizeleriyle bahsettiği sözde komünist gibi olmayalım.
“kitaptan öğrendikleriyle komünist sınavını başarıyla geçmişti,
bütün izm’leri ezbere öğrenmişti,
ve sonunda komünizmi düşünmeye ebediyyen sonverdi”.
Bizler, komünizmi, bilimsel ve mesleki faaliyetimizde olduğu gibi, halkın içinde, meslekdaşlarımızla ilişkilerimizde, büromuzun sessizliğinde dahi her zaman düşünmeliyiz.
Stalin’in toplu eserlerinin 1. cildinin Fransızcası yayınlanmak üzeredir. Bu, partimizin bütününün entellektüel hayatında tayin edici öneme sahip bir olay olacaktır.
Gücünüz elverdiğince, sempatizan aydın kitlesine, barış ve demokrasiden yana aydınlara ve partili yoldaşlara bu eserin zengin içeriğini hazmetmeleri için yardım etmeyi görev edinmelisiniz. Aragon yoldaş, 1. cildin temel konularından biri olan “Anarşizm mi, Sosyalizm mi?” üzerine yazdığı makale ile herkese örnek oldu. Sizler de, Stalin’in Toplu Eserleri’nin 1. Cildi hakkında incelemeler yazmalı, konferanslar düzenlemelisiniz.
İyi bir Marksist olabilmek demek, derinlemesine ciddi çalışmalar üretmek demektir. Bu tür çalışmalar, Fransız komünist aydınlarının yüzakı olabilecek, dışarıda okutulan, Sovyet yoldaşlarımız tarafından tartışılan ve takdir edilen makaleler ve eserler şimdiden mevcuttur. Bu şekilde elde edilen olumlu sonuçlar, daha fazla sayıda kadroyu yaratıcı çalışmaya çekmenin, özelllikle taşralı yoldaşların çabaları ile Paris’li yoldaşların çabalarını sistematik olarak birleştirmenin gerekliliğini daha iyi gün ışığına çıkardı.
Fransız komünist aydınlarının, halkına ve partisine karşı acil olarak ödemesi gereken bir borcu var. Felsefeci yoldaşlarımızın haklı olarak belirttikleri gibi, yaptığımız teorik çalışmalar kendi içimizde kalmamalıdır. Kamuoyu önünde yürütülen fikir mücadelesinde daha fazla dikkat ve ilgi çekmelidirler.
Ürettiğimiz eserlerin sayısını arttırırken, aynı zamanda kalitesini de iyileştireceğiz. İhtiyacımız olan, derleme ve sıradanlaştırma, burjuva yazarlardan aşırılmış metinler ya da fikirlerin, Marksizmin bazı klasik formülleriyle basitçe çeşnilendirilmiş birleşimi değildir. Buna rağmen, bazen bu “tarz”ı andıran kitapları yayınladığımız da oldu. Aslında, ele alınan meselenin, her durumda temeline kadar inerek, her yönüyle somut olarak yeniden inceleyerek, güçleri denemek gerekir.
Stalin eserinde, kadroları ve aydınları, gerçek karşısında yüzeysellik, olayların içeriğine nüfuz etmeyi denemeden sadece dış görüngüleriyle yetinme eğilimine karşı uyarıyor. Örneğin, olaylara yüzeysel bir biçimde yaklaşanlar, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki çelişkilerin kapitalist ülkeler arasındaki çelişkilerden daha keskin olduğuna inanabilirler. “Teorik olarak elbette doğrudur”. Ancak, somut tarihi koşullarda, net bir şekilde açıkladığı derin nedenlerden dolayı, kapitalist ülkeler arasındaki çelişkiler giderek büyüyor ve pratikte kapitalizm ile sosyalizm arasındaki çelişkilerden daha da keskin bir hal alıyor, öyle ki, “kapitalist ülkeler arasında bir savaş olasılığı hâlâ oldukça kuvvetlidir” diyor Stalin.
Stalin, yazdığı her tezi, ancak en geniş belgeleri dikkatle inceledikten sonra formüle ediyordu. Bu nedenle, son eserinde yazdığı her bir açıklaması, yeni incelemelere konu olabilecek niteliktedir.
Yayınlarımıza, acil ihtiyacımız olan, sosyalizm ile demokrasi arasındaki ilişki, özgürlük ve Maltusçuluk gibi konularda eserlerinizle daha fazla yardım etmelisiniz. Sosyal Yayınları’nın çıkardığı “Sorunlar” gibi bir dizinin durgunluğundan hepimizin yüzü kızarmalıdır.
Bize, Amerikan gericiliğinin düşünsel etkilerinin Fransa’ya girişini cesurca teşhir eden ve tartışılmaz bir biçimde bunu gözler önüne seren, Amerika’daki egemen spirutuel yaşam biçimi hakkında gerçekleri söyleyen daha fazla sayıda kitap lazımdır. Bir dizi sorun konusunda gerçek bilimsel incelemelerin eksikliğini, hepimizin bildiği genel sonuçlara ulaşmakla yetinmeyen, ancak mücadeleci olduğu kadar, bilinçle sorunların kökenine inen incelemelerin eksikliğini duyuyoruz. Örneğin, Maurice Thorez’in 18. yüzyılın Fransız materyalistlerinin yayınlarının ve yorumlarının incelenmesi ve yayınlanması konusundaki ısrarlı tavsiyelerini fazla dikkate almıyoruz.
Dergilerimizde yayınladığımız makalelerin kalitesini yükseltmeli, titiz olmalı, özgün incelemeler sunmalıyız.
Aynı zamanda, dallarında uzman olan dergilere sistemli olarak yazmaya devam etmeliyiz. Ortadoğu konusunda uzman olan dergilere makaleler göndererek dikkate değer bir iş yapan tarihçi yoldaşımızın örneğinde olduğu gibi, fırsat buldukça bu dergilere yazacağız, yazabilmek için mücadele edeceğiz. Yine iktisatçı yoldaşların ve bazı diğer yoldaşların başarıyla yaptığı gibi, komünist olmayan bilimsel yayınevlerine ve genel olarak burjuva yayıncılara elyazmalarımızı göndereceğiz.
Paris’teki yoldaşların yanı sıra Nice ve Lyon gibi taşra merkezlerindeki yoldaşların deneyimlerinden gördüğümüz gibi, kamuoyuna açık konferanslar ya da açık dersler aracılığıyla, Marksist fikirlerin geniş ölçüde aydınlara tanıtılmasını örgütlemek mümkündür. Bazı istisnalar hariç, SBKP’nin 19. Kongre sonuçlarının ve derslerinin ilan edilmesi konusundaki çaba yeterli değildi. Gelecek eğitim yılı için, sistemli olarak her merkezde konferanslar düzenlemek gerekir. Yine bu yıl Nisan ayında ve Mayıs başında, sınav döneminden önce, öğrenciler ve aydınlar için, Marx’ın 70. ölüm yıldönümü ve Stalin’in onuruna konferanslar, sergiler ve başka gösteriler düzenlemek elbette mümkündür. Bizim bu çalışmalarımız, belediye seçimleri için yapılan politik kampanyayı engellemez, tam tersine faydası bile olur.
Komünist aydınlar, meslekdaşlarının ve iş arkadaşlarının toplandığı, çalıştığı her yerde bulunmalı ve aktif olmalılar. Hangi türde olursa olsun, tüm toplantılarda, tüm uzman kongrelerinde, mümkün olduğunca konuşmalar yapmalılar. Noel’de, Sèvres Pedagoji Merkezi’nde, bütün ülke tarihçileri ve felsefecileri arasında yapılan toplantı sırasındaki faaliyetlerin ne kadar etkili olduğu burada anlatıldı. Buna karşın, yoldaşlarımızın, sanat dalları uzmanları ve edebiyatçılar arasında daha sonra yapılan ve üniversite otoritelerinin estetik formalizminin kendini hissettirdiği toplantıdaki sesizliği ise, üzüntü vericidir. Son dönemde, Paris’teki komünist mühendisler, dışarıya kapalı yaşamlarına son vermeye, kendi alanlarında partimizin bayrağını daha yükseğe taşımaya karar verdiler.
Komünistler, Marksist olmayan, ancak gerçeğin bilimsel anlayışına bağlı ya da sadece buna eğilimli olanlarla ortak çalışma fırsatlarını arttırmalılar.
Tıp alanında Claude Bernard çevresi bu konuda örnektir. Ayrıca geçen yıl Paris’te, tarihçilerle birlikte ulus meselesi üzerine güzel bir inceleme günü ve bir takım başka toplantılar düzenledik. Şimdi yoldaşlarımız, Marx’ın doğum yıldönümü anısına, Joliot-Curie yoldaşın inisiyatifiyle, La Pensée dergisi tarafından, 24 ve 25 Mayıs’ta Paris’te düzenlenecek olan üniversite toplantısına, mümkün olabildiğince fazla sayıda parti üyesi olmayan bilim adamını getirmeye çaba harcayacaklar.
Faaliyetlerimizin şekli hakkında söylenen bu cümlenin anlamı, felsefe ve bilimdeki burjuva bakış açısına ve içimizdeki oportünizme karşı çetin bir mücadeleyi hedeflemektedir.
SBKP’nin 19. Kongresi’ne sunduğu raporunda “liberalizme ve ideolojik yanlışlıklar ve bozulmalar karşısında vurdum duymazlığa karşı kararlı bir biçimde mücadele etmenin” gerekliliği üzerinde ısrar eden Malenkov yoldaşın söyledikleri, bizim için de, hatta ilk önce bizim için geçerlidir.
Düşmanlarımız, özeleştriyi karikatürize etmekte özgürdür. Ancak biz özeleştirinin, hem hata yapanların kendi hatalarını düzeltebilmesi ve diğer yoldaşlarının eğitimi için, hem de, bilinçli bir biçimde incelenen somut deneyimlerden elde edilen derslerle, gerçekten bilimsel bir politikanın oluşturulması için gerekli olduğunu unutmayacağız.
Stalin, Leninizm’in Sorunları adlı kitabında, bizlere, “bazı yoldaşların sapmalarını cesaretle eleştirmeli, gizlememeli” tavsiyesinde bulunuyor ve bunun ideolojik çalışmanın amaçlarından biri olduğunu söylüyor. Son olarak Pravda’da Souslov yoldaşın, “P.F. Fedosseyev’ in makalesi Hakkında” başlıklı bir yazısında, yaptığı teorik yanlışlıkları gizleyen bir komünistin davranışı şiddetle eleştriliyor.
Komünistler, üniversite gelenekleri içinde yanlış olanı –kendi kabuğuna çekilmek, bilincini ve kalbini açmaya korkmak, sınıf gururu vb. gibi– red ediyorlar.
Marksizmin düşmanlarının canını acıtmaktan da korkmamak gerekir. Onlara karşı liberal davranışlardan, sessiz suç ortaklığı anlamına gelen akademik tutumlardan kaçınılmalıdır. Burada yapılan tartışmalardan çıkan sonuç, birkaç ay önce, partimizin Seine Federasyonu adına formüle edilen gözlemlerin meyvelerini vermeye başladığı ve bu sonuçtan herkesin memnun kalacağıdır. Partimizin Seine federasyonunda, komünist sosyologlar, amacına ulaşmak için her yolu mübah sayan dönme ve ödlek Friedman ve suç ortağı Varagnac’ın[8], rahatsız edilmeden anti-Marksist ve anti-komünist zırvalarını anlatmasına uzun süre müsaade etmişlerdi. Bununla birlikte, bu taktik, söylenenlerin etkisini göstermesi, üniversitelerde tezlerin sunulması, dergi makaleleri ve Marksizmin bu iki düşmanının maskesini indirmek için eserlerin yazılması, Marksist sosyologların, Literaturnaya Gazeta’nın 1 Ocak sayısında sözünü ettigi opera bestecisi gibi davranmamaları şartıyla geçerlidir. Çok düşünüp iş yapmayan hayali opera bestekarının çalışma planı şudur: Birinci makale önceden hazırdır; “Hangi operayı yazmak gerekir”, “Operayı nasıl bestelemek gerekir” adlı ikinci makale de yakında yayınlanacaktır, takibeden makalenin başlığı şimdiden bellidir bile; “Halk bir opera bekliyor”, son olarak da opera sorunu üzerinde uzun bir seri yazılacaktır. Bir süre sonra “Ee hâlâ opera yok” başlığıyla önemli bir makale yazılması gerekir. Ardından “Şimdiye kadar opera yok” başlığıyla önemli bir eleştiri denemesi ve bu kadar çalışmadan sonra beklenen açıklama “derhal iki tane şarkı yazmaya başlayacağım.”
Birçok bilim dalında, doğrudan anti-Marksist “teori” ve görüşlerin yayılmasını dikkate değer bulmayan, düşmanın bize karşı harcadığı çabalara karşı tepkisiz kalan ve kaygısızca yaşamına devam eden komünistleri, maalesef, üzülerek görüyoruz.
Bu açıdan, doğa bilimlerinin bazı alanlarındaki durum, bize oldukça kaygı verici görünüyor. Dergilerimizin ve yayınevlerimizin yöneticileri, bu bilim dallarındaki komünist bilim adamlarının katkılarını zorlukla elde ediyorlar, hatta örneğin biyoloji alanında olduğu gibi bazı durumlarda red ediliyorlar. Birçok yoldaş, şimdiye kadar, kendi dallarında olup bitenler konusunda yeterince dikkatli değildi. Gerici Rezonans ve Mezomeri teorilerine karşı dergilerimizde yayınlanan yazılardan Fransız yazarlara ait olanları, komünist yoldaşlar tarafından kaleme alınmamıştı. Sibernetik bilimine gizemli bir görünüm verilmesine karşı yazılan ve yayınlanmak üzere olan makale, uzmanların, ilgili mühendislerin inisiyatifiyle yazılmadı.
Sanki bazı yoldaşların gerici “otoriteleri”, mevcut yöneticileri kollama ya da mesleki ortamlarının baskısı altında boyun eğme eğilimi varmış gibi görünüyor. O halde, buna oportünizm denir ve oportünizme karşı mücadelenin şiddetini katlamak gerekir.
Partimiz, saflarında bu kadar bilim adamı bulunmasından gurur duymaktadır. Bizzat kendi teorisi ve metodunun tamamen bilimsel bir temele sahip olduğunun, böylece, daha iyi farkına varıyor. Bu nedenle, partimiz, üyelerinin bilimsel çalışmaları ile ilgilenmek zorunda hissediyor kendini. Özellikle komünist bilginlerden ve aydınlardan güncel olan önemli meseleler üzerinde yoğunlaşmalarını ve yakıcı sorunlardan oportünistçe kaçmamalarını isteyerek, bunu ifade ediyor.
Partimizin komünist bilginlere, Marksist metodun temel unsurlarından birinin, teori ve pratik arasındaki ilişki ve onun yaratıcı yorumu olduğunu hatırlatma hakkı ve ödevi vardır. Stalin’in eserinde, ekonomi-politik ile ekonomi politikasının birbirine karıştırılmamasına dikkatleri çektiği tamamen doğrudur. Ancak eğer birisi, bu ayırımı metafizik bir farklılığa çevirmeye çalışırsa, Stalin’in söylediklerinden iktisatçıların ve diğer bilginlerin pratik uygulamalarla ilgilenmemesi gerektiği sonucunu çıkarırsa, ekonomi politikasının ekonomik bilimleri görmezlikten gelmesi gerektiğini ya da tarla çalışması ile laboratuvar biyolojisi arasında ilişki olmadığını söylerse, en hafifinden safsatacılık yapmış olur.
Michourine Dostları Hareketi’nin son kongresi vesilesiyle, Marcel Prenant ve başka bilim adamlarının yapmaya başladığı gibi, laboratuvarlarının dört duvarı arasına kapanmaktan kaçınmak ve teori ile pratiğin birliği, biyologlar için gereklidir.
Teori ve pratiğin birliği, buradaki toplantılarda, ulusal bağımsızlık açısından petrol aramaları ya da Amerikalıların Afrika’da yaptğı maden aramaları gibi pratik meselelerin öneminin ne kadar bilincinde olduklarını gösteren jeologlar için de gereklidir.
Teori ve pratiğin birliği, savaş ekonomisi nedeniyle nehirlerimiz üzerindeki elektrifikasyon çalışmalarının yavaşlamasına ilgisiz kalamayacak olan ya da sözde “sırf bilim” adına ve sömürgeciliğin suçlarını görmezlikten gelerek, Fransız emperyalizmine bağımlı ülkelerle ilgili kitapları imzalamayacak olan Coğrafyacılar için de gereklidir.
İşçi edebiyatının tarihi üzerine kitaplar yayınlamayı Proudhon’cu ekole, sosyal-demokrat ve anarşist Dolleans’ın talebelerine bırakmaması gereken Edebiyatçılarımız için de gereklidir.
Teori ve pratiğin birliği, her bilim dalındaki uzmanlarımız için gerklidir.
Dilbilim uzmanlarımız, buradaki kürsüden iki dillilik, “basit Fransızca” vb. hakkında konuştular, ancak şimdiye kadar bu konularda sistemli ve sürekli bir kampanya yürütmediler. Halbuki Stalin, dil ile ilgili bilimsel çalışmasını, başından sonuna kadar ulusların serbestçe gelişimi, ulusal kültürlerin ve dillerin korunması hakkı lehine, emperyalist gericiliğe karşı verilen mücadelenin ortaya çıkardığı güncel meselelere bağlayarak, bu daldaki bilimsel bir çalışmanın yolunu göstermişti. “Okul ve Ulus” gibi bir organda gramer konularını ele alan yoldaşlarımızın, hâlâ, Stalin’in bu konuda söylediklerinin farkına vardıklarını, hele bahsettiklerini hiç görmedik. Dil bilimcilerimizin, orta dereceli eğitimde öğretmenlerin protestolarına neden olan Fransızca ders saatlerinin azaltılmasına karşı beyanlarda bulunduklarını duymadım. Aynı dilbilimcilerin, sömürgelerdeki eğitimde yerli dillerin kullanılması için UNESCO’nun yürüttüğü yeni kampanya hakkında ne düşündüklerini de bilmiyorum.
Ekonomistlerimizin, hayatın nabızını, mücadelenin gerilim ve coşkularını hissettiklerini söyleyebilir miyiz? Burjuva yöneticilerin yayınlarını yeterli bir dikkatle izleyip, Maurice Thorez’in bıkmadan talep ettiği gibi, gerekli karşılığı derhal verdiklerini söyleyemeyiz.
Amerikan gericiliğinin entelektüel etkilerine karşı mücadele
Oportünizm, özellikle, çürümüş kozmopolitizme karşı, Amerikan propagandasının sersemleştirici etkisi altında eleştriel düşüncenin zayıflamasına karşı, bazen bilerek ve düşünerek, bazen bilmeden naifçe Amerikan biliminin idollerine tapınmacılığa karşı mücadelenin zorlukları içinde ortaya çıkar.
Komünist ideolojinin alfabesi, eski ile yeni arasında, doğmakta olan ile makyajlanmış ve süslenmiş bile olsa, ölmekte olan arasında ayırım yapabilme yeteneğidir. Amerika’nın resmi bilginlerinin ideolojisi, görünüşte doğru renklere bürünmüş bile olsa, ölmekte olan bir burjuvazinin ideolojisidir.
Bununla birlikte, pedagoji, biyoloji ve diğer alanlarda, bir kısım Fransız komünist aydınında, ya bir tereddüt ya da doğrudan idealist tipte yanlışlıklar olduğu hiçkimse için bir sır değildir. Çoğunlukla derindeki esas nedeni (aydınlar açıkça kabul etmeseler de), Amerikan aydınlarının, örneğin Dewey’in sahte pedagojisi ya da biyolojide kolay kolay yok olmayan, uyuşturucu gibi etki yapan Morganizmin ucuz etkilerine bağlanmalıdır. Parti tarafından, eğitim teorisinde zararlı hayalciliklere karşı mücadelede önemli bir pay sahibi olan Henri Wallon gibi tanınmış uzmanlar aracılığıyla, benzer şekilde sapmalara karşı kampanyalar düzenlendi.
Anti-Marksist düşüncelere karşı mücadelede, bazı yoldaşların çalışmalarındaki hatalarını tespit edip, eserlerini olumlu yönde geliştirmelerine olanak tanımayı hedefleyen bu eleştiri kampanyaları asla bireysel değildir.
Amerikan saldırganların yuvası olan Saint-Germain’de Anglo-Sakson metoduna göre çalışan kozmopolit okulun lehine raporlar yazan eğitim alanındaki bir yoldaşın yaptığı gibi, Amerikan kurumlarının ve etkilerinin nüfuz etmesi karşısında, bazı parti üyelerinin dostluk gösterisi, hatta aptallık yapmaya devam ettiği ölçüde, bu tarz kampanyalar devam ettirilmeli ve yoğunlaştırılmalıdır.
İlerici Fransız Hukuku Dergisi’nin ilk üç sayısında, ABD’de suç oranları ve Amerikan burjuva politikası tarafından haydutluğun kullanılması hakkında bir makaleyi gözlerimiz boşuna aradı.
Başka bir örneği ele alırsak, komünist aydınların, Fransa’daki şu ya da bu Amerikan profesörün mahkum edilmesi gereken girişimlerine karşı, ünlü Fullbright bursu alanlardan bazılarının tutumlarına karşı, her bilimsel kongreye, her faaliyete burnunu sokan ve buralardan istihbarat edinmeyi uman gizli servislerin esaslı bir av köpeği gibi hareket eden Paris’teki Amerikan bilim ataşesi Leonard Eyges’in herkesçe çok iyi bilinen dolaplarına karşı, çok cılız mücadeleler vermelerini nasıl açıklamalı? Aylarca gecikmeden sonra, şimdi, kendi dallarında uzman ve en biliçliler arasında sayılan yoldaşlarca, şimdiye kadar yeterince ihmal edilen bütün bu konularda bir çalışma kaleme alındı, ve bu çalışma, “Nouvelle Critique” tarafından yayınlanacaktır. Amerikan emperyalizmi, insanlığın ve barışın, demokrasi ve sosyalizmin büyük düşmanıdır. Bilimi tahrif ediyor, tarihi doğasından soyutluyor, bütün kültürün özünü değiştiriyor. Amerikan emperyalizmine karşı mücadele daha enerjik olmalıdır.
Sovyetler Birliği’ndeki biliminin üstünlüğü
Oportünizm, Sovyetler Birliği’nin bilimsel alandaki üstünlüğünün gösterilmesi ve savunulmasındaki yetersizlikte kendini hâlâ gösteriyor. Bu konuda şunları sıralayabiliriz:
1 – Sovyetler Birliği’nde bilim, bugün, esas olarak diyalektik materyalizm metodunu kullandığından dolayı, burjuva ülkelerindeki bilimin ulaşamayacağı bir noktaya ulaşmıştır. Komünist partisinin Marksist ve bu nedenle nitelik olarak diğer partilerden farklı ve üstün bir parti olduğuna inanarak, ona üye olan bir aydın, aynı Marksist yöntemin kullanılışının sonucu olan Sovyetler Birliği’ndeki biliminin üstünlüğünü anlamamazlık ve savunmamazlık edemez.
2 – Bu nedenle, sadece Sovyetler Birliği’nde biliminin elde ettiği sonuçları tanıtmayı değil, presiplerinin ve yöntemlerinin de tanıtımını yapmak gerekir. Bu konuyu biraz açıklamak yararlı olacaktır.
Doğal olarak, birçok bilimsel alanda Sovyetler Birliği’nin diğer ülkeleri sadece yakalamadığını, aynı zamanda öne geçtiğini de göstererek, bilimin kazanımlarını yayınlamanın önemi büyüktür. Örneğin Sovyet astronomları ve astrofizisyenlerinin yıldızların doğuşu ve güneş sistemimizin kökeni, S. I. Vavilov’un fizikte yeni bir dalın doğmasına neden olan ışığın mikro yapısı, V.L. Levchine’in ışıma, N.V. Belov’un kristallerin atom yapısı, Oparin’in yaşamın kökenleri, Lepeşinskaya’nın hücresiz maddelerde hücre gelişimi, Pavlov’un şartlı refleksler hakkındaki unutulmaz eseri, bitkilerin gelişimi ve büyümesi olgularının ilk kez Lyssenko tarafından bilimsel olarak açıklanması, Sovyetler Birliği’nde tıbbın elde ettiği olağanüstü sonuçlar ve daha sayamadığımız görkemli diğer eserlere ve çalışmalara daha fazla ilgi göstermek ve tanıtmak gereklidir. Sovyet biliminin, atom enerjisi alanındaki emperyalist tekeli yerle bir ettiğini de unutmamak gerekir.
Sovyet kökenli bilimsel çalışma derlemelerinin “Nouvelle Critique” tarafından yayınlanmasını alkışlamak gerekir. Ancak bu derlemeleri, mümkün olabildiğince geniş ölçüde yaymalıyız.
Daha önce bahsettiğimiz sibernetik konusundaki makalesinde, “Kuzey Denizi’ndeki Sovyet balıkçı gemileri, balık sürülerinin yerini tespit etmek için öyle mükemmel radarlarla donatılmıştır ki, bizim zavallı balıkçı gemilerimizin en önemli meselesi, Sovyet gemilerini gözden kaçırmamaktan ibarettir”[9] diye yazarak, inandırıcı, somut ve anlaşılır bir örnek veren Andre Lentin, Sovyetler Birliği’nde tekniğin ileri düzeyi hakkındaki iddiamızda ısrarcı olmakta da haklı olduğumuzu gösteriyor.
Bu, gerçekleri anlatma kampanyası çok olumlu bir girişimdir. Ancak bana göre, bu alandaki çalışmalarımızın yanlış tarafı, bilimsel araştırmaların sonucunda elde edilen sonuçların bizzat kendisini, birçok Fransız aydınının, gerçekten bu buluşların ne anlama geldiğini, yani, herşeyden önce Marksist metodun akılcı koşuları ile sosyalist rejimin sağladığı maddi koşulların toplamı ile açıklanabilecek olan bilimin her alanda önceli olmayan bir ilerlemenin ifadesi gibi anlamak yerine, bunları sadece, insanlık için sevinç verici birer buluş olarak değerlendirmesine neden olacak şekilde maddi koşullarından ayırarak sunuyoruz.
Sovyet biliminin gelişkin durumunun nedenlerini daha iyi göstermeliyiz. Bu nedenler içinde, insan unsuru, maddi zenginlik, parasal kaynaklar konusunun üzerinde durmalı, ancak, elde edilen başarıların, kollektif çalışma, planlama, teori ve pratiğin sürekli birliği, bilimin “halktan izole olmayan, ancak ona hizmete etmeye hazır” (Stalin) karakteri, olumlu geleneklere saygılı, ancak fetişleşen fikirlere karşı mücadele, eleştri özgürlüğünün geniş alanlara yayılması ve genel olarak tek bilimsel yöntem olan diyalektik materyalizmin evrensel uygulanışı şeklinde özetlenebilecek olan felsefi, metodolojik nedenlerinin altını daha fazla çizmeye de tereddüt etmemeliyiz.
3 – Yukarıdaki paragraflarda söylenmek istenen, Sovyet biliminin tanıtımında, daha atılgan, yırtıcı ve parti ruhu ile hareket etmemiz gerektiğidir.
Maalesef, çoğunlukla eksikliğini hissettiğimiz de, bu parti ruhu ve yırtıcılıktır. Yeni yayınlanan bir makalede[10], Françis Cohen yoldaş, “Edition Sociales” yayınlarında yeni bir çevirisi yayınlanan “Doğanın Diyalektiği” adlı eserde, eklenen notlarda, biyoloji konusunda yanlışlıklar tespit ediyor. Yoldaşımıza göre, bu notlarda yazılanlar, Engels’in yaşam konusundaki tanımlamaları ve Sovyet bilim adamlarının araştırmaları ile çelişmektedir. Kitabın yayınlanması nedeniyle yazılan bazı makalelerde, buna benzer eğilimlerin olduğu daha önce bildirilmişti. Hiç şüphesiz, bu türden sorunlar tamamen aydınlatılmalı ve aydınlatılacaktır da. Her halûkârda, söz konusu notları okuyan ya da okuması gereken, yayınlarımızdan sorumlu yoldaşlar ve bu olayda, notların çerçevesi iyi belirlenmiş prensiplerle ortaklaşa olarak üretilmesinde haksız bir biçimde yeterince ısrar etmeyerek sorumluluk üstlenen ben, belirsizliklere neden olan ve anlaşmazlıklara yolaçan bu olumsuz deneyimden dersler çıkaracağız.
Daha fazla uyanıklık
İlerici Fransız Hukuku dergisinden daha önce bahsetmiştik. Bu dergide, komünist hukukçular, barış ve ilerleme yanlısı başka ilerici hukukçularla birlikte çalışıyorlar. Bu hukukçuların hiçbiri, derginin, SBKP’nin 19. Kongresi’nin ertesinde, Kasım, Aralık ya da Ocak ayında, sosyalizmden komünizme geçişin ikinci önkoşulunun Stalinci analizine göre, SSCB’de mülkiyet ilişkilerinin gelişimi konusunda bir makale yayınlamasını ya da, Stalin’in konuşmalarından yararlanarak burjuva demokratik özgürlüklerin savunulması konusunda bir makaleyi şaşırtıcı bulmazlardı. İlerici dostlarımızdan hiçbirinin tersini iddia etmeyeceğini kesin olarak söyleyebilirim. Ancak buna rağmen, başka konularda oldukça olumlu bir tutum takınan dergide, tamamen lehine olabileceği halde bu tip makaleler yayınlanmadı.
Rus Çarı’nın dış politikası konusunda sosyal-demokrat Rubel’e karşı kendi basınımızda sürdürülen polemiği ve Engels’in konuyla ilgili olarak yazdıklarını[11] inceleyelim. Bu polemik, canlı ve oldukça bilgilendiricidir, ancak meselenin özünü ifade etmekten oldukça uzaktır.
Rusya’nın sınırlarının Çar tarafından batıya ve güneyde Karadeniz’e, Kafkasların da ötesine kadar genişletilmesi hakkındaki Engels’in fikirlerinden bahsedilmemesinin, dikkat ve sorumluluk gerektiren konuda yeterince sorumlu davranılmadığını gösterdiği kanısındayım. Bununla birlikte, çevre ülkelerinin Rusya’ya bağlanmasının, tarih tarafından teslim edilen ilerici niteliğinin gözler önüne serilmesinin, komünist bir organda sunulan analizin esasını oluşturmasını ummak doğaldır. Ancak makalelerde, meseleleri gerçekten bilimsel bir biçimde ele alarak, tarihsel süreçte çevre ülkelerinin Rusya’ya bağlanmasının, sosyalist toplumda, bu bölgelerin ekonomik ve toplumsal durumu ve düşünsel kültürünün düzeyi konusunda hangi nesnel sonuçlara yolaçtığını göstermeyi ise unuttuk.
Sosyal-demokrat Rubel, aslında, Kafkas Cumhuriyeti’nin, bugün NATO üyesi olan Türkiye yerine, SSCB’nin bir parçası olmasına üzülüyor, ve özünde, SSCB’nin sınırlarını “düzeltmek” için savaş çağrısında bulunuyor. İşte meselenin özü budur. Gün ışığına çıkarılması gereken alçaklık budur. Çevre ülkelerin Rusya’ya bağlanmasının, Stalin’in söylediği gibi, feodallerin, askerlerin ve tüccarların çıkarı doğrultusunda gerçekleştiği doğrudur. Ancak, 1917’den bu yana, bu topraklarda elde edilen objektif sonuçlara gözlerimizi korkuyla kapatmalı mıyız?. Bununla birlikte, bahsettiğimiz makalelerden biri, Malenkov yoldaşın raporundan sonra yayınlandı. Raporunda, “…kuzey-batı’da, ülkenin savunulmasımasını kolaylaştıracak ve daha adaletli yeni sınırlarımız var…”, “…şimdi, Sovyetler Birliği’nin sınırları, ülkemizin halklarının gelişmesinin tarihsel koşullarına daha iyi tekabül ediyor…” diye yazan Malenkov yoldaş, halkların tarihsel gelişimi için sınır meselesinin önemini bulanıklaştırmıyor.
Joliot-Curie yoldaşın, Sovyetler Birliği’nde bilim konusunda söylediği gibi, her alanda “son derece uyanık olmak gerekir”.
Kendini, Lenin ve Stalin’in dili olan, günümüzün kültüründe önemli bir rol oynayan, Sovyetler Birliği’nin bilimsel ve düşünsel hazinesine kısa yoldan ulaşmaya olanak tanıyan, bir yandan Avrupa ülkeleri arasında, diğer yandan Arupa ve Asya ülkeleri arasında gün geçtikçe, daha güçlü bir uluslararası iletişim aracı haline gelen Rus dilini öğrenmeye adayan yoldaşlarımızı tebrik etmek gerekir.
Bazen, bazı komünist aydınların bilincinin derinliklerinde mayalanan milliyetçi kalıntıların, şoven önyargı artıklarının, Fransa’nın bugün hâlâ örnek ülke olacağı ve Fransız biliminin Sovyet bilimine tepeden bakabileceği şeklindeki kuruntulu düşüncelere olan eğilimlerin kökünü kazımak için tavizsiz karar alacağımızı, bu konuda sonuç olarak ifade ediyoruz.
Uzmanlık alanlarına göre çalışma programı
Sevgili yoldaşlar, bu kararlılıkla ikiye katlanmış bir arzuyla çalışmaya koyulacağız.
Stalin’in eseri kendileri için bir fikir hazinesi olan felsefeci yoldaşları iş başına çağırıyoruz. Eserde, görüngülerin iç ilişkilerinde ve bunların karşılıklı etkileşimi meselesinde; yeninin eskiyle mücadelesi; çelişkiler meselesi, sosyalizmde çelişkilerin özel karakteri ile zıtlık ve çatışma; toplumsal patlamalara neden olmayan sıçramalarla tedricî gelişme meselesi, sosyalizm koşullarında biçim ve içerik ilişkisi, öz ve görüngü, nazariyet ve eylem, özgürlük ve gereklilik, olumsallık ve yasa vb. gibi diyalektik materyalizmin bütün kategorilerini ilgilendiren yeni bulgular bulmuyor musunuz ?
Bu sorunları ele alarak, Hegelcilik konusundaki fikirlerinizi kesin bir şekilde ifade etme fırsatına sahip olacaksınız. Sovyet felsefesi, şimdilik, eski Hegelci terminolojinin mirası olan bir kısım formüllerin düzeltilmesini gerçekleştiriyor. Sovyet yoldaşlarımız, bu kalıntıların, örneğin zıtların benzerliği şemasının kötüye kullanmasının, yani, zıtların mücadelesi yasasının, yeninin eskiye karşı mücadelesini bulanıklaştırabileceği ve gerici ve eskimiş unsurlara karşı mücadelelerinde öncü güçleri silahlarından yoksun bırakabileceğini belirtiyorlar. Yoldaşlarımız, eski ile yeni, savaş ve barış, devrim ve karşı-devrim, yaşam ile ölüm, sosyalizm ile kapitalizm arasında nasıl bir benzerlik olabilir diye soruyor. İlerleme, ancak birinin diğerine karşı amansız mücadelesi sonucu gerçekleşebilir.
Hiç şüphesiz, Fransa için Hegelcilikle hesaplaşmanın önemi büyüktür. Plotin ve Saint Augustin ile yeni-Platoncularla birlikte ülkemizde moda haline gelen Hegel’in eserlerinde, Emile Bréhier’in dediği gibi, “spirituel yaşamın ilkesi”, “deneyötesi ile bir iletişim ağı” aranıyor. Başka bir deyişle, Jean Wahl’ın kitabının adından da anlaşıldığı gibi, “Somut’a Doğru” adını sahtekarca kullanarak, Fransa’da, Hegelciliğin en gerici yanlarını yayıyorlar.
Felsefeci yoldaşlar, hiç şüphesiz, Youdine yoldaşın 31 Ocak tarihli raporunda ısrarla üzerinde durduğu başka bir bildiriyi de hesaba katmak istersiniz. Youdine yoldaş, raporunda, bilimin değişik dallarına; çeşitli doğa bilimlerine, ekonomi politiğe, tarihe vb. ait somut bilgilere dayanarak, felsefeyi geliştirmek Marksizmin temel gerekliliklerinden biridir diyor. Soyut çözümlemelerden, düşünce hokkabazlığı yapmaktan, araştırmaları yaşamdan koparmaktan vebadan kaçar gibi kaçınmak gerekir. Felsefeyi, bilginin somut alanlarından hareket ederek kurmak gerekir.
Biraz önce komisyon adına Caveing yoldaş tarafından sunulan çalışma planı da çok şükür bu doğrultudadır. Ahlak bilimi için sizlerin biraz daha ilgisini çekmek isteyen ikokul öğretmenlerinin sözcüsü Fournial yoldaşın tamamen meşru olan dileği de, yine aynı doğrultudadır. Ahlak meselesini inceleyerek, pratik olarak onlara yardımda bulunacaksınız ve bunu yaparken, aynı zamanda, Marksizmin gelişimine de katkıda bulunmuş olacaksınız.
Başka bir örneği ele alalım. Estetik konusunu yeterince inceleyip incelemediğinizi kendi kendinize sorabilirsiniz. Hangi gerekçeyle, bu dalın sadece birkaç felsefeci yoldaşın tekelinde olduğunu varsayıyorsunuz? Bu konudaki mücadelede sözü geçen komünist yoldaşlardan Aragon ve diğerleri, aslında felsefeci değildirler.
Öte yandan estetik konusu hâlâ zayıf olduğumuz bir konudur. Şu anda bizzat burada bulunmayan sanatçıların kendilerini hariç tutarak, sanat ve sanat tarihi üzerine yazılar yazan ve oldukça tanınan komünistler arasında bir kesimin, belli ölçülerde, formalizme, sanat için sanat anlayışına vb. bağlı kalarak, idealist yanılgılara kapıldıklarını kimse bilmiyor. Böylesi yanlışları düzeltmek, sanatçıların ve eleştirmenlerin eğitimine yardım etmek, bu alanlarda parti düşüncelerinin muzaffer olmasına katkıda bulunmak için, felsefecilerimizin burada müdahale etmesi gerekmez miydi?
Bir başka eksiklik; George Politzer Bergsonizmin, Henri Mougin ve diğer yoldaşlar varoluşçuluğun derin bir eleştrisini yaptılar. Ancak, ya ben yanılıyorum ya da buradan hala bir beklenti var ki, okullarda Durkheim’in gizemli toplum teorisi öğretilmeye devam ediliyor.
Vernant yoldaş, insan bilimleri komisyonu adına, psikologların, psiko-teknisyenlerin ve sosyologların çalışma planını sundu. İktisatçılara gelince, sizler de, kapitalizmin krizinin yeniden derinleşmesi, keskinleşmesi ve çelişkilerini, birleşik dünya pazarının parçalanmasını, kapitalist üretimin temelinin daralmasını, güncel kapitalizmin temel ekonomik yasasının Fransa’daki ifadelerini, Stalin’in fikirleri ışığında incelemeniz gerekir.
Tarihçiler, bize, içeriği burada Willard yoldaş tarafından tanıtılan dolgun bir program yapmayı vaad ettiler. Fransız burjuvazisinin çöküşü ve onu demokrasi ve ulusal bağımsızlıktan vazgeçmeye götüren yollar ve buna paralel olarak, işçi sınıfının gelişimi ve Fransa’da işçi harektinin tarihi konusunda parti için ciddi araştırmalar yapma borçları vardır.
Malgrange yoldaş tarafından sunulan çalışma planından sonra, fizikçilere, kimyacılara, astronomlara ve astrofizisyenlere, fizik biliminde idealizme karşı mücadeleyi sürdürmenin ve yoğunlaştırmanın gerekliliğini uzun uzadıya hatırlatmak, kesinlikle gereksizdir. Sadece bu konuda söyleyeceğim tek şey, kendi kapımızın önünü temizlemeden, yanlızca diğer ülkelerin gericilerinin eleştirisini yapmamalıyız. Ulusal Eğitim dergisinin 19 Mart tarihli sayısında yayınlanan Shatzman’ın makalesi, bilimin özünün saptırılmasında Destouche gibi bazı vatandaşlarımızın sorumluluğuna dikkatleri tam zamanında çekiyor.
Biyologların görevi son derece açıktır: Tamamen tesadüfler üzerine kurulu olan Mendelizm-Morganizm’den kurtulmak.
La Raison dergisi tarafından desteklenen ve yönelimlerini bizzat kendileri belirleyen doktorlar, çabalarını hangi doğrultuda sürdüreceklerini biliyorlar.
Matematikçilerin üzerine düşen; matematiği boş bir biçimcilik, basit bir fikir oyunu gibi ele alan matematik anlayışını ciddi ve derin biçimde eleştirmek, hem tehlikeli bir mantıklaştırıcılığa, hem de açık Platoncu eğilime ve idealistlere karşı mücadele etmektir.
Aranızdakilerin bir kısmı, sadece araştırmacı değil, aynı zamanda eğitimcidir.
Pedagojide de, nesnel gerçeklik olgusuna daha fazla dikkatle yaklaşmamız gerekir. Bu konuda, size sadece, Temmuz 1952’de yapılan Yeni Eğitimin Fransız Grubu’nun kongresinde sunulan “ilgi” olgusu üzerine hazırlanan rapora ilişkin tartışmalarda, Henri Wallon’un konuşmasını hatırlatacağım. Henri Wallon, ilgiyi öznenin kendisine yerleştiren, yani, eğitimcinin görevini, çocuğun kendinde varolan ilgilerinin kendini göstermesini ve bunu kolaylaştıracak tam bir ifade özgürlüğünü sağlamakla sınırlayan yeni pedagoji eğilimini en uygun deyimlerle eleştirdi. Henri Wallon, ilginin, aynı zamanda objenin kendisine de yerleştirilmesi gerektiğinin altını çiziyor ve “bu yöntemle, farklı disiplinler aracılığıyla oluşan eğitimin dağılımı, değişik görünümleri ya da kullanımları altında objenin tanınması demek olan ortak kaynağına yöneltilebilir. Bilimler, ilkelerine geri döndürülen gerçeğin çözümleyici görüngüsünden başka birşey midir?” diye ekliyor. Bu metin aracılığıyla Henri Wallon, nesnel maddenin ve nesnel yasaların varlığı inancına dayanan bilimsel çalışmanın esasını ifade ediyor.
6. GENİŞ BİR BİRLEŞİK CEPHE İÇİN
Sevgili yoldaşlar, şu günlerde, yoldaşımız Maurice Thorez’in aramıza dönmesini, bütün kalbimizle bekliyoruz. Thorez yoldaşın özellikle Strasbourg Kongresi’nde önümüze koyduğu düşünsel çürümeye karşı mücadele görevini, şimdi daha büyük bir motivasyonla düşüneceğiz.
Amerikan emperyalistleri, ülkemize, bilim adamı kılığındaki casuslarını göndererek, aydın çeverelerinde anti-Sovyet iftiralarını yayarak, kozmopolitizm ve birleşik bir Avrupa aldatmacasının propagandasını yaparak, ülkemizdeki yıkıcı çabalarını yoğunlaştırmaya çalışıyorlar. En güçlü emperyalistlerin gözünde, Fransa, tayin edici stratejik öneme sahip bir ülkedir. “Cahier du Communisme”in[12] Mayıs 1952 tarihli sayısında yayınlanan François Billoux’un makalesinde yazdığı gibi, “sınıf olarak ve kendi sınıf çıkarları için” Fransa’ da faşizmi inşâ etmeye, düşünce hayatına ve toplumsal hayatın tamamına en gerici fikirler, yöntemler ve kişilikleri dayatmaya çalışan bizim kendi burjuvazimiz de, emperyalist kampta yer alıyor.
Ama öte yandan Fransız aydınlarının, örneğin Alman aydınlarından ya da İtalyan aydınlarından tamamen farklı alışkanlıkları ve gelenekleri var. Bu geleneklerden oldukça olumlu olan birisi de, gericiliğe nefret ile birleşen ve son derece yaygın olan bir akademik özgürlük duygusudur.
Eisenhower, Fransızların bilinemezciliği (agnostizm) ya da ateizmine saldırınca, Öğretim Ligi Paris Çevresi gibi ağırbaşlı çevreler, derhal karşılık verdiler.
Aydınların çoğunluğunun içinde bulunduğu bu gericilik karşıtılığı hali, bize fiilî olarak demokratik özgürlükler ve barışı, ilerici değerleri ve ulusal değerleri savunmak için geniş bir birleşik cephe gerçekleştirme olanağı sağlıyor. Sekterlikten ve sağcı oportünizmden kaçınmayı bilirsek, gericiliğe karşı aydınların birliği yolunda önümüzde geniş ufuklar vardır.
Stalin, bütün ülkelerin komünistleri için kutsal bir vasiyetname değerinde olan 19. Kongre’deki konuşmasında, burjuvazinin ciddi olarak değiştiğini, daha da gericileştiğini gösterdi. Şimdi onun düşünsel cephanesi; Maltusçuluk, jeopolitik, ırkçılık, kozmopolitizm, edebi ve felsefi eserlerde kahraman olarak hainlerin seçilmesi, talan ve şiddete övgü gibi hümanizme aykırı, en ahlaksız, en gerici ve her şeyden önce yeni bir dünya savaşına hazırlık ideolojisinin fikirlerinden oluşmaktadır.
Bu durumun bilincinde olarak, ideolojik mücadelemizi esas olarak ilk sırada Amerikan emperyalizminin düşünsel etkilerine ve onun uşağı aydınlara karşı, ancak her defasında, Billoux yoldaşın dediği gibi “kendi burjuvazimizin bütün kötülüklerini” teşhir etmekten kaçınmadan vermeliyiz. İnsanlığın kalesi ve yuvası olarak, mutlu ve özgür geleceği, barışı, sosyalist geleceği yürekten dileyen bütün insanların güçlü desteği olarak Sovyetler Birliği’nin rolünü giderek daha iyi anlatmaya ve kavratmaya çalışacağız.
Buradan, hem politik hem de ideolojik alanda canlı ve özverili çalışmanın, Stalin için dikebileceğimiz en iyi anıt olacağına ikna olmuş olarak ayrılmaktayız.
Komünist aydınlar, Fransa’nın bütün ilerici aydınları, Stalin’in “SSCB’de sosyalizmin Ekonomik Sorunları” adlı kitabını ve SBKP’nin 19. Kongresi’nde yaptığı konuşmanın metnini barış, demokrasi ve sosyalizm için bir mücadele programı olarak giderek daha fazla ele alıyor ve alacaklardır.
[1] Kimyada, moleküller arasındaki elektromanyetik çekim
[2] J. R Commons’ un 1950 yılında New-York’ta yayınlanan “The Economics of Collective Action” adlı kitabı.
[3] Kojunkturlehre (1928), İş Hareketleri Teorisine Giriş (1929), Ekonomik Strateji (1938)
[4] Emile Bréhier, “Fransız Felsefesinin Dönüşümü” sf. 159
[5] G. Cogniot, Edition Social yayınevi tarafından 1953’te basılan “Friedrich Engels’in Dahice Eseri; Doğanın Diyalektiği, La Pansée dergisinin konferansları”, sf. 57
[6] Glaserman’ın Le Communiste dergisinin 1953’te yayınlanan 2. sayısının 44. sayfasındaki makale. Aynı kitapta, “İngiliz işçi hareketi için, ABD ile ittifakın temel bir ihtiyaç haline geldiği” yazılıyordu. Paris’teki Revue Sosyalist’i harekete geçiren de bu düşünceler oldu.
[7] Alogizm: Gerçeğe sezgi ya da inançla varılabileceğini ileri süren öğretiler, gerçeğe mantıksal uslamlamayla varılabileceğini yadsıdıkları için bu adla anılmışlardır. özellikle usaykırıcılar, inancılar ve sezgiciler, genellikle de gizemciler bu adla nitelenirler.
[8] 1926-1927 yıllarında devrimci işçi örgütlerinin elemanıydı
[9] La Pensée dergisi, Mart-Nisan 1953 sayısı, sf. 49
[10] “Sovyetler Birliği’nde Biyoloji ve Bilimsel görevlerimiz” adlı makale; La Nouvelle Critique, 44. sayı.
[11] Nouvelle Critique’in 40. sayısına bakınız.
[12] Komünizmin Defterleri