KESK’te Yaşanan Gerilemenin Nedenleri ve Çıkış Yolları

Bu yazıda, 1989-1990 yıllarında, “Bahar Eylemlerinin açtığı çizgide yürüyen ilerici, devrimci önderliğin etkin gayretleriyle, bir yasayla sınırlı olmadan ve fiili mücadelenin yarattığı olanaklar üzerinde kurulmuş bir sendika merkezi” olan KESK’ teki gerilemenin nedenleri, zayıflıkları ve çıkış yolları ele alınacaktır.

Her şeyden önce, objektif ve doğru bir değerlendirme yapmak için gelinen aşamayı dikkate almak gerekir. Mevcut durumu, tümüyle örgüt içi sorunlar ve zaaflarla açıklamak eksik ve yanıltıcı olacağı gibi; sonuçlardan, eylemlere katılımdaki zayıflıktan hareketle, sadece dışsal etkilerle, sınıf mücadelesinin düzeyi ya da Kürt sorunu üzerinden geliştirilen şoven propagandanın etkisiyle açıklamak da yanıltıcı bir değerlendirme olacaktır. KESK’ te örgütlenme ve mücadele düzeyinin giderek düşmesinde dışsal faktörlerin etkisi olmakla birlikte, mücadele platformunun yenilen(e)memesi ve örgütsel işleyişteki zaafların da önemli rol oynadığını belirtmek gerekir.

Kan kaybının önlemek ve sermaye cephesinin saldırılarına karşı güçlü bir mücadele örgütleyebilmek için her zamankinden daha fazla irade ve eylem birliğine ihtiyaç vardır. Bunu sağlayacak olan örgütün iç dinamikleri ise, KESK’ in fiili meşru mücadele geleneğini yaratan her düzeydeki yöneticiler ile kadrolar ve sorumluluk sahibi çevrelerdir.

KESK; tüm zayıflıklarına rağmen, kamu emekçileri ve diğer emekçiler için mücadele ve örgütlenme merkezi olabilme potansiyeli taşımaya devam etmektedir. Bunun için, mücadele platformunu dönemin ihtiyaçlarına uygun olarak yenilemesi, demokratik örgütsel işleyişi  yaşama geçirmesi ve kitleleri talepleri etrafında birleştirerek işyerlerinden mücadeleye çekmesi ertelenemeyecek önemdedir.

Kamu emekçilerinin mücadele tarihi öğreticidir

Dernekler düzeyinde örgütlenen kamu emekçileri, bahar eylemlerinin de etkisiyle, 1990 Temmuz’unda ücretlerdeki erime ve %25 maaş zammına karşı gelişen öfkeyi eyleme dönüştürerek grevli-toplu sözleşmeli sendika talebini kitlelere mal etmiştir. Kısa süre içinde kamu emekçilerinin, “kapı kulu anlayışını” aşarak sendika, grev ve TİS hakkını sahiplenmeleri, sendikalarının mücadele çağrılarına fiilen ve kitlesel katılmaları kendiliğinden gelişmemiştir. Geçmişte politik mücadelenin unsurları olan ilerici kamu emekçilerinin önderliğinde gelişen hareket içindeki kadrolar, sendikal hak ve özgürlüklerin elde edilmesi ve kullanılmasında irade birliği sağlayarak, fiili ve meşru mücadele anlayışında birleşmişlerdir.

Talepler üzerinden oluşturulan eylem ve irade birliği; yasaklara rağmen kamu emekçileri sendikalarının peş peşe kurulmasını, ilerleyen süreçte de kapılarına vurulan mühürlerin sökülmesini sağlamıştır. 20 Aralık 1994’te kamu emekçilerinin büyük kitlesinin katıldığı grevin örgütlenmesi, kitlelerde “grev hakkı grev yapılarak kazanılır” anlayışının gelişmesinde etkili olmuştur. İrade ve eylem birliğini sağlayan ve güçlendiren ise; canlı bir iç tartışma zemininin olması, tabana dayalı işleyen demokratik karar mekanizmalarının varlığı ve en önemlisi de işyerlerini esas alan fiili ve meşru mücadele geleneğinin sürdürülmesidir.

Sonraki dönemlerde; kamu emekçileri hareketinde, sendikal anlayış farklılıklarının ön plana çıkartılması, işyeri çalışmalarının zayıflamasına bağlı olarak irade birliği zedelense de mücadeleci anlayış büyük ölçüde varlığını sürdürmüştür. İşçi sendikaları güç kaybederken, o dönemdeki kimi zaaflarına rağmen, kamu emekçileri sendikaları güçlenmiş, üye sayıları çoğalmış, eylemlere katılım ve coşku artmaya devam etmiştir.

Bu dönemde; Kürt halkının siyasal, demokratik hak ve özgürlükleri için mücadelesi, olağanüstü hal ve çatışmalarla bastırılmaya çalışılmaktaydı. Bu zor koşullarda ekonomik-özlük-sendikal talepler için mücadele ile demokrasi mücadelesi ayrılmaz bir bütünlük içinde sürdürülmüş, benimsenen bu hat şoven politikaların etkisizleştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Şovenizmin gerici rüzgarıyla yelkenini doldurmak isteyen devlet; kendi eliyle kurduğu Kamu Sen ile kamu emekçileri arasında milliyetçilik ve gericilik temelinde bölünme yaratma girişimleri ve idari baskılarla  örgütlenme çabasında başarılı olamamıştır.

Ne var ki, sermaye uluslararası ve ulusal ölçekte saldırılarına devam ederken işbirlikçi yerli sermaye ve hükümetleri, daha büyük saldırılar için adeta pusuya yatmıştı. Artan saldırılar karşısında mücadelenin uzun soluklu bir sınıf mücadelesi olduğunun kavranmasındaki zayıflıklar; hedefi belli, planlı, işyerlerine dayanan kitle eylemlerinin yerini zamanla protestocu tarzın ve kadro eylemlerinin alması, kamu emekçilerinin ana kitlesinin, sendikalara ilgisini yitirmesine ve karar alma süreçlerinin dışında kalmasına yol açmaya başlamıştır. Bu durum, giderek üyelerin denetimini azaltılmasının, bürokratik örgüt çalışmasının ve dahası bürokratik örgüt anlayışının önünü açmıştır. Bugün; yönetimlerde siyasal çoğunluğu sağlayanların, örgütsel kararlarda belirleyici olmaları sorununa esas teşkil eden süreçler buralarda mayalanmıştır. Kamu emekçilerinin en geniş kesiminin talepleri üzerinden tartışma ve mücadele kararları alma tarzı, benimsenen tarz olmaktan çıkmıştır.

Mücadelenin Yasayla Sınırlandırılması  Süreci

Kamu emekçilerinin mücadelesini ehlileştirme operasyonu olarak 1998’de gündeme gelen ve 4-5 Mart Ankara direnişi ve belirli aralıklarla gerçekleştirilen iş bırakma eylemleri ile geri çektirilen “sahte sendika yasası” 2001 yılında tekrar gündeme getirildiğinde; kamuoyuna farklı mesajlar verilse de, “yasaya engel olunamayacağı” anlayışı KESK’ te egemen olmuş ve bu anlayış eylem programlarına da yansımıştır.

Sendika yasasına karşı 2001 yılında yapılan eylemler; işyerlerinden, dolayısıyla yığınlardan koparılarak, meclis gündemine endeksli olarak, yönetici kadroların sık sık Ankara’ya çağrıldığı eylemler olmuştur. Ankara merkezli eylemler bıktırıcı bir hal aldığı gibi, kadroları işyerlerinden ve kitlelerden; kitleleri de kendi talepleri için mücadeleden koparan “aktif yönetici-pasif üye” durumunu pekiştirmiştir. Diğer yandan, 4688 sayılı yasa sonrası sendikalar, tüzükleri değiştirerek girilen süreçle, idari-mali yasal formalitelerle baş etme çabasıyla, yasanın belirlediği rutin içinde faaliyet sürdürür hale gelmiştir. (Yetki dönemine yönelik   örgütlenme kampanyaları, Toplu Görüşme dönemi, Bütçe dönemi, Kurum İdari Kurulu görüşmeleri gibi.)

2001-2002 yıllarında; yasa gereği üyeliklerin yenilenmesi çalışmaları, yetki almak için örgütlenme kampanyasına dönüştürülmüş ve  sendikalarımızın tüm kadroları örgütlenme çalışmalarına seferber olmuştu. Toplu görüşmeden beklenti içinde olan kamu emekçilerinde de sendikalara üye olma eğilimi gelişmiş, sendikaların ve KESK’ in üye sayıları artmıştı.

Ne var ki; KESK Yönetim Kurulu, Sendika Merkez Yöneticileri, Şube başkanlarından oluşan ve KESK’ in en geniş bileşenli organı(Genel Kurul dışında) olan Danışma Kurulu’nun birinci toplantısında, ilk toplu görüşme sürecine ilişkin oy birliğiyle belirlenen talepleri ve grevi içeren taktik mücadele programı Yönetim Kurulunca dikkate alınmamıştır. Masaya, ciddi bir hazırlık yapılmadan oturulması, kadrolarda güvensizliğe neden olmuş ve kitlelerde ise “görüşmelerle hak kazanılabileceği” izlenimi yaratarak beklentiye yol açmıştır. Süreç içinde, “toplu görüşmeyi toplu sözleşmeye çevirme” iddiasına uygun mücadelenin örgütlenememesi, hak kazanımı elde edilememesi, fiili ve meşru mücadele hattından uzaklaşılması; pek çok kamu emekçisinin kafasında, “sendikaların bir işe yaramadığı” ve “KESK’ in de diğer sendikalardan farksız olduğu” düşüncesinin yaygınlaşmasına yol açmıştır. Bu nedenledir ki, ilk yetki sürecinde sağlanan örgütlenme düzeyi sonraki dönemlerde yakalanamamış ve giderek her yıl örgütlenme sayıları artan oranlarda düşmeye başlamıştır.

Bununla birlikte; 4688 sayılı Yasa sonrasında hak gaspları, eğitim, sağlık, enerji, alt yapı, iletişim vb. alanlar başta olmak üzere özelleştirmeler ve kamu hizmetlerinin tasfiyesi hız kazanmış; kamu emekçilerinin iş güvencesi gasp edilerek, sözleşmeli hale getirilmesini düzenleyen yasa tasarıları peş peşe gündeme getirilmiştir. Özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamaları ile işyerlerinde, esnek çalışma ve farklı istihdam politikaları uygulamaya konularak, çalışanlar kadrolu-taşeron-sözleşmeli-vakıf çalışanı vb. biçimde bölünmüş ve birbirlerine karşı rekabet eder duruma getirilmiştir.

Emperyalizmin, ülkemizin de içinde yer aldığı bölgedeki sömürü ve savaş politikaları, bu politikalarla ilişkili olarak Kürt sorununun çözümsüzlüğünde sürdürülen ısrar, ırkçı–şoven kışkırtmalarla halkların kardeşliğinin engellenmesine dönük girişimler ile; halkın dini inançları ve düşüncelerinin istismarı üzerinden toplumun laik, anti-laik ikileminde bölünmesi çabaları, kamu emekçilerini ve diğer emekçi sınıfları yaşamsal sorunlarından uzaklaştırıcı diğer saldırı politikaları artarak sürmektedir. Bunlarda, sendikal örgütlülüğü ve mücadeleyi olumsuz yönden etkilemiştir.

Böylesi saldırı bombardımanı karşısında kararlı duruşların gösterilmemesi, hatta kimi zaman bu saldırılara içten çanak tutulması ya da sol sekterlik gibi kimi eğilimler önemli içsel etkenlerdir.

KESK ve KESK’ e bağlı sendikalar; yasal süreçte, yapacakları diğer görevleri ile birlikte, kamuoyunda, kadrolarla etkili görünecek eylem çizgisi yerine; kuruluş sürecinin ilk yıllarında olduğu gibi fiili-meşru mücadele çizgisinde ısrar ederek, yığınlarla birlikte hak alıcı eylem planını istikrarlı ve sürekli bir biçimde sürdürebilseler; emekçilerin insanca yaşam taleplerinde kazanımlar olabileceği gibi, örgüt sürekli büyüyerek güçlenecek ve dernek olmaktan çıkıp, sendika olma özelliği kazanacaktır.

KESK’ i etkisizleştirme operasyonunda egemen güçlerin geçici zaferi

Sermayenin saldırılarını püskürtmeye dönük yığınlarla birleşen bir hareket geliştirilememiş olmakla birlikte; 1999 “Mezarda Emeklilik Yasası” sürecinde Emek Platformu (EP)’ nun oluşturulması, ABD emperyalizminin Irak işgaline karşı geliştirilen ve 1 MART Tezkeresinin geri çekilmesindeki birleştirici tutum, “ kamu reformu”na karşı 6 MART ve 20 KASIM eylemleri, Kürt sorununun barışçıl temelde, demokratik çözümü konusunda ikircikli de olsa aldığı demokratik tutum, emek ve demokrasi güçlerinin takdiri ile karşılanırken sermaye kesimlerinin de öfkesini kabartmaktaydı. Emperyalizmin bölge planları ile IMF ve DB programlarının en sadık uygulayıcısı AKP’nin, kamu hizmetlerinin ve kamu emekçilerinin tasfiyesine yönelik yasal düzenlemeleri gündeme getirdiği bir dönemde, devletin kurumları ve çeşitli kesimlerden destekçileriyle birlikte KESK’ i etkisizleştirme operasyonları yapıldı. Tüm eksiklerine rağmen toplumun en diri örgütü olan KESK, sermayenin kendi hedeflerine varabilmesi için etkisizleştirilmeliydi. Bunu; kimi dönem EP bileşeni sendikaları, siyasi iktidarın EP içindeki uzantısı haline getirerek yaptığı gibi, kimi zaman Eğitim Sen Tüzüğündeki “ana dilde öğrenim hakkı” üzerinden kapatma davasıyla ya da Kürt sorunu üzerinden bayrak provokasyonları yaratarak ve şovenizmi kışkırtarak, kimi zaman da yöneticilerin bireysel ve grup ihtiyaçlarını öne çıkaran açıklamalarını emekçilere karşı kullanarak yaptılar.

Böylesine kapsamlı saldırı yasalarına, sendikaları bölme ve etkisizleştirme saldırılarına karşı, öncelikle kamu emekçileri olmak üzere tüm emek ve demokrasi güçlerini birleştirici bir mücadele programı ortaya konulabilmiş ve saldırılar boşa çıkarılmış olsaydı; sendikalar güç ve itibar kazanacak, diğer taraftan ülke egemenlerinin Kürt sorunu üzerinden gerici politikalar geliştirmesinin önü alınabilecekti.

Ne yazık ki;  “ülkenin hassasiyetleri” , “sendikanın malı- mülkünü ve yöneticilerin kendi pozisyonlarını koruma güdüsü” birleşince; yönetimlerde çoğunluk olan anlayışlarca,  örgütün (Eğitim Sen) tüzüklerine yazdıklarını sonuna kadar savunmak, üyelerini ve emekçileri, şovenizme karşı halkların eşit gönüllü birliği ve sınıf bilinci temelinde “anadilde eğitimin” içeriğine uygun olarak eğitmek yerine, tüzükten bu maddenin çıkarılması tek seçenek haline getirilmiştir.

Bu çevreler, sendikanın birliğini korumak adına böylesi bir tutum geliştirdiklerini söylemektedirler. Oysa; egemenlerin dayattıkları noktada anlaşmaya çalışmanın, saldırıları durdurmak bir yana, bu saldırıları daha da derinleştirdiğini, yaşananlar göstermiştir. Gelinen noktada; bireysel kariyerizm  ve yaratılan şovenist kışkırtmaların etkisiyle eğitim ve büro işkolunda yeni sendikalar kurulmuş, yetkili olunan sendikalarda yetki kaybedilmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı; daha da ileri giderek, KESK ve üye sendikaların tüzüklerindeki “sınıf”, “grev”,”TİS” “emperyalizme ve özelleştirmeye karşı mücadele” “savaşa karşı barış” vb. kavramların çıkarılmasını istemektedir. Dolayısıyla çizilen bu hat üzerinden, örgüt içinde yeni tartışmalar ve müdahalelerin önü açılmıştır.

KESK’ i var eden anlayış ve çalışma tarzından hızla uzaklaşılmaktadır.

Diğer yandan; sermaye kendi ihtiyaçları temelinde sendikaları etkisizleştirmek, az sayıda örgütlü emekçiyi de sendikalardan uzaklaştırmak için tüm silahlarıyla saldırırken, buna karşı; emekçi yığınlarla KESK’ i buluşturacak, saldırıları püskürtecek mücadele taktikleri geliştirme kararlılığı ile çabasından ve KESK’İ var eden anlayış ve çalışma tarzından hızla uzaklaşılmaktadır.

Yöneticilerin ve kitlelerin hep birlikte katıldığı eylemlerin, aktif yönetici ve aktif taban ilişkisi üzerinde yükselen aktif sendikal yaşamın yerini; basın açıklamaları yapan, görüşmelere katılan ve işyerindeki emekçilerin gündeminden uzak “elit, aktif yöneticiler”in öne çıktığı, kimi zaman eylemlere mesaj ile çağrıldığında gerekçesini kavramadığından ve yöneticilere “güvensizlik / inançsızlıktan” dolayı çağrılara yanıt vermeyen üyeler, sendikasının gündeminden uzak, olup biteni izleyen “pasif kitleler” ve kitlesiz eylemler almaktadır.

Kamu emekçileri sendikalarının kuruluşundan beri mücadelenin önünde yer alan siyasi çevreler ve yöneticilerin önemli bölümü, mücadele geleneğinin gerektirdiği, sendikal demokrasi ve her kademede inisiyatifli bir mücadele tutumu almaktan uzaklaşmaktadır.

İşyeri Temsilcilikleri, kendi görev alanlarındaki kamu emekçileriyle ilişkilerini olması gerektiği gibi sürdür(e)memektedir. İşyerinde üyelerle kurulan ilişkiler gittikçe zayıflamıştır. Çalışmalara katılmaya yönelten bir tarzdan, bir fikre ya da bir eyleme ikna etmeye çalışma tutumundan hızla uzaklaşılmaktadır. Sorunlar ve sorunların çözümüne yönelik görüş ve öneriler işyerlerinde tartışılmamakta, işyerlerinin görüş ve önerileri şube organlarına taşınmamakta, çoğu zaman bireysel görüşler üst organlara iletmektedir. Üyelerin; kararların oluşmasına katılmaktan dışlanması, sendikal demokrasinin temelinin ortadan kaldırılması demektir. Oysa hareketin durumu, sadece sendika üyelerinin değil, sendikalı-sendikasız demeden tüm çalışanların karar süreçlerine katılmasını gerektirmektedir.

İllerde KESK’e bağlı sendikaların bir araya gelerek oluşturdukları Şubeler Platformları işle(tile)memektedir. Kimi zaman yukarıdan müdahaleler, kimi zaman da sendikal anlayışların grupçu tutumları, kamu emekçileri hareketinin başından beri mücadele çağrılarını örgütleyen bu platformları işlevsiz hale getirmiştir. Şubelerin ve şube yöneticilerinin üyeleriyle ilişki biçimi mekanik, (SMS-faks) ve bürokratik olmanın ötesine geçememektedir. Sendika merkezlerinde olduğu gibi, şubeler ya da sekreterlikler; “o koltuğa sahip olan anlayışın küçük iktidarcığı” haline dönüşmekte, çoğu zaman emekçilerin talep ve beklentilerinin yerini kendi bireysel-grupsal ihtiyaçları almaktadır. Dolayısıyla Şubeler Platformu, kamu emekçilerinin yerel ya da bölgesel mücadele merkezi olma özelliğini giderek kaybetmektedir. Emek ve demokrasi mücadelesinde ciddi iddiaları olan bir örgütün, kendi içinde dahi bütünlüğü sağlayamaması, kamu emekçileri nezninde çağrılarına yanıt bulamaması, hızla giderilmesi gereken bir sorundur.

Danışma Kurulu, Danışma Meclisi, Başkanlar Kurulu, Merkez Temsilciler Kurulu gibi, sendika içi demokrasinin vazgeçilmez organları, tüzüklerde belirtilen rollerine, genel kurullarda alınan kararlara uygun işletilmemektedir. Bu kurullara katılanların çoğu, böylesi kurullara, şubelerinin ya da sendikalarının tabandan oluşturulmuş görüşlerini götürmek yerine, siyasal anlayışının savunularını ya da bireysel görüşlerini sunmaktadır.

Diğer taraftan, Danışma Kurulunda açığa çıkan yönelim ve sonuçlar da örgüte iletilmemektedir. Sendikalar ve sendika merkez yönetimleri; konfederasyonla eşgüdüm içinde, kendi işkollarına ve ülke gündemine ilişkin mücadele kararları alıp uygulamak yerine, her şeyi konfederasyondan bekleyen veya havale eden duruma gerilemiştir. Yaşanan sorunlar, kimi zaman işyeri temsilciliğinden şubeye, şubeden Genel Merkeze, Genel Merkezden de Konfederasyona ya da tersinden, yukarıdan aşağıya havale edilmektedir.

Bu durum, kurulların demokratik işleyişini ortadan kaldırdığı gibi; sorunların ve çözümlerinin işyerlerinde, illerde tartışılmasını, sendika üyelerinin hatta sendikasız kamu emekçilerinin de kararların oluşmasına katılmasının önünü kesmektedir. Bu bürokratik tarzın sonucunda, kurulların aldığı kararların şubelere, temsilciliklere ve nihayet üyelere gitmesinin önü tıkanmakta, merkezden alınan kararlar, “şube yönetimlerine inip” orada kalmaktadır.  Alınan kararların anlamı, içeriğinin yığınlara kavratılması ve onların bilincinde değişim yaratma çabası, her düzeydeki sendikal kurulların gündeminden çıkmış bulunmaktadır. Karar mekanizmalarının işlevsizleştirilmesi, sendikalarda yabancılaşmaya, dolayısıyla kitlelerin ve alt organların sürece müdahaleden uzaklaştırılmasına neden olmaktadır.

Bürokratik eğilimler kadar, konformist ve grupçu eğilimler de sendikaların sınıfsal zeminlerinden uzaklaşmasında belirleyici rol oynamaktadır. İlk yıllarda işyerlerinden dayanışmalarla, fedakarlıklarla örgütlenen eylemlerin yerini, genel merkezlerin gönderdiği para kadar örgütlenen eylemler almaktadır. Dayanışma ile döşenmiş ortak binaların yerini, ayrı tutulan ve konforlu hale getirilen şube  ve sendika binaları almaktadır. Kimi sendikalarda profesyonellik veya şube başkanlığı, “avantajlı bir mevzi” haline gelmektedir.

KESK’ in bugün içinde bulunduğu “darlaşma”, “bir avuç yönetici dışındaki kesimlerin mücadelenin dışına düşmesi ve gündelik faaliyete katılmaması”- ki buna önemli oranda Emek Hareketi kadroları da dahildir-, “gruplar arası rekabetin/çekişmenin sendikal faaliyete zarar verir hale gelmesi”, kadrolarda “yorgunluk”, “bezginlik”, “adam sendecilik” gibi eğilimlerin gelişmesi, yöneticilerde görülmeye başlayan “kariyerist, konformist”  ve fraksiyoncu eğilimler; kamu emekçileri sendikalarının hızla aşması gereken sorunların  başında yer almaktadır.

Genel Kurul süreçlerinden büyüyerek, güçlenerek ve yenilenerek çıkma

İrade ve eylem birliğini güçlendirecek, emekçi yığınlarla KESK’i buluşturacak mücadele taktikleri ve fikri tartışmalar yerine, yönetimde olma kaygısıyla, kimi zaman gerici-şovenist kışkırtmaların etkisiyle örgütü zayıflatıcı sonuçlar doğuran tutumlar, giderek hakim hale gelmektedir.

2005 Genel Kurul dönemi ise, gruplar arası kapışmaların yanısıra, sendikal anlayışların kendi içinde iktidar çatışmalarına kadar ilerlemiş ve bu durum zaman zaman mücadelenin ve örgütün ihtiyaçlarının tartışılmasının, alınan eylem kararlarının uygulanmasının önüne geçmiştir. Emekçilerin ve mücadelenin ihtiyaçlarından uzak, seçime ve kimin yönetimde olacağına endekslenmiştir. 2005 Genel Kurullarının üzerinden henüz bir yıl geçmişken, şube yönetimlerinde de süreçten düşmeler/uzaklaşmalar olduğu görülmektedir.

Genel Kurullarda izlenen fraksiyoncu eğilimler, grup içi çatışmalar öyle bir hal almıştır ki; kendi ekibini oluşturma ya da “yönetimde temsil edileyim de, kiminle olursa olsun önemli değil” denilerek; sendika yönetimlerine, önemli oranda, yönetme yeteneği ve birikimine sahip olmayan kişiler getirilmektedir. Yöneticilerin önemli bir bölümü, sendikal mücadelenin gerektirdiği kararlılık, açıklık ve fedakarlık gibi özelliklerden yoksundur. Bir çok yönetici, genel kurul iradesini temsil eden, birlikte iş yapmayı, iş yaparken öğrenmeyi, yaşam biçimi haline getiren; kapsayıcı, kucaklayıcı olmaktan uzak; olaylar ve sendikal gelişmeler karşısında fraksiyoncu, kendi grubunun yönetimdeki temsilcisi gibi davranmaktadır.

Genel Kurul süreçlerinden; büyüyerek, güçlenerek, yenilenerek, irade ve eylem birliği yaratılarak değil, bölünerek ve zayıflayarak çıkılması, ilk yıl hariç, 4 yıllık yasal süreçte yaşanan üye kaybının ve mücadeledeki düşüşün aşılamamasında önemli rol oynamıştır. 2005 genel kurullarında, sendikal anlayışlar arasında ve grup içinde yaşanan çatışmaların etkisi hala devam etmektedir. İşyerlerinde farklı statüde istihdam biçimleri ve karşı sendikaların yarattığı rekabetin yanı sıra, yönetimde olma rekabeti ve kariyerist eğilimler de rekabetin başka bir boyutu olarak, işyerlerinde emekçileri bölmekte, onların birliğine zarar vermektedir.

Oysa, genel kurul süreçlerini, egemenlerce dayatılan saldırı yasalarını püskürtmenin aracı haline getirecek, işyeri seçimlerinden başlayarak örgüt içindeki birlik ve bütünlüğü geliştirecek bir perspektifle ele alınmalıdır. Genel Kurullar, KESK’ i yığınlarla buluşturmanın aracı haline getirildiğinde; KESK küçülmeyeceği, daralmayacağı gibi grupçuluk, bürokratizm,  konformizm vb. tutumlar aşılabilecek, siyasi gericiliğin şoven-ırkçı kışkırtmaları örgüt içinde zemin bulamayacaktır. Sendikalar bu zeminde büyüyüp, güçlenecektir.

KESK, yığınların mücadele ve örgütlenme merkezi olabilir

Sermaye güçleri sistemlerini yenilerken, sendikaları da kendi ihtiyaçlarına uygun hale getirmeyi, hatta ortadan kaldırmayı planlamaktadır. Özelleştirme, taşeronlaştırma, sözleşmeli personel, esnek çalıştırma, toplam kalite yönetimi, performans ücreti gibi uygulamaları ile sınıfın birliğini ve aralarında rekabeti kışkırtan eğilimler geliştirilerek, emekçilerin örgütsüz kalmaları ve hiçbir sosyal ve yasal güvence olmadan kölelik koşullarında çalıştırılmaları hedeflenmektedir.

Bugün işçi ve emekçiler sendikalarını, sermayenin saldırılarına karşı kendi birlik ve mücadele merkezleri olarak kullanamamaktadır. Mevcut sendikal örgütlenmelerin büyük bölümü, ‘sosyal diyalog’ adı altında sınıf uzlaşmacılığını esas almaktadır. Bu anlayışın egemen olduğu sendikalarda, emekçiler sendikalarına güvenlerini kaybetmekte, üye kayıpları yaşanmaktadır. Bu durum sendikaların işlevini yitirdiğini değil, gerçek işlevini yerine getirmediği takdirde güç kaybettiğini göstermektedir.

KESK’ in gelişim süreci bu durumu yalın bir biçimde açıklamaya yeterlidir. Kamu emekçilerinin acil ve somut talepleri üzerinden on binlerce kamu emekçisinin mücadeleye çekildiği ve siyasi iktidarla karşı karşıya gelindiği dönemde işçi sendikaları güç kaybederken, KESK kitlesel olarak büyümekteydi. Başlangıçta; siyasal farklılıklar ve grup ihtiyaçları çok öne çıkarılmadan, mücadele omuzdaşlığı içinde bulunuluyordu. Kamu emekçilerinin örgütlenmesi ve mücadelesinin ihtiyaçları önde tutulmakta ve kitlelerle bağlar canlıydı. Mücadele ve örgütlenme yasayla sınırlı değil, hakların ve elde edilmesinin meşruiyeti  üzerinden  fiili olarak sürdürülüyordu.

Dolayısıyla önümüzdeki dönemde de; kendi içinde bütün, yasalarla kendini sınırlamayan, işyeri esaslı, yenilenmiş örgütlenme ve mücadele programına sahip bir KESK, kamu emekçilerinin ve diğer emekçi kesimlerin ortak mücadele ve örgütlenme merkezi olabilir. Bunu başarmanın yolu ise, başta yönetici ve ileri kadrolar olmak üzere, KESK’ in yaratılmasında ve mücadelesinde emeği olan kamu emekçilerinin, var olan durumu doğru değerlendirip, sendikalarına sahip çıkmaları ve sendikalarını yeniden örgütlemeye yönelmelerinden geçmektedir. Yeniden örgütlenmede ilk yapılacak iş, işyerleriyle, üyelerle kopan bağların tekrar kurulması, işyeri örgütlerinin sağlamlaştırılması ve canlı bir örgütsel yaşamın tesisidir.

Bununla birlikte,  4688 sayılı yasa kapsamına sıkışmadan hizmet birimlerinde statü ve sendika farkı gözetmeksizin, tüm emekçileri ortak talepler etrafında mücadeleye çekecek gelişkinlikte ve her sorunu en geniş çevreler içinde tartışabilecek bir demokratik işleyişe sahip işyeri örgütlenmesi, yenilenmiş bir örgütlenme stratejisinin temeli olacaktır. Böylece işyerinde sermaye tarafından farklı ücret ve istihdam politikasıyla birbirlerine karşı kışkırtılan tüm çalışanlar, statü ve sendika farkı gözetmeksizin eşit ücret, kadrolu istihdam gibi eşit haklar için mücadelede birleştirilerek işyerinde birlik ve bütünlük sağlanacaktır.

Tüm bunların yanı sıra, emekçilerin ana kitlesini mücadeleye katan ve biri diğerini güçlendiren  eylemlerle talepleri kazanana kadar, kararlılıkla sürdürülecek mücadele hattının izlenmesi de son derece önemlidir. Kamu emekçilerinin mücadeleye katılmaları kadar, en geniş çevrelerin sendikal politikaların oluşturulmasında ya da işyeri örgütünün karar süreçlerine katılmaları da sendikaların yeniden inşasında belirleyici rol oynayacaktır.

Geçtiğimiz dönem, yükselen şoven milliyetçi dalga, KESK’ e bağlı sendikalarda önemli oranda yıpratıcı etkiler göstermiştir. Bu dalgadan etkilenen çevrelerde, sendikaların “bölücülüğe destek verdiği” vb gerekçelerle sendikalardan istifaya kadar varan tepkileri ortaya çıkarmıştır. Burada sorun; KESK’ in Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünü savunması değil; savunulanların tabanda tartışılmaması, emekçilerin çoğunluğunun gerçeğin etrafında birleştirilmemesidir.

Sorunun tartışılmasının emekçilerden uzak tutulmuş, alınan kararların kamuoyunda ve işyerlerinde savunulmasında kararsızlıklar yaşanmış, her düzeydeki kimi yöneticilerde ikircikli  tutumlar ve farklılıklar görülmüştür.  Dolayısıyla, insanca yaşam, çalışma koşulları ve ekonomik taleplerin yanı sıra; Kürt sorunundan – Laisizme, ifade özgürlüğünden –anti emperyalist mücadeleye kadar pek çok siyasi ve demokratik içerikli konu işyerlerinde açık yüreklilikle tartışılmadı/tartışılmamaktadır. Her sorunun, emekçilerin yararına çözümünü içeren politikalar kitlelerle paylaşıldığında, kitle çoğunluğunun iradesine dayanan demokratik bir işleyişin sendikaların siyaset tarzı haline geldiği oranda; emekçiler de egemen ideolojinin, gericiliğin etkisinden koparak kendi sınıf siyasetlerinin bilincine kavuşacaklardır.

Diğer yandan, işçilerinin özelleştirme karşıtı direnişleri, organize sanayi bölgelerinde sendikalaştıkları için işten atılan işçilerin direnişleri, üretici köylülüğün tepkileri, gençlik ve kadın mücadelesi, kentlerde ve kırlardaki yoksul halk ve diğer emekçiler ile kamu emekçilerinin mücadelesinin, birleşik bir güce ve birleşik bir mücadeleye dönüştürülmesi mümkündür. Böylesi bir mücadele içinde, illerde şubeler platformları yeniden ayakları üstüne dikilebileceği gibi, beraberinde yerel mücadele birlikleri de ihtiyaç olarak kendini dayatacaktır.

Açıktır ki; öncelikle kendi üyeleri başta olmak üzere emekçilerin talepleri için mücadele eden, bu mücadele sürecinde güven kazanan/kazandıran bir sendika ve dolayısıyla KESK, ortak mücadele ve örgütlenme için çekim merkezi olabilir. Böylesi bir örgütün serpilip gelişmesinde, emekçilerle kurulacak ilişkiler ile sınıf sendikacılığı anlayışının hareket üzerindeki etkisi ve geniş emekçi kesimlerin emekten yana politikalarla buluşturulması çabası belirleyici öneme sahiptir.

KESK ve bağlı sendikalar ile diğer emek ve meslek örgütleri, siyasi örgütlenmeler ile demokratik kitle örgütleri açısında, örgütlerini güçlendirme ve mücadeleyi ilerletmenin olanakları artmıştır. Yakın dönemde; döviz ve faiz alanında yaşanan artış ve paranın değer yitirmesi ile enflasyon artmış, dolayısıyla Hükümetin öngördüğü enflasyon hedefi üzerinden yaptığı ücret zamları ve asgari ücret açlık sınırının altına düşmüştür. Diğer yandan, hükümetin sağlık ve sosyal güvenlik alanında başlattığı saldırılar, sağlık hizmetlerinde yeni kısıtlamalara giderek, sağlığı tamamen paralı hale getirmektedir. Hükümet, IMF programını tavizsiz uygulamaya devam edeceğini her fırsatta belirtmektedir. Emekçiler ve onların örgütleri açısından bu dönem, ölü toprağını üzerinden atacağı bir dönem olabilir.

Böylesi bir süreçte, milyonlarca kamu emekçisinin gözü kulağı Toplu Görüşme masasında olacaktır. Bu dönem; kadrolu ve iş güvenceli istihdam, insanca yaşam ücreti, asgari ücretin en az 700 YTL’ye çekilmesi, geçen yılın kayıplarının giderilmesi, Grev ve TİS hakkı, gibi temel talepler birlikte ele alınmalıdır. Bu durumda;  bütün kamu emekçileri, güçlerini birleştirip, toplu görüşmeyi, toplu sözleşmeye çevirecek bir mücadeleye seferber edilirse, mücadele kazanımla sonuçlanacağı gibi, sendikalar yaşadığı kimi sorunları da aşabilecektir.

2006 Ağustos ve sonrasındaki döneme dair KESK tarafından planlanan mücadele programının;-eksikliklerine rağmen- ayrımsız olarak tüm emekçilere, işyerlerinde sahiplendirilmesi, programın gereklerinin yerine getirilmesi için kitle desteği sağlanacak etkinlikte/canlılıkta mücadelenin daha ileriye taşınması herkes için en yakın sınav olacaktır.

KESK ve bağlı sendikaların büyüyüp güçlenmesi, emek hareketini de büyütmüş ve güçlendirmiş olacaktır. Gerek her statüden kamu emekçisinin talepleri üzerinden sendikaların mücadeleci çizgide yeniden örgütlenmesi, gerekse işçi ve emekçilerin kendi sınıf siyasetine kazanılmasında, sınıf sendikacılığı anlayışı ile mücadele yürüten partili kamu emekçilerine, diğer siyasal/sendikal çevrelerden daha fazla sorumluluk düşmektedir.

Bu sorumluluk duygusuyla emek hareketi kadroları; her gün kendini yeniden donatarak sürecin ihtiyacına yanıt olmalıdırlar. İşçi ve emekçilerin, her türden rekabete karşı birliği ve dayanışmasını esas alan, ortak talepleriyle birleşik güçlü örgütlenmelerini yaratmak için daha fazla çaba içinde olmalıdır. Politikalar belirlendikten sonra gereğinin yapılması, kadroların çalışmasına bağlıdır. Emek hareketi kadrolarının, sendikalardaki diğer kesimlerden farklılığı pratik çalışmada belirginleşir. KESK içindeki sorumluluk sahibi kesimleri, işyerlerindeki tüm emekçileri, yenilenmiş örgütlenme ve mücadele platformunda birleştirerek sendikaları yeniden inşa görevi, başta emek hareketinin mensuplarındadır.

Yakınma dönemi bitmiştir artık. Her türlü olumsuzluğa, kötü gidişata seyirci kalınamaz. Önümüzdeki dönemin sıkıntılarını/zorluklarını aşmak elbette kolay değildir. Şimdi görev alma, görevlerin gereğini yerine getirme zamanıdır. Şimdi iş yapma zamanıdır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑