1889 yılında Paris’te toplanan 2. Enternasyonal’in Kuruluş Kongresi, 8 saatlik işgünü ve enternasyonal proleter dayanışmayı sağlamak amacıyla bütün ülkelerde ve şehirlerde aynı zamanda “büyük bir enternasyonal Manifesto”nun yayınlanmasına karar verir. Bunun için, 1 Mayıs 1886’da 8 saatlik işgünü için mücadele eden Amerikan işçilerinin anısına 1 Mayıs 1890 tarihi öngörülür. Almanya’da yaklaşık 200 bin işçi işi bırakır. 1891 yılında 2. Enternasyonal’in Brüksel Kongresi, 1 Mayıs’ın, her yıl “Bütün ülkelerin işçilerinin, ortak taleplerini ve dayanışmalarını dile getirecekleri bir işçi bayramı” olarak kutlanmasına karar verir.
1847-1925 yılları arasında yaşamış olan ve Alman işçi sınıfının mücadeleci isimlerinden tekstil işçisi Ottilie Baader, Almanya’da 1890 yılında kutlanan ilk 1 Mayıs İşçi Bayramı’na katılır. Almanya’da ilk 1 Mayıs kutlaması, “Anti-Sosyalist Yasa”nın iptal edildiği tarihtir aynı zamanda.
Kendimi yavaş yavaş babamın baskısından da kurtarmak isterdim. Bu çok kolay değildi. Okuyarak, kendi düşüncemi olgunlaştırmasını öğrenmiştim. Ancak tek başıma bir toplantıya gidemiyordum. Bu durum zamanla hoşuma gitmemeye başladı. Bir gün deri işleme işçilerinin Aleksander Sokak’ta bir avluda toplantı yapacaklarını duydum. Birden enerjik bir anım oldu ve “bu akşam işçilerin toplantısına gidiyorum” dedim. Bu enerjik çıkışım babamı tamamiyle etkilemiş olmalı. Sustu ve toplantıya tek başıma gitmeme ses çıkarmadı.
Bu toplantıda ilk kez konuştum. Konuşmacı olarak Hirş-Dunkerşen Sendikası’ndan bir temsilci çıktı, pozisyonu açıkcası farklı bakış açılarının ortasındaydı. Adam, ne balıktı, ne de bir kuş ve konuşması ne birilerinin ne de diğerlerinin hoşuna gitti. (….)
Deri işleme işçilerinin sözünü ettiğim örgütüyle ilk 1 Mayıs kutlamasını yaşadım. 1 Mayıs 1890 tarihi, Perşembe gününe denk gelmişti. Sabahın erken saatlerinde bayramlık elbiselerini giymiş işçi ailesi kümelerinin dışarı çıktıkları görülüyordu. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Proleter yığınları, bir işgününde çalışmayarak, işverenlerin kârını düşürmeye mi cesaret etmişlerdi? Devletin ya da kilisenin bayram günü olarak tespit etmediği bir günü kutlamaya mı yeltelenmişlerdi?
Evet, tam da böyle! İşçiler, kendi iradeleriyle bir bayram günü yaratmışlardı ve sadece Berlin’li işçiler değil, bütün dünyanın işçileri bu cüreti göstermişti. Temmuz 1889’da Paris’te toplanan Sosyalist Enternasyonal’in Kongresi’nde, büyük Fransız Devrimi’nin Yüzüncü Yıldönümü vesilesiyle, 1 Mayıs bütün dünya işçilerinin bayram günü olarak kararlaştırılmıştı.
Bu bayram günü, bütün dünyadaki proleterlerin aynı duygu ve düşüncede birleşmesi için yaratılmıştı. Paris Kongresi’nde varılan sonuç, yer kürenin her yerinde, proleteryanın, değişik ölçülerde, ancak her yerde aynı şekilde baskı altına alındığı ve haksız, hukuksuz sömürüldüğüydü. Bu nedenle, bütün ülkelerde, hükümetlere ve yasal kurumlara işçi haklarının savunulması amacıyla taleplerin sunulmasına ve bunların arkasında azimle durulmasına karar verildi. İş saatleri kısaltılmalı, çocuk emeği yasaklanmalıydı. Ancak o zaman işçiler aileleriyle uğraşabilecek ve ancak o zaman nihayet kendi entelektüel eğitimi için zaman bulabilecekti. Ek olarak, bu bayram günü, bütün dünyada gittikçe güçlenen militarizme karşı bir cephenin yaratılmasına hizmet edecekti.
Bütün dünyada sömürülenlerin ve baskı altındakilerin, bu günde manen birbirine bağlandığını ve yasal araçlarla taleplerini yönetenlere bildirdiğini bilmek, bu ne kadar olağanüstü bir düşünce.
Dünya çapındaki bu ilk bayramın hakim sınıflara nasıl bir korku saldığını, ordunun bugün kışlada gerektiğinde müdahale etmek üzere hazır tutulması gerçeği gösteriyor. Bir çok tren istasyonu da askeri güçlerce “emniyet altına” alındı. Bazı aklı başında istasyon şefleri, askeriyenin istemini geri çevirdi. Çünkü onlar hiçbir tehlike görmüyorlar ve işçilere güveniyorlardı.
Almanya’nın işçi halkı, bugünü Sosyalistler Yasası’nın baskısından kurtularak sevinçle karşıladı. Ve gökyüzü bile onlarla işbirliği yapmıştı. Zira böylesine parlak bir Mayıs’ı, o günden sonra bir daha görmedik. Sıcak güneş ışınları, açık bulutsuz bir gökyüzü, ağaçlardaki ve çalılıklardaki Mayısın filizi yeşili, yaşama kabaran tomurcuklar, hareketlenen tohumlar, kuş cıvıltıları… Kısacası, yaşam gibi güç ve güzellik veren doğa, insanlara da, yeni yaşam şevki ve gücü veriyordu; ve onlara, dünyanın güzelliklerini kendileri ve diğerleri için kazanmak uğruna her tür fedakarlığın yapılması gerektiğini öğretiyordu.
Mayıs’ın bu ilk günü, sevgili insanların çemberinden Grünau’ya doğru giderken, armonika kutusundan hepimizin sevdiği Marsilya marşının yükseldiğini duymak herkesi heyecanlandırdı. Bahşişler dolgunca aktı ve armonika kutusunun kolunu çeviren adam sevinerek, yaşlı hayat arkadaşına döndü ve “haklı olduğumu görüyor musun annecik” dedi. O, Marsilya marşını bugünler için armonika kutusuna kaydettirmişti.
Sosyalistler Yasası’nın kaldırılmasına kadar şarkılarımızın yasak olduğunu ve şarkı kitaplarımızı ya da şarkıların basıldığı tek tek kağıtları saklayarak dolaştırdığımızı bilen birisi ancak, armonika kutusunun sahibinin çaldığı müziğe ne kadar sevindiğimizi anlayabilirdi.
Belirlenen yere vardığımızda gönlümüzün çektiği her işçi türküsünü hem profesyonel şarkıcılarla hem de bilmeyenlerle birlikte söyledik. Heinrich Heine’den, Freiligrath’dan devrimci şiirler okundu. Kuşkusuz bizimle mücadele etmeye yeminli herkes, insanlığın yoksulluktan ve baskıdan kurtuluşuna hizmet etmeyi, yaşamını büyük yüce davamızın kazanımına sunmayı şimdiye kadar olmadığı kadar canla başla arzu etti. Bütün ülkede, evet bütün dünyada, bu ilk dünya bayram günümüz bir kurtuluş gibi etki yaptı ve mücadele cesareti ve kararlılığı uyandırdı.
Çeviren: Zahide Yentür
Kaynak: “Almanya’da ikinci kültürün oluşumunda otobiyografik dökümasyonlar/ 1914’lü yılların başına kadar“, rowohlt Yayınevi, sayfa: 352