Nükleer Santral ve Enerji Politikaları

Son 30-35 yıldır belirli aralıklarla gündeme getirilen nükleer santral kurulması meselesi tekrar ülke gündeminde yer buldu. En fazla yolsuzluğun yaşandığı enerji alanından yine kötü kokular yükselecek gibi duruyor.

Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan değişiklikle, elektrik dağıtımının özel şirketlere devredilmesinin önü açılarak, GATS gibi anlaşmalarda taahhüt edilen liberalleştirme ve serbestleştirme hedefi için yeni bir adım atılmış oldu. Bunun yanı sıra “elektrik enerjisi üretiminde kaynak çeşitliliği” bahanesi ile 10 yılda 5000 MW’lık enerji kapasitesi sağlayacak 3 nükleer santralin kurulması planları yapılıyor. Nükleer santral yapımı için 11 şirket başvuru yapmış durumda. Önümüzdeki haftalarda hükümet ihale sürecini başlatacak yeni adımlar atmak istiyor. Bu durumda, nükleer santrallerin halka ve ülkeye ne getirip ne götüreceği, eskisinden daha yakıcı bir sorun olarak önümüze geliyor.

Yıllardır, nükleer santralin her gündeme gelişinde, özellikle çevreci grupların tepkileri ön plana çıkıyor. Ancak nükleer santral meselesini sadece çevre boyutuyla ele almak, sorunun eksik tanımlanmasına yol açacak ve yeni soruları beraberinde getirecektir. Enerji-çevre dengesinin sağlanması sorununda alınacak tutum da doğrudan doğruya toplumsal yapı ile ilişkilidir.

Enerji sorunu şu anda dünyadaki emperyalist kapışmanın başlıca gündemi durumundadır ve daha uzun yıllar bu konumunu kaybetmeyeceği aşikardır. Elektrik enerjisi alanında da giderek daha fazla serbestleştirme politikaları hayata geçirilmektedir. Bunu takip edecek olanın ne olduğu ise bellidir: Tekelleşme, ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının uluslararası tekellerin tam hakimiyeti altına girmesi, daha fazla yoksullaşma ve bağımlılık.

Uzunca bir süredir elektrik enerjisi alanını liberalleştirme peşinde olan ve attığı bütün adımları buna göre ayarlayan Türkiye egemenleri ve enerji bürokrasisi bu planın yeni bir aşamasında bulunuyor: Uluslararası nükleer enerji şirketlerinin eskimiş ve rağbet görmeyen teknolojisini Türkiye’ye getirmek ve halkın parasını bir kez daha tekellere aktarmak. Gerekçe ise, “büyüyen” Türkiye’nin gelecekte oluşacak enerji açığını kapatabilmek olarak gösterilmektedir.

“Eğer gerçekten de bir enerji darboğazına gireceksek, bazı riskler göze alınarak nükleer santraller denenemez mi?” şeklinde bir soru sorulabilir. Enerji kaynaklarının kıt olduğu, kaynak çeşitliliğinin bulunmadığı ülkeler için belki bu tartışmanın bir anlamı olabilir. Ancak ülkemizdeki elektrik enerjisinin mevcut durumuna baktığımızda, bu sorunun gereksiz hale geleceği görülecektir.

1960’lı yıllardan bu yana, gerek iç gerekse dış merkezlerdeki nükleer temsilcileri, farklı platformlarda farklı gerekçeleri dile getirerek, ülkemizin elektrik üretiminin nükleer santrallerle çeşitlendirilmesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Gerekçeleri farklı da olsa, elektriğin nükleer santral ile çeşitlendirilmesi iddiaları, 1990’dan sonra daha sık dile getirilmeye başlandı. Uygulamaya geçmek üzere, 1998 yılında ihaleler açıldı, ancak ihaleler, genişleyen halk muhalefeti nedeniyle, 2020 yılından sonra gündeme alınmak üzere, iptal edildi. Buna rağmen, AKP hükümeti, 2012’de devreye alınmak üzere, 1500’er MW’lık üç adet nükleer santrali 2005 yılında programa dahil etmiştir. Programa alınan santrallerin tesis yeri için çeşitli illerin ismi geçmesine rağmen, ilk nükleer santralin, Sinop İnceburun’da kurulacağını yetkililer halkımıza müjdelemiştir!

Peki nükleer santral kurulması gerçekten de Türkiye için elzem mi? “Elektrik enerjisi üretiminin nükleer santraller ile çeşitlendirilmesi”ne gerçekten ihtiyaç var mı? Yoksa bu proje yine uluslararası tekellerin kârı uğruna mı gündeme getiriliyor? Bu sorulara cevap verebilmek için Türkiye’nin mevcut elektrik enerjisi durumuna ve arz-tüketim dengesinin gelecekte nasıl olacağına bakmak gerekiyor.

 

ELEKTRİK ENERJİSİNDE MEVCUT DURUM

 

KURULU KAPASİTE VE YILLIK ÜRETİM

2004

KAPASİTE

FİİLİ

KAPASİTE KULL.

KURULU (MW)

ÜRETİM (GWh)*

ÜRETİM (GWh)

ORAN %

TERMİK ENERJİ

Kömür

8923

58391

34558

59

Akaryakıt

3202

21167

9800

46

Doğalgaz

12640

94867

59098

62

Diğer

27

207

76

37

Toplam

24792

174632

104462

60

Jeotermal ve rüzgar enerjisi

34

156

151

97

Hidroelektrik enerji

12654

45435

46084

102

Genel toplam

37460

220223

150018

68

 

 

Yukarıdaki tablo TEİAŞ kaynağından alınan mevcut üretim kapasitesini ve kaynaklara göre dağılımı göstermekte olup, kaynak çeşitliliğinin yetersizliği, ülke kaynaklarının yeterli değerlendirilmemesi ve özelleştirme uygulamaları nedeniyle ortaya çıkan durumu bütün çıplaklığıyla göstermektedir. Zira, üretimin büyük kısmının doğalgazdan karşılandığı görülmektedir.

Bu tabloyu okumadan önce ülkemizin yerli kaynaklarına bakacak olursak;

– Ülkemizin 1.1 milyar ton taşkömürü, 8.3 milyar ton linyit rezervi olup; 2004 rakamlarına göre, 1.9 milyon ton/yıl taş kömürü, 46.1 milyon ton/yıl linyit üretimi yapılmaktadır. Ülkemizin kaynakları 9655 MW kömür santrali daha devreye alabilecek imkanı vermekte olup, devreye alınabilecek santrallerle kömüre dayalı santral gücünün 18000 MW olması imkanı mevcuttur.

– Ülkemizin hidrolik kaynağına bakılacak olursa, brüt 433 milyar kWh/yıl, teknik potansiyel 216 milyar kWh/yıl, ekonomik potansiyel 130 milyar kWh/yıl kapasitemiz olup, işletmedeki 12619 MW kurulu güçteki 136 adet HES hidrolik potansiyelin % 35’ine, inşaat halindeki toplam 3129 MW’lık 41 adet HES hidrolik potansiyelin % 8’ine, gelecekte yapılacak 20394 MW’lık 497 adet HES hidrolik potansiyelin % 56’sına tekabül etmektedir.

– Ülkemiz, rüzgar enerjisi bakımından, teknik olarak 83000 MW, ekonomik bakımdan 10.000-20.000 MW potansiyel güce sahiptir. Ayrıca, zengin jeotermal kaynaklara sahip olmamızın yanında güneş yönünden de ülkenin büyük bölümü zengin bir potansiyele sahiptir. Bunlara ek olarak, üç tarafı denizlerle çevrili olmasının sağladığı dalga enerjisi olanağı, enerji ormanı, biyokütle ve hidrojen enerjisi gibi enerji çeşitleri değerlendirilmeyi beklemektedir. Ancak, bu alanlarda araştırma ve geliştirme çalışmalarının sözü dahi edilmemektedir.

– Normal işletme koşullarında % 7-8 civarında olması gereken teknik kayıplar, enerji üretim, iletim ve dağıtım tesislerinin bakım, onarım ve yenileme çalışmalarının yeterince yapılmaması ve ilave tesislerin yeterince kurulmaması nedeniyle % 19 – 20’lerde seyretmekte olup, bu da, şebekeye sunulan enerjinin fazladan % 11 -12’sinin kaybolması anlamına gelmektedir. 2005 yılında şebekeye verilen enerjinin 160 milyar kWh olduğunu düşünürsek, 18 milyar kWh civarında bir enerjinin fazladan kaybolduğu ortaya çıkmaktadır. Sanayiden meskene, imalattan aydınlatmaya kadar bütün enerji tüketim alanlarında tasarruf teknolojisi uygulamaları gerçekleştirilmediğinden, tasarruf edilebilecek büyük miktarda enerji boşa gitmektedir.

Hal böyleyken, Türkiye’nin uzun dönem elektrik arz tahmini TEİAŞ’ın üretim planlaması tablosuna göre aşağıdaki gibidir.

 

YIL

2010

2015

2020

Yağışlı

Kurak

Yağışlı

Kurak

Yağışlı

Kurak

Santral Tipi

MW

Milyar kWh

MW

Milyar kWh

MW

Milyar kWh

Termik

30583

211

211

45693

314

314

62273

425

426

Yenilenebilir

18234

62

46

25670

89

60

37076

118

77

Toplam arz

48817

273

257

71273

403

374

96349

544

503

 

 

Elbette ki böyle bir tahmin, ülkenin sanayi, tarım, turizm, kentsel ve kırsal yerleşim programları ile birlikte yapılırsa bir anlam ifade etmektedir. Ancak yapılan tahminler gerçek tespitlere değil, hayali senaryolara dayandığı için enerji tahminleri de çok inandırıcı olmamaktadır.

 

NÜKLEER SANTRAL KİMİN İÇİN?

1950’li yıllarda çok ucuz enerji kaynağı olarak tanımlanan, bütün dünya ülkelerinde tesis edileceği ve işletileceği söylenen nükleer santrallerden toplu bir kaçış vardır. 1974 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) hazırladığı rapora göre, 2000 yılında dünyada 4500 adet nükleer santral olacağı tahmin edilirken, 2005 yılı sonu itibariyle, bu sayı 433 adettir. Dünyada, gelişmiş ülkelerde daha fazla olmak üzere, nükleerden hızlı bir kaçış vardır. ABD ve Kanada’da 1978 yılından, Almanya’da 1982 yılından itibaren yeni bir nükleer santral siparişi yoktur. Öte yandan, Fransa 1997’de, 2010 yılına kadarki nükleer santral programını askıya almıştır. İspanya ve Belçika da, işletmedeki nükleer santrallerini kapattı veya inşaatı biten santrallerini devreye almadı. Çernobil kazasından sonra, Endonezya, Tayland, Vietnam, Küba, Avustralya, Norveç, İsviçre ve Hollanda gibi ülkeler nükleer üretimlerini yavaşlatmaya veya terk etmeye başladılar. 2020’de, nükleer enerjinin dünyada elektrik üretimindeki % 16’lık payının % 8’lere düşeceği tahmin edilmektedir.

Toplumların nükleer santrallere karşıtlığının sebebi sadece Çernobil kazası olmayıp, Çernobil’den önce ve sonra oluşan ve çevreyi ve insan sağlığını tehdit eden arızalar da önemli rol oynamaktadır. Nükleer santrallerin insanlık ve çevre için güvenli olmadığı ve bu yüzden çok fazla önlem alınması gerektiği, bunun da maliyeti büyük miktarda artırdığı artık sır olmaktan çıkmıştır.

Nükleer enerji, nükleer lobiciler tarafından sunulduğu gibi, ucuz değildir. Nükleer santraller, riskleri ve atık sorunu göz ardı edilse dahi, pahalı tesislerdir. 1000 MW’lık bir nükleer santralin kurulumu ortalama olarak 2.5 milyar dolar civarında olup, üretilen enerjinin ortalama maliyeti 7.2 cent, tüketiciye maliyeti ise 12 cent civarındadır. İngiltere’de buna yaklaşık fiyat belediye tarafından sübvanse edilmektedir. Diğer taraftan, ömrünü tamamlayan santralin sökümü de, kurulum maliyetine yakın miktarlarda maliyetler getirmektedir.

Nükleer santrallerin atık sorunu çözülememiştir. Zira ortalama gücü 1000 MW olan bir nükleer santralden, yılda 27 ton civarında yüksek düzeyli, 250 ton civarında orta düzeyli, 450 ton civarında da düşük düzeyli atık üretilmekte olup, bu atıklar ile yakıt çubukları 40 yıl boyunca reaktörde veya havuzlarda bekletildikten sonra, yeraltına gömülmektedir. Nükleer atık sorunu sağlık ve çevre açısından büyük tehlikeler getirmesinin yanında, atıkların imhası da büyük maliyetlere yol açmaktadır.

Nükleer yakıtın üretimi ve zenginleştirilmesi için gelişmiş teknolojiye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu faaliyetleri ise, 4-5 gelişmiş ülke yapabilmektedir.

 

NÜKLEER ENERJİ VE TÜRKİYE

Bu genel bilgilerden sonra ülkemize bakacak olursak…

Ülkemizdeki elektrik enerjisi üretiminde özelleştirme politikalarının sonucunda çok başlılık oluşmuş; YİD (yap-işlet-devret), Yİ (yap-işlet), İHD (işletme hakkı devri) uygulamaları ve AL veya ÖDE anlaşmaları ile yerli kaynaklara dayanan üretimden uzaklaşılarak, üretimin % 60’ının doğalgaza dayandığı bir tablo ile, dışa bağımlılık katlanmıştır. Nükleer santrallere dayalı üretimler, yakıtın ve teknolojinin dışarıdan alınması nedeniyle, dışa bağımlılığı daha da artacaktır.

Ülkemizde, “gelecek sene karanlıkta kalacağız”, “öbür sonbaharda sıkıntı çekeceğiz” gibi toplumu ikna etmeye yönelik beyanatlar sık sık tekrarlanmaktadır. Başbakanlığın elektriğinin kesilmesinin nedenini enerji yetersizliği ile açıklanması hafızalardadır. Abartılı enerji tahminleri ile ülkemizin enerji politikalarının yanlış yönlendirilmesi sonucunda, elektrik enerjisi pahalı üretilmekte, üretilen ve şebekeye verilen enerjinin % 10 fazlası, yatırımsızlıktan, projesizlikten ve taşeron uygulamalarından dolayı kaybedilmektedir. Kaybedilen enerjinin (18 milyar kWh) sözü edilen 2 veya 3 nükleer santralin üreteceği enerji miktarından (tahminen 10 milyar kWh’ın altında) yüksek olduğu düşünüldüğünde, daha pahalı ve daha riskli olan yatırıma yönelmenin akıllıca olmadığı görülmektedir.

Ülkemizde, Çernobil kazasından sonra, çay ve fındık ürününün çok büyük kısmının halka yedirilip içirildiği, 1999 yılında İkitelli’de nükleer atığın hurdacılarda arandığı, Sinop kıyılarında nükleer atık varillerinin sahile nasıl geldiğinin daha izahatının bile yapılamadığı düşünüldüğünde, kurulacak olan nükleer santralin atıklarının nasıl ve ne şekilde muhafaza edileceği tam bir muammadır.

Ülkemizin enerji politikaları genel politikalardan farklı değil onun bir parçası olduğu için, batma noktasındaki nükleer santral sektörünün kurtarılması ve eskimiş teknolojinin büyük paralarla alınması pahasına, tekellerin ülkemizdeki her noktadaki savunucuları ile hükümet yetkilileri, verilen talimatlara uygun bir şekilde ülkeyi pazarlama yöntemini hayata geçirmektedirler.

Bu politikaları hayata geçirirken, tapındıkları serbest piyasa balonu yine patlamaktadır. Her hizmetin piyasa koşullarına ve rekabete açık olmasını savunan sermaye temsilcileri, nükleer santral yapımı ve pahalı nükleer enerjinin satılması söz konusu olunca, kamu desteğine sığınmakta, kamunun % 70-80 alım garantisi vermesini talep etmektedirler. Kamu desteği sözünün ise anlamı açıktır: Tekeller pahalı elektrik üretecek, halkın paraları da kendilerine aktarılacak!

Bununla birlikte, iktidarın, uluslararası tekellerin isteği ve ülkedeki yerli işbirlikçi nükleerci lobilerin desteği ile hazırlanan elektrik enerjisi senaryolarını ve buradan nükleer santral kurulması ihtiyacını ispatlama çabalarını komik bulan, ancak silahlanma ve şovenizmden kaynaklı taleplerinden dolayı nükleer santral kurulmasını savunan çevrelerin de tutarsız davrandıkları açıktır. Bu kesimlerin, nükleer silahlanmanın bir parçası olmanın, “ABD’nin Truva atı” olma misyonunu bir adım ileri götürerek, “nükleer silaha sahip Truva atı” olmaktan başka bir şeye çevirmeyeceğini görmelerinin önüne bir “milli” perde inmiş durumdadır.

Ancak nükleer santral yapımına karşı olmak ve onun kurulmasını engelleme mücadelesi yürütmek, nükleer teknolojiye karşı olmak anlamına gelmemelidir. Bağımsızlık, emek ve demokrasi mücadelesi içinde olan her anlayış ve hareket, teknolojinin kimin yararına kullanıldığına bakmalıdır. Bugün, bilindiği gibi, sağlık alanında, insan hayatı için çok önemli olan kanser tedavisinde vb. nükleer teknoloji kullanılmaktadır. Halkın yararına kullanım alanları olan bir teknoloji olarak, nükleer teknolojiyi reddetmek değil, bunun halka çevrilmiş bir silah olmasına karşı çıkmak doğru olan tutumdur. Bu anlamda bu ayrımı da koymalıyız.

SONUÇ

Ülkedeki enerji kaynakları, doğru bir planlama ve gerekli yatırımların yapılması ile gelecekte de sorun çıkarmayacak kadar fazladır ve değerlendirilmeyi beklemektedir. Çözüm, bu kaynakları verimli biçimde kullanmaya yönelmek, termik santrallerde atık filtreleme teknolojisini yenileyerek, bu santrallerin doğaya asgari zararla çalışmasını sağlamak, henüz %30’larda değerlendirilen hidroelektrik potansiyeli daha fazla kullanmak ve geleceğin enerjisi olan alternatif enerji kaynakları konusunda araştırma-geliştirme ve uygulama faaliyetlerini yoğunlaştırmak, kayıpları kabul edilebilir seviyelere çekecek yatırımları yapmak ve tasarruf teknolojisini hayata geçirmektir. Eskiyen ve dünyanın terkettiği nükleer santral yerine, bu tip çalışmalar ana hedef haline getirilmelidir.

Nükleer santraller, dışa bağımlılığı, pahalılığı, atık ve çevre sorunu ve bunun yanında çok büyük riskleriyle birleştiğinde, toplum için büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Gelinen aşamada, bu saldırıya, kararlı ve sürekli bir mücadele ile karşı durulabilir. Bunun için başta TMMOB ve bağlı odaları, başta KESK olmak üzere konfederasyonlar ve sendikalar ile emekten ve bağımsızlıktan yana olan her yapı, genel olarak özelleştirmelere, özel olarak da enerjideki özelleştirmelere karşı mücadele ile nükleere karşı mücadeleyi birleştirmelidir. Böylesi bir mücadele, nükleer karşıtı platformun içinde bulunup, etkinliklerini, aydınlatma faaliyetlerini geliştirerek yaşama geçirmesiyle yürütülebilir. Bu, yapacağı başka çalışmalar için, ayrıca emekçilere moral kaynağı da olacaktır.

 


* 1 MW=1000 kW=106 W (güç birimi).

1 GWh=106 kWh=109 Wh (enerji birimi) (1 Wh: 1 W’lık güç ünitesinin 1 saatte ürettiği enerji)

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑