Sunu ve İçindekiler 241

Özgürlük Dünyasının Mayıs 2013 sayısı çıktı

Alman İdeolojisi: Yeni bir materyalizmin doğuşu
Aydın Çubukçu

Kürt sorununda yeni müzakere süreci ve ‘sol’dan okumalar
Seyfi Selçuk

Suriye Kürtleri, sol ve ‘muhalefete ayar’
Fatih Polat

Kitle psikolojisi ve sınıf politikaları
Yusuf Akdağ

Sömürü ilişkilerine bakış:
Faiz, rant ve kâr hattında durum!

Bülent Falakaoğlu

Üniversitenin dönüşümü ve mücadele dinamikleri
Muammer Kaymak

Çin’in Afrika istilası
Arif Koşar

 

SUNU
Kürt sorunu tabii ki küçümsenemez öneme sahip ve Türkiye ve çevresindeki gelişmelere “alıcı gözle” bakan herkes, bu sorunun hemen bütün sorunların gelip düğümlendiği noktada durduğunu ve diğerlerinin gelişmesini ve yönünü de şöyle ya da böyle ama mutlaka etkilediğini teslim edecektir. Bu, sorunun, “görüşmeler” odağında bunca gündemde oluşundan belli olduğu kadar, çözümden yana ya da değil, siyasal tutum alan tüm tüzel ve özel kişilerin hemen bütün açıklama ve konuşmalarını bu sorun ekseninde yapmalarından da bellidir. Günümüz siyasal saflaşmaları da, mutlaka bu sorunla ilişkisi içinde şekillenmekte; eskiden eveleme geveleme ile idare edebilenler, bugün Kürt sorunun geldiği, belki yarım-çözümün elde edileceği kritik noktada artık eskisi gibi davranamaz olmakta ve savrulmalar olarak açık tutumlar alınmaktan kaçınılamamaktadır.
MHP en net olan partilerin başında gelmektedir. AKP de belirli bir tutum almış durumdadır; ayrıntılı pazarlık koşullarını belirlemeyi, gelişmelere göre ne verip vermeyeceğini saptamayı “geleceğe” bırakmış görünse de, “tekçi” tutumunu korumaktadır. Ve aslında bu, onu MHP ile birleştiren temeli verdiği gibi, yanlarında örneğin İP-Aydınlık da vardır. Yeterince nettirler. Yine de biri (AKP) kendince “çözüm”den yanadır, diğer ikisi her tür çözüme karşıdır ya da Cumhuriyet’in, hatta Osmanlı’nın çözüm olmayan çözüm durumundaki ulusal inkarcılık ve zorbalığını “çözüm” saymada kararlıdırlar.
Çözüm ve kuşkusuz barışı savunan başlıca iki güç var; biri sorunun öznesi Kürt halkı ve ulusal hareketi, diğeriyse sosyalistlerdir. Öylesine net ve açıktır ki bu, flulaştırılabilir bir olgu türünden değildir. Kürt halkı ve ulusal hareketinin barış talebinden kuşku duyulamaz. Aynı şekilde sosyalistlerin Kürt halkının barış ve ulusal hak eşitliği mücadelesine verdikleri karşılıksız destekten de en azından Kürt dostlarımızın kuşku duymaması gerektir.
Sosyalizm ve sosyalistlik adlarını kullanan ama öteye beriye savrulmaktan, bir türlü kurtulamadığı Türk milliyetçiliğinin etkisinde MHP-İP’e doğru kaymaktan kaçınamayanlar var diye, sosyalizmin ezilen ulusun hak mücadelesine yıllar boyu vermekte olduğu desteği flulaştırıcı kuşkulu açıklama ve tutumlar yerinde ve doğru olmasa gerektir. Dost da düşman da emin olabilir ki, sosyalistlerin ulusların kaderlerini tayin hakkını tanımaları, bu hak mücadelesine, ulusal zorbalığa karşı hak talebi içerikli olduğu sürece destek sunmaları ve sunacak olmaları herhangi kayıt ve şarta bağlı değildir, karşılıksızdır. Bu desteğin sosyalistler bakımından sözü edilebilecek tek karşılığı, genel olarak halkların kardeşleşmesine, özel olarak da Kürt işçi ve emekçilerin şimdiden sosyalist politikayı sınavdan geçirmeleri üzerinden iki ulustan işçilerin birliğine sunacağı katkı olabilir. Kürt halkı ve işçilerinin dost ve düşmanlarını ulusal demokratik mücadeleleri içinde görüp tanımaları, “gönül köprüsü”nün temelinin atılması –bu yeterli bir kazançtır ki, kimse bunun politik içerik ve önemini yok sayamaz.
Varsın sosyalizmi çekiştiren başkaları ezilen ulusun hak mücadelesine karşı pozisyon alarak ezen ulus burjuvazisinin en gerici saflarına sürüklensin. Varsın gericiliğin plan ve oyunlarını ileri sürerek, sosyalizm adına ortalıkta dolaşan başkaları, on yılların direnişini yok sayıp, burjuvazinin en gerici politik ağzıyla “gericilik” olarak nitelediği ezilen ulusun mücadelesinin karşısında safa girerek Kürt işçi ve emekçileriyle aralarına aşılmaz duvarlar örmekte olsunlar.
Kürt ulusal hareketinin ulaştığı düzey ve Kürt sorununun bugün geldiği görüşme ve müzakere aşaması, yarım da olsa bir çözümün ayak seslerinin duyuluyor olması, evet, saflaşmayı tahrik etmiş ve hızlandırmıştır. Evet, politik tutumlar, öncelikle Kürt sorunu ve ulaştığı bugünkü kritik aşamadan etkilenerek oluşturulmaktadır. Evet, sorunun sadece varlığı bile, üstünü örttüğü çok şeyin önemsizliğinin varsayılmasına götürmektedir. Hangi ulustan olurlarsa olsunlar sömürenlerle sömürülenlerin ayrı ve birbirine karşıt saflarda toplanması ve sınıf mücadelesinin gelişmesinin önünü kestiği kesindir.
Ama en azından toplumun “ileri” kesimlerince bu sorunun her şeyin üzerini örtüp görünmez kılmasına da izin verilmemelidir. Örnekse, Kürt sorununun varlığı ve ulaştığı kritik aşama, sosyalizm adını kullanan örneğin İP-Aydınlık’ın MHP’den farksız pozisyon alışı ve siyaset yürütmesini önemsizleştirmemeli; Türkiye’nin faşizme karşı mücadeleyle dolu geçmişi kadar, geleceğinin de gerek sermaye gerekse faşizmle mücadele ve hesaplaşmayı kapsayacağının farkında olunmalıdır. Veli Küçük’le, emekli-muvazzaf generallerle, MHP’yle içli dışlı ve el ele İP’lilerin ne mal oldukları bugünden görünmeli ve kesinlikle yalnızca Kürt sorununa yorulmamalıdır. Daha geneldir; sermaye ve faşizmle ilgilidir tutum alışlar, burjuvazi ve gericiliğine özgüdür.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑