MARX VE ENGELS’İN ORTAK DÜŞÜNCELERDE BULUŞMALARI
Alman İdeolojisi, Türkçede ilk kez tam metin olarak Evrensel Basım Yayın tarafından yayımlandı. Marksizm’in çok yönlü gelişiminin başlangıcını, felsefe, iktisat ve tarih gibi alanları kapsayan büyük bütünlüğünü inşa etme çabasının en önemli aşamasını temsil eden bu eser, yazılışından 167 yıl sonra, (ikinci cildinin üçüncü ve dördüncü bölümlerinin el yazmaları bulunamadığı için, hiçbir zaman basılamayan bölümler hariç) eksiksiz olarak Türkçeye çevrilmiş bulunuyor.
Söz konusu eserin, gerek dönemin aydınlar arası tartışmalara yönelttiği eleştireler bakımından, gerekse işçi hareketi içindeki ideolojik belirsizlikleri giderme amacı açısından büyük önemi vardır.
Her ikisi de bu tartışmalarla yakından ilgilenen ve taraf olan Karl Marx ile Friedrich Engels, 1844 Eylül ayı başında Paris’te karşılaştılar ve tüm teorik alanlarda aynı fikirde olduklarını görerek, bilimsel çalışmalarını ve proletarya davası için devrimci mücadelelerini birleştirmeye karar verdiler.
Bruno Bauer ve şürekâsına karşı eleştirel eleştirinin eleştirisi adını vermeyi düşündükleri ilk ortak çalışmaları da böylece başlamış oldu. Sonradan Marx’ın Kutsal Aile-Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi adını uygun göreceği bu çalışma için, Paris’te on günlük ziyareti sırasında Engels, bu kitap için yedi kısa bölüm yazdı. Kitabın büyük bölümü Marx’ın kaleminden çıktı.
Marx, 1843 yılından beri canlı bir işçi sınıfı hareketine sahne olan ve Almanya’ya göre kapitalizmin daha ileri olduğu Fransa’daydı. Almanya’da Genç-Hegelcilerin başkaldırısının başarısızlığa uğramasının nedenleri üzerine düşünürken, iki ülke arasındaki gelişmişlik farkını belirleyici etken olarak düşünüyordu. Paris’te işçi sınıfı hareketiyle olan ilişkisinin önemli sonuçlarından biriydi bu.
Burada yazdığı önemli iki makalesinde, Yahudi Meselesi Üzerine ve Hegelci Hukuk Felsefesinin Eleştirilmesine Katkı, sosyalizme yönelişini de ilk kez gösteriyordu. Ancak bu makalelerde Marx, işçi sınıfını “hakikî” insan ilişkilerini gerçekleştirecek ve felsefenin meselelerini çözecek bir araç olarak görüyordu. Henüz yirmili yaşlarındaki genç düşünür, bu dönemde proletaryayı tarihsel dönüşümün öznesi olan bir sosyal güç halinde kavramanın eşiğindeydi.
Ancak bu makalelerde, daha sonra sistemli bir bütün haline getireceği, düşüncelerle toplumsal değişim-dönüşüm arasındaki ilişki hakkındaki teorisi yolunda da önemli adımları atmıştı. Toplumsal koşulları eleştirecekleri yerde, “felsefenin postulalarından” hareket ederek; yani hakikat, özgürlük, adalet, gibi genel fikirlerden yola çıkarak siyasal ve toplumsal eleştiri geliştirmeye çalışan Genç-Hegelci Bauer ve arkadaşlarını şiddetle eleştiriyordu. Bu grubun en tanınmış üyeleri arasında, ekonomi ve politika konularında gazetelerde yazılar yazan Arnold Ruge, ilahiyat okutmanı Bruno Bauer, öğretmen Max Stirner ve artık yalnızca kitaplarının okunmasıyla ve sohbetlere katılmakla yetinen Ludwig Feuerbach bulunuyordu. Fransa’da patlayan Temmuz Devrimi’nden sonra Prusya’da kendini gösteren gericilik yıllarında bu gençler, o günkü devleti ve toplumu eleştirmeye koyulmuşlardı. Çünkü onlar, devletin, Hegel’den öğrendikleri üzere, ‘Mutlak Tin’i, Hürriyet ve Adalet fikirlerini varlığında taşıması gerektiğini düşünüyor, oysa Prusya devletinde bu fikirlerin hâkim olmadığını görüyorlar, eleştirilerini bu temelde yükseltiyorlardı. Sert ve etkili sözleri yalnızca aydınlar arasında değil, örgütlü işçi ve emekçi zanaatkârlar üzerinde de etkili oluyordu.
Grubun önceleri Halle Yıllığı ve daha sonra Alman Yıllığı adını taşıyan organı, gittikçe daha politik bir tutum almaya başladı. Ama o günkü kavramları ve kabul edilmiş kural ve hükümleri enine boyuna “eleştiren” bu grubun esas özelliği, toplumsal hareketlere katılmamak ve kitlelerin eline geçtiği zaman saflıklarını kaybeden fikirlerin yozlaşacağından korkmalarıydı. Devrimci düşünceler ve halk kitleleri arasında bir uzlaşmazlık olduğunun ileri sürülmesi, mevcut şartların desteklenmesi ile toplumsal reform hareketleri arasında kopmaya yol açmıştı. Sonunda, bu grubun üyelerinden birçoğu, azılı gericiler haline geldiler. Feuerbach, politik mücadelelere doğrudan doğruya katılmaktan çekinmiş ve felsefesi de soyut ve etkisiz bir felsefe durumuna düşmüştü. Stirner ise, kendi başına, yapayalnız ve sadece sözde kalan bir muhalefete geçmişti.
Marx’ın önce Kutsal Aile’de, sonra da daha gelişmiş biçimiyle Alman İdeolojisi’nde kapsamlı bir biçimde geliştireceği ana fikirler, bu çevreye yöneltilmiş eleştiri yazılarında tohum halinde bulunuyordu.
Engels de, Carlyle’ın Geçmiş ve Şimdi adlı eserini ele alan makalesinde, bu yazarın, sosyal şartları eleştirmesini övüyor, ama bu şartların özel mülkiyetten doğmuş bulunan kaçınılmaz sonuçlar olduğunu ve ancak sosyalist hareket sayesinde ortadan kalkabileceklerini göremediği için de eleştiriyordu.
Marx ve Engels arasındaki bu ortak nokta, dönemin genel ve egemen “ilerici, eleştirel” felsefi akımlara temelden karşıttı.
Ortak çalışmaları olan Kutsal Aile (1845) adlı eserde, işçi sınıfının gelişen devrimci hareketiyle bağlantı içinde Genç-Hegelcileri eleştirdiler. Bruno Bauer, Edgar Bauer, Szeliga vb. gibi yazarların ileri sürdükleri fikirleri bütün ayrıntıları ile ele alıp inceleyen ve reddeden Marx’ın bu eleştirileri, Marksizm’in gelişimini anlamak bakımından da önemle incelenmesi gereken özellikler taşımaktadır.
İŞÇİLERLE VE İŞÇİ HAREKETİYLE İLİŞKİLER
Marx, Paris’te “Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi” çalışmasını sürdürürken, Engels’le birlikte hazırladıkları planı genişleterek, (1844’te yazdığı) felsefi el yazmalarının bir kısmını ve 18. yüzyıl sonundaki Fransız burjuva devrimi hakkında tuttuğu notları ve değerlendirmeleri de kullandı.
Bu arada, Marx, Fransız demokratları ve sosyalistlerle, Adiller Birliği’nin Paris’teki liderleriyle ve çoğu illegal olan Fransız işçi örgütleriyle bağlantısını sürdürmekte, Alman ve Fransız işçi ve zanaatçıların toplantılarına katılmaktaydı. Marx ve Engels Belçikalı demokratlarla ve sosyalist eylemcilerle, ayrıca Polonyalı mültecilerin temsilcileriyle de sık sık görüşmekteydiler.
Sınıf mücadelesinin Avrupa çapındaki her alanına ilgi duyan, işçi ve emekçi örgütlerinde faal rol alan bu iki devrimci düşünürün “bilimsel sosyalizm”e doğru ilerleyişlerinde yalnızca teorik öngörülerinin değil, işçi sınıfı hareketi içindeki bu etkili pratik faaliyetlerinin de rolü olduğunu görmek zor değil.
Aynı dönemde Engels, İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu adlı eserinin yazım çalışmalarını sürdürmektedir. Çok kapsamlı bir sosyal ve ekonomik inceleme olan bu eser, sınıf hareketinin içinden yazılmış olması bakımından ayrıca önemlidir ve bilimsel sosyalizmin doğuş koşulları hakkında açık bir fikir vermektedir.
Engels, aynı zaman aralığında, Almanya’daki sosyalist propaganda çalışmalarına, demokrat ve sosyalist hareketin örgütlenme çalışmalarına da aktif olarak katılmaktadır. Eberfeld, Köln, Düsseldorf, Bonn ve başka kentler arasında irtibat kurmakta, toplantılarda komünizmin fikirlerini anlatmakta ve sosyalist yayınların çıkarılması çalışmalarına katılmaktadır.
Aynı yıl Temmuz ayında Marx ve Engels, İngiliz ekonomi literatürünü incelemek ve İngiltere’nin ekonomik ve politik yaşamını gözlemlemek, İngiliz işçi hareketini daha yakından tanımak için birlikte Londra ve Manchester’e gittiler.
1845 İlkbaharında, Karl Marx, Feuerbach üzerine Tezler’i yazdı.
11. Tez’in “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, aslolan onu değiştirmektir” biçiminde bir “son nokta” olarak yazılmış olmasını, bütün bu ilişkilerin ve çalışmaların kapsamına bakarak, daha derinden anlayabiliriz. Marx ve Engels’i Hegelcilikten tam olarak kopmaya, Feuerbach’ı da artık eleştirmeye yönelten maddi zemin, işçi sınıfı içindeki çalışmaları olmuştur.
Sonraki aylarda, Marx ve Engels, Londra’da Northern Star’ın (Kutup Yıldızı) yazarlarından olan George Harney ile ve başta Karl Schapper ve Josef Moll olmak üzere uluslararası bir işçi örgütü olan “Adiller Birliği”’nin Londra’daki yöneticileri ile buluştular. Çartistler, Adiller Birliği yöneticileri ve çeşitli ülkelerden devrimci ve demokrat hareketin aktivistlerinin bulunduğu bir toplantıya katıldılar. Bu toplantıda, Engels’in desteklediği, tüm uluslardan demokratların tek tek ülkelerdeki demokrat ve devrimci hareketler hakkında karşılıklı bilgi alışverişinde bulunacakları bir birliğin yaratılması kararı alındı. Bu “Enternasyanal”in kuruluşu için atılmış ilk adımlardan biri olacaktır.
Eylül ayında, Marx ve Engels, Komünist partinin felsefi ve teorik temellerinin geliştirilmesinde önemli bir aşamayı temsil eden Alman İdeolojisi eserinin çalışmalarına başladılar. Marx, bu nedenle, Politika ve İktisat Eleştirisi’nin ilk cildinin çalışmalarına ara verdi. Bu arada, 1846 yılı İlkbaharında, Marx ve Engels Brüksel Komünist İrtibat Komitesi’nin liderliğinde, proleter bir partinin kuruluşunun zeminini hazırlamak için çeşitli ülkelerdeki sosyalist ve işçi hareketinin ileri temsilcilerinin ideolojik ve örgütsel birliğini sağlamak için çalışıyorlardı.
Engels, 1885 yılında, Komünistler Birliği’nin Tarihine İlişkin makalesinde şunları yazdı: “İkimiz de politik hareketin ortasına dalmış bulunuyorduk, kültür dünyasında, özellikle Batı Almanya’da, belli bir taraftar kitlemiz vardı ve örgütlü proletaryayla epey temas içindeydik. Görüşlerimizi bilimsel olarak temellendirmekle yükümlüydük; ama başta Alman proletaryası olmak üzere Avrupa proletaryasını düşüncelerimize kazanmak da bizim için bir o kadar önemliydi.”
ALMAN İDEOLOJİSİ ÜZERİNE ÇALIŞMA
Alman İdeolojisi, ilk başta Marx’in yönlendirdiği kolektif bir eser olarak tasarlanmıştı. Bazı eleştirel bölümler Moses Hess tarafından yazılacaktı. Ama “gerçek sosyalizm”in ilk kurucularından biri olan Hess, çeşitli etkiler altında ani bir dönüş yapınca, anlaşma suya düştü. Marx’in alayla “sünger” adını taktığı Hess de eklektisizme yöneldi.
Hess iki bölüm yazmıştı: Birisi genç Hegelci Arnold Ruge’ye, ötekiyse, “Gerçek sosyalist” George Kuhlmann’a saldırıyordu; ancak bunların ilki metnin son şeklinden çıkarılmış, öteki ise Marx ve Engels tarafından yeniden gözden geçirilmişti.
Alman ideolojisi’nin yazılışında Marx ve Engels yeni ve daha üst düzeyde bir ortak çalışma anlayışına ulaştılar. Bu, Kutsal Aile üzerindeki çalışmalarından çok farklıydı. Kutsal Ailedeki işbölümü çok yalındı: Belirli bir plana göre, her ikisi de kendilerine düşen bölümü yazmışlardı, bu da kitabın başında belirtilmişti. Ama Alman İdeolojisi, özellikle ilk cilt, ortak araştırmanın modern bilimin temel ilkesi olduğuna inanan ve bunun mükemmel bir örneğini yaratan iki adam tarafından birlikte yazılmıştı. Bununla birlikte, tarihsel materyalizmin ve Bilimsel Komünizm teorisinin ortaya çıkarılmasında tayin edici rolü oynayan Marx’tı. Yıllar sonra arkadaşı öldüğünde, Engels, her zamanki alçak gönüllülüğüyle, temel düşüncelerin çoğunun, son biçimlerine kavuşturulmasının Marx’a ait olduğunu yazmıştı. “Marx daha yüksekte durur ve daha ileriyi görürdü. Ve her şeyi hepimizden daha geniş bir perspektifle ve daha çabuk kavrardı. Marx bir dahiydi. Biz ötekilerse en çoğundan yetenekliydik. O olmasaydı teori bugün olduğu kadar ilerlemiş olamazdı. Bu nedenle teori haklı olarak onun adını taşır.”
Marx ve Engels Alman İdeolojisi’ni Kasım 1845’de yazmaya başladılar. Ama nihai, iskelet bir anda ortaya çıkmadı. İşe, Bauer’le Stirner’in makaleleri ve Feuerbach’ın çalışmalarının genel eleştirisiyle başladılar. Daha sonra ise, birincisini iki ayrı bölüm halinde sunmayı, ardından Feuerbach’ın düşüncelerinin eleştirel bir çözümlemesiyle kendi düşüncelerinin kısaca sergilendiği Feuerbach üzerine bir bölüm oluşturan önsözü yazmayı kararlaştırdılar. Bu nedenle, bu bölümdeki aşırı teorik taşmaları önsöze aktarmak için Stirner üzerine eleştirilerine iki kere ara verdiler. Onun yerine esas olarak eleştirel malzemeyi koydular. Öte yandan Bauer ve Stirner’e yönelik polemiksel pasajlar da önsözden ikinci ve üçüncü bölümlere aktarıldı. Böylelikle Birinci Cildin malzemesi farklılaştırılmış ve ortaya serilmiş oldu, iskeleti de kristalleşti.
Teorik bakımdan en önemli kısım Birinci Cildin ilk giriş bölümüdür.
Marx ve Engels kendi teorik görüşlerini en çok burada dolaysız olarak açıklarlar. Öteki bölümlerde ise, bu daha çok karşıtlarının eleştirisi yoluyla yapılır. Bitirilmeden kalan önsöz, tarihsel materyalizmin ve Bilimsel Komünizm teorisinin oldukça sistematik bir sergilenişini sunar.
I. Cildin öteki iki bölümü, esas olarak Genç Hegelci felsefenin eleştirisidir. Biri Bruno Bauer’e (II. Aziz Bruno), öteki Max Stirner’e (III. Aziz Max) yöneliktir. Bu bölümlerde Bauer ve Stirner’in Wigand’s Vierteljahrsschrift’teki makaleleri “Leipzig Konsili (Ruhanî Meclisi)” diye alaya alınır. Ayrıca, bu iki bölüme “Leipzig Konsili” başlıklı bir genel giriş ve “Leipzig Konsili’nin Kapanışı” başlıklı özel bir sonuç bölümü eklenmiştir.
Stirner üzerine yazılan bölüm, en uzun ve yapısal bakımdan en karmaşık olanıdır. Stirner’in Ekim 1844 sonunda çıkan kitabı Biricik ve Onun Mülkiyeti, teorik bakımdan Hegel’in bütün başarılarının içinde yok edildiği, zaaflarınınsa olmayacak kadar büyütüldüğü bayağı ve yozlaşmış klasik Alman felsefesinin karakteristik ürünlerinden biriydi. Hegel’in nesnel idealizmi saf öznelciliğe ve bireyselciliğe, diyalektiği sofizme, eleştirelliği safsatacılığa indirgenmişti. Stirner aşırı bir bireyciliği vaaz ediyordu. Bireyci-anarşist düşünceleri, Alman küçük burjuvazisinin kapitalizmin gelişmesi karşısındaki hoşnutsuzluğunun yansımasıydı. Ama Stirner aslında komünizme ve özel mülkiyete yönelen her türlü tehdide düşmandı. O günün Almanya’sının koşullarında küçük burjuvazi, aydınlar ve dolaylı olarak işçi sınıfı hareketi üzerinde belirli bir etkiye sahip oluşu nedeniyle Stirner’in tipik küçük burjuva düşüncelerine, saldırmak gerekiyordu.
Alman İdeolojisinde Stirner üzerine olan bölüm, ilginç bir polemiksel aygıt üzerine kuruludur. Stirner kendi kitabında düşüncelerini sık sık birbiriyle ilgisiz “episodik pasajlar”da sergiliyordu. Marx ve Engels de o bölüme Stirner’in yazış tarzını alaya alarak başladılar. Bunu, görünüşte makalenin anlamını açıklığa kavuşturmayı amaçlayan ve aşağı yukarı bütün bölümü kaplayan kitabın kendisi hakkındaki üç yüz sayfalık büyük “episodik pasaj” izliyordu. Marx ve Engels bunun ardından makale üzerindeki incelemelerini özetleyerek, bu alelâde eserin aslında yazarın kendisinin alelâdeliğinin ve kendini temize çıkarma çabalarının tıpkısı olduğunu gösteriyorlardı. Pasajın iskeleti eleştirdikleri kitabın yapısıyla çakışan iki bölümden oluşuyor ve mizahi bir tarzda “Eski Ahit”, “Yeni Ahit” başlıklarıyla sunuluyordu.
Alman İdeolojisi’nin II. Cildi Çeşitli Peygamberleri Şahsında Alman Sosyalizminin Eleştirisi başlığını taşır. Almanya’da 1844’te yayılmaya başlayan bu küçük burjuva sosyalizmi türünün tipik özelliklerinden biri, Alman felsefesinin, özellikle Hegel ve Feuerbach’ın, en başta Fransız ütopiklerince yayılan sosyalist öğretiler ile birleştirilmesiydi. Sonuç tamamen soyut ve gerçekten ve pratik ihtiyaçlardan kopuk bir sosyalist öğretiydi. “Gerçek sosyalistler” proletaryanın sınıf mücadelesi yoluyla kurtuluşu yerine insanlığın aşk üzerine verilen duygusal vaazlarla kurtarılmasını savunuyorlardı. Kapitalizmin gelişmesi karşısında dehşete kapılan Alman küçük burjuvazisinin gerici çıkarlarının ifadesi olan bu akım, “kaba, yırtıcı arzularla dolu” olduğunu söyledikleri devrimci komünizme yönelik açık bir mücadele çağrısıydı.
II. Cildin 1. Bölümü “gerçek sosyalizm”in felsefesini yapan Friedrich Semmig ve Rudolph Mathai’nin makalelerinin bir eleştirisini içerir. IV. Bölüm, akımın başlıca savunucularından Kari Grün’ün “gerçek sosyalizm”in tarih yazımına örnek oluşturan kitabının eleştirisini içerir. V. Bölüm ise, George Khulmann’ın “gerçek sosyalist din” adını verdiği düşüncelerini ileri sürdüğü kitabının eleştirisini içerir. Alman İdeolojisi’nin bugün elde bulunan elyazması metninde II. ve III. Bölümler yoktur. Engels’in “gerçek sosyalistler”in şiir ve nesrini eleştiren Şiir ve Düz Yazıda Alman Sosyalizmi adlı makalesinin II. Cildin bir parçası olması oldukça mümkündür. Bu yazı, Deutzche-Brüsseller-Zeitung’da Aralık 1847’de yayımlanmıştı.
Alman İdeolojisi’nin her iki cildi üzerindeki çalışmanın büyük bölümü Nisan 1846’da bitmişti. Ancak üzerinde ertesi yıl da çalışıldı, en son “gerçek sosyalist” eserleri eleştiren II. Cildin kapanış bölümü olarak Engels’in yazdığı “gerçek sosyalistler” adlı makaleyle çalışma sonuna vardırıldı.
Alman İdeolojisi’nin elyazmaları için Marx ve Engels’in tasarladıkları yol hep çıkmazlara açıldı. Nisan 1846 sonunda elyazmasının bazı bölümlerinin temize çekilmesine katılan ve yayın hazırlıklarını üstlenen Weydemeyer, Almanya’ya gitmek üzere Brüksel’den ayrıldı. Marx ve Engels’in Fransız ve İngiliz sosyalist yazarlarının çevirilerini yayımlamak üzere daha önce yaptıkları tasarının gerçekleştirilmesi için de hazırlıklar yapılması gerekiyordu. Weydemeyer, Westhpalia’ya giderken Alman İdeolojisi’nin 1. Cildinin el yazmalarını yanında götürdü (Feuerbach üzerine olan ilk bölüm tamamlanmamış olduğu için yanında yoktu.) Mayıs ve Haziran 1846’da II. Cilt de gönderildi. İki cilt bir arada aşağı yukarı 50 forma tutuyordu.
Sansürün bunların basılmaması için çeşitli engeller çıkartacağı belli olmuştu. Gerçekte Alman devletlerinin çoğunda 20 formadan daha hacimli kitapların çoğu çıkmazdan önce sansür gözetiminden bağışık tutuluyordu; ama baskıdan çıkar çıkmaz el konulması mümkündü. Bu yüzden böyle bir riski göze alabilecek bir yayımcı bulmak zordu.
Bu koşullar altında Marx ve Engels, yayını finanse etmeye söz vermiş olan iki Westphaliali girişimci Julius Meyer ve Rudolph Rempel’den yardım istemeyi kararlaştırdılar. Kendilerine komünist diyen bu iki burjuva (Marx onlara “komünist burjuvalar” diyordu) tipik birer “gerçek sosyalist” olmuşlardı. Yeni eseri okuduklarında tutumları değişti. Temmuz 1846 başlarında, Weydemeyer’in bu iki adamla uzlaşmaya çabalamasının boşuna olduğu ortaya çıktı. 9 Temmuz’da Meyer, 11 Temmuz’da Rempel, Marx’a yazdıkları mektuplarla, paralarını başka bir işe yatırmış oldukları gerekçesini ileri sürerek Alman İdeolojisi’nin basılmasını finanse etmek için verdikleri sözleri geri aldıklarını bildirdiler. 26 Aralık 1846’da Marx, Rus tanıdığı P.V. Annenkov’a bir mektup yazdı: “Böyle bir yayının Almanya’da ne güçlüklerle karşılaştığını duysan kulaklarına inanamazsın; bir yanda polis, öte yanda saldırdığım akımların çıkarlarının temsilcileri olan kitapçıların kendileri…”
1846 ve 1847 boyunca Marx ve Engels bir yayımcı arayışlarını sürdürdüler.. Kasım 1846’da her iki cildin de bir tek yayınevince basılması umudundan vazgeçtiler ve Kasım 1847’de “gerçek sosyalist” Grün’e II. Cilt’ten bir bölümü Das Westphalische Dampfboot gazetesinde bastırtmayı başardılar.
Alman İdeolojisi ilk kez 1932’de SSCB’de tam olarak basıldı. Kitap yaşadıkları zaman içinde gün ışığına çıkmadıysa da, çabaları boşa gitmiş sayılmazdı. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya 1859’da yazdığı önsözde Marx, “Elyazmasını, asıl amacımıza –kendimizi aydınlatmaya– ulaştığımız için farelerin kemirici eleştirisine gönül rahatlığıyla terk etmiştik” diyordu.
BAŞLICA ÖZELLİKLERİ
Eğer Kutsal Aile, bilimsel sosyalizmin temeline vurulan ilk ve etkili bir kazma ise, “Alman İdeolojisi”, inşaatın tamamlanmasıdır.
Özetleyecek olursak, Marx ve Engels, kendi alçakgönüllü ifadeleriyle, “eski bilinçleriyle hesaplaşmak”, bir başka deyişle zihinlerini iyice açmak üzere bu esere başladılar. Bir bakıma, Kutsal Aile’de başladıkları işi ilerletmek ve sonucuna ulaştırmak için, eleştiri hedeflerini değiştirmeden, kendi görüşlerini artık Hegel ve özellikle de Feuerbach’tan tümüyle arındırmaya yöneldiler. Kutsal Aile muhteşem bir başlangıçtı, Alman İdeolojisi işin bitirildiği, tarihsel materyalizmin temel tezlerine ve kavramlarına son biçimin verildiği bir son nokta oldu.
Burada açıklık ve kesinlik kazanan temel tezleri şöyle sıralayabiliriz:
İnsanın toplumsal var oluşunun onun toplumsal bilincini belirlediği tezini ortaya koydular ve açıkladılar.
Toplumsal yaşamının bütününde üretim ilişkilerinin belirleyici rolünü gösterdiler. Üretici güçlerle üretim ilişkilerinin en genel nesnel gelişim yasalarını formüle ettiler.
Toplumun gelişiminin nesnel yasalarını çözümleyerek, politik ve ideolojik üst yapının “son çözümlemede” her bir tarihsel gelişim aşamasında var olan ekonomik ilişkiler tarafından belirlendiğini ortaya koydular.
Devletin rolünü, egemen sınıfın iktidar aracı olarak tanımladılar.
Sınıf mücadelesi ve devrimlerin, tarihin ilerletici gücü olduğunu gösterdiler.
Proletaryanın tarihsel rolünü yerine getirmek için politik iktidarın ele geçirilmesi gereğini ilk kez bu kitapta ileri sürdüler.
Ekonomi politiğin eleştirisine ilişkin bir dizi başlangıç tezini yine bu kitapta inşa ettiler.
Genç Hegelcilerin estetik görüşlerini eleştirirken Marksist estetiğin dayanaklarını ortaya koyup temellendiler. Sanatın ve sanatçının yaratıcı ruhunun, tarihsel gelişimin her bir somut aşamasındaki toplumun ekonomik ve politik yaşamına bağımlı olduğunu sergilediler.
Bruno Bauer ve Max Stirner’e yönelik eleştirileri dolayımıyla, Marx ve Engels, Genç Hegelcilerin felsefelerinin tümünü, Hegel felsefesini ve genel olarak idealist felsefeyi eleştirdiler. Küçük burjuva duygusal sınıflar barışı düşüncelerini yaymakta olan Alman “hakiki” sosyalistlerinin küçük burjuva görüşlerinin gerici özünü açığa çıkardılar.
Ne var ki, aslında kendi görüşlerini berraklaştırmak ve sistemli hale sokmak amacıyla giriştikleri çalışmanın yayımlanamaması onları üzmedi. Örgütlü işçilerin ve devrimci aydınların o dönemin sınıf hareketi içinde ihtiyaç duydukları düşünsel dayanakları inşa etmiş olmak, kendi teorik ve pratik faaliyetlerini üzerinde yükseltecekleri teoriyi temellendirmek önemliydi. O yüzden daha sonraları Engels eseri gönül rahatlığıyla “farelerin kemirici eleştirisine” terk ettiklerini yazacaktır; çünkü “Alman İdeolojisi” için yaptıkları çalışma aynı zamanda, kendi “geçmişteki bilinçleriyle hesaplaşma” kavgasıdır. Örneğin “Kutsal Aile”de hâlâ, bakış açısını aşmaya giriştikleri Feuerbach’a övgü vardır; ama “Alman İdeolojisi”nin merkezi Feuerbach eleştirisine oturtulmuştur.
GENÇ-HEGELCİLERİN VE FEUERBACH’IN ELEŞTİRİLMESİNDE TEMEL NOKTALAR
Alman İdeolojisi’nin bütün basımlarında ilk bölümde yer alan “Feuerbach Üzerine Tezler”, aslında Marx’ın kitaba dâhil etmeyi düşünmediği ilk notlardır. Bu “karalamaların” büyük değerini bilen Engels, ilk kez, Marx’ın ölümünden sonra, 1888’de Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu adlı eserinde “Tezler”i ek olarak yayınladı. Gerçekten, “Tezler”, “Alman İdeolojisi ile varılan bütün “son nokta”ları özetleyen olağanüstü bir yoğunluk sergilemektedir.
“Bundan önceki tüm materyalizmin (Feuerbach’ınki de dâhil olmak üzere) başlıca kusuru…” sözleriyle başlayan “Feuerbach Üzerine Tezler”in birincisi, “Kutsal Aile”de Fransız Materyalizmine karşı yürütülen eleştiri kampanyasını ele aldıkları VI. Bölümde yazdıklarının tam anlamıyla yoğunlaştırılmış özetidir. “Fransız materyalizmi” olarak da işaret edilen “bütün eski materyalizmler”in ortak görüşü, “fikirlerin eleştirisi” üzerinden toplumsal ve siyasal alanları da kapsamak üzere her şeyin değişebileceğini ileri sürmesidir.
Burada sorun, “metafizik materyalizm”in “yanlış fikirlere karşı doğru fikirler” biçiminde özetleyebileceğimiz ve insanın tarihsel pratiğini etken güç olarak dışarıda bırakan genel yapısıdır. İnsan, orada daima bir soyutlama olarak yer alır. İnsan etkinliği, “nesnel etkinlik olarak kavranamaz”. İşte bu yüzden Feuerbach, “devrimci pratik-eleştirel etkinliğin önemini kavramaz.”
Tezlerdeki ana düşünce, devrimci maddi pratiğin toplumsal hayatta oynadığı belirleyici role ilişkindi. Marx, pratiğin, her şeyin, dolayısıyla felsefî algının da çıkış noktası, temeli, amacı ve ölçütü olduğunu söylüyordu. Aslında bu haliyle, bu düşünce yeni sayılmazdı. Marx’tan önce başka düşünürler de pratiğin, algının ölçütü ve amacı olduğunu söylemişlerdi, ama pratiğin toplum hayatında, algı sürecinde ve felsefede bir kategori olarak taşıdığı önem, gerçekten ancak proletaryanın, tutarlı devrimci sınıfın döneme damgasını vuran mücadelesi içinden geliştirilmiş yeni bir bakış açısından anlaşılabilirdi. Diğer düşünürlerde olmayan, ama Marx ve Engels’te olgunlaşmaya başlamış olan buydu. İnsanın tarihsel eylemi, dünyayı yalnızca değiştirmekle kalmayıp bir yandan yeniden yaratan maddi güçtü ve materyalizmin tanımlanmasının kaynağı bu olmalıydı. Hayatı değiştirecek olan “doğru fikirler”, “etkili eleştiri” vb. değil, pratik-eleştirel toplumsal hareketti.
Bu çıkış noktası, Feuerbach’ın “insanın özü” kavramıyla yücelttiği bir başka idealist dayanağa karşı da yeni bir tez geliştiriyordu. Feuerbach’ın soyut birey olarak metafizik ve tarih dışı insan kavramına karşılık, Marx, tarihsel materyalizmin bir başka kilit öğretisini geliştirmiş bulunuyordu. İnsanın özü toplumsal ilişkilerinin birliğidir! İnsan toplum içinde var olur, o toplumun ürünü ve yalnızca soyut olarak toplumun değil, her an belirli bir toplum biçiminin ürünüdür.
Bu temel düşünceden hareket edilince, örneğin din eleştirisinde, önceki materyalistlerden tümüyle farklı bir noktaya ulaşılır. Özellikle Feuerbach, dini kendi dünyevi temellerine indirgemiş ve onu derinlemesine eleştirmişti. Onun gözden ırak tutulmaması gereken tarihsel başarısı da buradaydı. Ama dinin bu dünyevi temeldeki çelişkilerden, toplumsal çelişkilerden kaynaklandığını ve dini ortadan kaldırma yolunun toplumu devrimci bir dönüşüme uğratmak olduğunu gösteren Marx oldu. Onun için, dinin kendisi değil, onu ortaya çıkaran bütün bir tarihsel koşullar silsilesi önemliydi.
Tezler’in sonuncusuyla birlikte, şu temel görüş vurgulanır: Teorinin dönüştürücü karakteri, devrimci pratiğe bağlıdır. “Devrimci fikirler”, ancak insanın devrimci, pratik-eleştirel etkinliğiyle dönüştürücü bir güç haline gelir.
Yine aynı düşüncenin sonucu olarak, Marx ve Engels, insanın toplumsal var oluşunun onun toplumsal bilincini belirlediği tezini ilk kez bu kitapta geliştirdiler. Böylece bilinç ve maddi var oluş koşulları arasında, genel olarak bütün idealist felsefe tarafından tersinden kurulan ilişki yıkıldı. Bunun en önemli sonuçlarından birisi, Aydınlanma döneminden o güne (hatta bugüne) kadar egemen olan “yanlış fikirleri düzelterek toplumu kurtarma” umutsuz çabasının şiddetle (bazen de alay ederek) eleştirilmesi oldu.
“İnsanlar şimdiye dek kendileri hakkında, ne oldukları ve ne olmaları gerektiği hakkında daima yanlış tasavvurlar geliştirdiler. İlişkilerini, tanrı tasavvurlarına, normal insan tasavvurlarına vb. göre düzenlediler. Kendi beyinlerinin ürünlerine hâkim olamadılar. Yaratıcılar, kendi yaratılarının önünde diz çöktü. Biz onları boyunduruğu altında köreldikleri kuruntulardan, fikirlerden, dogmalardan, hayali yaratıklardan kurtaralım. Fikirlerin bu egemenliğine isyan edelim. İnsanlara, bu kuruntuların yerine insanın özüne uygun düşen düşünceleri koymayı öğretelim… böylece mevcut gerçeklik yıkılacaktır…”
Bu görüşleri, ilericilik adına sahiplenecek pek çok kişi bugün de çıkabilir. Bizde resmi ideolojiyle beslenen egemen aydın bakış açısının temel tezi de bu sözlerle özetlenebilir.
Oysa “Alman İdeolojisi” bütün bu sözleri, “çocuksu hayaller” olarak mahkûm eder: Yer çekimi fikrini reddetmekle, yere düşmekten kurtulamazsınız!
Örneğin dine, dinsel düşüncelere karşı eleştiriyi başlıca uğraş konusu edinen “eski materyalistler” karşısında Marx’ın tutumu, “gerçek durumun eleştirisi”ni esas almak olur. Marx ve Engels, materyalizmi din karşıtlığına eşitleyen eski materyalizmin “madde” anlayışının karşısına “tarihsel eylemi içindeki insan” anlayışını koyarak, üretim ilişkileri, ekonomik yasaların ve kategorilerin nesnel karakteri, burjuva toplumunun ekonomik yasaları gibi yeni kavramlar geliştirdiler. Din eleştirisinin temelini dünyanın değiştirilmesi eylemi olarak gösterdiler.
Bu arada Feuerbach, çok ilgi çekici bir sonuca varmış bulunuyordu. Bu filozof, dini, insanoğlunun gerçek menfaatlerinin ters bir görüntüsü ve hayalî bir tatmini olarak açıklıyor ve tanrının yerine insanın konulduğu bir dininin kurulması gerektiğini ileri sürüyordu. Bir dinin yerine bir başka din koyarak “kurtuluşu sağlamak” fikri, Marx ve Engels’e göre, çocukça olmanın da ötesindeydi.
Evet, insanların bu dünya koşullarında dine ihtiyaçları vardır; en azından zulüm ve yabancılaşma koşullarında insanlar daha iyi bir dünya için mücadele vermek ve kendilerini kurban etmek için yüksek ideallere, kahramanlara, hatta uzak umutlara muhtaçtır. Ama dinin doğuşunu koşullayan gerçekle uğraşmak yerine ona hem de bir başka dinle karşı çıkmak ne anlama gelir? Marx bunu dördüncü tezde şu şekilde ifade eder:
“Feuerbach dinsel kendine-yabancılaşma olgusundan, dünyanın biri dinsel ve imgesel, öteki gerçek olmak üzere ikiye bölünmesi olgusundan hareket eder. Onun eseri, dinsel dünyayı seküler temeline oturtmaktan ibarettir. Bu iş tamamlandıktan sonra, asıl işin halen yapılmayı beklediğini gözden kaçırır. Zira seküler temelin kendi kendinden ayrılıp bulutların arasında kendine bağımsız bir krallık tayin etmesi olgusu, ancak bu seküler temelin kendi iç çekişme ve çelişkileriyle açıklanabilir. Yani bu temelin kendisi, kendi çelişkisi içinde, ardından da çelişkinin ortadan kaldırılmasıyla pratikte kökten değiştirilmek zorundadır. Böylece, örneğin, dünyevi ailenin kutsal ailenin sırrı olduğu bir kez keşfedildikten sonra, birincisinin teoride eleştirilmesi ve pratikte dönüştürülmesi gerekir.”
Tarihsel materyalizm, bu ve benzeri tartışmalar içinde yepyeni kavramlardan örülmüş bir bütünlük halinde doğdu.
Marx ve Engels, “tarihteki tüm çatışmaların kökeninde üretici güçler ile ekonomik ilişki biçimi arasındaki çelişkinin yattığı” ve bu çelişkinin “her seferinde bir devrim halinde patlak vermek” zorunda olduğu sonucuna da buradan geçerek ulaştılar.
Böylece devrimleri “devrimci filozofların kafasından çıkan bir şey” olarak tanımlayan Fransız materyalizmi geleneğine de son darbeyi vurdular.
Alman İdeolojisi’nin geliştirdiği en önemli görüşlerden bir diğeri, toplumsal yapıların “alt yapı ve üst yapı” kavramlarıyla tanımlanan özelliklerine ilişkindir. Örneğin, sanatın ve sanatçının yaratıcı ruhunun, tarihsel gelişimin her bir somut aşamasındaki toplumun ekonomik ve politik yaşamına bağımlılığının gösterilmesi, düşünmenin, zihinsel ihtiyaçların, ilgilerin, eğilimlerinin ve insanın duygularının özünün ve rolünün açıklanması, bunların değişimi ve gelişiminin belirleyici nedenlerinin toplumun maddi yaşamında temel bulunduğunun gösterilmesi vb. bu kavramlar üzerinden geliştirilmiştir.
Yine Alman İdeolojisi’nde, ütopik sosyalizmin ortaya attığı, “genel insan sevgisi”nin sınıflar arasında barışı getireceğini ileri süren küçük burjuva duygusallığına dayanan Alman “hakiki” sosyalistlerinin görüşlerinin eleştirisi aracılığıyla bir “hümanizm” eleştirisine de girilir. Bu propaganda, halkın bütün demokratik güçlerinin mutlakçılığa ve feodal koşullara karşı mücadelesinin keskinleştiği ve aynı zamanda proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkilerin giderek daha belirgin bir biçimde gün yüzüne çıktığı devrim öncesi Almanya’da işçi hareketine özellikle zarar veriyordu. Marx ve Engels, “hakiki” sosyalistlerin milliyetçiliğini, kendilerini diğer uluslardan üstün görmelerini de eleştirdiler.
“Alman İdeolojisi”nde, gelecekteki komünist toplumun kimi temel çizgilerine de işaret edilmektedir. Marx ve Engels’e göre, komünist toplumun temel özelliği, insanların nesnel ekonomik yasaları bilinçli olarak kullanacak olmaları ve böylelikle üretime, değişime, kendi toplumsal ilişkilerine egemen olmalarıdır. Ancak komünizmde her insan tüm yeteneklerinin ve becerilerinin tam, çok yönlü bir gelişimine kavuşacaktır.
Ele aldığı konular bakımından çok geniş kapsamlı olan bu eserde, yine de Marx’ın ve Engels’in tamamen kesin şeklini bulmuş düşünceler ileri sürdükleri söylenemez. Daha sonra “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu” adlı eserin önsözünde, Engels “Alman İdeolojisi”nden söz ederken şöyle diyor: “Kitabın Feuerbach ile ilgili bölümü tamam değil. Bitirilmiş olan parça, sadece maddeci tarih anlayışını kapsıyor ve o sırada ekonomi tarihi hakkındaki bilgilerimizin ne kadar eksik olduğunu ortaya koymakla kalıyor.”
Lenin, “Felsefe Defterleri”nde, “Kutsal Aile”nin incelenmesine ayırdığı sayfalarda, bazı bölümleri “biraz da usanç verici eleştiriler” olarak not etmişti. Aynı uzun ve okunması zor eleştiri sayfaları, yoğun biçimde Alman İdeolojisi’nde de yer alıyor. Ancak özellikle Marx’ın kullandığı alaycı ve iğneleyici üslup ayrıca incelenmeye değer edebi özellikler, bu bölümlerin görünüşteki korkutucu yapısını kolayca dağıtıyor. Ayrıca Türkiyeli okuyucunun, Lenin gibi nefes alacak zamanı olmayan bir devrimciden farklı olarak, Marx’ı sabır ve zevkle okumaya ayıracağı bolca zamanı mutlaka vardır!
TARİHSEL MATERYALİZM
1848 Devrimi’ne giden süreç içinde Avrupa’da ve işçi sınıfı hareketi içinde bir militan gibi çalışarak yaşayan Marx’ın halledilmesi gereken felsefi problemler okyanusunda çabalaması, gündelik pratik koşuşturmanın güçlüklerini bilenler açısından “kahramanca” bir mücadele olarak görülecektir. Lenin öyle tanımlamıştır.
Devrimi ve sınıf mücadelesini henüz felsefi bir sorun olarak ele alan, ama özellikle de Fransa’daki ve İngiltere’deki sınıf mücadelesinin içinde hareketi bütün özellikleriyle izleyen genç düşünürün “dünyayı değiştirmek” için sürdürdüğü arayışlarını etkileyen de içinde yer aldığı bu ortam olmuştur. Öyleyse, 1844 El Yazmaları ile başlayıp, Kutsal Aile ile ilerleyen ve Alman İdeolojisi’nde sonuçlanan “felsefi olandan toplumsal-tarihsel olana geçiş” sürecini, ki bu aynı zamandan tarihsel materyalizmin yaratılması sürecidir, anlamamızın kilit noktası burasıdır.
Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Marx ve Engels’i Genç Hegelciler’den ayıran şey, felsefi görüşler (o pek alay ettikleri “fikirler”) değil, kendilerini anlamaya adadıkları “tarihsel koşullar” içinde tuttukları yerdir.
Bununla birlikte, dönemin baş eseri Alman İdeolojisi’nin felsefî bir eser olması yine o koşullar içinde kaçınılmazdır.
Marx ve Engels, yeni dünya görüşünü Hegel-sonrası Alman felsefesine yönelik bir eleştiri içinde yarattılar. Bu çetin tartışmanın başlıca konusu, mevcut gerçekliğin nasıl değiştirileceği idi. Genç Hegelciler’in temel derdi dindi. Mevcut koşulları dine saldırarak eleştiriyor ve böylece gerçekliğin kendisiyle değil, gölgesiyle dövüşüyorlardı. Ama hem düşünsel etkinlikleriyle, hem de siyasal tutumlarıyla, o koşulları kabul ediyorlar, yalnızca ona farklı bir açıklama getirmeye uğraşıyorlardı. Marx ve Engels’in derdi ise, gölgelere karşı verilen ve gerici sonuçlar doğuran bu felsefî “mücadeleye” son vermekti.
Dünyayı eleştirmenin ya da Tezler’de söylendiği gibi, yorumlamanın yetmediği, onun değiştirilmesinin gerekli olduğu tezi, böyle bir ilişkiler ağının sonucunda ortaya çıktı.
Marx ve Engels, tarihin kendisinin öncülü olan insanları, insanların faaliyetlerini ve faaliyetlerinin maddi koşullarını deşmekle işe başladılar. Felsefelerinin öncüller olmaksızın da olabileceğini söyleyen Hegel’in izleyicisi Alman idealistlerinin tersine, Marx ve Engels, yeni dünya görüşünü inşa etmede çıkış noktasının ne olması gerektiğini sorarak işe başladılar.
Marx ve Engels, bu yüzden çok açık ve kesin bir biçimde, daha ilk sayfalarda, gerçek olan belirli öncüllerden yola çıkmış olduklarını ilan ediyorlardı.
Doğanın değişmez temel olduğu yolundaki metafizik görüşü benimseyen eski materyalizme karşı, Marx ve Engels, insanın içinde yaşadığı ve faaliyet gösterdiği doğal koşulların da tarihsel olduğunu söyleme cesaretini gösterdiler. Antik Yunan materyalistlerinden o güne, başta Fransız ve İngiliz materyalistleri olmak üzere, herkesin hiç tartışmazsız yola çıkış noktası olarak kabul ettiği bu “postula”ya karşı yeni bir şey söylemek için gerçekten olağanüstü cüretkar olmak gerekiyordu.
Çok eski felsefelerde ve Zerdüştlük gibi dinlerde evrenin dört temel elementten oluştuğu kabul edilmişti: Toprak, su, hava ve ateş! Deyim yerindeyse, Marx ve Engels, beşinci elementi keşfetmişlerdi: İnsan!
Önce, insanın hazır olarak bulduğu koşullarla, kendi faaliyetiyle yarattığı koşullar arasına bir ayırım çizgisi çektiler. Mevcut toplumda maddi çevrenin kendisi de insanın tarihsel faaliyetinin ürünü haline gelmişti. Feuerbach’ın insanın doğa üzerindeki etkisini anlayamadığını ve görmezden geldiğini gören Marx ve Engels şöyle yazıyorlardı:
“Feuerbach’ın elbette, insanların da ‘duyusal nesne’ olduğunu kabul etmesiyle ‘saf’ materyalistlere göre büyük bir artısı vardır. Ne var ki, bu noktada da teori alanında kalmaya devam ettiğinden ve insanları verili toplumsal bağlamları ile onları var eden mevcut yaşam koşulları içinde ele almadığından, insanı ‘duyusal faaliyet’ olarak değil, yalnızca ‘duyusal nesne’ olarak görmesi bir yana, gerçekte var olan faal insana asla ulaşamaz. Tersine, ‘insan’ soyutlamasında duruverir ve duyusal olarak kavradığı ‘gerçek, bireysel, etten ve kemikten insan’ın ötesine geçemez; yani, ‘insan ile insan arasında’ aşktan ve dostluktan başka bir ‘insani ilişki’ bilmez, üstelik bunları da idealize eder. Mevcut yaşam koşullarına hiçbir eleştiri yöneltmez. Bu yüzden de, duyusal dünyayı onu meydana getiren bireylerin canlı duyusal faaliyetinin toplamı olarak kavramayı asla başaramaz. Dolayısıyla, örneğin sağlıklı insanlar yerine, açlıktan ve aşırı çalışmaktan bitkin düşmüş sıracalı bir kalabalık gördüğünde ‘yüksek sezgi gücü’ne ve soyut ‘tür içi dengelemeye’ sığınmak zorunda kalır. Böylelikle, komünist materyalistin gerek sanayide gerek toplumsal yapıda, bir dönüşümün hem zorunluluğunu hem de koşulunu gördüğü her noktada, o, idealizme saplanıp kalır.
“Feuerbach, materyalist olduğu zaman gündemine tarih girmez, gündemine tarih girdiği zaman da materyalist değildir.”
Doğal varlıkların insanın faaliyetiyle “nesnellik” kazandığını görmek, eski materyalizmin bütün “nesne” kavramını kökten yıkan bir yenilikti.
Herkes biliyor ve söylüyordu ki, belirli bir doğal çevre insan toplumunun varlığının ve gelişmesinin nesnel maddi koşuludur ve insanın fiziksel, maddi düzeni onun doğal çevreye karşı tavrını belirler! Ancak Marx ve Engels’in üzerinde durdukları bundan ötesiydi. Tarihin bu iki ön koşulundan başka, onları da bir biçimde harekete geçiren belirleyici etken olarak insan faaliyeti görülmeksizin, eski materyalizmin sınırları aşılamazdı!
Günümüzde tarihsel materyalizmi, örneğin pozitivistlerin materyalizminden ayıran temel özelliğin ne olduğu sorusuna Marx’ı okumuş olanlar içinden bile net cevap alamadığımız olmuştur. Bizde “ilericilik, maddecilik” gibi özellikler meşrutiyet aydınları aracılığıyla ve pozitivizm biçiminde geliştiği için, “Marksist” materyalistimiz de farkında bile olmadan o gelenek üzerinden materyalisttir!
Tarihe bu açıdan bakılınca, üretim ilişkileri, üretici güçler, üretim tarzı gibi kavramların geliştirilmesi mantıksal bir zorunluluk oluyor.
Toplumsal ilişkiler, karşılıklı ilişki tarzı üretici güçler tarafından belirlenir; bu güçler gelişmelerinin belirli bir aşamasında mevcut karşılıklı ilişki tarzıyla bir çatışma, bir çelişki içine girerler. Bu, toplumsal devrim yoluyla çözülen bir çelişkidir. Artık bir pranga halini alan eski üretim biçimi, yerini daha gelişmiş üretici güçlere denk düşen yeni bir üretim biçimine bırakır. Bu yeni biçim de, bir süre sonra, gelişen üretici güçlere ayak uyduramaz olur ve onun yerini, devrim yoluyla, kendisini izleyen daha ileri bir karşılıklı ilişki alır.
Marx ve Engels, bu büyük buluşun ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlardı.
Bu buluş, toplumsal gelişme kanunlarının kavranılması bakımından önem taşıyordu. Daha önce Marx siyasi, hukuki ve başka ilişkilerin ekonomik ilişkiler tarafından belirlendiğini ortaya çıkarmıştı. Şimdi ise, Marx ve Engels, bizzat ekonomik ilişkileri neyin belirlediğini ortaya koyuyor, böylelikle tarihsel sürecin temeline daha derinlemesine giriyorlardı.
Marx ve Engels, bunun arkasından, karşılıklı ilişki alanını, yani toplumsal ilişkileri, toplumsal sistemi, toplumun sınıf yapısını, bireyler, sınıflar ve toplum arasındaki ilişkileri incelemeyi sürdürdüler. Ardından, genel olarak devletin, özel olarak da burjuva devletinin özüne ilk kez getirdikleri bilimsel bakışla siyasal üstyapıyı ele aldılar ve devlet, hukuk ve mülkiyet arasındaki ilişki üzerinde özellikle durdular.
Marx ve Engels, toplumun ve toplum tarihinin materyalist kavranışının incelenişini, egemen bilinçle egemen sınıf arasındaki ilişkiyi sergiledikleri ve ideolojik üstyapının sınıfsal karakterini gösterdikleri toplumsal bilinç şekilleri üzerine bir incelemeyle sona erdirdiler.
Eksikliklerinin yanı sıra, tamamlanmamış olmasından doğan dipnot ve açıklayıcı not bolluğu dolayısıyla okunmasında karşılaşılacak güçlükler, bu büyük ve derin eseri incelemeyi engellememelidir. Özellikle Marksizm’in doğuş ve gelişme özellikleri, sınıf mücadelesi içindeki yeri, sonraki eserlerde daha da işlenip geliştirilerek sağlamlaştırılacak olan temel tezler bakımından devrimcinin kitaplığında vazgeçilmez bir yeri vardır.
Dergimizin ilerdeki sayılarında, “Alman İdeolojisi”ni farklı yönleriyle inceleyen başka yazılara da yer vereceğiz.
Kaynakça:
– Marx, Engels, Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi, çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, Ekim 1976
– Marx, Engels, Alman İdeolojisi, çev. Tonguç Ok, Olcay Geridönmez, Evrensel Basım Yayın, mart 2013
– K. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, çev.Sevim Belli, Sol Yayınları, Temmuz 1979
– K. Marx, 1844 Elyazmaları, çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, Kasım 1993
– K. Marx, F. Engels, Seçme Yazışmalar, çev. Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, Kasım 1995
– F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, çev. Sevim Belli, Ocak 1976
– Lenin, Felsefe Defterleri, çev. Atilla Tokatlı, Sosyal Yayınlar, Mart 1976
– Sovyet Bilimler Akademisi Kolektifi, Karl Marx-Biyografi, çev. Ertuğrul Kürkçü, Eylül 1976
– Yelena Stepanova, Friedrich Engels-Biyografi, çev. Alaattin Bilgi, Yurt Yayınları, Temmuz 1994