8 Mart’ı doğru tartışmak

Mart ayı, içinde 8 Mart gibi bir gün barındırması itibari ile, kadınlardan, onların sorunlarından ve haklarından vb.. en sık bahsedilen ay olma özelliğini taşımaktadır. Bu ay içinde kadın hareketi, kadın çalışması, kadın örgütlenmesi ile uğraşan örgütler, kurumlar, partiler içinde hareketlenmeler görülür, bir canlanma yaşanır, “8 Mart’ta ne gibi etkinlikler yapacağız”, “8 Mart’ı nasıl kutlayacağız” tartışmaları yoğunluk kazanır. (Elbette, kadınların sorunlarının ve haklarının tartışılması ve çeşitli örgütlerin gündemine taşınması sadece bu tarihte olmamalıdır. Her zaman gündemde tutulması gereken bir konu/alandır ve her zaman bu sorunlara ve cins ayrımcılığına, hak gasplarına karşı mücadelenin canlı tutulması gerekmektedir.)
8 Mart’ın nasıl kutlanacağı ise, 8 Mart’a yüklenen anlama ve bu günün kimin için neyi ifade ettiğine göre değişmektedir. Dolayısıyla, 8 Mart’ın tarihçesini, nasıl ortaya çıktığını ve nasıl kadınların günü olduğunu hatırlamakta fayda var.

EMEKÇİ KADIN HAREKETİ TARİHİNE KISA BAKIŞ
19. yüzyılın başları sanayileşmenin hız kazandığı, büyük toplumsal değişimlerin ve devrimlerin yaşandığı dönem oldu. Sanayileşme ile birlikte yeni işçi yığınları fabrikalara akın etti, büyük ölçekli üretim yapılmaya başlandı. Bu süreç, aynı zamanda kadınların da erkeklerle birlikte emek gücünü satmak için evlerinden çıkıp fabrikalara doluştuğu, işçileşmeye başladığı dönemdir. Toplumsal üretime çekilen kadınlar, burjuvazinin iktidarı altında sınıf olarak yaşadıkları sömürüyü daha derinden hissetmeye başladılar. Bu sömürü ilişkilerini katmerlendiren ataerkil toplum yapısı sebebiyle kadın, sömürüyü bir kat daha fazla yaşıyordu. Kadınlar bugün olduğu gibi, o zaman da ‘kadın işi’ olarak görülen, ev işlerinin devamı sayılabilecek nitelikte sektörlerde toplanmışlardı. Özellikle dokuma sektöründe. Bu sektörde tüm işçilerin yüz yüze kaldığı düşük ücret politikalarının yanında, kadınlara ayrıca, erkeklerden daha az ücret ödeniyordu. 8 Mart’ı tarihe kazandıran Amerikalı dokuma işçisi kadınlar da, diğer ülkelerdeki işçi kadınlar gibi, ağır çalışma koşullarında, uzun işgünü saatleri ve düşük ve eşitsiz ücretlerle köle gibi çalıştırılıyorlardı. Ve 1800’lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma koşulları, daha yüksek ve eşit ücret, insanca yaşama koşulları için mücadele veriyorlardı.
8 Mart 1857 tarihinde, New Yorklu binlerce dokuma işçisi kadın, 10 saatlik işgünü, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, eşit işe eşit ücret gibi taleplerle greve gittiler. Patron, diğer işçilerin ve sendikanın, greve giden kadınlarla dayanışmasını, bir araya gelmesini önlemek için fabrikanın kapılarını kilitledi. Bu olaylar sırasında, nasıl çıktığı belli olmayan bir yangında, içeride kilitli kalan kadınlardan yüzlercesi yanarak hayatını yitirdi.
Yine başka bir 8 Mart tarihinde, 8 Mart 1908’de, bu kez arkadaşlarının işten atılmalarını protesto etmek için ayaklanan dokuma işçisi kadınların talepleri ise, sekiz saatlik işgünü, çocuk emeğinin sömürülmesine son verilmesi ve işçi kadınlara oy hakkının tanınmasıydı. Bu ayaklanma kanla bastırıldı. Grevler, tekstil, tütün ve diğer işkollarında da kadın işçilerin mücadelesi ile sürüyordu. Bundan bir yıl sonra ise, yine tekstil sektöründe çalışan yaklaşık yirmi bin kadın greve gitti. Hareket, kısa süre içinde birçok fabrikaya yayıldı. Polisin saldırısı sonucu, yüzlerce kadın yaralandı, yüzlercesi tutuklandı. Buna rağmen grev önlenemedi. Kadın işçiler, talepleri kabul edilinceye kadar, iki ay mücadelelerini sürdürdüler.
Bu yıldan başlayarak, Amerika’da ve Avrupa’da 8 Mart, işçi kadınların canları pahasına yarattığı bir mücadele günü olarak, tüm ülkelerin işçi sınıflarının gündemine girdi. Dokuma işçisi kadınların mücadelesinin simgesel günleri olan 8 Mart’ın tüm dünyada kadın cinsinin ve işçi sınıfının bir mücadele günü olarak bugünlere gelebilmesinin en önemli adımı, sosyal demokrat (o yıllarda komünist partiler bu adı taşıyorlardı) partilerin uluslararası platformu olan II. Enternasyonal’in 1910 yılında Danimarka’nın Kopenhag şehrinde toplanan Konferansı’nda oldu. Alman sosyalist delege Clara Zetkin’in önerisi ile, 8 Mart, dokuma işçisi kadınların anısına, emekçi kadının cinsel ve sınıfsal sömürüye karşı mücadele günü olarak ilan edildi.
Bu çağrı, ertesi yıl karşılığını buldu ve 1911 yılında Amerika ve Avrupa’nın birçok ülkesinde milyonlarca kadının katıldığı ilk “Enternasyonal Emekçi Kadınlar Günü” kutlandı.
19. yüzyıl ayrıca, işçi kadınların mücadelesinin, burjuva kadın hakçı hareketten ayrıldığı, kadın sorununa sınıf bakış açısından bakılmaya başlandığı bir dönemdir. Bu bağlamda, 8 Martlar, bütün bir sömürü düzenine bir başkaldırıdır aynı zamanda.
8 Mart, yıllar sonra Birleşmiş Milletler tarafından “Kadının On Yılı” olarak ilan edilen 1975-985 arası dönemin ilk yılı olan 1975 yılında, emekçi içeriği hasır altı edilerek, “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul edildi.

SAPTIRILAN KADIN SORUNU
Aradan yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen, söz konusu taleplerin hâlâ geçerliliğinin koruduğunu görüyoruz. Sekiz saatlik işgünü, eşit işe eşit ücret talebi, hamilelik ve annelik dönemlerinde haklar ve talepler… hâlâ güncel ve emekçi kadınların hâlâ mücadele talepleri. Ancak, elbette tarihten belli bir günü alıp, onu yaşandığı dönemden, dönemin özelliklerinden koparmak ve sadece bir gün olarak ele almak; onun soyutlanması, güncelden koparılması anlamına gelmektedir. Bu yüzden, emekçi kadınlar, 8 Mart tarihinde bu taleplerinin yanında savaşa karşı durmuşlar, savaşı protesto etmişler, kadınlara yönelik şiddete hayır demişler, töre, namus cinayeti adı altında kadınların yaşam haklarının ellerinden alınmasına karşı mücadele de etmişlerdir.
Ancak, 8 Mart tarihi son yıllarda, burjuva propagandanın etkisi ile içeriğinden giderek koparılıyor. Örneğin, gazeteler bu günü ‘Kadını Şımartma Günü’ olarak ilan edip, onlara hediye alın, yemeğe götürün vb.. gibi tavsiyelerde bulunarak “kadın günü”nü kutluyorlar!
Bu yozlaştırmanın yanında 8 Mart kutlamalarının örgütlenmeye çalışıldığı, kadın örgütlerinin, siyasi partilerin bir araya geldiği toplantılarda ise, tartışma başka boyutlarda sürüp gidiyor. 8 Mart kutlamalarında, kadınlar alanlara çıkıyor, renkli kıyafetleri, eğlenceli kortejleri ile göz dolduruyorlar.
Ancak, özellikle son üç yıldır 8 Mart, başka bir konuya sıkışıp kalmış durumda. Yapılan etkinliklere erkekler katılacak mı katılmayacak mı, eğer etkinliklere erkekler gelirse, nasıl uzaklaştırılacaklar –tartışma böyle bir çerçeveye sıkışmış durumda. “Erkekler gelirse biz gelmeyiz”, “erkekler gelmezse de biz gelmeyiz” tartışmaları sürüp gidiyor…

DİKKATLER NEREDE ODAKLANMALI
8 Mart, yukarıda belirttiğimiz tarihsel boyutu ve talepleri, taleplerinin güncelliği ile devrimci işçi partisinin özellikle sahiplenmesi gereken bir mücadele günü olarak karşımızda durmaktadır.
Dünya emekçi kadınlar günü olan 8 Mart’a, onu önceleyen günlerde tartışılan konuların başında gelen “yapılacak mitinglere erkekli mi erkeksiz mi katılacağız” tartışmalarının dışında, daha genel, emekçi kadın ve sorunlarına sahip çıkıldığını belirten bir perspektiften bakılmalıdır. Bu tür şekilsel tartışmalara takılıp kalınmamalıdır. Özellikle erkekli-erkeksiz tartışmalarını artık aşmak, asıl üzerinde düşünülmesi, kafa yorulması gereken konuya yoğunlaşmak gerektir: Kadınları nasıl örgütlenecek? Emekçi kadın hareketi nasıl yaratılacak, bunun için neler yapılmalıdır?
Üstelik bu tartışmaları sadece 8 Mart üzerinden ele almak yanlış bir tutum olacaktır. Burada daha çok tartışılması gereken nokta, kadın çalışması alanında, devrimci işçi partisinin tutumunun nasıl olması gerektiği ve kadın çalışmasının nasıl daha da güçlendirileceği ve bunun dayanak ve araçlarının ve ilk elde yapılması gerekenlerin neler olduğudur.
Öncelikle kadın çalışması yürüten sosyalist kadınların emekçi kadınlara giderken yaptıkları propaganda ve ajitasyonun onların talepleri üzerinden olmasına dikkat etmek gerekmektedir. Kadına yönelik propagandanın ve kadınların talep ve sorunlarının genel talepler içinde eritilmeyecek bir şekilde dile getirilmesine önem vermek kuşkusuz zorunludur. Kadınların kadın olmaktan kaynaklı sorunlarına sahip çıkılmalı, özgün sorunları dile getirmeli, çözümüne yönelik tartışmalar, etkinlikler, eylemler yapılmalıdır. Fakat, tüm bu sorunların ya da genel olarak kadın sorununun, aynı zamanda, bir sistem sorunu olduğu da anlaşılır bir dille ortaya konmalıdır.
Örneğin, kürtaj meselesi. Bu sorun genelde, kadın gruplarının ‘bedenimiz bizimdir’ diyerek sahiplendiği ve orada bıraktığı, bir adım ileriye taşımadığı bir sorundur. Oysa sosyalist kadınların, bilinçli kadın işçinin bu soruna sahip çıkması başka bir nitelikte olmalıdır. Bunun aynı zamanda genel sağlık sisteminin de bir parçası olduğunu, sağlıksız ortamda, ehil olmayan kişiler tarafından yapılan kürtajın sadece “beden” sorunu olmakla kalmayıp, hele tamamen paralı hale getirilme yolunda olan kapitalist sağlık sistemine karşı mücadeleye, o halde kapitalizmden kurtuluş davasına bağlandığını gösterebilmek gerekir.
8 Mart’ın kutlanmasının, bu günde kadınların taleplerini dile getirmesi ve alanlara çıkmasının emekçi kadınlar için farklı bir anlam kuşkusuz vardır, ve işte ona sahip çıkılmalıdır. 8 Mart emekçi kadınlar için, Türk Ceza Kanunu’ndan kadınlara yönelik ayrımcılık içeren maddelerin kaldırılması talebini dile getiren bir basın açıklamasından daha çok anlam ifade ediyorsa –ki etmektedir–, bunu değiştirmenin ve bu anlayışı kırmanın yolunun daha çok örgütlenmekten geçtiği bilinmeli ve gereği yapılmalıdır.
Dolayısıyla, tartışma ya da yapılması gerekenler ve alınması gereken tutum, mitinge katılıyor muyuz katılmıyor muyuz, erkeksiz mi erkekli mi olsun tartışmasını aşan bir durumdur. Asıl yapılması gereken şey ve kadın sorununa ilginin asıl odaklanması gereken yer, sosyalist kadınların bulundukları yerde, işyerinde, fabrikada, semtte, mahalle ve sokağında kaç tane emekçi kadına ulaştıkları, onlarla kurdukları bağların niteliği, emekçi kadınların talepleri ve mücadelelerinin sahiplenmesi için nasıl bir çalışma yürüttükleridir. Asıl bunu yapıldığı zaman, geniş emekçi kadınlar içinde yürütülecek çalışma ile birlikte 8 Martlar gerçek anlamına kavuşacaktır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑