Son üç-dört yıllık döneme baktığımızda, hem fikri anlamda hem de dünyayı yönetme şeklinde geriye doğru bir yönelimin olduğunu söyleyebiliriz. Refahın, bolluğun, demokrasinin olduğu, savaşsız bir dünyanın kapitalizmde de mümkün olabileceği propagandası, ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgali ile birlikte geçmişte kalan kavram ve söylemlere dönüştü. Dünyanın birçok bölgesinde irili ufaklı savaşlar yaşanıyordu, ama bunlar, o gün için, çözülebilecek ve üzerinde durulması çok önemli olmayan gelişmeler olarak, geri planda bırakılabiliyordu. 11 Eylül ile birlikte Yeni Dünya Düzeni propagandası geçmişe ait bir propaganda olarak kaldı. Ve dünyadaki gelişmeler, ABD’nin Irak ve Afganistan işgalini, Ortadoğu’ya dair uzun dönemli planlarını destekleyecek şekilde, yeniden tarif edilmeye başlandı. 2004 yılını bu açıdan önemli bir yıl olarak değerlendirebiliriz. Irak’ın işgali tüm yıkım ve şiddeti ile sürerken, başta medya olmak üzere, ABD merkezli diğer propaganda büroları, işgalin ideolojik boyutunu da oluşturmaya başladılar. ABD dünya kamuoyunu yanına çekmek için milyarlarca dolar para harcadı. Örneğin, Avrupa Gazetecilik Merkezi’nin internet sitesinde, Bush yönetiminin, Afganistan ve Irak için istediği yeni bütçe içerisinde 3.7 milyar Doları kamuoyu yönlendirme projelerine ayırdığı, bu para ile Arap kamuoyuna ABD destekli yayınlar yapılacağı, Avrupa Müslümanlarına yönelik bir televizyon kurulacağı belirtiliyor. ABD’nin kendi kamuoyuna dönük propaganda ve yönlendirmesi de bu eksen üzerine oturuyor. ABD’de din savaşına, kıyamet savaşına, İsa’nın yeryüzüne indirilmesine ilişkin kitaplar ve “21. yüzyılın dinler savaşı yüzyılı olacağı”na ilişkin kitaplar yüz binler satıyor. AKP’nin ‘Ilımlı İslam’ modeli de, özünde; ABD’nin Irak işgali, terörizm, dinler ve uygarlıklar arasındaki bir savaş propagandasının eksenine oturuyor. İslam’ın uysallaştırılması ve ABD çizgisine çekilmesi, AKP’nin ABD ile ilişkilerini devam ettirmesinde hem dışarıya hem de içeriye bir mesaj olarak da algılanabilir.
Düşünüldüğünde, Tanrı ile konuşan, ülkesini ve dünyayı bu haberleşme ile yöneten bir ‘lider’in bugünden çok Ortaçağ’a; dünyanın ruhlar, periler ve ilahi güçlerle tarif edilmeye çalışıldığı, yönetenlerin bu güçleri arkasına alması gerektiği bir döneme ait olduğu söylenebilir. İşte 2004, Ortaçağ’ın bu karanlık güçlerinin yeniden yardıma çağrıldığı bir dönem olarak yaşandı. 2004, aynı zamanda, başta Almanya, Fransa ve Rusya olmak üzere diğer emperyalist güçlerin, dünyayı yeniden paylaşım mücadelesini, ABD’nin çizdiği bu platformda yürüteceklerinin görüldüğü bir yıl oldu. Türkiye’nin AB’ye girmek için müzakere tarihi aldığı 2004, emperyalistler arası çelişkilerin derinleştiği ve ideolojik olarak gericileştiği bir yıl oldu. Bush’un ikinci defa seçilmesi; ABD’nin hem işgale dayanan yayılmacı çizgisinin hem de ideolojik olarak gericiliğin 2005 yılında artarak devam edeceğinin bir göstergesi.
EİNSTEİN VE SARTRE YILI
ABD’nin Irak’tan sonraki hedeflerini İran ve Suriye olarak işaret etmesi, bu iki ülkenin ortak hareket etmeye dayalı politikaları, Rusya ile yapılan silah anlaşmaları ve istatistiksel olarak da görülen ABD karşıtlığı, belki de 2005 için, bugünden görünen önemli gelişmeler. Bu gelişmeler, aynı zamanda, ideolojik olarak da 2004’de yaygınlaştırılmaya çalışılan din eksenli gericiliğin, 2005’de daha fazla propaganda malzemesi haline gelecek oluşunun pratik zeminini oluşturuyor. Eski ve geçmişte kalanın bugün yeniden anlamlandırılmak istenmesi, sadece sözlü ve yazılı propaganda olarak kalmıyor. Özellikle eğitim hayatına müfredatların ve ders programlarının değiştirilmesi suretiyle de sokulmak isteniyor. Ve özellikle üniversitelerin geleceği ile yakından ilgili bir mesele olarak karşımızda duruyor. Bu yönüyle dahi ele aldığımızda, özellikle Türkiye’de Kemalizm merkezli dahi olsa, idealizm ve akademik yaşam arasındaki bölünme, bu mücadelede önemli bir cephe açmanın, genç aydın kuşağını bugünden bir tutum almaya zorlamanın olanaklarını yaratıyor. Bu olgular ışığında baktığımızda, 2005 yılı için iki önemli gelişmenin olduğunu söyleyebiliriz. UNISEF’in 2005 yılını Fizik Yılı, Almanya’nın da bu vesileyle Einstein yılı ilan etmeleri, dün olduğundan daha önemli bir gelişmedir. Aynı zamanda 2005 yılının, Varoluşçuluğun temsilcisi olan Sartre yılı olarak ilan edilmesi de, bu tartışmalar içinde değerlendirilmesi gereken bir konu. Ve aydınlatma faaliyetimizi somut bir zemine indirmek içinde yararlanılabilecek gelişmeler. Einstein yılına dair başta Fizik bölümleri, fen fakülteleri ve bilim alanında yapılacak pratik etkinlikler, dünyanın gidişatını tartışabileceğimiz diğer üniversite ve fakültelerle birleşmenin olanaklarını da arttıracaktır. Nisan ayında gerçekleşecek olan Fizik Öğrencileri Kongresi’ne dönük hazırlıklar, bunun olanaklarını daha da genişletecektir. Ve bugünden bunun imkanlarının var olduğunu, ‘ufak’ bir çaba ile bu çalışmaların sonuç verdiğini söyleyebiliriz.
2005 yılının varoluşçuluğun önemli temsilcilerinden biri olan Sartre yılı ilan edilmesini, dünyadaki siyasal gericilik çerçevesinde anlamlandırmak gerekir. İkinci Dünya Savaşı’nın hazırlayıcısı olan kapitalizmin 1930 bunalımı, bu felsefenin ana kaynaklarından biri. İnsanı toplumsal bir canlı olmaktan soyutlayan bu görüş, insanı metafiziksel bir yöntemle soyutlamak anlamına da geliyor. Bu durumuyla da varoluşçuluk, insanı tek başına, yalnız bir varlık yaparak toplumla insanı karşı karşıya getiren bir felsefe olarak da yorumlanabilir. Ancak burjuvazinin bugün de yaydığı bireycilik, kariyerizm gibi ideolojilerin bu felsefe ile kurulan güçlü bağlarını görebiliriz. Özellikle aydın gençlik içindeki etkilerini dönem dönem burjuva yayın organlarında görmek mümkün. Bu nedenle, Ortaçağ gericiliğine ve onun her türden uzantısına karşı verilecek mücadelede, bu yılın Sartre yılı ilan edilmesinin önemini görmek gerekiyor. Bilim ve Düşünce Kitap Dizisi’nin ilk sayısını ‘Varoluşçuluk ve Sartre’ olarak belirlemesi, çalışmalarımızı güçlendirmesi açısından önemli. Nisan ayı içerisinde Uludağ Üniversitesi’nde yapılacak olan Felsefe Öğrencileri Kongresi, bu gelişmeler göz önüne alınarak, felsefe öğrencileri için önemli bir platform olarak değerlendirilmelidir.
Hans Heinz Holz’un Türkiye’ye gelişi ve Mayıs ayında İstanbul, Ankara, İzmir’de yapılacak etkinlikleri bu üç büyük il açısından önemli bir çalışma olarak ele almak gerekiyor.
KÜRT SORUNU VE TALEPLERİN SOMUTLANMASI
Kürt sorunu AKP Hükümeti’nin hem iç hem de dış politikasında belirleyici bir noktada duruyor. AKP, Kürt sorununa dair bölgenin aşiret, ağa ve zengin zümresi ile girdiği ilişki ve feodal bağların yarattığı olanaklar üzerinden kendi ‘çözümü’nü sunuyor. AKP’nin demokrasiden, halk ve halkçılık ve Kürt halkının en temel taleplerinden uzak ‘kendi çözümü’ içinde, Kürt halkını mevcut politikaya bağlanması hedefleniyor. Ancak bunun için, Kongra-Gel ve demokrat, halktan yana Kürt aydınlarının tasfiyesi gerekmektedir. Bu nedenle, AKP’nin Kürt sorununa dair ABD ile girdiği pazarlık, bunun üzerinden gerçekleşiyor. ABD’nin Ortadoğu ve içinde Türkiye’nin de dahil olduğu Kürt nüfusunun yaşadığı bölge için kendine dair planları var. Ve Kürt sorununu; Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak, denetimi altında tutmak için önemli bir koz olarak elinde tutuyor. Bu gelişmeler ve son olarak Uğur Kaymaz cinayetinin yaşandığı, toplu mezarların bulunduğu, Kürt sorununa AKP’nin yaklaşımının daha net göründüğü bir dönemde demokratik ve halkçı bir çözüm de pratik adımlarıyla birlikte tartışılması, elbette üniversiteler açısından da kaçınılmazdır. Toplantıya bölge gençlik konferansını yapmış olarak gelen bölge örgütümüzün üniversitelerde Kürtçe Kürsülerin açılması için başlatacağı çalışma, tüm bu gelişmeler içinde önemli ve pratik bir adım olarak değerlendirilmeli. Bu çalışma, aynı zamanda, Kürt sorununun demokratik bir tarzda çözümünün tartışılabileceği, Türk ve Kürt gençliğinin kardeşleşmesinin olanaklarını yaratacak pratik bir zemin de oluşturacaktır.
21 Mart Newroz Bayramı’nın Kürt halkı için önemini kavrayarak, bugünkü gelişmelere uygun bir tarzda ele aldığımızda, devrimci işçi partisinin Kürt sorununun çözümüne dair platformunu üniversite gençliği içinde tartışmamız önemlidir. Bu, aynı zamanda bir eğitim çalışması tarzında ele alındığında, bu soruna dair duyarlılığın daha da gelişeceğini söyleyebiliriz. Kürt sorununun çözümüne ve AKP’nin bugünkü politikalarının teşhirine dair genel aydınlatma faaliyetimiz, daha dar ve yakın çevremizle yapacağımız eğitim ve tartışma toplantıları ile birleşen bir tarzı da içermelidir.
8 MAYIS – FAŞİZMİN YENİLGİSİNİN 60. YILI
ABD’nin silah ve petrol tekellerinin kâr hırsı ve yayılmacı politikalarının en vahşi sonuçlarını Afganistan ve Irak’ta görebiliriz. Ekonomisinin önemli bir kesimini petrol ve silah tekelleri üzerine inşa eden ABD’nin bu zenginliğinin iki önemli dönemeci var. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları. Hitler ordularının Moskova Kapıları’nda yenilgiye uğratılmasına kadar 50 milyon insanın hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı’ndan ABD ekonomisini güçlendirerek çıktı. İkinci Dünya Savaşı insanlığın aklından silinmeyecek izler bıraktı. Tekellerin kâr hırsı ve emperyalist ülkelerin yayılmacı politikalarının faşizm olarak yüzünü gösterdiği savaşın sonuçları ve ilk işçi iktidarının kurulduğu Sovyetler Birliği ve onun temsil ettiği insanlığa dair evrensel değerler, bu savaşın iki yüzünü oluşturdu. Burjuva tarih anlayışının tüm çarpıtmalarına rağmen, bu gerçekler, aradan geçen 60 yıla rağmen, insanlığın bilgi hazinesinde yerini koruyor. 2005 yılının 8 Mayıs’ında faşizmin yenilgisinin 60. yılı nedeniyle tüm dünyada bu dönemin özellikleri ve bugüne bıraktıkları yeniden hatırlanacak.
Türkiye’de de, dünyadaki siyasal gelişmeler ve faşizmin yenilgisinin 60. yılı nedeniyle birçok ilde etkinlikler düzenlenecek. Üniversiteleri de bu sürecin önemli bir parçası olarak görmek gerekiyor. Merkezi etkinlikleri güçlendirecek tarzda ele alınacak yerel etkinlikler, bizi birçok insanla yüz yüze getirecek, dünü anlatırken aslında bugünü anlatmamızın olanaklarını yaratacaktır. Bu dönemi, tarih çarpıtıcılarına karşı verilecek mücadelede önemli bir dönem olarak ele almak gerekiyor.
PİYASACILIĞA VE GERİCİLİĞE KARŞI MÜCADELE
Ankara toplantısı, üniversite çalışmamızı ve aynı zamanda 2004 yılının üniversiteler açısından nasıl geçtiğini değerlendirmemizi olanaklı kıldı. Özellikle taşra üniversitelerinde ulaşımdan barınmaya kadar yaşanan altyapı sorunları, eğitimin her alanında alınan paralar ve maddi imkansızlıklar, üniversite yaşamının genelinde bir huzursuzluk olarak ortaya çıktı. Gençlik örgütlerimiz, öğrenci gençlik kitlesi açısından bu sorunların çözümü için bir platformu ortaya koyduğunda, gençliğin ana kitlesiyle bu mücadelede birleşme olanaklarını yakalamış olacaktır. İzmir’de şifre parasının verilmemesine karşı başlatılan çalışma, Kocaeli’nde yaz okulunun paralı olmasına karşı, Antalya’da yurt sorunları üzerinden yürütülen çalışmalar ve diğer illerden verilen örnekler birçok yönüyle sonuçlar çıkartabileceğimiz çalışmalardır. Kol, kulüp, ÖTK, meslek odaları ve diğer çevrelerin bu mücadele içine çekilmesi, mücadelenin nereden genişletilebileceği ve zenginleştirilebileceğini görmemizi kolaylaştıracaktır. Örneğin, Eskişehir’de ulaşım sorununa dair ÖTK’nın da içinde olduğu platform, bu çalışmaların nasıl bir tarzda ele alınması gerektiğini gösteriyor. Ancak bütün bu çalışmalar içinde yürüteceğimiz genel aydınlatma faaliyetimiz, AKP karşıtı kampanyanın içeriğinin anlatılması, eğitimdeki bu sorunlarını kaynağı ile dünyadaki siyasal gelişmelerin bağını kuracak bir bilgilendirme faaliyeti, bir eksiklik olarak karşımızda duruyor.
Burada, belli yönleri ile Adana çalışmasının üzerinde durmak gerekiyor. Adana Çukurova Üniversitesi’nin oluşturduğu AKP karşıtı platform ve ortaya çıkardığı olanaklar öğreticidir. Kulüplerin, ÖTK’nın, Eğitim Sen’in, Öğretim Elemanları Derneği’nin ve gençlik odalarının içinde olduğu platform, bugün hem oluşumu itibari ile siyasal bir duruşu temsil ediyor hem de üniversitenin birçok sorunu için mücadele edebilecek ve geniş öğrenci kesimlerini kucaklayacak bir olanak olarak duruyor.
AKADEMİK ÇALIŞMA VE OLANAKLAR
Ankara toplantısının ortaya koyduğu belli sonuçlar üzeride durmak gerekiyor. Öğrenci kongrelerine düne oranla daha planlı ve örgütsel bir yönelimin olması, akademik alanda yaşanan birçok tartışmaya katılmamızın ve kendi platformumuzu tartışmanın olanaklarını genişletmiştir. Dün “yönelmeliyiz” dediğimiz kol ve kulüp çalışmalarına bugün daha ileriden bir katılımın olduğu da yine toplantının önemli sonuçlarından biriydi. Üniversitedeki topluluklar, kulüpler, ÖTK, TÖK, mühendis odaları… vb. yapıların çalışmalarımız içinde bir yer edinmeye başlaması, bilimsel, demokratik ve özerk üniversite mücadelesinin bugün çok daha fazla olanaklar dahilinde yürütülebileceğinin de bir göstergesi. ODTÜ kulüplerinin bir araya gelerek kendi somut talepleri etrafında bir çalışmaya girmesi ya da Tekirdağ Üniversitesi Fizik Kulübünün akademik tartışmalardan, müfredata ve bilimi halkla buluşturma gayretine kadar birçok alanda bir duyarlılık örneği göstermesi, bu yapıların bu mücadelede önemli bir yer edindiğini tekrar hatırlamamızı sağladı. AKP karşıtı çalışmamız ve dünyadaki siyasal gericileştirmeye karşı verilecek mücadelede, bu olanların değerlendirilebileceği bir döneme girmiş bulunuyoruz. Üniversite entelektüel hayatına müdahale edebildiğimiz ve genel öğrenci kitlesinin somut taleplerini önemseyen bir noktada durduğumuzda, üniversitelerin bir mücadele merkezine dönüşebildiğini geçtiğimiz dönemin örnekleri bize gösterdi. Gazetemizin, dergilerimizin ve diğer yayınlarımızın bu mücadele içinde kullanımının güçlendirilmesi, yaygınlaştırılmasında yaşadığımız zaafların giderilmesine dönük atılacak adımlar, yine bu alanlarda yürüteceğimiz faaliyetin güçlenmesini sağlayacaktır.
Bütün bunlar kadar önemli olan bir diğer sonuç da, örgütümüzün genel yapısıyla, sorunları kendi içinde tartışıp duran, çalışmayı burada daraltan bir tarzdan çıkıp, gençliğin içinde çalışma ve faaliyet alanında gençlik hareketinin sorunlarını kendine dert edinen bir yönelime girmiş olmasıdır. 1 Mayıs İşçi Bayramı ve 6 Mayıs Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edildiği güne ruhunu verecek olan da, gençliğin lümpen yönlerinin eleştirilip durulduğu platformlar değil, gençliğin mücadeleci yönlerinin teşvik edildiği bir tarzda ele alınması gerektiği, yine toplantıdan çıkan önemli sonuçlardan biri.
Ankara toplantısının genel çerçevesi, üniversite çalışmamızda girdiğimiz olumlu yönelimin ilerletilmesi için olanakların gelişmiş olduğunu gösteriyor. Gençlik içinde ve onlarla birlikte mücadele geliştiğinde, özerk, bilimsel, demokratik ve anadilde eğitim mücadelesi daha da güçlenecektir.
*29 Ocak’ta Ankara’da üniversite gençliği ile yaptığımız toplantı, dünyadaki ve
Türkiye’deki siyasal gelişmelerin değerlendirildiği ve önümüzdeki dönem çalışma
planımızın ortaya konduğu bir toplantı olarak gerçekleşti. Bu yazıda amaçladığımız
toplantının genel çerçevesini sunmak.