Ermeni sorunu üzerine değinmeler

Her sene olduğu gibi, bu sene de, 24 Nisan tarihi yaklaşırken, Ermeni Soykırımı tartışmaları başladı. Bu sene tartışmalar daha yoğun oldu  Çünkü, bu sene Ermeni Soykırımının başlangıç tarihi kabul edilen 24 Nisan 1915’in 90. yıldönümüydü, ve Türkiye’nin AB’ye giriş süreci içinde olması , sorunun tartışılması için uygun bir siyasi ortam kabul edilebilirdi , ayrıca AB çevrelerince de Türkiye’yi sıkıştırmak için bu konu önemli bir vesile sayılabilirdi.
Tabii, yine her sene olduğu gibi, özellikle ABD’de Ermeni diasporasının etkili olduğu eyaletlerde anma törenleri ve eyalet meclislerinden karar çıkarma ya da meclislerde bu konuda konuşmalar yapma girişimleri ile Türkiye yetkililerinin bu girişimleri önleme çabalarına tanık olundu.
Bu sene, diğerlerinden farklı olarak, meclislerden karar çıkarma ya da kınama konuşmaları yapma girişimleri, sadece ABD ile sınırlı kalmadı. Avrupa’nın pek çok ülkesinde de Ermeni Soykırımını kınayan karar ve konuşmalar gündeme geldi.
Türkiye’nin devlet yetkilileri de, 90. yılın önceki yıllardan farklı olacağını hesaplayarak, ellerini fazla çabuk tutmasalar da, önlemler aldılar.
Devlet, Ermenilerin iddiaları karşısında, bu yıl; Ermenileri muhatap almama, iddialara cevap vermeme, “bu meseleyi benim karşıma çıkarırsan, seninle ilişkilerimizde zedelenmeler olur” tutumunu bıraktı.
ABD ve AB karşısında, ekonomik ve siyasi olarak “eli mahkum” durumuna düşen siyasi iktidar, Türkiye’nin bu meseleyi de tartışmaktan kaçmayacağını ilan etti.
Böyle bir politika için kendince tedbirler almıştı. Daha 12 Eylül darbesi günlerinde devlet arşivlerindeki aleyhteki belge ve bilgiler imha edildiğinden, Ermeni sorunu ile ilgili belgelerin herkes tarafından incelenebilmesi için devlet arşivlerinin incelemeye açılacağı ilan edildi. Ayrıca, Ermeni iddialarını “bilimsel metodlar”la çürütmek için, bilimadamlarından bir ekip oluşturuldu. Bunlara bir de kitap yazdırıldı.
Bu hazırlıklardan sonra, Başbakan Tayyip Erdoğan, yeni resmi politikayı ilan etti. Türkiye Ermenistan ile ilişkilerini iyileştirmek istiyordu, 90 yıl önce yaşananlar bu ilişkileri etkilememeliydi ve tarihte yaşananları iki taraftan bilimadamları özgürce tartışmalı ve gerçekler açığa çıkarılmalıydı.
İlk bakışta, Erdoğan’ın yaklaşımı demokratik ve sorunu çözücü bir yaklaşım gibi görünüyordu.
Ama, Erdoğan’ın yeni politikayı açıklamasından bu yana geçen süre zarfında, Erdoğan ve Türkiye egemenlerinin bu yaklaşımlarında samimi olmadıkları açıkça görüldü.
Türkiye egemenleri, politikalarını iki olasılık üzerine kurmuşlardı. Nasıl olsa, Ermenistan’da yönetimde olan milliyetçi Ermeni parti ve politikacıları, Türkiye’nin uzattığı eli geri çevirir ve akademi çevrelerinin konuyu tartışmasına razı olmazdı. Akademisyenlerin tartışmasına razı olsalar bile; tartışmalara katılacakların belirlenmesi, bunlara yapılacak itirazlar, tartışmaların yönteminin belirlenmesi yıllar sürecek bir süreç olacaktı. Bunlar halledilse bile, tartışmalar da yıllar sürebilirdi. Sonuçta, bütün dünya Türkiye’nin tartışmadan kaçmayan, sorunun çözümüne olumlu yaklaşan taraf olduğunu görecek; ama sorun tartışılmayacak ve çözülmeyecekti.
Hükümet ve egemen güçlerin Ermeni politikası kimseyi ikna etmedi. Kısa süre içinde de AKP Hükümeti’nin foyası ortaya çıktı.
Erdoğan Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesi için hiçbir ön koşul ileri sürmediklerini söylemişti, ama, Ermenistan yetkililerinin sınırın açılması talebi karşısında, hemen koşullar sıralanmaya başlandı. Ermenistan, önce 1920 Kars Antlaşması’nı tanımalıydı. Ve Türkiye’den toprak talep etmemeliydi. Bunlar karşılanmadan Ermenistan sınırının açılması söz konusu olamazdı.
Oysa, Türkiye’nin ileri sürdüğü iki talep de, sınırın açılması için zorunlu talepler olamazdı. Gelmiş geçmiş bütün siyasi iktidarlar, yıllardır, Suriye’nin, Yunanistan’ın, SSCB’nin Türkiye’den toprak talep ettiğini ileri sürer, ama Türkiye’nin bu üç ülke ile de sınırları açıktır ve ilişkileri de Ermenistan’dan daha iyidir. Örneğin ABD, hala, Türkiye’nin kuruluş anlaşması olarak kabul edilen Lozan Anlaşmasını tanımamaktadır, ama Türkiye egemenleri, altmış senedir, ABD ile ilişkilerini en üst düzeyde sürdürmektedir. Yani Ermenistan sınırının açılması için AKP Hükümeti’nin ileri sürdüğü koşullar, ilişkileri iyileştirmek istememenin gerekçeleridir.
Egemen güçlerin, Ermeni sorununun akademisyenlerce serbestçe tartışılması önerisinde de samimi olmadığı, kısa sürede anlaşılmıştır. Ermeni sorununu resmi görüşten farklı değerlendiren bütün akademisyenler ve aydınlar, başta medya olmak üzere, egemenlerin her türlü araçları ile karalanmış ve baştan “hain”, “satılmış” ilan edilmiştir. Resmi teze karşı olanların, bütün baskılara rağmen, Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlemek istedikleri bir konferans ise, Hükümet ve YÖK’ün baskısı ile engellenmiştir.
Türkiye egemen güçlerinin, Ermeni sorununu çözmek istememesi, emperyalist devletlerin işine gelmektedir. Başta ABD olmak üzere, (son yıllarda pek çok Avrupalı devlet de ABD’ye eklendi) Fransa ve diğer devletler, Ermeni sorununu Türkiye’nin yumuşak karnı olarak değerlendirmekte ve Türkiye’den bir takım tavizler koparmak, bazı politikalarını kabul ettirmek için, Ermeni sorunundan yararlanmaktadır.
Aslında ABD ve Fransa’da emperyalist güçler tarafından desteklenmese ve Türkiye’ye karşı ellerinde bir kart olarak değerlendirilmesi Ermeni diasporasının siyasi etkisi de çok etkili değildir.
Her 24 Nisan yaklaştığında, Türkiye iktidarının temsilcileri, ABD ve Fransa başta olmak üzere, emperyalistlere, meclislerinden bir tasarı ya da karar geçirmemeleri için yalvarmaktadır. ABD’de, yalvarma ve lobi faaliyetlerine, Türkiye’nin yanına İsrail Devleti ve lobisi de katılmaktadır. Emperyalistler, her 24 Nisan’da, Ermeni sorununun meclislerinde Türkiye aleyhine çok güçlü bir şekilde ele alınmaması için, Türkiye’den taviz üzerine taviz koparmaktadır. İsrail de, elbette, yardımlarının karşılığını fazlasıyla almaktadır. Bu sene, ABD’de Ermeni sorununun çok gürültülü bir şekilde gündeme gelmemesinin karşılığı olarak, ABD, AKP Hükümeti’ne, İncirlik Üssü konusunda, son birkaç senedir atmakta nazlandığı imzayı attırmıştır. AB ise, daha önce pek çok kere başka nedenlerle yaptığı gibi, Ermeni sorununu gündeme getirerek, Türkiye’nin başka konularda pazarlık yapmasının önünü tıkamakta ve AB’ye üye olma sürecinde bu gibi konuları gerilim gerekçesi yaparak, diğer tartışma konularını ötelemektedir. Türkiye, AB ile, Ekim ayında, AB müktesabatına uyum için müzakere masasına oturacaktır. Ama, binlerce sayfalık müktesabat tartışmalarından çok, bu masada, yine, şimdiye kadar olduğu gibi, Türkiye; Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, Ege sorunu vb. ile karşılaşacaktır. Elbette, AB de, samimi olarak bu sorunların cözümünü talep etmemekte, çözüm yolları aramamaktadır. AB’nin politikası, Türkiye’nin çözmekten korktuğu ya da çözemediği sorunları, Türkiye ile pazarlıkta kendi lehine kullanmaktır. Nitekim, yıllardır demokrasi sorununu Türkiye’ye karşı kullanan AB, demokratik hiçbir ilerleme ve iyileştirme söz konusu olmadığı halde, Kopenhag Kriterleri tamamlanmıştır diyerek, Türkiye’ye 17 Aralık’ta müzakere günü vermiştir. AB, Ermeni sorununu, muhtemelen bundan sonra, daha önceleri olmadığı kadar Türkiye’nin gündemine getirecektir.
Ermeni Soykırımı sorunu, denebilir ki, Ermeni diasporasının varlık nedenidir. Elbette, dünyanın çeşitli yerlerine göç etmiş Ermenilerin torunları, 90 yıl önce dedelerine, ninelerine yapılanları unutmak istemeyecektir. Dedelerine, ninelerine yapılanların unutulmamasını, kınanmasını talep edeceklerdir. Ama, bu talepler, onların, ABD ve Fransa gibi ülkelerde bir arada olmalarının, bir etnik grup olarak varlıklarını korumaları ve sürdürmelerinin, lobi faaliyetleri yapabilmelerinin temelini de oluşturmaktadır. Bu şekilde, etnik varlıklarını, siyasi bir güç olarak da, vatandaşı oldukları bu ülkelerde kullanabilmektedirler. Herhalde ABD ve Fransa’da yaşayan Ermenilerden aklı başında hiç kimse, “bir gün Türkiye Devleti yıkılır da, biz de, dedelerimizin topraklarına gideriz ve kendi devletimizi kurarız” diye düşünmüyordur. SSCB dağıldıktan sonra bile, Ermenistan’a gelip yerleşen ABD’li ve Fransa’lı Ermeniler olmadığına göre, diasporadaki Ermenilerin, bir gün Anadolu’ya dönmeyi tasarladıklarını düşünmek, pek gerçekçi olmaz.
Ermeni tehciri sırasında Suriye’ye sürülen Ermenilerden sağ kalanların bir kısmı Suriye ve Lübnan’a yerleşirken, büyük çoğunluğu da, ABD ve Fransa’ya göç etmişti. ABD ve Fransa’da yaşayan Ermenilerin üçüncü, dördüncü kuşak gençleri, bugün içinde yaşadıkları topluma asimile olmuş durumdadır.
Ermenistan ise, ekonomik durumu kötü, doğal kaynaklara sahip olmayan, askeri gücü de ancak Azerbaycan’a yeten bir ülkedir. Bu nedenle, ne Türkiye’den toprak talep etmektedir, ne de böyle bir talebi olsa bile bu talebini elde edecek güce sahiptir. Elbette, ileride ne olacağını bilmek mümkün değildir. Ama, hiçbir ülke, dış politikasını, “şu ülke ileride güçlenecek ve benden toprak talebi olacak ya da beni yok edecek” spekülasyonu üzerine kuramaz.
Üstelik iç güçlere dayanmayan talepler gerçekleşebilir değildir. Bu açıdan bakıldığında, geçmiş bir yana, bugün, Türkiye’nin Ermeni nüfusu çoktandır birkaç büyük ile toplanmış durumdadır ve ülkenin hiçbir bölgesinde, ciddiye alınabilir bir toprak (ve devlet) talebine dayanaklık edebilecek bir yoğunluk oluşturmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak çoğunlukla İstanbul’da yaşayan, sayıları iyice azalmış Ermenilerin, Türkiye için bir tehdit olduğunu iddia etmek için, sadece kötü niyetli olmak gerekir.
Bu nedenlerle, Türkiye egemenlerinin Ermeni sorununu çözmek istemeyişinin nedeni, “devletin yıkılması”, “ülkenin parçalanması” vb. olamaz. Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmeme ve sınırları açmama politikası, şoven gericiliğin ulusal tahammülsüzlüğünün yanında, esas olarak, Azerbaycan ile ilişkileri sıkıntıya sokmamak içindir. Azerbaycan, Türkiye için yağlı bir lokmadır. Azerbaycan’ın petrol kaynaklarına sahip olması, Azerbaycan’da çok sayıda Türkiye’li işadamının faaliyet göstermesi, ordusunun Türk Ordusu tarafından yeniden yapılandırılması vb.’nin yanı sıra “Türkler ve Azeriler tek ulus, iki devlettir” söylemi ile, iki ülke arasında ilişkilerin geldiği boyut ve Türkiye burjuvazisinin gelecekteki beklentileri, Türkiye egemen güçlerinin, bu ilişkileri, Ermeni sorununu çözmek için kolayca bozulamayacak ilişkiler olarak görmesine neden olmaktadır. Ayrıca, Ermeni sorunu, içte, emekçi halkı bölerek ve korkutarak yönetmek açısından kolayca vazgeçilemeyecek bir etkendir. Yıllardır “dış güçler ülkemizi bölmek istiyor. Sevr anlaşması ile çizilen haritaya göre, Türkiye’yi parçalayıp Ermenistan ve Kürdistan kuracaklar” propagandası yapan egemen güçler, Türk halkını yedeklemeyi ve yönetmeyi kolaylaştıran bu propagandanın etkilerinden kolayca vazgeçmek istemiyor.

***
Ermeniler de, Kürtler gibi, Anadolu’nun yerli halklarındandır. Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman, bu iki halkı burada bulmuşlardır. Türklerin Bizans ordularıyla savaşlarında, Kürtler ve Ermeniler, Türklerin yanında saf tutmuştur. Bütün bir Osmanlı İmparatorluğu boyunca da, Kürtler, doğuda Osmanlı devletinin sınırlarının bekçiliğini yaparken, Ermeniler, sanatkarlık ve zanaatkarlıkları ile Osmanlı kültüründe önemli yer edinmiş, siyasi tutum olarak da  Osmanlı yöneticilerinin yanında ve yönetsel aygıtın içinde yer almışlardır. İçlerinde en tanınmışı Mimar Sinan olan, pek çok Ermeni ustası, Anadolu”nun imarında belirleyici roller oynamıştır.
Ulusal boğazlaşma ve çatışmalar, kapitalizmle birlikte, burjuvazinin pazar talebi ve kavgası olarak tarihte boy göstermiştir. Daha önce din adına ve kral için yapılan savaşların yerini, ulus adına, uluslar arasında savaş ve çatışmalar almıştır.
Kapitalizmin gelişmesiyle, Batıya göre daha geri olan Osmanlı devleti, zayıflamaya ve güç kaybetmeye başladıktan sonra, Batılı sömürgeci kapitalist devletlerin göz koyduğu bir pazar haline gelmiştir. Osmanlı, bu dönemde, bir taraftan Kuzey Afrika ve Avrupa’da toprak kaybederken, diğer taraftan toprakları içinde ulusal ayaklanmalara sahne olmuştur. Osmanlı topraklarında da kapitalizmin, önce batıda gelişmesi, ulusal ayaklanmaların batıdan başlamasının nedenidir. Yunan ve Bulgar ayaklanmaları ve bunlardan güç alan Arnavut ayaklanması ulusal ayaklanmalardır.
Elbette Osmanlı topraklarındaki bütün ulusal ayaklanmalar, emperyalistler tarafından desteklenmiştir, ama bu durum, ulusal başkaldırıların kaçınılmaz olduğu ve pek çok durumda ilerici rol oynadıkları gerçeğini değiştirmez.
Osmanlı topraklarındaki ulusal topluluklar olarak, Rumların, Ermenilerin ve Kürtlerin durumu ise, Yunan ve Bulgarlardan farklı olmuştur. Kürtler, Yunan ve Bulgarlar gibi, belirli bir toprak üzerinde toplu yaşadıkları halde, bu bölgede kapitalizmin gelişmemesi dolayısıyla, Yunan ve Bulgarların ulusal talepleri gibi taleplerin ortaya çıkması gecikmiş ve ulusal bir başkaldırı yirminci yüzyıla kadar olmamıştır.
Rumlar ve Ermeniler ise, Anadolu’da belirli bir bölgelerde yoğunlaşmaktan çok, diğer etnik gruplardan halklarla birlikte ve iç içe yaşamıştır. Ermenilerin Doğu ve Kuzeydoğuda, Rumların ise Batı Anadolu’da belli bir yoğunluğu söz konusu olsa da, durumları, Yunanistan, Bulgaristan, Mısır, Libya, Arabistan vb.’den farklıdır. Üstelik Osmanlı’nın son günlerine gelindiğinde, ekonominin önemli mevzilerinde de, Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler bulunmaktadır.
Osmanlı aydınları, özellikle Osmanlı ordusu içindeki subaylar içinde Batıdan etkilenerek filizlenen milliyetçilik, önce Osmanlı milliyetçiliği olarak gelişirken, daha sonra, Türk milliyetçiliği olarak boy atmıştır.
Giderek, Osmanlı’nın çöküşe yöneldiği koşullarda Osmanlıcılığın çözüm oluşturamadığı ortaya çıktıkça, egemen güçler içinde, Türk milliyetçiliği ve Türklük  baskın gelmiştir.
Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ruslarla işbirliği yaptıkları gerekçesi ile, Anadolu’dan Suriye’ye tehcir edilmiş ve bu tehcir sırasında, yüzbinlerce Ermeni yaşamını yitirmiştir.
Rumlar ise, Kurtuluş savaşı sırasında işgalci Yunun Ordusu ile işbirliği yaptıklarıı gerekçesi ile, Yunanistan’la Türkler karşılığı değişilmiş ve Anadolu’dan düpedüz kovulmuştur.
1915 de Ruslarla işbirliği yapan, Rus Ordusu’nun yanında savaşan ya da silahlı gruplar oluşturup Türk ve Kürt köylerine saldıran Ermeniler olmuştur, ama yüzbinlerce Ermeni, böyle bir eylem içinde olmamıştır. Aynı biçimde, işgalci Yunan ordusuna katılan, işgalcilerle işbirliği yapan ve Türk köylerine saldıran Rumlar da olmuştur, ama yine yüzbinlerce Rum, bu eylemlere katılmamıştır. Buna rağmen, İttihat Terakki ve Türk milliyetçiliği, Ermeni ve Rum çetelerini, Anadolu’yu Ermeni ve Rumlardan temizlemek için fırsat bilmiştir.
Birinci Dünya savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonrası, Türkiye’nin etnik coğrafyasında önemli değişiklikler olmuştur.
1915’te yaşananların, İttihat ve Terakki hükümetinin yaptıklarının, adı ne olursa olsun, onaylanamayacağı ortadadır. Bugünden bakıldığında, yaşanan, tarihsel bir haksızlıktır. Kınanması gerektir. Hiçbir katliamın haklı nedeni olmaz. Ancak bundan Türkiye halkının sorumlu tutulamayacağı da kesindir. Bütün bir halk suçlanamaz. Soykırım, katliam ya da neyse, bunu gerçekleştiren İttihat ve Terakki iktidarıdır, egemen burjuvazidir. Halkın bu katliamla bir ilgisi yoktur. Çok sayıda Ermeninin komşuları Türkler tarafından tehcirden olduğu kadar öldürülmekten de kurtarıldığı bilinmektedir. Halklar, burjuva egemenler tarafından kışkırtılmadığı ve yönlendirilmediği sürece, etnik, dinsel ayrım gözetmeden bir arada yaşar, yaşamıştır. Tıpkı şimdi Kürt ve Türk emekçilerinin aynı fabrikada, aynı işyerinde, aynı mahallede birlikte çalışıp birlikte yaşadığı, sevinci ve kederi paylaştığı gibi, 1915’te de Ermeni, Rum, Kürt ve Türkler birlikte yaşayıp, aynı sevinci, kederi ve kaderi paylaşıyorlardı. Hemen herkesin dedesi, ninesi, anılarında, bir Rum komşusundan, bir Ermeni ustadan söz eder.
Fakat, bugün Ermeni sorununun özü, 1915’te soykırım oldu mu-olmadı mı meselesi değildir. Halklar, yaşamlarını tarihin tozlu ve kirli sayfalarına kapanarak sürdürmezler. Evet, Ermeniler tarihsel bir haksızlığa uğramışlardır. Geri dönülemeyeceğine göre, önemli olan bugündür, iki halk, iki ulus arasındaki bugünkü ilişkiler ve bu ilişkilerin hakça, eşitçe ve karşılıklı saygıya dayalı olarak düzenlenmesidir.
Birinci olarak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve Türkiye’de yaşayan Ermeniler üzerindeki her türlü baskı ve ayrımcı uygulamaya son verilmesi, Ermenilere “içimizdeki düşman” muamelesi yapılmaması zorunludur. Lozan anlaşmasının zorlaması ile değil, ülkemizin vatandaş ve sahilerinden olmaları dolayısıyla, Ermenilerin her türlü kültürel, etnik hakları tanınmalı ve yasalarla güvence altına alınmalıdır. Sosyal ve siyasal alanda bütün haklardan eşit olarak yararlanmaları sağlanmalıdır.
Komşumuz olan ve tarihsel haksızlık da içinde, sorunların yanında, aramızda tarihi bağlar da bulunan Ermenistan ile dostane ilişkiler geliştirilmelidir. Ermenistan ile sınırlar açılmalı, hava ve kara yolu ile yolculuk edilmesi kolaylaştırılmalı, iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurulmalı, elçilik ve konsolosluklar açılmalı, her iki ülkenin okul kitapları ve diğer yazılı yayınlarından birbirine karşı düşmanlık içeren kısımlar çıkarılmalı, halklar arasında ilişkilerin gelişmesi için kültürel, sanatsal ortak etkinlikler düzenlenmeli, bunun için tedbirler alınmalıdır.
Ülkemizde yaşayan yurttaşların etnik aidiyetlerine karşı propaganda yasaklanmalı ve etnik aşağılamayı içeren yazı ve sözler yasal yaptırımlara konu edilmelidir. Aynı şekilde, komşularımıza yönelik düşmanlık ve aşağılayıcı ifadeler içeren propaganda da yasal yaptırımların konusu olmalıdır.
İşçi sınıfı ve emekçilerin etnik ayrılıklardan, düşmanlıklardan çıkarı yoktur. Onun düşmanı sınıfsaldır. Burjuvazi, Ermeni, Türk, Kürt ayrımı yapmadan işçi sınıfını sömürmekte ve baskı altında tutmaktadır. Baskıdan ve sömürüden kurtulmak için, işçi ve emekçilerin Türk, Kürt, Ermeni, Rum ayrımı yapmadan birleşmesi ve burjuvaziye karşı mücadele etmesi zorunludur.
İşçi sınıfının sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız dünyasında etnik farklılıklar, sadece insanlığın çeşitliliği ve ilerletici özellikleri olarak kabul görecektir.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑