Kısa bir süre önce, Latin Amerika’nın Pasifik kıyısındaki küçük ülkesi Ekvador’da yaşananlar; bütün bir yarı kıtanın sorunları, özlemleri, kavgası ve dinamiklerini bir kez daha ortaya koyan ve yansıtan bir özellik taşıyordu.
Ne oldu Ekvador’da?
2002 yılında yapılan seçimlerde, ezilen emekçi halkın özlemlerini dile getirerek, onların desteğini alan eski Albay Lucio Gutierrez, devlet başkanlığına seçilmişti. Onyıllarca, askeri yönetimler ya da Hristiyan Demokrat veya Sosyal Demokrat etiketini kullanan oligarşi partileri tarafından yönetilen bir ülkede, Gutierrez’in, emekçi halk taleplerini ifade eden kişi olarak ve üstelik de muz plantasyonlarının sahibi bir mülti milyardere karşı seçim kazanması, emekçi halk saflarında bir zafer olarak algılanmıştı.
Ekvadorlu devrimciler ve yerli kızılderili halk örgütleri de Gutierrez’i seçim kampanyasında desteklemiş, zaferinden sonra da hükümette yer almayı kabul ederek destek sunmuşlardı.
Ama işin rengi, çok kısa sürede belli oldu. 2000 yılındaki büyük halk isyanının öne çıkarıp “adam ettiği” Gutierrez’in, hiçbir politik tecrübesi ve programı yoktu. İktidar hırsı tatmin olup koltuğa oturduktan sonra, emperyalizme teslim olup, işleri de kurulu hazır devletin çelik çekirdeğine devretmekten başka bir şey yapmadı. ABD tekellerinin ve IMF başta olmak üzere uluslararası finans kurumlarının dayatmalarına uygun ekonomik politika, Amerika’nın bölgedeki çıkarlarına uygun politik-askeri çizgi dışına çıkılmadı. Temel tüketim maddelerine zam, özelleştirmeler, “plan Kolombiya”nın bir unsuru olmayı kabullenme vb. Gutierrez’in çizgisi oldu.
Tabii ki bu durum, onu desteklemiş olan halk kitlelerinin saflarında büyük bir hayal kırıklığına yolaçtı. Önce komünistler, ardından da yerli-kızılderili halk hareketi, Gutierrez hükümetine verdikleri desteği geri çektiler. Eski isyancı Albay, parlamentoda ancak gerici partilerin desteğiyle ayakta kalabilen bir azınlık hükümeti ile baş başa kaldı.
Halkın talepleri ise, olduğu gibi duruyordu ve çok zaman geçmeden kitleler yeniden sokağın yolunu tuttular.
İktidar hırsına aşırı ölçüde kapılan Gutierrez, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu vb. gibi bazı devlet kurumlarını, kendinden öncekilerin yaptığı gibi, kendi adamları için bir arpalık olarak kullanmaya kalkıştığında, burjuva partilerin kerhen verdiği desteği de yitirdi. Sistemin esasına dokunulmaksızın, bir dönem de ‘sol’cu birisinin başkan olmasına tahammül göstermeyi kabul etmiş olan oligarşi, sistemin temel kurumlarıyla oynanmasına göz yummayacağını hemen belli etti.
2004 yılı Aralık ayında, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu mensuplarının değiştirilmesi ile birlikte, bir kurumsal kriz patlak verdi. Gutierrez ve yandaşlarıyla, geleneksel oligarşi partileri arasındaki kayıkçı kavgası, üç dört ay sürdükten sonra, Nisan ayı başında, eski hırsız diktatörlerin ülkeye geri dönmelerine izin verilmesiyle birlikte zirvesine ulaştı. Bu son karara halk büyük bir tepki gösterdi ve sokağa çıkarak, Gutierrez ülkeden defoluncaya kadar eylemlerine devam etti.
ÜSTÜSTE ÜÇ DEVLET BAŞKANI SOKAK HAREKETİ İLE YIKILDI
Gutierrez, halkın sokaktaki mücadelesi nedeniyle kaçmak zorunda kaldı. Ama olayların seyri öyle bir görüntü yarattı ki, bu işten karlı çıkanlar, Gutierrez ile sahte bir kayıkçı döğüşüne girmiş olan hristiyan ve sosyal demokratlar oldular. Devrik başkanın yerini, sokak eylemleri esnasında sözde eleştirmen pozisyonuna geçen yardımcısı aldı.
Ekvador halkı, böylece, üst üste üçüncü devlet başkanını da, görev süresi dolmadan ve sokak hareketiyle kovmuş oluyor. Daha önce de 1997’de Abdala Bucaran, 2000’de Jamil Mahuad, halk isyanları nedeniyle görevi bırakıp kaçmak zorunda kalmışlardı.
Halk iş istiyor, daha iyi ücret istiyor, temel tüketim mallarına ikide bir fahiş zam istemiyor, ekonomik durumun düzeltilmesini talep ediyor, bölgede ABD emperyalizminin elinde maşa olunmamasını, komşu Kolombiya’ya karşı Ekvador topraklarında ABD askeri üssü bulundurulmamasını talep ediyor. Gençlik, özgür ve mutlu bir gelecek talep ediyor.
Bir avuç oligarkın ve ABD yetiştirmesi bir askeri kastın yönettiği bu küçük ülke, kaynamaya devam ediyor. Talepler olduğu gibi duruyor, özlemler giderilmiş değil.
Üç burjuva gerici hükümeti yıktıktan sonra, şimdi sıra artık, halkın istem ve özlemlerini gerçekten yansıtan, onu temsil eden bir hükümetin kurulmasına gelmiş bulunuyor. Halkçı Demokratik Hareket (MPD), bu talebi, “halkın tüm kesimlerini temsil eden ve onun istemlerini gerçekleştirmeyi kendisine program yapan bir hükümetin kurulması” şeklinde ifade etmiş bulunuyor.
Ekvador, tüm yarı kıta çapında olup bitenlerin bir prototipi durumundadır. Öteki ülkelerdeki kaynaşmalar, ondan geri kalır değildir.
BÜTÜN LATİN AMERİKA MÜCADELE ALANI
Latin Amerika, ulusal ve sınıfsal mücadelelerin yoğun ve yaygın olarak yaşandığı bir bölgedir. İşçilerin ve emekçi halkların kısmi ya da toplu mücadele içerisinde olmadıkları hiçbir bölge ülkesi yoktur neredeyse.
Bu mücadeleler, neoliberal politikalara, emperyalist bağımlılığa karşı sürdürülüyor. Artan sömürüye, derinleşen krize, emperyalist kurumların müdahalelerine karşı yürütülüyor.
Arjantin’den Meksika’ya ve Orta Amerika ve Karayipler’e kadar, tüm Güney Amerika, benzer sorunları ve benzer bir süreci yaşıyor. Emperyalist sömürü ve baskı; yoksulluğun artmasına, işsizliğe, güvencesizliğe, çöken bir sistemin neden olduğu tüm ahlaki moral kokuşmuşluğa, artan dış borçlara, “yeniden yapılandırma planları”na, kamu işletmelerinin ve sosyal sigortanın özelleştirilmesine neden oluyor.
Dolayısıyla, şehir ve kır emekçileri de kıta çapında, bu duruma tepki gösteriyor, öfkelerini çeşitli biçimlerde ifade ediyorlar. Tekelci kapitalizmin hizmetindeki uluslararası kuruluşların dayattıkları “yeniden yapılanma” planları ve yolsuzluk, çürüme; neoliberalizme karşı güçlü kitlesel mücadelelere yol açtı. Toplumsal değişim isteği daha güçlü olarak ifade edildi. Anti-oligarşik, demokratik, sol ve devrimci güçler, gösterilere, grev ve eylemlere, halk isyanlarına ve hatta silahlı mücadelelere önderlik ettiler.
Kolombiya’da emperyalizm işbirlikçisi devletin ordusu ve milisleriyle, esas olarak köylülüğe ve köylü gençliğe dayanan gerilla hareketleri arasındaki silahlı savaş, elli yıldır sürüyor. Bir taraftan da, giderek bir kördüğüme dönüşen ve emekçi halk saflarında umutsuzluk eğilimlerinin ortaya çıkmasına, silahlı grupların saflarında yozlaşmaya sebep olan, gericiliğin aralıksız sosyal siyasal saldırıları için meşruiyet kılıfı olarak kullandığı bu girdaptan çıkış yolu arayışları da sürüyor. Onun yerine, işçilerin köylülerin, gençliğin ve öteki emekçi tabakaların kitlesel mücadeleleri, kendi mecrasında ve bir başka coşkuyla uç veriyor. Özgür bir Kolombiya için ve emperyalist müdahalelere karşı emekçi halk muhalefeti gelişiyor. İçerisinde sendikaların, köylü ve gençlik örgütlerinin, semt koordinasyonlarının yer aldığı birleşik halk cephesi tarzında mücadele örgütleri kuruluyor.
Venezuela’da halkın oylarıyla işbaşına gelmiş olan Chavez hükümeti, emperyalist müdahalelere ve gericiliğin tüm çabasına rağmen ayakta kalmayı bildi. Başvurulan her halk oylaması, Chavez’e olan desteğin artarak devam ettiğini gösterdi. Chavez yönetimi, emperyalizme ve oligarşiye karşı direnmeye devam etti, ulusal egemenliği savunan yurtsever bir tutum takındı ve önceki hükümetlerin hiç kulak asmadıkları bazı emekçi halk taleplerine olumlu yönde yanıt verdi. Eğitim, sağlık alanında ilerlemeler kaydetti, en yoksullara maddi destek temin etti, toprak reformu doğrultusunda adımlar attı. Geçen yılın Ekim ayında yapılan bölgesel seçimlerde, Chavez’ciler, 22 bölgenin 20’sini ve Başkent Caracas belediye başkanlığını kazandılar. Girdiği her seçimden büyük bir yenilgiyle çıkmış olan emperyalizm işbirlikçisi gerici muhalefet, şimdi artık başsız kalmıştır. Son seçimlerde ortaya çıkan sonuçlar, hem emperyalizm ve hem de tüm güçlerini ortaya koyan basın-medya organlarının tüm imkanlarına sahip olan gerici muhalefet için de bir yenilgidir. Emekçi halkın istemlerine sahip çıkan, taleplerine de az çok yanıt veren Chavez yandaşları için de büyük bir başarı olmuştur.
Arjantin halkı, 2001 yılında, De la Rua hükümetinin neoliberal açlık ve sefalet saçan politikasına karşı, “argentinazo” ayaklanmasına girişti. Arjantin gibi zengin kaynaklara ve küçümsenmeyecek bir sanayi temeline sahip bir ülke, yıllarca IMF’nin kobayı olarak kullanıldıktan sonra, iflas ilan etme noktasına gelmişti. İşçiler, işsizler, yoksul semtlerin açları, gençler ve hatta krizden büyük ölçüde zarar gören orta tabakalar, isyanlarıyla, tüm gericileri şaşkına çevirdiler. Hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Kısa bir süre içerisinde birkaç tane hükümet değişti. Peroncu Kirchner, bu hareketin coşkusuna yaslanarak iktidara geldi ve bazı konularda adımlar atmak zorunda kaldı. Şimdi, iki taraf da, biraz soluklanma evresindedir. Arjantin, dipten gelen güçlü halk hareketlerine gebe bir ülke olmaya devam ediyor.
Yarı kıtadaki bir başka önemli gelişme ise, Brezilya’da, ABD emperyalizminin ve oligarşinin manevralarına rağmen, Lula da Silva’yı işbaşına getiren güçlü halk hareketidir. Değişim isteğini ve demokratik taleplerini hâlâ gündemde ve canlı tutan bu hareket, Latin Amerika’nın bugünkü toplumsal koşullarında önemli bir yer tutmaktadır.
Lula hükümeti iki çizgi arasında bulunmaktadır. Bir taraftan, Brezilya büyük burjuvazisi ve emperyalizm alanını genişletirken, öte tarafta da, işçi ve halk hareketi Lula’dan, tutarlı olmasını, verdiği sözlere bağlı kalmasını talep etmektedir. Geçen haftalarda topraksız köylülerin, başkent Brasilia’ya kadar yaptıkları yürüyüş, bu bakımdan anlamlı idi. Milyonlarca evsiz ve topraksız insanı temsilen başkente yürüyen 15 bin kadar emekçi, Lula’dan verdiği söze sadık kalmasını talep ettiler. Aksi takdirde, ülke çapında toprak işgallerine yeniden girişeceklerini ilan ettiler.
Topraksızlar hareketi ve komünist kollektiflerin, ileri emekçi örgütlerinin etkili olduğu bölgelerde, geçen yılın Ekim ayında yapılan seçimlerin sonuçları da benzer mesajlar vermişti. Seçimlerde 5562 belediyeden 3123’ünü hükümeti destekleyen partiler kazandılar. Toplam oyların % 64’ünü elde eden bu partiler, 26 eyalet başkentinden 20’sini de kazandılar. Ama Lula’nın partisi PT (Emekçiler Partisi), Porto Allegre ve Sao Paulo gibi iki büyük ve önemli kenti ve sol muhalefetin güçlü olduğu birçok yerleşim birimini kaybetti.
PT’nin, IMF diktelerini aşmayan çizgisi eleştirildi ve sandıkta cezalandırıldı. Ama halk, hâlâ umudunu yitirmiş değildir. Şimdilik Lula’nın iktidarına karşı açık mücadele yerine, onu, verdiği sözlere sahip çıkmaya davet eden bir mücadele çizgisi egemendir. Devamı, izlenip görülecek.
Şili’de yıllarca süren faşist karanlığın hesabı, yavaş yavaş sorulmaya başlanıyor. Pinochet askeri diktatörlüğünden sonra, “yumuşak geçiş” gerçekleştirme göreviyle işbaşına gelen Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratların yarattıkları hayal kırıklığına karşı tepki giderek büyüyor.
Demokratik Sosyal İktidar Hareketi (PODEMOS), ilk ulusal kurultayını 2004 yılı Haziran ayında gerçekleştirdi. PODEMOS içerisinde, Şili Komünist Partisi, MIR, Manuel Rodriquez Hareketi, Şili Komünist Partisi-Proleter Eylem, Sosyalist Alternatif gibi çok sayıda örgüt yeralıyor. PODEMOS, hem faşizan sağ eğilimli Alianza (ittifak) grubuna, hem de Sosyalist Parti, Hristiyan Demokratlar ve diktatörlük döneminin suçları üzerine sünger çekmek isteyen Concertacion (uzlaşma) grubuna karşı, sol ve demokratik güçlerin cephesi olarak kuruldu. Ve katıldığı ilk seçimlerde oyların yaklaşık %10’unu toplayarak, üçüncü politik güç haline geldi.
BOLİVYA: “AYAĞA KALK VE ASLA DİZ ÇÖKME!”
Bolivya’daki halk hareketleri esnasında, en çok atılan slogan bu. Bolivya, 1985’ten itibaren büyük bir özelleştirme, işten atma ve saldırı dalgasının yürürlüğe konduğu bir ülke. Bir önceki dönemde, askeri cuntalar vasıtasıyla halk hareketi ve sol zaten ezilmiş bulunuyordu. Sol adına hareket eden sözde sosyal demokratlar ise, neoliberal politikaların yürütücüleri oldular.
Ülke, uzun yıllar boyunca, tam anlamıyla yağmalanıp ezildi. 8 milyonluk nüfusun önemli bir kısmı yoksulluk içerisinde yaşıyor; kırlık bölgelerde köylüler günde 1 Bolivano (10 cents) gelir ile geçimlerini sürdürmeye çalışıyorlar. Kişi başına milli gelir, 20 yılda, 940 dolardan 960 dolara çıkmış. Ülkenin 5.5 milyar dolar dış borcu var ve milli gelirinin % 30’u dış borç ödemelerine gidiyor.
80’li yıllardaki özelleştirme dalgası sırasında, tüm devlet işletmeleri, petrol-gaz işletmesi, madenler vb. özelleştirilmiş; 25 bin madenci sokağa atılmıştı. Ve ardından, özelleştirme vurgununu organize eden çete, bu kez de devletin başına geçmişti. Ekim 2003’deki halk hareketi ile ülkeden kovulan ve doğruca ABD’ye giderek efendilerine sığınan Sanchez de Lozada, özelleştirme mafyasının da başını çekmişti.
Bu arada yoksul halkın, köylülerin, yerli kızılderililerin saflarından doğan ve ona dayanan yeni bir sol hareket ortaya çıkıyor. 2000 yılı Nisan ayında, Başkent La Paz ve öteki bazı büyük kentlerin içme suyu tesislerini işleten ABD tekeli Betchel’e karşı isyan, yeni bir başlangıç teşkil ediyor ve Betchel tekeli, halkın mücadelesiyle ülkeden kovuluyor. Halk yeniden, kendi gücüne güven duymaya ve örgütlenmeye başlıyor. Atalarının sömürgecilere karşı isyan geleneğini hatırlayan, ondan beslenen ve esas olarak da şehir yoksulları ve yerli kızılderili köylülere dayanan hareket, kendine özgü mücadele yöntemleri de geliştiriyor: Açlık grevleri, şehirlerin kuşatılması ve işgali, isyan…
2002 yılı Haziran ayında yapılan seçimlere, bu yoksul halkın adayı olarak katılan yerli lider Evo Morales, oyların % 20.5’unu alarak ikinci oldu. Sanchez de Lozada ise, % 22 oyla cumhurbaşkanı seçildi.
Bu seçimlerde, Evo Morales’in liderliğini yaptığı Sosyalizme Doğru Hareketi (MAS) ve yerli kızılderili hareketi Pachacuti (MIP), parlamentoya 41 temsilci gönderdiler. Parlamento, ilk defa, yerlilerin dilleri ile konuşma ve tartışma yapmasını kabul etmek zorunda kaldı. (Türkiye parlamentosunda kürtçe konuşulmaya ve tartışılmaya başlanması gibi birşey bu.)
2003 yılı Ekim ayında Bolivya Petrol ve gazını işleten konsorsiyum (Repsol, YPF, British Energy ve Panamercan Energy’den oluşuyor), doğal gazın ABD’ye satılmasını neredeyse mecbur kılan girişimde bulununca, halk hareketi de buna karşı, “gaz savaşları”nı başlattı. Ülke çapında bir halk isyanı yaşandı, olaylarda 100’den fazla kişi öldü, 500’den fazlası da yaralandı. İsyanın hedefi durumuna gelen cumhurbaşkanı Sanchez de Lozada, ülkeyi terkedip, ABD’ye, efendilerinin yanına sığındı.
MAS, bu dönemde, hareketin dinamiklerine yaslanarak iktidara doğru ilerleyebilecekken, anayasal legaliteyi tercih etti ve bu durumda, Lozada’nın yerine, yardımcısı Carlos de Mesa geldi. Mesa, Lozada’nın saldırgan üslubunu terketmekle birlikte, neoliberal politikasını devam ettirdi.
Üstelik, 2003’deki bu gelişme, muhalefet içerisinde çatlaklara yolaçtı. Evo Morales’in uzlaşmacı anayasal meşruiyet çizgisine tepki gösteren işçi sendikası COB ve Tarım işçileri sendikası CSUTCB, Morales’le yollarını ayırdılar, onu ihanetle itham ettiler.
Ama Bolivya halkının talepleri de ortadan kalkmış, mücadele isteği de azalmış değil. Son olarak, bu yılın Ocak ayında, bu kez de, içme suyu şebekesi işleten Fransız tekeli Suez, bir halk hareketi ile Bolivya’dan kovuldu.
Şimdi, bu yaz aylarında, yerel ve bölgesel seçimler var. 2007’de ise, cumhurbaşkanlığı seçimleri. Morales kendi stratejisine uygun davranıyor. Bakalım halk sabredecek mi?
URUGUAY: 150 YILLIK TAHTEREVALLİ SONA ERDİ
31 Ekim 2004’de yapılan seçimlerin daha ilk turunda oyların yüzde ellisinden fazlasını alan Sosyalist Tabare Vazquez, devlet başkanlığına seçildi. Parlamentodaki sandalyelerin çoğunluğunu da, kısa adı EP-FA olan Encuentro Progresista-Frente Amplio (İlerici Buluşma-Geniş Cephe) adayları kazandı. Böylece Uruguay’da, 150 yılı aşkın süredir, ilk defa oyun bozulmuş ve ilerici, halkçı bir aday seçimleri kazanmış oluyordu. Üstelik, on yıllardır tahterevalli usülü ile ülkeyi yöneten iki sistem partisi, ittifak yapmış olmalarına rağmen, ikinci tura bile kalmayı başaramadılar. Bu durum, halk saflarında sistem partilerine duyulan güvensizliği ve bıkkınlığı, bir an önce düzlüğe çıkıp biraz nefes alma isteğini, halkçı söylemlerle kampanya yürüten adaydan beklenti ve umudu vb., birçok şeyi aynı anda yansıtmaktaydı. Uruguay halkı, seçimlerden bir süre önce de, uluslararası tekeller ve Dünya Bankası’nın, işbirlikçi gericiliğin tüm çabalarına karşın, referendumda suyun özelleştirilmesine karşı oy kullanmış ve öteki Latin Amerika ülkelerine örnek teşkil etmişti.
Emperyalizmin ve işbirlikçi oligarşinin onyıllardır durmadan yağmaladığı Uruguay, 1999’dan itibaren ise, komşu Arjantin’de olduğu gibi, birkaç yıla yayılan derin bir ekonomik kriz döneminden geçti. 1998’de milli gelirin % 34’ünü oluşturan kamu borçları, 2002’de % 93 düzeyine yükseldi. Aynı dönemde, milli gelir, % 17.5 oranında geriledi. Tüketim % 20.2, ihracat % 19.8, ithalat % 37.3, yatırımlar % 50.9 oranında azaldı. Enflasyon % 30’ları aşkın düzeyde gerçekleşti. 1998-2004 arası dönemde, reel ücretler % 23 oranında düştü. İşsizlik, 1998’de % 10 iken, 2003’de % 17’ye çıktı. Düşük ücretle yarım gün çalıştırılanların oranı % 20’den, % 44.6’ya yükseldi. 2003 verilerine göre, Uruguaylıların % 41’i (18 yaşından küçüklerin % 60’ı) yoksuldur. Aktif nüfusun % 40’ının herhangi bir sosyal güvencesi yoktur.
İşte bu vahim ekonomik tablo, uzun bir süredir tabandan örülüp gelişen bir örgütlenme ile birleşince, seçimlerdeki bilinen sonucun ortaya çıkması mümkün oldu.
TABANDAN ÖRGÜTLENEREK GELİŞEN BİR HAREKET
Ekim 2004 seçimlerini kazanan Frente Amplio (Geniş Cephe), 1971 yılında, yurtsever bir asker olan Genereal Liber Seregni liderliğinde ve birçok çevrenin katılımı ile kuruluyor. Hıristiyan Demokrat Parti’den, Komünist Parti’ye, Sosyalistlerden küçük Troçkist gruplara kadar geniş bir çevrenin içinde yeraldığı Geniş Cephe, başından itibaren, bir örgütler birleşmesi (kaynaşması) değil, ittifakı olarak planlanmış. Kuruluş programında, toprak reformu, bankaların ve büyük sanayi kuruluşlarının, dış ticaretin millileştirilmesi, ulusal bir sanayi politikası izlenmesi, uluslararası politikada “kendi kaderini tayin ve müdahale etmeme” tutumuna uygun davranılması, yoksul halkın sağlık, eğitim, konut sorunlarının çözülmesi vb. gibi konulara yer veren Cephe, 1971 seçimlerinde % 18.6 oranında oy almış.
1973’deki askeri darbenin hedeflerinden biri olan Geniş Cephe’nin yönetimi ve militanları ağır baskılara maruz kalmışlar. Cephe’nin başkanı General Seregni, bütün askeri yönetim dönemi boyunca, 11 sene hapis yatmış. 1984’de, cunta döneminin ardından yapılan ilk seçimlerde ise, % 22.1 oranında oy almış.
1980’li yıllar, hem Uruguay’daki politik gelişmeler ve hem de Geniş Cephe’nin bileşimi bakımından önemli yeniliklerin yaşandığı bir dönemdir. Önceki dönemde, uzun yıllar boyunca silahlı gerilla savaşı yürüten Tupamaros gerilla hareketi, bu yıllardan itibaren politika ve yöntem değiştirerek, açık politik mücadele yürütmeye karar verdi. Eski Tupamaros gerillalarının kurduğu Halkçı Katılım Hareketi (Movimiento de Participacion Popular), Geniş Cephe’nin en büyük gücü durumuna geldi. Eski gerilla liderleri, senatör Jose Mujica ile milletvekili ve şimdiki meclis başkanı Nora Castro, Geniş Cephe’nin önde gelen iki lideri durumundalar.
Geniş Cephe içerisinde, şu anda, ulusal düzeyde örgütlenmesi olan 19 parti ve örgüt ile yerel düzeyde örgütlü onlarca grup ve komite yeralıyor.
Devlet Başkanlığına seçilen sosyalist eğilimli Tabare Vazquez ise, bütün bu parti ve grupların, ismi üzerinde mutabakat sağladıkları hakem rolünde bulunuyor. 1989 yılında Başkent Montevideo’nun belediye başkanlığına seçilen Vazquez, 1994 seçimlerinde % 31.8, 1999 seçimlerinde de % 40 oranında oy toplamıştı. Ve eğer bu kez de seçimleri yitirirse, politikayı bırakacağını açıklamıştı.
Tabare Vazquez yönetimi, işe, “acil sosyal plan kararnamesi”ni ilan ederek başladı. Böylece, emekçi halka yönelik seçim vaadlerinin bir kısmının yerine getirilmesi planlanıyor. Ama, kararnamenin öngördüğü işlerin finansmanının nasıl saglanacağı, bir sorun olarak ortada duruyor. Zira Vazquez, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve uluslararası finans çevrelerinin şimşeklerini üzerine çekmemek ve daha baştan itibaren vetolarına muhatap olmamak için, başkan yardımcılığına, finans çevrelerinin güvendikleri bir isim olan Danilo Astori’yi getirdi. Astori, seçimlerden önce Washington’a giderek, borçların ödeneceğine ve önceden imzalanan anlaşmalara uyulacağına dair güvence verdi.
Şimdi, Tabare Vazquez yönetimi, “iki cami arasında” bulunmaktadır. Bir tarafta, kendisine destek verip yönetime getiren emekçi halk kitlelerinin yüz yıllık özlemlerini ifade eden talepler var. Kendi programına az çok sadık kalmak var. Ortaklarının ve en başta da Geniş Cephe’nin % 20’sini temsil eden eski Tupamaros’ların baskısı var. Önceden ilan edildiği gibi, Küba ile normal ilişkilere girerek, emperyalizmle yolları bu bakımdan ayırma var. Öteki bölge ülkeleri (Şili, Arjantin ve Brezilya) ile, bölgesel ekonomik ittifak olan Mercosur çerçevesinde yakın ilişkilere girerek, ulusal ve bölgesel çıkarlara az çok uygun bir politika izlemek var… Bir de, seçim vaadlerini, programını, kendi geçmişini tümden unutarak, emperyalizm ve oligarşinin çıkarlarına dokunmamak ve hatta iktidar aşkına, onlara sessizce boyun eğmek var.
Uruguay’da, bu her iki yol da mümkündür. Seçim kazanan ittifakın içinde, IMF’nin güvendiği adamlar ile Teçaco’nun eski genel müdürleri de var, eski silahlı gerilla hareketinin liderleri, sendikacılar, kitle hareketi militanları da. Geniş Cephe’nin en büyük güvencesi ise, şimdiye kadarki halkçı örgütlenme modelidir. Hareket, çok yaygın bir şekilde, mahallelerde “taban komiteleri” şeklinde örgütlenmiş bulunuyor. Bu komitelerin ve Cephe’ye açık destek vermiş olan sendika konfederasyonu PIT-CNT’nin, sapma ve halkın istemlerinden uzaklaşmaları frenleyecek bir etkisinin olması bekleniyor.
Tabare Vazquez ve Geniş Cephe, emekçilerin özlemlerine yanıt veren halkçı bir politika izledikleri sürece, tabii ki, emperyalizmin, oligarşinin ve uluslararası finans çevrelerinin saldırı ve sarsma girişimlerine maruz kalacaklar; ama Venezuela örneğinde olduğu gibi, halkın desteğiyle direnme ve ilerleme imkanlarına da sahip olacaklardır.
YENİ DALGA DİPTEN GELİYOR
Latin Amerika, son elli yılda, hem emperyalizmin bağımlı ülkelere ve ezilen uluslara karşı politikaları bakımından, hem de günahı ve sevabıyla ezilen emekçi halkın ve gençliğin anti-emperyalist mücadelesi ve direnişi bakımından, bir nevi laboratuvar görevi gördü. Bu yarı kıta, Yanki emperyalizminin sınır tanımaz zorbalığını, işgalleri, darbeleri, anti-demokratik baskıcı rejimleri yaşadığı gibi, anti-emperyalist güçlerin ve gençliğin muzaffer devrim yürüyüşlerine de tanık oldu.
Mücadele ve örgüt biçimleri, taktikleri bakımından; koyu karanlık ve gericilik yıllarının zorunlu kıldığı asgari ayakta kalma biçimleriyle yetindiği gibi, devrimle veya bazen seçimle, ülkenin kaderini elinde tutacak pozisyonlar da elde etti.
Örneğin, bir önceki dönemde, 70’li, 80’li yıllarda, yarı kıtanın hemen tüm ülkelerinde silahlı gerilla hareketleri gündemde iken, bugün bu tür mücadele, sadece Kolombiya’da ve bilinen zorluklarıyla, hâlâ varlığını devam ettiriyor.
Latin Amerika ülkeleri, 90’lı yıllar boyunca uzun bir gerileme ve anti-komünist dalganın zirvesine çıktığı, emekçi halk saflarında umutsuzluğun, sol saflarında sapmaların etkin olduğu bir dönemi yaşadı. Şimdi, son birkaç yıldır başlayan ve gelişen yeni dalga, geçmiş dönemlerin tüm tecrübelerine de sahip olarak ilerleyen ve dipten gelen daha kapsamlı bir dalgadır.
Bir kere, Latin Amerika, yoksul ve yorgundur. İliklerine kadar sömürülmüş, tahkir edilmiş ve onuru ayaklar altına alınmıştır. Latin Amerika’da 400 milyon nüfusun 200 milyonu yoksulluk koşullarında yaşıyor.
Ama, emperyalizme karşı kuvvetli bir nefret vardır. Halk ve gençlik, sonuna kadar anti-emperyalist (anti-Amerikan)dır. ABD’nin tüm kıtaya dayattıgı Serbest Ticaret Bölgesi (ALCA) projesi, esas olarak, halkların anti-emperyalist mücadelesi nedeniyle kadük duruma düşmüştür. Brezilya başta olmak üzere, kıtanın birçok ülkesi, böyle bir pakta imza atmayacaklarını belli etmişlerdir. Şimdi, onun yerine, tek tek ülkelerle TLC’ler (serbest ticaret anlaşmaları) imzalanması dayatılmaktadır. Amerikan emperyalizminin bölge ülkelerini daha engelsiz ve serbestçe yağmalamasının yolunu açacak olan bu anlaşmalara karşı da, güçlü kitlesel bir hareket vardır kıta çapında. Emekçi halk kitleleri ve hatta çoğu kez orta tabakalar ve varolduğu kadarıyla ulusal burjuva kesimler, emperyalizmin talanı karşısında, ulusal çıkarları ifade eden ekonomik önlemleri ve ülkenin bağımsızlığını daha çok talep eder hale gelmektedirler. Yani halk ve ezilen uluslar, gringoların şahsında, emperyalizme derin bir nefret beslemekte ve her fırsatta bunu ifade etmektedir.
Yine aynı şekilde, bu ülkelerde nöbetleşe olarak iktidarı paylaşan emperyalizm işbirlikçisi oligarşi partilerine de zerre kadar güven kalmamıştır. Burjuva devlet aygıtı, çoğu kez ordu kurumu da dahil olmak üzere, açıkça yozlaşmış ve çürümüştür.
Devrimci hareket, tüm yarı kıtada henüz güncel bir alternatif olmamakla birlikte, gelişmektedir. En önemlisi, dipten gelen halk muhalefeti, parti ayırımına fazla itibar etmeden, işin özüne bakmaktadır. Yani daha iyi bir yaşam, refah, özgürlük ve bağımsızlık talep etmektedir.
Seçimlerde, halkın bu istek ve özlemlerini dile getiren adayların destek görmesinin nedeni de budur. Chavez gibi bir burjuva yurtseverinin destek almasının, halkın desteğiyle ayakta kalabilmesinin sırrı da, buradadır. Küba devrimininki de öyle..
Halk, sözünden cayanları, vaadlerini unutanları da affetmiyor. Arjantin’de De la Rua, Peru’da Toledo, Ekvador’da Gutierrez, Brezilya’da Lula, Şili’de Lagos buna örnektir.
Latin Amerika, bütün bu badire ve deneylerden geçerek, adım adım doğru yola doğru ilerlemektedir. Hayal kırıklıkları da yaşanıyor ve yaşanacak. Bunun, yeniden sağa ve hatta aşırı sağa ve askeri darbe heveslilerine yaramaması önemlidir.
Şimdi, hayal kırıklığına uğrayanlar, daha sağa değil, çoğunlukla daha sola eğilim gösteriyorlar. Brezilya seçimlerinde, Lula yönetiminin tutarsızlıklarını mahkum etmek isteyenlerin, Porto Allegre’de ve bazı başka kentlerde olduğu gibi, halka daha yakın adaylara yönelmesi, buna örnektir. Devrimci işçi, emekçi partilerinin üzerinde duracakları zemini ve dikkatlerini yöneltecekleri yeri göstermesi bakımından önemlidir, bu durum.
Velhasıl, tüm Latin Amerika’da halk, çok değişik mücadele süreçlerinden geçerek, sokakta, grevde, cephede, sandık başında, ileriye doğru adımlar atıyor. Ve bu mücadele birikimlerinin hepsi, halkın eğitimine, deneyim kazanmasına ve giderek iktidarı değiştirme bilincinin yerleşmesine yol açmaktadır. Tabii ki, şu veya bu ülkede elde edilen seçim başarıları, henüz mücadelenin finali anlamına gelmemektedir. Final, eğer toplumda köklü bir degişiklikse, bunun yolu, kuşkusuz kapitalizmi ve işbirlikçilerini yıkmakla olacaktır. Latin Amerika, düşe kalka gerçek finale doğru gidilmekte olduğu ve karanlık gericilik yıllarının ebedi olmadığının somut bir örneğini bize sunmaktadır. Dünyanın krallığına soyunmuş haydut ABD emperyalizminin burnunun dibinde cereyan eden bu gelişmeler, dünyanın öteki kıta ve bölgelerinde aynı düşmanla karşı karşıya bulunan ve ona karşı mücadele eden ezilen uluslara ve emekçi halklara da güç katmakta, moral vermektedir.