Sınıfa kendini dayatmanın bir örneği: TKP ve 1 Mayıs

Konumuz 1 Mayıs. Ancak 1 Mayısı 1 Mayıs olarak tartışmayacağız. 2005 1 Mayısına ilişkin değerlendirmeyi ÖZGURLUK DÜNYASI sayfalarında ayrıca bulacaksınız. Bu makalede 1 Mayıs, yalnızca tartışmanın hareket noktası, zemini olacak. 1 Mayıs’a belirli bir yaklaşımı tartışacağız.
Aslında tartışma konusu, 1 Mayıs ya da 1 Mayıs’a yaklaşımla sınırlı da değildir. Tartışılan, tartışılması gereken; işçi sınıfına ve sınıf mücadelesine yaklaşımdır. İşçi sınıfı ve örgütlenmesi, mücadelesi, partinin sınıf mücadelesine müdahalesi, öyleyse kuşkusuz politika, kuşkusuz sınıf politikası, bu politikanın zemini ve dayanakları, partisi ile sınıfın ilişkisi, kendiliğindenlikle politika ilişkisi, sınıfın acil gündelik talepleri ve birliği karşısındaki tutum, devrimci özne –bütün bu temel önemdeki sorunların tartışılması için 2005 1 Mayısı zorlayıcı olmuştur. 2005 1 Mayısı, böyle bir tartışmayı dayatmıştır.
Kuşkusuz 2005 1 Mayısında ortaya çıkan ve tartışılması gereken başka yanlar yok değildir. Ancak amacımız ne külli bir 1 Mayıs değerlendirmesi ne de sınıf mücadelesinin tüm sorunlarını tartışmak.
Bu 1 Mayıs’ta, bir çevre, öncesinden başlayarak, bağıra dayata ayrı ve özel bir tutum açıklamış ve uygulamıştır. Bu tutumu sadece savunmamakta, ama yüceltmekte ve “tek devrimci” tutum olarak propaganda etmektedir. Çevre; TKP ya da “Yurtsever Cephe”dir. 1 Mayıs’taki tutumu, ayrı, ama tamamen apayrı olmayan, asıl 1 Mayıs’la bağlantısız bir alanda değil, aynı alanda ve ona bitişik, kendi kürsüsü ile kendi mitingini düzenlemek olmuştur.

2003’TEN 2005’E
TKP ya da bir süre önce yedeklediği adıyla “Yurtsever Cephe”’nin, bu yıl 1 Mayıs’ta ortaya koyduğu ayrılık ve aykırılık, görünüş olarak, Nisan’dan başlayarak açıkladığı tutum üzerinden, tartışacağımız nedenleriyle şekillendi. Dünya ve hele Türkiye 1 Mayısları tarihi dikkate alındığında garipsenecek bir tutum olduğu şüphesizdir. Türkiye 1 Mayısları tarihinde, gerçi –bir girişim örneğine bu yıl da tanıklık edilen– kürsü işgallerine varıncaya kadar ayrılık ve aykırılıklar görülmemiş değildir. Ancak 2005’teki TKP ayrılıkçılığı türünden gariplik ve ayrılıkçılığın doğruluğunu kanıtlayıp yüceltmeye yönelik garip nedenlere dayalı iddia ve tartışmalarla bir “ilk”e tanık olunduğu ortadadır. Bunları göreceğiz; ancak yine de, yakın geçmişe bakıldığında, garip olanın garipsenmemesi gerektiği söylenmelidir. Son üç yılın 1 Mayısları karşısındaki TKP pozisyonu, hem çelişkilidir ve TKP tarafından açıklanmaya muhtaçtır, hem de bu çevrenin işçi sınıfı ve sınıf mücadelesi karşısındaki genel pozisyonunun açıklayıcılığına gerek kalmadan, bir ölçüde açıklayıcıdır.
2003 1 Mayısı’nda, TKP Çağlayan’da –2005’te ayrı miting gerekçesi yaptığı– “sendika bürokrasisi ile birlik” halindedir. Gerçi “komünist ayrılıkçılığı” elden geldiğince ortaya koymuş; miting alanına yakın ilçe binası önünde toplanma ve dağılma görüntüsü altında yarı-ayrı miting hevesini açığa vurmuş, alanda “kahrolsun sendika ağaları” sloganı atarak “görevi”ni yerine getirmiştir. Ama yine de, “sendika bürokrasisinin peşine takılmama” gerekçesiyle işçilerin birliğine karşı açıktan tutum almamıştır. İşçilerin birliğine ve birlik ihtiyacına biçimsel olarak gösterilen tahammülün ardında, 2005 1 Mayıs ayrılıkçılığının 2005 Nisanı’nda oluşmadığını, ama 2005’e 2003’ten gelindiğini belirten ciddi bir ayrılıkçı yöneliş vardır. 2002 1 Mayısı’nda pek ortaya çıkmayan, ama herhalde kendine güveni arttıkça gelişen ve 2005’te işçi sınıfı ve mücadelesine, sınıfın birlik ihtiyacına açık bir reddiyeye varan bir ayrılıkçılık. Bir “kendisi-için”lik.. Bir “kendini-severlik”!
Çelişki ortadan kaldırılmayı beklemektedir: Sınıfa ve sınıf mücadelesine değil “kendine ilişkin” nedenlerle açıklanacak olsa bile, TKP’nin 2003 ve hele 2002 1 Mayıs tutumuyla 2005 tutumu neden farklıdır?  Türkiye’nin, işçi sınıfı ve sınıf mücadelesinin koşullarının, farklı tutumları zorunlu kılacak tayin edici değişmelere uğradığı ileri sürülemeyeceğine göre, TKP tutumları niçin farklılaşmıştır? Burada, TKP’nin sadece kendisine ilişkin; ya kavrayışının ya sınıfla önemli bir ölçüde birleştiğini varsaydığı örgütlenmesinin ya da “gücüne güven” türünden TKP maneviyatına dair etkenin farklılaşmasından söz edilebilir. Hangisidir?
2002 ve 2003 ile 2005 1 Mayısları arasında farklılaşan TKP tutumunun, sınıfa ve sınıf mücadelesine ilişkin nesnel değil, ama TKP’ye özel öznel nedeni ya da nedenleri olduğu sır değildir. Nedir bunlar?
TKP, bu yıl, 1 Mayıs öncesinde, kutlamalara ilişkin, sendikalara 4 koşul ileri sürmüştür. Ancak soru şudur: Bu şartlar, neden 2002 ya da 2003’te ileri sürülmemiştir? O tarihlerde sendikalarda henüz bürokrasi mi yoktur, yoksa AB’cilik ya da örneğin CHP’lilik mi? Veya sendikalar, TKP şartlarından olan, ülke çapında yaygın kutlamalar değil, merkezi ve “tek 1 Mayıs” mı düzenlemiştir? 2002 ve 2003’te, TKP’nin 2005 koşullarından hiçbirinin karşılanmadığı ve yine sendikaların düzenlediği 1 Mayıs mitingine TKP’nin koşulsuz katıldığı bilinmektedir. TKP 2005’te mi devrimcileşmiştir? Eskiden yeterince devrimci olmadığından mı koşul ileri sürmeyerek ayrı kutlama yapmamış, AB’cilik, CHP’cilik vb.’den kendisini ayırma ihtiyacı duymamıştır? Yoksa TKP’nin kavrayışı mı değişmiş veya derinleşmiştir?
Bir açıklama şart görünüyor. Bizce, 2005 ayrılıkçılığı 2003 1 Mayıs tutumunda içerilidir, denemesi yapılmış, ama TKP net bir ayrılıkçılığa ancak 2005’te cesaret edebilmiştir.
Arada 2004 1 Mayısı vardır ve başka kaynakların yanı sıra, o da, bir yönüyle TKP’nin “cesaret birikimi”ne hizmet etmiştir.
2004 1 Mayısı’nda, ülkenin başka yerlerinde ayrışma pek görünmese bile, İstanbul’da iki ayrı kutlama gerçekleşmiş; hem sendika konfederasyonları hem de asıl önemlisi, işçi ve emekçiler bölünmüştür. Ayrılık ve bölünmenin birden çok nedeni olmakla birlikte, işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadelesi ile ilişkisi olumlu değil olumsuz olan, kaçamak arayışındaki sendika bürokrasisinin kendi arasındaki rekabeti öne çıkarışı üzerine de oturan ve ayrılık görüntüsünü oluşturan “alan” tartışması, sınıfı ve birlik ihtiyacını yoksayan, devrimciliği mülkiyetinde gören küçük burjuva “solcu” “devrimci 1 Mayıs”çılığıyla örtüşerek, içinden çıkılamaz hal almış, işçi ve emekçilere, birlik bayramlarında bile birlik çok görülerek, bölünme dayatılmıştır. Bürokratik sendikal kaçamak, çekişme ve rekabetle sarmalanan, alanın “lekelenmişliği”nden hareket etme görüntüsündeki “solculuk” ve “devrimci 1 Mayıs” politikası, işçi sınıfı ve mücadelesinin ihtiyaçlarına rağmen rağbet bulmuş, sonuçta, iki ayrı kutlamaya varılmıştır. TKP, kuşku yok ki, sınıfın bölünmesinin “sol” saikli tertipçileri arasında yer almış, “daha sol” görüntülü kutlamaya katılmıştır.
2004’te yolu açılmış olan; ayrı kutlamalar ve sınıfın bölünmesi kadar, politika ve 1 Mayıs’ın politikleştirilmesi adına işçi ve emekçilere dayatmaların da meşrulaşmasıdır. 2004 kutlamalarını “damgalayan” solculuk kisvesi ardındaki DİSK, KESK ve sınıf-dışı “solcu”ların ayrılıkçı dayatmasının izini 2005’te neden TKP sürmesindi! Üstelik o “komünist parti”ydi. Sorun sınıf adına politika ise, en iyisini o bilir ve o yapardı! Kendisini sınıfın yerine koymaysa, en çok onun hakkıydı! Bu kez sınıf tamamen bir tarafta TKP bir tarafta kalmış –ne gam… O, sınıfın en ileriden temsilinden sorumlu değil mi! İşçi sınıfı farkında olsa da olmasa da, çıkarlarını en ileriden o bilip savunmuyor mu? Sınıfı AB’cilere, CHP’lilere bırakacak değil ya! Sınıf tutum almıyorsa, TKP alır; alır başını gider ve bu, işçi sınıfını AB’cilere, CHP’lilere, sendika bürokrasisine terk etmek olmaz!
2004 23 Nisanı’nda Sol dergisinde, “DİSK ve KESK’in pusulasız ve devlet güdümlü sendikaların kuyruğundaki 1 Mayıs hazırlıkları” eleştirilerek iki Konfederasyon’un “bölücülük”e teşvik edildiği “1 Mayıs Önemlidir” başlığı altında şöyle denmişti:
“Artık devrimciler, 1 Mayıs kutlamalarını inisiyatifsiz ve programsız sendika bürokrasisinin eline bırakmama gereği üzerine daha ciddi bir şekilde düşünmek durumundadırlar. Sermaye sınıfı tarafından yönlendirilen sağcı sendikaların kuyruğuna takılarak 1 Mayısların belirsiz ve plansız bırakılması kabul edilebilir değildir.”
2005 1 Mayısı’ndaki anlayışları, 2004 için de geçerliydi. Sınıfın birliğinin savunma ve bunun için çalışma yerine, sınıf yerine, sendika bürokrasisi ileri sürülmüş, onların sağcılığı-solculuğu konu edinilmiş, yetinilmeyerek, “sağcı ve solcu sendikalar”ın farklı tutum alışları kışkırtılmış ve iki ayrı 1 Mayıs tertipçiliği yapılmıştır. Ama burada, henüz, örneğin DİSK’in AB’ciliğinden söz açma yoktur! CHP’ciliğinden de! Ve yine 2004’te, henüz, kendisinin ayrı mitingini düzenleme tutumu yoktur. Cesaret sorunu vardır, ama tercih sorunu da vardır: “Sol olsun çamurdan olsun” politikasıyla, TKP, AB’ciliği, CHP’liliği bugünkünden farklı olmayan DİSK (KESK de sayılabilir) vb. ile birlikte, “solcuların birliği”ni, “kendi” mitinginden de işçilerin birliğinden de önde tutmuştur.* Birlik günlerinde “işçiler bölünüyormuş, bölünsün, solcular birleşiyor ya” düşüncesiyle davranmıştır. İşçi sınıfı ile değil, bir dizi sınıf-dışı solcuyla dayanışma halinde, elde ettiği; sınıfa rağmen, onun adına ve onun yerine geçirdiği kendisinden menkul “solculuk”, “devrimcilik”, “devrimci politika” yapma özgürlüğüyle işçiyi bir tarafa kendisini bir tarafa koyan kendi “devrimci 1 Mayısı”nı düzenleme özgürlüğü olmuştur. Ya da sanıları! 2004 1 Mayısıyla, “devrimciler”in kararı kesinleşmiştir artık!
2005 ayrılıkçılık özgürlüğünün kökleri ve vurguları 2004’tedir. Aynı makalede yazılmıştır: “1 Mayıs 2004 (…) devrimci kimliğini ve önemini sosyalist hareketle kazanacaktır. 1 Mayıs, birlik, mücadele ve dayanışma gücünü NATO’ya, özelleştirmelere ve işbirlikçilere karşı mücadele yürüten komünistlerle kazanacaktır.”
Önemli olanın işçi sınıfı ve hareketi değil “sosyalist hareket” ve güç kaynağının işçi sınıfı değil “komünistler” olduğunu varsaymaktadırlar! TKP’nin kafasındaki devrimci özne karmaşası yeni değildir, 2005 1 Mayısında oluşmamıştır.
Ve 2005’te “solculuk” ve “solcuların birliği” adına yaptıkları bu vurgunun gereğini 2005’te kendi adlarına yapmışlar; bayramlarını kutlamak üzere miting alanında toplanan işçilere sırtlarını dönerek ve kendi “saf komünist” ya da “saf yurtsever” ayrı mitingini düzenleyerek, “sosyalist hareket”, 1 Mayıs’a “devrimci kimliğini ve önemini” “kazandırmıştır”! Görülmüştür ki, “solcuların birliği”ne verdikleri önemi işçilerin birliğine vermemekte, işçilerin birlik ihtiyacını “sosyalist hareket”in “devrimcileştiriciliği” iddiasıyla yoksaymakta, sıfırlamaktadırlar. Peki, soru: “Sosyalist hareket” neyi ve kimi devrimcileştirecektir? Yoksaydığı, bizzat kendisinin böldüğü ve bundan üzüntü bile duymadığı ve tersine bölünmesini devrimcileşme saydığı işçi sınıfı ve hareketini değil mi? Yoksa kendi kendini devrimcileştirme mi?

PARTİ VE VARLIK NEDENİ
Konuyla sınırlarsak, 2005 1 Mayısı öncesi ve sonrası bir aylık tüm TKP yayın külliyatı sınıfın birliği sorununun üzerini kalın bir çizgiyle çizen ya da bu birliği TKP/Yurtsever Cephe çizgisinde birleşip TKP mitingine katılan birkaç işçinin tutumunda ifadelendiren TKP şartlarıyla, ayrı miting gerekçelendirmeleri ve haberleriyle doluyken, makalesi alanında tek olan Haluk Yurtsever’in, 27 Nisan tarihli “Komünist”te, “Birlik” başlığı altında şu yazdıklarında bir aklıselim ve belirli bir sınıf yaklaşımı vardır:
“..işçi sınıfının en büyük sorunu, hem tarihsel, hem de güncel olarak sermaye karşısında ondan bağımsız, ona karşıt bir sınıf olarak birlik içinde hareket edememesidir. (…) Ama işçi sınıfı marjinal ve çaresiz bir kitle değildir. Tersine, toplumsal üretimin ve toplumsal yaşamın anahtarı işçi sınıfının ellerindedir. Gücünün kaynağı, birliğinin temeli buradadır. Nesnelliği, konumu, çıkarları ve geleceği ortak ve kurtuluşçu olan işçi sınıfının büyük birliğine hizmet etmek komünistlerin varlık nedenidir.”
Evet, Türkiye işçi sınıfı henüz “sermayeden bağımsız bir sınıf olarak birlik içinde” hareket edememektedir. Ve işçi sınıfının birliği, tüm yakıcılığıyla, en temel ihtiyaç halindedir. Üstelik işçi hareketi, istikrarlı ve yüksek bir düzeyde seyretmemekte; işçi sınıfı, şurada-burada kendisine yöneltilmiş saldırılara tepki verme ve genel karakteri itibarıyla iktisadi/sendikal bir dizi hak için lokal küçümsenmeyecek sayıda tutum alma ve mücadeleye rağmen, birleşik bir hareket oluşturmaktan uzak kalmakta ve hatta belirgin dayanışma sorunları yaşamaktadır.
Ancak işçi sınıfının çaresiz olmadığı da kesindir. Sınıfın birlik sorununu aşması kaçınılmazdır; onu buna zorlayan sermaye ve kapitalizmin kendisidir. Ve Yurtsever’in dediği gibi, toplumsal üretim ve yaşamın anahtarı işçi sınıfının ellerindedir; gücünün kaynağı kadar birliğinin temeli de buradadır. Ve Yurtsever’in bağladığı yer de tamamen doğrudur: Komünistlerin varlık nedeni, işçi sınıfının birliğidir. Sınıfın ve sömürülenlerin en geniş yığınlarını birleştirmeye çalışmayana, tutumları, taktikleri vb. buna hizmet etmeyene komünist denmez!
Aktardığımız sözlerin sahibi Yurtsever, bir TKP üyesi olarak, eğer bu yıl 1 Mayıs’ta TKP/“Yurtsever Cephe”nin tüm çıplaklığıyla işçi sınıfının birliğini ve dolayısıyla “komünistlerin varlık nedeni”ni hiçe sayan “taktiği”ni içine sindirebiliyorsa, sorun bundan sonra başlıyor demektir. TKP’nin yaklaşımı, ne türden bir “varlık nedeni”ni yansıtmaktadır?
Genel sorun ya da asıl ihtiyacın, işçi hareketiyle sosyalist hareketin birliği ve sosyalist işçi hareketinin yaratılması olduğu bilinir. İşçi sınıfının politik hareketi ve bu hareketin dayanağı olarak işçilerin bağımsız sınıf partisi olarak politik birliği, işçi hareketi ve birliğinin en üst düzeyde gerçekleşmesidir. TKP, sınıfın bu en üst düzeyde birliğinin, herhalde olmuş-bitmiş ve TKP içinde ya da etrafında gerçekleşmiş bir süreç bile değil, bir olgu olduğu düşüncesindedir! Ya da hayalhanesinin bu denli geniş olmaması ihtimali de vardır: Gerçekleşmiş olduğu kadarıyla, “TKP olarak” bu birliğin, işçi sınıfının her türlü talep ve birliğinin, örneğin acil iktisadi/siyasal talepleri ve sendikal birliğinin karşısına dikilip dayatılabileceği yaklaşımındadır! Bu iki ihtimalden birinin benimsenmemiş olması halinde, TKP’nin, kendisini, 1 Mayıs’ta işçi sınıfına, talep ve ihtiyaçlarına, –somut olarak gerçekleşmesini; yönetimlerini, yaklaşım ve tutumlarını vb. beğenip beğenmemesinden bağımsız olarak– sendikal düzeydeki birliklerine dayatması ve sırtını tümüne dönmesinin açıklaması yapılamaz. Ama iki halde de, durum vahim demektir. İkisi de, yalnızca sınıfın, talepleri ve birlik ihtiyacının değil, ama sınıf partisi fikri ve öğretisinin de boydan boya reddi anlamını taşır. Yurtsever’in dediği gibi, komünistlerin ve bir adım daha atılarak, sınıf partisinin varlık nedeni ile çelişir. Partisi, başka tüm görevleri bir yana, en başta işçi sınıfının birliğine hizmet için vardır, yeterince dağıtıcı ve bölücüsü olan sınıfı dağıtmak, bölmek, örgütlerini hiçe saymak için değil.

TKP NE YAPMIŞTIR?
TKP’nin 1 Mayıs sonrası değerlendirmesi şöyle başlıyor:
“2005 yılı 1 Mayıs kutlamalarına, anti-emperyalizm, halkların kardeşliği ve sosyalizm damgasını vurdu. Türkiye işçi sınıfının başkenti İstanbul’da, Kadıköy Altıyol’da toplanan onbinlerce emekçi, yurtsever ve komünist, hep bir ağızdan ‘Bu memleket bizim’ sloganını haykırdı. 1 Mayıs’ın ardından akıllarda en çok kalanlar, TKP ve Yurtsever Cephe’nin çağrısıyla alanda kurulan devrimci kürsü ile bu ülkede 1 Mayıs’ların sendikaların içini boşalttığı eylemlerden başka biçimlerde kutlanabileceğini göstermeleri oldu. (TKP web sitesi ve “Komünist”, 6 Mayıs)
TKP’ye bakılırsa, İstanbul’da 1 Mayıs, TKP/”Yurtsever Cephe” ayrılıkçı 1 Mayıs mitinginden ibarettir. Yüz binlik katılımıyla asıl 1 Mayıs kutlaması, TKP yayınlarında, suçlamalarda değinme dışında hiç yer bulamamıştır. 1 Mayıs’a tüm önem ve anlamını “kazandıran” TKP olmuştur! İşçiler mi? Onlar o gün yanlış yerde durmuşlardır, TKP ve birkaç arkadaşlarının katıldığı mitingine bakıp kendiliğinden TKP saflarına koşacaklardır! İşte “diğer miting”e ilişkin karşılaştırmalı “tespitler”:
“Yurtseverlerin ‘selam’ gönderdiği, ‘pahalı ses sistemi’ ile dikkat çeken diğer 1 Mayıs kürsüsüne ise, yıllardır olduğu gibi sendika bürokrasisinin, CHP’ciliğin, AB’ciliğin ve işbirlikçiliğin dayanılmaz hafifliği damgasını vurdu. Bu ‘renksiz’ kürsüye inat, 1 Mayıs’ı Yurtsever Cephe ve Türkiye Komünist Partisi’nin çağrısı ile, kızıl rengin ve sosyalizm vurgusunun hakim olduğu alanda kutlayan yurtseverler ve komünistler, gelecek dönemi geniş bir eylem ve dinamik bir çalışma programı ile karşılayacak olmanın bilinciyle enerji ve umut biriktirdiler; birbirlerine daha sıkı çalışma, daha sıkı örgütlenme sözü verdiler, geleceğe, devrime ve sosyalizme olan inançlarını tazelediler.” (Agy.)
Ayrı TKP mitinginin sayısal katılımını tartışmayalım. Kimseyi kırmayalım ve sorun, nicelik tartışması ve grupçu bir “yarışçılık” çerçevesinde kayıp gitmesin. Abartıcılık iyi değildir, “on binlerce” sıfatına katılımcıları bile inanmayacaktır; ama diyelim ki öyle olsun!
Asıl sorun şudur: TKP mitingine katılanlar, hangi yönleriyle karakterize olmaktadırlar? Katılımcılar kimlerdir? “Emekçi, yurtsever ve komünist”ler! “Yurtsever ve komünistler”in yanı sıra TKP mitingine kaç “emekçi” katılmıştır? Herhalde sınıfın belirli bir parçasının katılımını en grupçu TKP’li bile iddia etmeyecektir. Sayısı bir yana, kuşkusuz bazı emekçiler TKP mitingine de katılmış olmalıdır. 1 Mayıs mitinglerinde, en radikal küçük burjuva solculuğuyla malul grupların kortejleri de dahil, tüm kortejlerde, mutlaka emekçiler yer almıştır. Sorun, şuradadır ki, TKP mitingine katılmış olmasında anormallik olmayan az sayıda emekçinin ayırdedici özelliği, TKP’li ya da yandaşı olmaktır. Katılımcıların “emekçi, yurtsever ve komünist” olarak tanımlanışı problemlidir: İstisnalar dışta tutulursa, katılımcılar arasında, “yurtsever ve komünist” ya da sempatizanı olmayan, “emekçi” olarak tanımlanabilir kimse bulunmamaktadır. Ayrıca “emekçi” vurgusu gereksizdir; katılımcılar politikleşmiş unsurlardır –yandaşlık ilişkisi çerçevesinde katılanları da kapsayarak–  “yurtsever ve komünist” olarak tanımlanmaları doğru olandır.
Katılımcılarına ve niteliklerine ilişkin söylenenler, TKP anlayışını da yansıtmaktadır; şu olumsuz farkla ki, o, politikleşmiş işçi ya da kendi deyişiyle “emekçi”yi, geri kalan “yurtseverler ve komünistler”le birlikte, henüz politikleşmemiş asıl kitlenin karşısına koymakta, yerine geçirmektedir. Örnek vermek gerekirse:
Aktarılan yazı, katılımcılardan söz ederken, “on binlerce emekçi, yurtsever ve komünist” diye başlamakta ve “yurtseverler ve komünistler” diye devam etmektedir. TKP, kendisi, mitinginin “komünistler ve yurtseverler”in mitingi olduğunu söylemekte, “renksiz kürsü”sü ile 1 Mayıs mitinginden “devrimci kürsü”sü ile kendi ayrı mitinginin farkını da buradan kurmakta ve açıklamaktadır: “Enerji ve umut biriktiren”, “birbirlerine… söz veren”, “inançlarını tazeleyen” “komünist ve yurtseverler”in, bu tür ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik mitingi!.. Kendi ihtiyaçları dışında, işçi ve emekçilerin herhangi ihtiyaçlarını dikkate bile almayan, bu ihtiyaçları karşılamayı sorun edinmeyen politik unsurların mitingi.
Ama K. Okuyan, politik unsarlarla işçi sınıfını aynılaştırmada, dolayısıyla politik unsurlarının sınıfın ana kitlesini politikleştirme ve sosyalizmle işçi hareketini birleştirme görevinden uzak durmasında ısrar ederek, 1 Mayıs konuşmasında şunları söyleyebiliyor:  “‘1 Mayıs işçilerindir’ sözünü sık sık işitiyoruz. Ne kadar ilginç! Burada toplananlar kim? Burada toplananlar işçiler ve onlardan yana, emekten yana insanlar değil mi?”
Sorun kalmıyor! Her tutum alışta işçi sınıfını birleştirme ve kazanmayı görev edinmeye, her durumda devrimci taktiği en başta buradan kurmaya gerek olmuyor, zaten TKP bayrağı altında toplananlar ya işçi ya da işçiden yana olanlar! “İşçiden yana” hissetmelerine bir şey söylenemez, iyi duygudur; gereğini yapmak, yana olduklarını söyleyenlere düşer. “İşçi” sözcüğünü lafın arasına sıkıştırmakla idare edilemez. Kendi mitingine katılmış birkaç işçiyi göstererek, henüz sendika bürokrasisinin, AB’ciliğin vb. etkisinden kurtulmamış ve kurtulmak için, sosyalistlerin, sınıf partisinin aydınlatıcı ve kazanıcı görevlerini üstlenmelerine ihtiyaç duyan işçi yığınlarına sırt dönülmemesi ve her halükarda içlerinde ve aralarında yer alınması gerekir.
Bunlardan anlaşılacak olan, TKP’nin işçi sınıfını birleştirme ve kazanma, işçi yığınlarını ve hareketini politikleştirme diye bir sorununun olmadığı ya da başka bir deyişle, “kazanma” ve “örgütlenme” sorununu, tek tek işçi kazanmaya indirgediğidir. Başka türlü, ayrılıkçı mitingine katılmış birkaç işçi ile yetinme ve onları göstererek, “Ne kadar ilginç! Burada işçi var” demenin açıklaması yapılamaz.

DEVRİMCİ ÖZNE KİM?
TKP kuşkusuz politika yapıyor. Bir politik mücadele yürütüyor. Sorun, bunun ne tür bir politik mücadele olduğundadır. TKP, kendi politik mücadelesini yürütmektedir. Bu, en ileri noktasında, ideolojik sağlamlığına ve içeriği doğru belirlendiğine inanılan –ve bunlarla birlikte– sınıf karakterini kararlaştıracağı sanılan, zaten TKP mitingine katılmaya hazır (üye, sempatizan ya da buna yakın; belirli bir politik eğilime sahip) birkaç “emekçi”nin bu mitingte yer alışıyla yetinen “TKP’nin politik mücadelesi”dir.
TKP, kendi ideolojik yönelimi ve politikasının doğruluğuna olan inancından hareketle, kendisine ilişkin önkabulünü veri alarak, politikasının, örneğin ayrı 1 Mayıs mitinginin işçi ya da “emekçi” karakterde olduğunu ileri sürmektedir. Maddeden düşünceye değil düşünceden maddeye idealist bir yaklaşımdır bu. Şöyle söylenmektedir:
“Burada sınıf kardeşliği geçerlidir. Burada işçi sınıfının çıkarları geçerlidir. Burada memlekete sahip çıkan işçi sınıfının sözü geçerlidir..” (K. Okuyan, 1 Mayıs konuşmasından)
İnanç ve niyet olarak iyidir. Ama soyuttur, somutluğu yoktur, maddesi yoktur. “Geçerli”liklerin garantisi ve dayanağı, işçi sınıfının kendisi değildir, nesnel olarak işçi sınıfı değildir; TKP’dir, onun istek ve inançlarıdır. Böyle bir öngörü iyi olmasına iyidir, ama nesnellikle çelişik niteliğiyle, baştan sakatlıdır; sınıfa, kardeşliğine, çıkarlarına ve sözüne bunca sadakat ilanı, TKP ve 1 Mayıs politikasını yanı başında toplanan işçilere sırtı dönüklükten kurtaramamıştır. Kurtaramamıştır; çünkü TKP’nin ölçütü, kararlaştırıcısı, nesnel olarak işçi sınıfı, çıkarları ve kardeşliği değil, TKP’nin bunlara yüklediği kendi öznelliğidir. Kendi tutum ve yaklaşımlarını sınıfın tutum ve yaklaşımları varsaymaktadır.
Bu, kuşkusuz çocukçadır. TKP ve politikalarının sınıf-dışılığı bir yana bırakılarak, sınıf ile partisi arasındaki ilişki düşünüldüğünde, sınıfın bir parçası olan partinin, kendisini oluşturan sınıfın azınlığının sahip olduğu sınıf bilinci ve örgüt düzeyiyle sınıfın geri kalanından farklılıştığı ve buradan, sürekli kılınması zorunlu olan, sınıfın geri yığınlarını kendi düzeyine yükseltme görevinin çıktığı bilinir. Partisi ile işçi sınıfı arasındaki bu farklılık, insanlar arasındaki işbölümüne son verilip “her yönden gelişmiş evrensel bir hazırlıktan geçmiş ve her şeyi yapabilen insanlar”a varılıncaya, dolayısıyla parti gereksizleşinceye ve aynı süreçte, tüm sınıf farklılıklarıyla birlikte, işçi sınıfı da tarihten silininceye kadar, azalarak sürecektir. Ancak o zaman sınıfla partisi arasında farklılık tümüyle aşılacak, ama geride, ne sınıf ne de parti kalacaktır. Ancak bugünden, gelişmiş komünizmin gelecekteki sonuçlarını var sayarak, işçi sınıfı ile partisi arasındaki farklılıkları ve partinin sınıfı kendi düzeyine yükseltme görevini yok saymak, TKP gibi, partinin olduğu yerde sınıfı, çıkarları, sözü vb. ile var kabul etmek ve politikasının sınıfı “yansıttığı”nı düşünmek idealistçedir ve Lenin’in deyişiyle, “dört yaşındaki bir çocuğa yüksek matematik öğretmeye benzer”.
1 Mayıs 2005’in somut tablosu; birkaç emekçinin katılımı ve “yüksek” politikasıyla TKP’nin bir yanda ve “kardeşliği, çıkarları, sözüyle burada” dediği işçi yığınlarının diğer yanda durduğu, TKP’nin kendisi işçilerden tecrit ettiği şeklindedir. Ve TKP, mücadelesinin “işçi sınıfının politik mücadelesi” olduğu iddiasındadır!
A. Güler örneğin, “1 Mayıs 2005’te bir dizi oyunu bozmak için buradayız… Bizim politikamız belli… biz sözümüzü önemsiyoruz… Biz faşizmden korkmuyoruz, faşizme karşı mücadele ediyoruz. Biz emperyalizmden medet ummuyoruz, emperyalizme karşı yurtseverliği örgütlüyoruz. Biz halkların birbirine düşürülmesi karşısında AKP’den, AB’den demokrasi veya eşitlik beklemiyoruz.” demektedir, 1 Mayıs konuşmasında.
Niyetler yine iyidir. Bunca dejenerasyon, uzlaşmacılık ve düzende yer arayış ortamında, sözüne önem vermek, faşizmden korkmamak, emperyalizmden medet ummamak vb. iyidir. Sorun şurada ki, TKP, niyetler ardında, sınıf mücadelesinin öznesini kaydırmakta, tarihsel devrimci özne oluşunu işçi sınıfının elinden alarak, kendi uhdesinde toplamaktadır: “Biz”.. “Biz”.
Bu “özne kayması”, ayak-üstü yapıldığı ileri sürülebilecek bir miting konuşmasıyla sınırlı değildir. Örneğin “Emekçi yurtseverliği için somut olanak” başlıklı “Komünist” makalesinde, “Bu bir sınavdı ve bu sınavdan alnımızın akıyla çıktığımız için..” (6 Mayıs) denmektedir. Ele alış, eğer sınavsa, 1 Mayıs’ın işçi sınıfının değil ama TKP’nin sınavı olduğu şeklindedir.
Ve daha ileriden bir başka sınıf-dışılık: “TKP, bir siyasi parti olarak, kendi üye ve yandaşlarını biraraya getirdiği her gösteri, etkinlik ve eylemi anlamlı kılmakla yükümlüdür.” (K. Okuyan, “Komünist”, Eylem sorumluluğu…, 6. Mayıs)
TKP’nin bir siyasi parti olduğu kuşkusuz; ama burada, Okuyan, TKP’nin bir komünist parti olmadığını, hele bir sınıf partisi hiç olmadığını yüksek sesle ilan etmektedir. Öncelikle, kendi “burada toplananlar işçi değil mi? Ne kadar ilginç” sözünü kendi ilginç kılarak geçersizleştiren Okuyan, ikrar etmektedir: Bu, TKPnin “üye ve yandaşlarını bir araya getirdiği” eylemdir! Ve “tüy dikmekte”dir: TKP’nin eksen aldığı ve anlamlı kılmakla yükümlü olduğu işçi sınıfı, çıkarları, sözü, kardeşliği vb. değil, “üye ve yandaşlarının eylemi”dir. TKP, politikayı, işçi sınıfı, çıkar ve talepleri üzerinden, tüm sömürülen yığınlar ve emekçi halk ve talepleri üzerinden değil, ama kendisi, üye ve yandaşları üzerinden yapmaktadır. Politikası, sınıf politikası değildir, bu politikada sınıf ve çıkarlarıyla taleplerine en küçük bir yer yoktur, sınıftan kopuk, sınıf-dışı bir politikadır.
TKP’nin temel bir zaafını oluşturan, politika ile sınıf ilişkisi ve sınıf mücadelesine müdahale algılayışını hastalıklı kılan bu özne kayması, öncelikle, politikanın, nesnel sınıf güçleri ve güç ilişkilerinden bağımsız bir “çekişme” ve “didişme” olarak anlaşılmasına götürmektedir. Öte yandan, sınıf mücadelesi ve toplumsal-siyasal koşullar ve ortamın, partinin bir parçasından başka şey olmadığı işçi sınıfı yerine TKP “üye ve yandaşları” perspektifinden değerlendirilmesini ve bunun gereği olan türden “müdahale”yi koşullamakta; sonuçta TKP, sınıfın birliğini, hareketinin ilerlemesini ve kazançlarını değil, “kendi üye ve yandaşları”nın eylemini, “enerji ve umut birikimi”ni, “inanç tazelemesi”ni vb. gözeterek, işçi sınıfının eylemini “anlamlı kılma” yerine kendi kendisini anlamlı kılmaya yönelmektedir. Ama partisi, işçi sınıfının parçası olduğu ve onun birliğini ilerlettiği, bu birliği parti birliğine yükseltmeye ve sınıfı devrim ve sosyalizme kazanmaya çalıştığı kadarıyla ve o ölçüde anlamlıdır. Ya da H. Yurtsever’in dediği gibi, partinin varlık nedeni, sınıfın birliğine hizmettir. Kendi üyelerine, kendisine hizmet değil!

SINIF, POLİTİKA, ÖRGÜT VE GÜNDEM (TALEPLER)
TKP’nin yayınlarında hep “yüksek politika” görürsünüz, ama hiç işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarına, somut gündelik taleplerine, bu talepler için mücadelesinin koşulları ve müdahale edilerek ilerletilmesine, bu mücadelenin gündemi ve sınıfın ve sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına dair hemen tek lafa rastlayamazsınız. TKP, politik alanı, apayrı, sınıfın kendiliğinden hareketiyle kopuşuk ve öyle olması gerekli bir alan sayar. Politik mücadeleyi, sınıftan ve kendiliğinden hareketinden bağımsız, acil gündelik talepleriyle ilişkisiz kendisi yürütür, politika adına sınıfa dışarıdan seslenir. “Bilinç dışarıdan verilir” doğrusunu, tam bir dışarıdanlık olarak anlar; hem bilinci bütünüyle aydınlara ısmarlar, hem de işçi sınıfının karşıt ve ara sınıflarla, devletle, emperyalizmle, ezilen uluslarla vb. karşı karşıya ya da yan yana geldiği, bütün sınıf ilişkilerinin nedeni ve niçiniyle bilgisini edinebileceği ulusal ve uluslararası toplumsal-siyasal ilişkiler alanından, “iktisadi mücadele alanının dışından” “bilinç taşıma” yerine, sınıfın dışında yürütmeye yöneldiği kendi politik mücadele ve çağrılarının kendiliğinden sınıf içinde rağbet bulmasını umar. “Bilinç taşıma” ya da sınıfı aydınlatma için uğraşmaz, bu amaçla sınıfın ileri unsurlarını (en başta bu unsurlardan olması gereken parti üyelerini), sınıf kardeşlerine siyasal gerçekleri açıklamayı sürekli kılınmış bir kampanya olarak yürütmeye yöneltip, buna uygun olarak, sınıf içinde, fabrikalar ve işletmelerde vb. görevlendirmez, parti örgütlenmesini buradan kurmaz, buradan örgütlenmeye girişmez. Genel ve soyut bir “örgütlenme” anlayışına sahiptir.
Örneğin, A. Güler, 13 Mayıs’ta “Komünist”te “Doğrulanıyoruz” başlığı altında şunları yazar: “Komünistlerin mücadelesinde en önemli sabit örgütlenmek, çoğalmaktır… herhangi bir etkinliğin, eylemin, kampanyanın başarı ölçütü, sonrasına ne devrettiği ile ölçülür. Devredilenler listesinde örgütlülüğün gelişmesi, sınıf mücadelesinin yeni kadrolar ve dostlarla buluşması en üst satırlarda yer almalıdır.”
“Örgütlenmek, çoğalmak”… Her eylemin, kampanyanın vb. başarı ölçütü, elbette “örgütlülüğün gelişmesi”dir, elbette “yeni kadrolar ve dostlarla buluşma”dır. Ancak eğer tartışılan, sınıfı temsil iddiasındaki bir parti ve onun içinde yer aldığı eylemler ise, bu “genellik” ve soyutluk ile idare edilemez. “Eylem ya da kampanya, işçilerin birleşmesine ve işçi hareketinin gelişmesine ne denli hizmet etmiştir?” sorusunun ardından, küçümsemek bizden uzak olsun, ancak şuradan-buradan tek tek kişilerden öte, “kaç yeni işçi, burjuvazinin ve örneğin sendika bürokrasisinin etkisinden uzaklaşmış ve yüzünü politikaya ve kuşkusuz sınıf partisine dönmüştür”, “kaç işyeri/fabrikada örgüt kurmak üzere adım atılmış ya da kurulmuştur” sorularının olumlu yanıtları gelmelidir; çünkü “yeni kadro ve dostlar” en başta buradan çıkacaktır. Bu tür sınıf yaklaşım ve tutumu, yanı başında toplanan işçilere sırt çevirmeye izin vermez. Tersine bunun; fabrikasından işçilerin alana gelişlerini kolaylaştırmak üzere, sınıfın yüzyüze olduğu saldırıların teşhiri yanında, talepleri ve bu talepler etrafında birleşme ihtiyacı savunularak yürütülecek 1 Mayıs’a yönelik fabrika/işyeri çalışması ve çağrıları sürecinde, işçi yığınlarıyla politika tartışılabileceği, bu çalışmaya bağlanmış siyasal teşhirin bir anlamı olabileceği ve buradan bir politikleşme beklenebileceği, burjuvazinin olduğu kadar sendikal bürokrasinin de zehirli etkilerinin ancak bu çalışma içinde giderilebileceği bilinerek, tüm 1 Mayıs çalışmasının “toplar damarının”, fabrikadan alana, işçi yığınlarının içinde, sınıfın nabzıyla aynı ritmde atmasını zorunlu kılacağı ortadadır.
Ama, hayır! TKP örgütlenme seferberliğindedir, bundan işçilerin haberi bile yoktur!
İşçi sınıfı, emekçiler örneğin özelleştirme saldırısıyla yüz yüzedir. SEKA kapatılmak istenir, saldırıya uğrar. Bitlis’ten, Adana’dan, Malatya ve İstanbul’dan TEKEL işçileri SEKA’yı desteklemek ve TEKEL’e ilişkin özelleştirme saldırısını püskürtmek üzere direnişe geçer. SEKA’yı TEKEL destekler, ama TKP’den ancak direnişin sonuna doğru ses çıkar, Yurtsever Cephe SEKA’yı ziyaret eder. Bu kadar.
Kamu Yönetimi Temel Kanunu gündeme gelir, sosyal güvenlik sistemi çökertilmeye uğraşılır, hastaneler devredilir. Asgari ücret kaldırılmaya, işçi atmanın “masrafları” kısılmaya çalışılır, yine özelleştirilmek istenen Seydişehir Alüminyum işletmesi, tüm Seydişehir halkı saldırıya uğrar, işçilerin ücret sorunu vardır, sendikal örgütlenme talep ve mücadelesi vardır, kamu işletmelerinde TİS süreci gündemdedir vb. vb.. TKP ilgi göstermez, işine bakar.
İşçi sınıfının, emekçilerin, dolayısıyla ülkenin gündemi başkadır, TKP’nin gündemi başka. Sayılanlar, farklı bir sürecin sorunları değildir. Bayrak provokasyonu, linç girişimlerinin yayılmak istenmesi, eşitsizliğin dayatılması ve Kürt sorununun yeniden yaygın operasyonların konusu edilmesi vb. siyasal sorunlarla ve ABD’nin İncirlik, AB’nin sair dayatmalarıyla birlikte, bunlar, 1 Mayıs öncesi, sırası ve sonrasında sınıfın ve ülkenin gündemidir. Ama TKP için yokturlar. “Komünist” yayınlarda işçi sınıfının ve emeğin gündemine ilgi gösterilmezken, “TKP’nin gündemi” üzerine tefrika halinde yazılar yayınlanır. Bu yazılarda “doğru odaklanma” üzerinde durulur: “Türkiye’de sorun, devrimci olanakları görmek değil, bu olanaklarla gerçek bir ilişki kurmak, onlarla temas etmektir… Türkiye gibi ülkelerde, doğru odaklanma, işçi sınıfının iktidara talip olan devrimci bir yönelime girmesi için yeterlidir ve eğer gerçekçi olmaya devam edeceksek, tek koşuludur.” (K. Okuyan, “Komünist”, TKP’nin Gündemi-2, 15 Nisan)
İşçi sınıfının, halkın gündemi ve bu kapsamda “TKP’nin görevleri” değil, gündemi! TKP kuşkusuz kendi gündemini belirlemekte özgürdür! Ama bu durumda, “işçi sınıfının çıkarları, kardeşliği, sözü” vb. türü araya sıkıştırılmış lafların bir tarafa bırakılması, işçi ile TKP iddia edildiği kadar “özdeş”se, hakkı verilerek, “TKP’nin çıkarları, TKP kardeşliği, TKP sözü” kavramları kullanılması yerinde olacaktır!
“Doğru odaklanma”, “merkezi görev” ya da “kavranacak halka” veya taktik yerine kullanılıyor görünmektedir. Bu anlamıyla önemli olduğu kesindir; ama “işçi sınıfının iktidara talip olan devrimci bir yönelime girmesi için” “yeterli”, hatta “tek koşul” olduğu ileri sürülemez. Partinin “doğru odaklanması”, görevlerini doğru belirlemesi ya da taktiği, tek bir koşulda “anlamlı” ve amaca hizmet eder olabilir: İşçi sınıfının gündemi üzerinden kurulduğunda, öyleyse, kesinlikle savunulmasıyla yetinilemeyecek sınıfın acil gündelik taleplerinden hareketle ve doğruluğu, her adımda sınıfı ve halkı birleştirmeye hizmet edip etmediği ölçütüne vurulup sınanarak ve aksayan yönleri buradan düzeltilerek ele alınıp uygulandığında. “Doğru odaklanma” için, öncelikle kimin “odaklanacağı” sorusu doğru yanıtlanmalı, yanıt “işçi sınıfı” olarak verildikten sonra, partinin de, sınıfın doğru odaklanması açısından katkısı ölçüsünde kendisini doğru “odaklandırabileceği” anlaşılmalıdır. Ancak bu, “yüksek politika”nın, sınıf ve halk adına politika yapma tutumunun terk edilmesini zorunlu kılar. Bu niyet hiç yoktur:
“Türkiye’de burjuva partilerinin, hükümetlerin emperyalizme hizmet yarışının tadı tuzu kaçacak. Çünkü yurtseverler, emekçiler adına, aydınlar adına, halkımız adına bunların yakalarında olacaklar.” (“Komünist”, Ölüm Yok ki, 13 Mayıs)
“Komünistler” ya da yerine ikame edilen “yurtseverler”, emekçiler ve halk adına davranmakta ve politik mücadeleyi “adına hareket etme” olarak sürdürmeye uğraşmakta ısrarlılar! TKP, bir türlü, olması gerektiği gibi hareket edip, gerçek bir işçi ya da komünist partisinin, şüphesiz az-çok değişen her koşulda taktik yenilenme ya da “doğru odaklanma”nın gereklerini yerine getirerek, sınıfı ve mücadelesini birleştirmek ve yön vermekten ibaret asli görevine uygun davranmamaktadır.
Bunu, partiyi işçi sınıfının geri düzeyine geri çekme ya da sendikal politika yapma olarak algılamaktadır. TKP’nin, sınıfın, –Amerikan ve Avrupa aşağılama ve dayatmaları vb.’nin yanında–, özelleştirme, işyeri kapatmalar, ücret, asgari ücret, sendikal örgütlenmeye ilişkin taleplerle mücadeleye atılmasına da neden olan gündemini “sendikal gündem” ve bu tür mücadeleleri “sendikaların işi” saydığı bellidir; bu nedenle “yüksek ve saf politika” yapmaktadır. Oysa işçi sınıfının politik mücadelesinin, acil gündelik taleplerinin sağladığı zemin dışında ve bu taleplerden hareket etmeden yapılabilirliği yoktur. Ve sınıf politikasının, bu nedenle, gelişme merkezleri, en başta işyerleridir, fabrikalardır. Bu nedenle, gerçek bir işçi ya da komünist partisi açısından fabrikalar, buraların kaleleri haline getirilmesi vazgeçilmezdir. Ve parti örgütlenmesi ve sorunlarına soyut ve “yüzer-gezer çevreler” üzerinden genel çözümler aranamaz; her halükarda bir sınıf partisinin fabrika/işyeri örgütleri –sınıf politikası yapabilmesini de olanaklı kılmak üzere– başlıca dayanağıdır. Başka türlü, başkaları politik mücadele yürütebilir, ama işçi sınıfı değil.
Emperyalizme karşı mücadele mi? “Emekçiler adına”, “halk adına” “yakaya yapışmak”la olmaz. Karar vermek gerekir. Emperyalizmin karşısına kim dikilecek, emperyalist tahakkümü kırmak, emperyalist saldırıları püskürtmek hangi güç ya da güçler tarafından üstlenilecek ve başarıya ulaştırılabilecektir? Bu güç, TKP ya da herhangi başka parti veya örgüt müdür, yoksa emperyalizmle karşıtlık halindeki Türkiye halkı ve onun en ileri unsuru olarak, nesnel çıkarları itibariyle, yalnızca emperyalizmle değil, ama kapitalizmle de zıtlık halinde ve mücadele yeteneğinde olan işçi sınıfı mıdır? Emperyalizm kime saldırmaktadır? TKP’ye mi, işçi sınıfı ve halka mı? Örneğin IMF dayatmaları kime yöneliktir? Özelleştirmeler, emperyalist yağma, esnek çalışma, hastanelerin, eğitimin piyasaya bağlanması, emeklilik yaşının 68’e, pirim gün sayısının 9 bine çıkarılması ya da Türkiye’nin Ortadoğu’da savaşa sürüklenmeye çalışılması vb. TKP’yi mi hedefine koymuştur? Borç kıskacı TKP’ye karşı mı kurulmuştur?
İşçi sınıfı, onlarca, hatta yüzlerce acil gündelik talebi üzerinden emperyalizme karşı mücadeleye yönelebilir. Hatta bunu kendiliğinden gerçekleştirebilir. Yatağan işçileri, özelleştirme karşıtlığından hareketle “Bağımsız Türkiye” talebini sloganlaştırmışlardı. Şimdi TEKEL işçileri, “TEKEL vatandır, satılamaz” noktasındadırlar. İşçi sınıfı bir yana, Bergama köylüleri, siyanürlü altına karşı mücadeleleri içinde, “Kahrolsun emperyalizm” noktasına geldiler. Türkiye halkının yüzde 80-90’ının emperyalizmden nefret ettiği biliniyor. Kendiliğinden mümkün olmayan, sosyalizm için mücadeledir; emperyalizme karşı, sosyalizm perspektifiyle, kapitalizmin sınırlarına hapsolmayacak içeriğiyle mücadele, kendiliğindenliğin işi değildir. Ama sınıf mücadelesi sınıf güçleri arasında mücadeleyse, şurası kesindir ki, sendikal siyaset ya da kendiliğindenliğin aşılması gerekçe gösterilerek, emperyalizmin “yakasına” halihazırdaki politik güçlerin, örneğin TKP ya da “Yurtsever Cephe”nin “yapışması”nı öngörmek, saçmalamakla eş anlamlıdır.
Sorun, başta işçi sınıfı olmak üzere, halkın emperyalizmin karşısına nasıl dikileceğindedir. En başta işçi sınıfının emperyalizmin karşısına dikilmesini sorun edinmeyerek, sınıf ve emekçiler adına kendini görevli sayan TKP’nin, bu “nasıl”ı sorun edinmesini beklemek, kuşkusuz beyhudedir.
Yanıt, TKP’nin başını çevirip bakmadığı yerdedir. İşçi sınıfı –ve kuşkusuz Türkiye halkı–, acil gündelik talepleri etrafında birliğini sağlayıp mücadele ettikçe, yalnızca kendi gücüne güven duymakla kalmayacak; gereğini, ancak bu mücadele içinde ve acil talepleriyle bağlantısı kuruldukça kolaylıkla kavrayacağı, taleplerinin asıl hedefi ve gericiliğin esas kaynağı emperyalizme karşı mücadeleye yönelecektir.
Burada, yine, fabrika/işletmeler sorununa gelinir dayanılır: İşçi sınıfı, “avere gezenin boş kalfası” değildir. Oradan oraya “seyyar” dolanmaz. Kapitalizm üretim anarşisidir, bilinmeyen pazar için üretimdir. Ama kapitalizm, aynı zamanda toplumsal üretimdir ve toplumsal üretim tek tek fabrikalarda örgütlenmiştir. Sosyal alanda proletarya-burjuvazi karşıtlığı olarak şekillenen toplumsal üretimle mülk edinmenin kapitalist biçimi arasındaki kapitalizmin temel karşıtlığı, kendini, üretimin tek tek fabrikalardaki örgütlülüğü ile tüm toplum ölçüsünde üretim anarşisi arasındaki karşıtlık olarak yeniden üretmektedir. Toplumsal emek, sermaye egemenliğinde fabrika ve işletmelerde örgütlendirilmiştir. İşçi sınıfı, üretim, değişim ve bölüşümün tüm toplumsal süreçlerinde, siyasal, ideolojik, kültürel.. tüm toplumsal alanlarda yüz yüze olduğu burjuvazi ve egemenliğiyle, emperyalist dayatmalarla vb. başlıca burada karşı karşıya gelir. Sınıf talepleri burada şekillenir.
İşçiler sağdan soldan yürüyüp gelip, herhangi platformda birleşmezler. TKP’nin, taleplerine değer vermeyerek, sınıf dışında varettiği platform etrafında birleşmeleri olanağı yoktur. Sınıfın politik bir platformda birleştirilmesi emek işidir. Ve bu emek, en önemli bölümüyle, –işçilerin sermaye ve kapitalizm tarafından kendilerine yabancılaştırılarak birleştirildiği alan olan– fabrika ve işyerlerinde harcanmadığında, işçilerin acil gündelik talepleri etrafında birleşmelerine yardım ve talepleri uğruna mücadelelerinin ilerlemesine katkı ve destek sağlamak üzere kullanılmadığında, bu taleplerle onların kaynağı ve hedefi (kapitalist sistem) arasındaki ilişkiyi kurmak için hiç harcanmaz. Sorun, işçilerin etrafında birleşebilecekleri gündelik talepleriyle, kapitalizm, burjuva devlet, emperyalizm vb. arasındaki ilişkiyi kurabilmektir. Bu ilişki nesneldir ve gündelik teleplerin ortaya çıkmasına neden olarak, her gün binlerce olup-biten, dolaysızca kapitalizmin ürünü, sermaye ve emperyalizmin egemenliğinin dayatılmasıdır. Bu bağ, istenirse, kolay kurulabilir. Ve kurulması, işçi sınıfının politikleştirilmesinin tek geçerli yoludur. Burjuva, küçük burjuva solculuğunun anlamak istemediği şey budur. Bunu, NATO karşıtı politik mücadeleyi kendisi üstlenerek, “sapan ve eldivenler”le barikatları kendisi kurar, ama başta işçi sınıfı olmak üzere halkın, barikatlarını da kurmaya hazırlanması için, acil gündelik talepleri üzerinden politikleşmesine çalışmayarak, radikal solculukla “Atılım”cılar vb. yaparken, 1 Mayıs’ta aynı şeyi, tek farkla, yasal bir miting aracılığıyla, radikal-olmayan solculukla TKP yapmıştır. Aralarında radikalizm dışında farklılık yoktur.
Atılımcılar, geçen yıl NATO İstanbul toplantısı günlerinde, “Devrimcilerin, komünistlerin silahlı eylemleri, ezilen emekçi halkların devrimci iradesini örgütlüyor” diyor, “…tüm mücadele araçlarını cüretle kullananların ezilenlerin iradesini açığa çıkarmada, egemenleri zorlamada kazandıkları başarılar…” ve “Girilmez denilen yerlere girenlerin, yapılamaz denilenleri yapanların ezilenlerin bilincinde örgütledikleri değişim..”den söz açıyorlardı. (Bkz. Ö.D., s. 149) TKP’nin de, araçları değişik, ama mantığı aynıdır; onlar da, örneğin “işçi sınıfının bağımsız kimliğini pekiştirmek için” ayrı 1 Mayıs mitingi düzenlemişlerdir. Sınıftan ayrı durma ve ayrılıkçılık tutumu ortaktır, kendini sınıfın yerine ikame etme tutumu ortaktır, “adına” hareket etme tutumu ortaktır, politikayı, politika yapmayı ve politik mücadeleyi sınıfa, sınıflara değil kendine özgü sayma ve “kendi” politikasını yapma tutumu ortaktır. Şunları yazmışlardır:
“Bizim tercihlerimiz de belli. Diyarbakır’daki emekçiye de, Edirne’dekine de aynı hedefi gösteriyoruz: Gücünüzü Kadıköy’de birleştirin!
“Bu birlik sağlanacaktır. Bu birlik, sermayeye, onun temsilcilerine karşı sağlanacaktır. Bu birlik, ABD emperyalizmine ve onunla birlikte Avrupalı emperyalistlere karşı sağlanacaktır.
“TKP, işçi sınıfını parçalara ayıran, Avrupa Birliği’ni emekçi kitlelere masum bir odak olarak göstermeye çalışan konfederasyon yöneticilerinin peşine takılmak için değil, işçi sınıfının bağımsız kimliğini pekiştirmek için Kadıköy’dedir.” (“Komünist, 1 Mayıs Tercihlerimiz, 27 Nisan)
TKP’nin de “birlik” sorunu var! Hem de politik birlik.. Emperyalizme karşı birlik. Ve “emekçiler”in birliği. Ama bunun için fabrikalarda, işyerlerinde uğraşmıyor, bunu gereksiz buluyor. İşçi ve emekçilerin acil gündelik talepleriyle ilgilenmiyor. Mitingler, hem de 1 Mayıs’ta olduğu türden, işçiler başka bir yer ve platformda birleşirken, onlara sırtını dönmüş ayrı mitinglerini vb. düzenleyerek, kendi politik platformunu “yüksek” sesle ilan etmekle yetinip kendi “bağımsız” politikasını yaparak “işçi sınıfının bağımsız kimliğini pekiştirme” peşine düşüyor ve bunu olanaklı sanıyor! İşçilerin talepleri üzerinden politikleştirilmesi için, bu taleplerle politik hedef ve amaçların bağıntısını kurmak için çaba harcamak yerine, “komünist” hedef ve amaçların bir “köşe”de bağırılmasının “sınıfın bağımsız kimliğini pekiştirme için” uygun ve yeterli olduğunu düşünüyor. Sınıf, dayatılmış toplumsal çalışma ve yaşam koşullarıyla boğuşarak, sorun ve talepleriyle bir yanda duruyor; TKP mi, o, düşünüyor, saptamalar vb. yapıyor, politika belirliyor ve uyguluyor ya da “kendi çalıyor kendi oynuyor”! Ve tıpkı Atılım gibi, bu tutumuyla, sınıfın politik olarak ilerleyeceğini, birleşeceğini vb. tasarlıyor. Bu nedenle, kurduğu ayrı “kürsü”, “bağımsız kimliği pekiştirici” politikayı TKP yaptığı için, “işçi sınıfının kürsüsü” oluyor! Böylelikle sendika bürokrasisinin peşine takılmaktan da kurtulacağına inanıyor. Ama işçiler onların peşinde kalıyor. Her şeyden önce onlara terk edilmiş oluyor.
Aynı şeyi K. Okuyan da dile getiriyor: “…birliği sağlamak gibi zor bir hedef var. Bu zorlu görevin hakkından gelmek için, çok çalışmak, işçileri seferber etmek gerekiyor. Ağırlık koymak gerekiyor. Ve ‘bu sendikaların işidir’ sözünün arkasına sığınmamak gerekiyor.” (K. Okuyan, 1 Mayıs konuşmasından)
Sınıfın sendikal birliğini ve az-çok sendikal örgütlülüğünü bile gözetmeyen TKP’nin iddiası büyük: Sınıfın politik birliğini gerçekleştirecek! Gerçekten TKP’nin işi zor. “İşçileri seferber etmek” için daha çok çalışması gerekecek! Başlıca, talepler üzerinden fabrika/işyeri çalışması yürütmeden, talepler üzerinden politikaya bağlanmaya yönelmeden, ne denli “ağırlık” koyarsanız koyun, “doğru”luğuna ve sınıfının çıkarlarını yansıttığına inandığınız politikaların sözünü ne denli ederseniz edin, ne çağrılar ve kaç miting yaparsanız yapın, işçilerin kulağı size kapalı kalacak, seferber edilmeleri ve politik platformunuzda birleşmeleri bir türlü gerçekleşmeyecektir. Tersine, bu tutumla konacak “ağırlık”, birleştirici” değil, bölücü olacaktır. Nitekim öyle olmuştur. Bu tür bir platforma, ancak, okuyup/yazarak, düşünerek, entelektüel faaliyeti üzerinden katılanlar olabilir. Bu bile tartışmalıdır. Çünkü bunca kendinden menkullük, kendini beğenmişlik ve ayrılıkçılık, sınıfa tepeden bakıcılık iticidir, aydınlar açısından bile itici gelecektir. Az-çok başarılı olmasının dayanağı, özellikle Türkiyeli aydınlar üzerinde etkili, tarihsel kökleri, İttihatçılar’da, hatta daha öncesinde olan, gelenekselleşmiş, işçi sınıfı ve halktan kopukluk ve tepeden bakma eğilimidir.
Öte yandan, işçi sınıfının birliği, tabii ki sendikaların işi değildir. TKP türü dışarıdan ve “adına” politika yapma benimsenmeyip sınıfa bağlı kalındığında, “iş”, kuşkusuz sendikalara bırakılmış olmaz. Tersine, sendikal bürokrasinin teşhiri, sınıfın politikleşmesi açısından –hatta bugünkü koşullarda, sadece bu da değil, başarılı bir iktisadi mücadele açısından da– olmazsa olmazlardandır. Bu teşhir, sınıfın taleplerinden hareket eden ve ancak buraya oturabilecek, burjuvazinin, devleti vb. ile sınıf egemenliğinin, ulusal ve uluslararası sınıf ilişkilerinin içeriğinin, işçiler ve talepleriyle bağlarının vb. açıklanmasından ibaret teşhir faaliyetinin bir parçasını oluşturur.
Son bir örnek verip geçelim:
“Türkiye işçi sınıfının, ülkenin siyasal gündeminin liboş-faşo ikilemine sıkıştırılmasıyla özetlenen senaryoyu delmesi, gerçek, içi dolu, kitlesel bir yeni taraf oluşturması gerekiyordu. Yurtsever Cephe 1 Mayıs 2005’de bu görevin altından kalkabileceğinin somut kanıtlarını dosta düşmana göstermiş bulunuyor.” (“Komünist”, Emekçi yurtseverliği için somut olanak, 6 Mayıs)
Gereken ne? “İşçi sınıfının kitlesel bir yeni taraf oluşturması”. Yapılan ve olan ne? İşçi sınıfının yerine “Yurtsever Cephe”nin bunun “altından kalkabileceğini…göstermiş” olması! Birbirinin ardından gelen iki cümle, özneyi kaydıran kargaşa yatağı!
“Adına” davranmakla olmaz. Peki, “dışarıdan bilinç taşıma” mı, partinin politikleştiriciliği mi? Kasıt bu mu? Öyleyse, bırakın sendika bürokrasisi ve zehirli etkisini ileri sürerek sendikal birliği bile küçümsemeyi, bırakın bürokrasisinin etkisinde ve sendikal alanla da sınırlı olsa, sınıfın az-çok örgütlülüğünü yoksayıp dağıtıcılığı! Somut durumuyla işçi sınıfı ve somut durumuyla olanaklarının üzerinden yürünmesi, hem zorunlu hem de kaçınılmazdır. Ve zaten dönüştürülmesi gereken sınıfın bugünkü somut durumu, ilerletilmesi ve dönüştürülmesi gereken ise, birliği ve örgütlenmesidir. Sınıf politikası burada işlevseldir. Öyleyse, haydi fabrikalara. Haydi sınıfın gündelik mücadelesinin yardımına koşmaya ve taleplerinden tutmaya, haydi sınıf mücadelesine katılmaya!
Ancak TKP’nin burjuva sosyalizmi “kitabı”nda bu yazmamaktadır. Politikayı “yüksek”ten yapacak, örgütü “yüksek”ten kuracaktır! İşçi yığınları ve mücadeleleri içinde değil. Tutumunda, işçi hareketi ile sosyalist hareketi birleştirme ihtiyacının zerresi yansımamaktadır. İşçi sınıfı ve hareketinden ayrı olarak, sadece “sosyalist hareketi” örgütleme çabasındadır. Doğal sonuç olarak, örgüt sorununa gelindiğinde, tüm idealistliğiyle, “komünist parti”yi, düşünce örgütü olarak anlamaktadır. Dayanağı fiilen işçi sınıfı olmayan, işçilerin ileri unsurlarından oluşmayan, düşünceleri üzerinden bir araya toplanmış öğrencilerin, aydınların vb., sınıf ve ihtiyaçlarıyla ilişkisiz sosyalizm fikirleri etrafında, bir “düşünce kulübü” olarak birleşmesine “komünist parti” demektedir.
İşte A. Güler’in sözleri: “Komünistlerin mücadelesinde en önemli sabit örgütlenmek, çoğalmaktır. Marx’ın deyişiyle egemen sınıfın düşüncesinin aynı zamanda egemen düşünce olması bir yasa. Bunun karşı ağırlığını ‘burjuvazinin kendi mezar kazıcılarını üretmesi’ oluşturuyor. Biri sömürü düzenini, diğeri ise sömürü düzeninin yıkılışını mutlaklaştıran ve ilk bakışta birbirlerini dışlar görünen bu ikilinin arasındaki çelişkiyi çözmek, komünist parti örgütlenmesinin emekle büyütülmesinden başka ne olabilir?” (“Komünist”, Doğrulanıyoruz, 13 Mayıs)
Topluma, sınıf mücadelesine, kapitalizmin çelişkisine, partiye ancak bu denli idealistçe yaklaşılabilir! “Kapitalizmin mezar kazıcısı” proletarya değil, düşüncesi oluyor. Kapitalist karşıtlık emek-sermaye ya da proletarya-burjuvazi karşıtlığı değil, iki düşünce arasındaki karşıtlık oluyor ve parti, bu çelişkiyi çözmek için gerekiyor! Ve örgütlenmesinin dayanağı olarak, işçi sınıfı hiç gerekmiyor, sosyalizm düşüncesinin savunulması yeterli sayılıyor! Ne işi olacak TKP’nin fabrikada.?.. Ve TKP sınıfın gündelik talepleri ve mücadelesine niçin ilgi göstersin? Neden doğru düşünsel temellere sahip olmayan sendikal örgütlenmesine değer biçsin?

TKP’NİN 1 MAYIS ŞARTLARI
Bu “adına” hareket etme ve özne kaymasında, sınıf ve politik mücadele ve ikisi arasındaki ilişkinin ele alınmasında, düşüncenin önceliğinde beliren sınıf-dışılık, özel olarak, TKP’nin 1 Mayıs’a ilişkin sendikalara şart koşmasıyla, bu şartlardan birini oluşturan ve bu parti tarafından öteden beri savunulup uygulanan “tek merkezi 1 Mayıs” tutumunda yansımıştır.
TKP MK 15 Nisan’da “Konfederasyon ve sendika yönetimlerine
açık mektup” yayınlamış ve 1 Mayıs kutlamaları için 4 şart ileri sürmüştür:
“1) 1 Mayıs’ın temel gündem maddesi olarak AB emperyalizmine karşı mücadelenin yükseltilmesini ve ortak çağrı metninde işçi kitlelerin Avrupa Birliği’ne ve ABD’ye karşı mücadeleye çağrılmasını, 2) 1 Mayıs’ın tek merkez olarak İstanbul Kadıköy’de düzenlenmesini, 3) 1 Mayıs’ta CHP’yi neredeyse bir organizatör durumuna getiren gereksiz uygulamalardan kaçınılmasını, 4) Konfederasyon başkanlarının 1 Mayıs mitinginde konuşma yapmamalarını öneriyoruz.”
Sormuştuk: Neden geçen yıl ya da 2003’te değil, bu yıl şart koşma? Önceki yıllar TKP’nin şartları yerine mi getiriliyordu?
Ve ileri sürülen şartlar, ayrı TKP mitingini gerekçelendirmek için değilse nedendir?
Konfederasyon ve birkaçı dışında sendika yönetimlerinin tutumları ortadadır. K. Okuyan’ın 1 Mayıs konuşmasında “Geçen yıl… yanında durduk, başka devrimci güçlerle birlikte 1 Mayıs’ı kurtardık” dediği DİSK ve KESK, “AB emperyalizmi”* karşısında mücadeleyi yükselten pozisyonda mıdır? DİSK Başkanı örneğin bir AB eşgüdüm komisyonu eşbaşkanı değil midir? CHP’li değil midir, 2002 3 Kasım seçimlerinde CHP’den milletvekili adaylığına başvurmamış mıdır? KESK, AB ile ortak eğitim vb. düzenlememekte midir? Tutarlı olmak gerektir! TÜRK-İş ve HAK-İŞ’in de AB’ye ve düzen partilerine yaklaşımları bellidir. Yalnızca bu şart açısından bile, TKP’nin açık konuşması gerektiği ortadadır. AB karşısında tutarlı bir noktada bulunmayan sendika yönetimlerinin, TKP istedi diye, hemen kendilerine çeki-düzen verip hizaya geçecekleri umulamaz. TKP ayrı miting düzenlemeyi kafasına koymuştur, mugalata yapmaktadır.
Asıl önemli olana gelince.. Sendika yönetimleriyle işçilerin birbirine karıştırılması ve yönetimler ileri sürülerek sendikalı işçilerin görmezden gelinmesi vahim olandır. Bir sınıf partisinin asıl ilgi alanı, devrimci özne olmasının yanında, sınıf partisinin, yalnızca ideolojik ve politik değil, örgüt olarak da dayanağı olması gereken işçi sınıfı olmak zorundadır. Ve işçi sınıfı, yalnızca 1 Mayıs’lar ya da herhangi gösteriler vb. esnasında değil, genel olarak sendika bürokrasisi ile yüzyüzedir. Emperyalizm karşısında beklenti yayıcılık, işçileri düzene bağlama, demokrasi mücadelesi saptırma, hak mücadelesini yokuşa sürme vb. onlardadır. Grev ve direnişleri onlar tarafından baltalanmakta, her adımlarında onlar tarafından arkadan hançerlenmekte olan işçiler, ancak birleşerek yeterli gücü oluşturduklarında, “aşağıdan” baskıyla, bürokrasiyi az-çok işlevsizleştirebilmektedirler. Sadece emperyalizme karşı mücadele değil, az-çok başarılı ücret artışı vb. talepli grev ve direniş bakımından da, sendika bürokrasisi ve zehirli etkisinin üstesinden gelinmesi gerekli olmaktadır.
Sendika bürokrasisi ve zehirli etkisi karşısında bir sınıf partisinin yapması gereken, şart ileri sürmek olamaz; ama işçi sınıfının yerel, ulusal ve giderek uluslararası düzeyde dayanışması, birliği ve mücadelesinin ilerlemesine katkı sağlamak olabilir. Bu, başka şeylerin yanında, sendika bürokrasisi ve işçiler üzerindeki burjuva etkisinin giderilmesi için sınıfa yardım etmektir de. Önceden söylendiği gibi, bu, işçilerin politikleşmesi sürecinden başka bir şey değildir.
İşçiler ne denli dayanışmalarını geliştirir, birlik olur ve sermayeye karşı mücadeleye yönelirse, sendika bürokrasisinin etkisi o kadar, ama ancak buradan kırılabilir. Ve 1 Mayıs, tam da işçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak, buna hizmet edecek bir günken, TKP, sendika bürokrasisi ve etkisinin panzehiri olan işçilerin birlik, mücadele ve dayanışma ihtiyacını görmeyip işçilere sırt çevirmiş, sözde bürokrasiyi ileri sürerek, sınıfın bürokrasinin etkisinde kalmasına hizmet etmiştir. “İleri” amaç; ama işçiler yerine ve adına politika yapmaya soyunarak varılan tam tersi, geri ve gerici sonuç!
Gündelik talepleri etrafında işçilerin birleşmesi için elinizden gelen yardımı yapmazsanız, ancak sermayeye karşı mücadelesi içinde olanaklı olabilecek, işçilerin “kapitalist sınıfın kahyaları”nın işlevlerini, emperyalizm ve düzen partileri yandaşlıklarını görüp tanımasını ve etkilerini kırmak için inisiyatif almasını da teşvik edemezsiniz. Bu, bir mitingle olacak iş değildir. İşçi sınıfı içinde sistemli ve sürekli kılınmış günlük çalışmayı gerektirir. Bu olmadan, işçilerin bürokrasiyi de dışlayan ve onu zorlayacak olan birliği ve bağımsız örgütlenmesinin ilerlemesine yardım ve emperyalizm ve partileriyle birlikte kapitalist düzenin teşhiri, sınıf partisinin başlıca işlevi kılınmadan, bürokrasiye şart koşarak, sonuç alınacağını sanmak aklıevvelliktir. Abesle iştigaldir. Mitinglerde vb. sendika bürokratlarının konuşmasının önünü kesmek istiyorsanız, şart koşmak yerine, gereğini yapmak zorundasınız.
Ve bürokrasiyi eleştirir ve onunla mücadele ederken, ona kalsa hiç kutlama yapmayacağını (geçmiş yıllarda toplantı bile düzenlemedikleri çok olmuştur) ya da kapalı salonlarda yasak savacağını ve mitingi bile aşağıdan, işçilerden gelen baskıyla ve hoşnutsuzluklarının hedefi olmamak için düzenlediğini bilerek, davranırsınız. Mitingin asıl yönünü ve özünü AB ya da CHP vb. destekçiliği oluşturmadıkça, miting özel olarak bu hedeflerle düzenlenmedikçe, aşağıdan gelen baskıyla değiştirilememiş miting konuşmacılarının –fabrikalarda, sendikalarda çok duyduğunuz ve zaten mücadele ettiğiniz*– AB ve düzen partilerine ilişkin gerici açıklamalarına takılıp kalmazsınız. Mitinge, işçilerin birlik ve mücadelesini geliştirip geliştirmediği açısından yaklaşırsınız.
Ve son bir soru: İşçilerin birlik, dayanışma ve mücadele gününde bir mitingte bile yan yana bulunmaya katlanamadığınız sendika bürokrasisine, fabrikalarda ve sendikal çalışmada nasıl katlanacaksınız? Yoksa gerici sendikalarda çalışmayacak mısınız? Bürokrasinin, işçi örgütleri olan sendikalarda ve sendikal mücadelede de emperyalizm ve CHP vb. partiler karşısında aynı tutumu aldığından emin olabilirsiniz. Üstelik kendinizi fazla açığa vurursanız, sizi işten attırırlar. Ne yapacaksınız? Kendi ayrı mitinginizi düzenlediğiniz gibi, kendi ayrı sendikalarınızı mı kuracaksınız? (Tutarlılık bunu gerektirir.) Böyleyse, Lenin’le de hesaplaşmak zorunda olduğunuz ortadadır, ama işçilerin tümden sendika bürokrasisinin etkisine terk edilmiş olacağı kesindir.

SON ŞART: “TEK VE MERKEZİ 1 MAYIS”!
Şart ileri sürülerek, sendika bürokrasisinden emperyalizme ve düzene karşı çıkmasının istenmesi türünden abesliği bir yana, “tek ve merkezi 1 Mayıs” isteğinin kendisi, gerekçeleriyle birlikte, sınıf-dışılığın ilanıdır. Söylenenler şunlardır:
“…işçi sınıfının 1 Mayıs bayramını ülke çapında tek merkezde kutlaması gerektiğini savunuyoruz. Çok sayıda kente bölünmüş eylemlerin emekçilerin birleşik gücünü sergilemek, ortak bir mesajı en etkili biçimde kamuoyuna iletebilmek açısından yararsız, hatta zararlı olduğunu düşünüyoruz… Türk-İş de KESK de en önem verdikleri konularda düzenledikleri kitle gösterilerini ülke çapında tek merkezde yaparlarken, 1 Mayısların parça bölük bir duruma terk edilmesini nasıl yorumlayacağız? Yoksa 1 Mayıs önemsiz bir gün mü? 1 Mayıs’ta söyleyecek sözümüz yok mu? Üstelik bu yıl 1 Mayıs’ın pazar gününe denk gelmesi de değerlendirilmesi gereken bir avantajdır. Türkiye’de kamuoyu üzerinde bir etki yaratacak tek 1 Mayıs mitinginin İstanbul’da düzenlenen olacağı tecrübeyle sabittir.” (Açık Mektup’tan)
“Kitlesellik için akla gelmesi gereken ilk şey güçleri birleştirmektir. 1 Mayıs düzenleyicileri, ne hikmetse, ‘ne kadar çok miting, o kadar az etki’ denklemini anlayamamaktadır. Önceki yıllarda iş günü şehirler arası yolculuk zor gelirken, 2005’te insanların pazar günü dinlenme hakkına saygı öne çıkacağa benziyor!” (A. Güler, 1 Mayıs’a doğru, 15 Nisan 2005)
Ve 1 Mayıs’ın ardından: “TKP ‘tek ve devrimci 1 Mayıs’ diyor. Bugüne kadar bu perspektifin hakkı olan güç, etkinlik ve kitleselliği her defasında biraz daha ilerlettik. Ancak bu ilerleme 1 Mayıs’ı sahiplenen diğer parti, çevre veya kurumlar üzerinde çekici bir etki yaratmıyorsa, artık nedenlerden biri de ‘mümkün olan en fazla sayıda 1 Mayıs’ politikasının TKP’yle nicel rekabet endişesini gideriyor olmasıdır. ‘Çok 1 Mayıs’ başkalarına göreli nicel zayıflığın mazeretini hediye etmektedir: ‘İstanbul’da daha azdık, ama biz her yerdeydik…’ Bizim savunumuzun haklılığı pratikte ne kadar doğrulanırsa, yani biz ne kadar güçlenirsek, bu mazeretin cazibesi artıyor!” (A.Güler, “Komünist”, Negatif Diyalektik, 6 Mayıs)
Hareket noktası-1: 1 Mayıs önemli!
Hareket noktası-2: Söylenecek söz var!
Hareket noktası-3: Mesaj en etkili biçimde kamuoyuna iletilebilmeli!
Hareket noktası-4: Türkiye’de kamuoyu üzerinde bir etki yaratacak tek 1 Mayıs mitingi İstanbul’da düzenlenen olacaktır!
Hareket noktası-5: ‘ne kadar çok miting, o kadar az etki’dir, yaygın 1 Mayıs kutlaması etkisiz, hatta zararlı olacaktır!
Hareket noktası-6: Kitlesellik için güçler tek bir yerde birleştirilmeli!
Hareket noktası-7: Üstelik 1 Mayıs Pazar gününe denk geliyor ve işçiler çalışmıyor!
Hareket noktası-8: ‘Mümkün olan en fazla sayıda 1 Mayıs’ politikası TKP’yle nicel rekabet endişesini gideriyor!
Sonuç: İstanbul’da tek, merkezi ve devrimci 1 Mayıs mitingi düzenlenmelidir!
Akıl alır gibi değil!
1 Mayıs kuşkusuz önemlidir ve zaten bu nedenle, mümkün olan her yerde işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışmasının ilerlemesi için 1 Mayıs kutlanmalı, işçilerin ülke çapında, çalıştıkları ve yaşadıkları her yerde 1 Mayıs’larını kutlama hakkı olmalıdır. Bu hak, örneğin Seydişehir işçisinden “esirgenmemeli”, alana çıktıklarında, bunun, 1 Mayıs’ın önemini eksilttiği düşünülmemeli; tersine birliklerini ve özelleştirmeye karşı mücadelelerini güçlendireceği bilinmelidir. Nitekim, örneğin güçlü Trakya 1 Mayısı bunu başarmış, 1 Mayıs hazırlığı içinde yerel emek platformu aşağıdan yenilenmiştir. Örnekler çoktur.
Söylenecek söz olduğu açıktır. Bütün partilerin ortak varlık nedenlerinden biri budur. Ancak işçilere de sözlerini söyleme olanağının tanınması ve önünün açılması, bunun için olabilir her düzeyde birliklerinin ve eylemli hale gelişlerinin desteklenmesi, sınıf partilerinin ayırt edici özelliği ve bir diğer varlık nedenidir. Her şey bir yana, sınıf partilerin sözlerinin havada kalmaması, ama ete kemiğe bürünmesi ve işçilerin politikleşmesinin olanağı buradadır. Ve sosyalistlik iddiasındaki partileri, sözlerini söylemek için 1 Mayısları bekler, bu nedenle tek miting öngörür ve üstelik sözlerini bildiklerince ve kesilmeden söyleme imkanı bulmak üzere ayrı miting düzenlerlerse, söyleneceklere ihtiyaçları kesin olan işçiler, bu sözleri maalesef duyamayacaklardır. Sınıf partisi sözlerini, başta işçiler olmak üzere, sömürülen yığınların bütün çalışma ve yaşam koşulları sürecinde, en başta fabrika ve işyerlerinde, işçi sınıfının bir parçasını oluşturan ileri unsurlarının örgütü olarak, sınıfın saflarındaki çalışmasını sürekli ve sistemli kılarak, her saat, her dakika söylemek durumundadır. Sadece İstanbul’da ve sadece mitinglerde değil. Kitleselliğin kaynağı da, şuradan-buradan tek tek “adam” toplayıp İstanbul’a taşımakta değil, ama en başta fabrika ve fabrika çalışmasındadır.
Üstelik 1 Mayıs, sınıfın parti olarak örgütlenmiş ileri unsurlarının –ne kadar önemli olursa olsun– “söz söyleme günü” olmadığı gibi, Marksist olduğuna inanan ve sınıf adına politika yapmaya soyunan partilerin söyleyecekleri söze göre şarta bağlanacak gün hiç değildir; işçi sınıfın birlik, mücadele ve dayanışma günüdür. Kendilerini sınıfa dayatma uğraşındaki partilerin değil, sınıfın günü. Dolayısıyla 1 Mayıs kutlamaları, herhangi partinin şartlarına bağlanamayacağı gibi, varlığına da bağlanamaz. Sınıf partisinin ve şartları, aslında sendika yönetimlerine değil, işçilere yönelik olan herhangi partinin şurada ya da burada örgütlü –ve söz söyleme şansı–olup olmaması; işçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günlerine sahip çıkmaları durumunda, herhangi yerde, fabrikadan alanlara, mahallelerden ilçelere, illere 1 Mayıs kutlamalarının engeli olamaz, işçiler kendi sözlerini söyleyeceklerdir. Hiçbir parti, kendisini, sözünü ve örgütlülüğünü sınıfa dayatma hakkına sahip değildir, bu hakkı kendinde göremez.
“Kamuoyuna mesaj” ve “kamuoyunu etkileme” hiç dikkate alınmazlık edilemez. Ancak 1 Mayıs “kamuoyu bayramı” değil, işçi bayramıdır. Üstelik Marksizm ve sosyalizm adına, kim ki “hedef kitlesi”ni “kamuoyu” olarak saptıyorsa, işçi sınıfıyla ilgisi olmadığı kadar, kendisini, eyleminin kılavuzu olmakla tanımladığı işçi sınıfını tartışmasız devrimci özne kabul eden Marksizmle de, işçi sınıfının davasından başka bir şey olmayan sosyalizmle de ilgisi yok demektir. Marksizm “kamuoyu”nun dünya görüşü değildir, ama işçi sınıfınındır. Söylenecek söz ya da mesajlar, genel kamuoyunu hiçe saymayacaktır kuşkusuz; ama havaya ya da ortalığa, kim alırsa ona iletilmeyecektir.
Her şey somuttur. Toplum kapitalist bir örgüttür. İşçiler tek tek fabrikalarda örgütlüdür, köylüler köylerinde, şehir yoksulları, işsizler, emeğiyle geçinenler, işçilere göre gevşek de olsa, çeşitli biçimlerde örgütlüdürler: Hastanelerde, okullarda, sair devlet dairelerinde, çarşılarda, mahallelerde, sokaklarda… Bu, düzenin kapitalist örgütlülüğüdür, sömürü ve zora dayalıdır. Doruğunda egemen burjuvazi ve burjuva devlet yer alır. Sorun, bu örgütlülüğün dönüştürülmesidir; ve kamuoyunun düşünsel dalgalanmalarıyla gerçekleşmeyecektir. İşçi ve emekçilerin sendikalarında vb. kendiliğinden kurmaya yöneldikleri kendi örgütlülükleri, düzen değişikliği için bir olanaktır. Ve gerekli olan kendiliğindenliğin ötesine geçebilmektir. Ancak bu, kendiliğindenliğin görmezden gelinmesiyle başarılamayacağı gibi; kapitalizmin dayattığı ve işçilerin burjuvazi ve egemenliğiyle karşı karşıya geldiği fabrika vb. türden örgütler yok sayılarak, fabrikada, sendikada devrimci çalışma yürütülmeden, sözler buralarda söylenmeden, ama kamuoyu etkilenmeye çalışılarak mek parmak ilerlenemez.
Üstelik, bu çalışma olmadan, az-çok örgütlü “kamuoyu”nun etkilenmesi de olanaksızdır. Siz bir “söz” söylersiniz, doğru yer ve zamanda, uygun tarzla söylerseniz dinlenir de. Ama fabrikasında, sendikasında, mahallesinde, köyünde, çarşı-pazarında, camisinde, okulunda ve hele medya da hesaba katıldığında, burjuvazi ve sendika bürokrasisi vb. türünden adamları, düzen partilerinin örgütleri, camilerde hoca efendiler, hemşehriler ve örgütleri… 24 saat tersini, burjuva fikirleri, geleneksel olanları anlatır durur. Sözünüzün etkisi anında uçar gider. Sorun “kamuoyu”ysa, onun, sizden çok daha güçlü, çünkü sürekli, çünkü sistemli kılınmış, çünkü örgütlü etkileyicileri, yapıcıları vardır. Başa çıkmanızın, sözünüzün kalıcı etki sağlamasının ve sonunda kapitalizmin alaşağı edilebilmesinin tek yolu, başta fabrika, kapitalist türden örgütleri kendi kalelerinize dönüştürmek üzere, sürekli, sistemli, örgütlü bir çalışma ve söz söylemeyi, işçilere ve halka dayatılmış çalışma ve yaşamın örgütlendiği yerlerde yapmanızdır. Bu, sınıfın sınıfa karşı, halkın emperyalizm ve gericiliğe karşı dikilmesinin de tek yoludur. “Söz”, kamuoyuna, ortalığa değil, fabrikalarda, sendikalarda, okullarda, hastanelerde, –yaşam alanlarında sürdürülen çalışma ve söylenen sözle de beslenerek– işçi ve emekçilerin çalıştığı ve ürettiği, burjuvazi ve egemenliğiyle asıl karşı karşıya geldiği ve örgütlü birlik ve üretime müdahale olanağıyla gerçek bir dönüştürücü güce dönüşebileceği çalışma alanlarında söylendiğinde etkili olabilir. Kamuoyu da buradan etkilenebilir, asıl etkileyicisi, –sendikal örgütlülüğüyle bunu başaran Zonguldak madencilerinin eylemi hatırlansın– örgütlü ve hareketli işçiden başkası değildir. Öyleyse söz söylenirken, öncelikle işçiler üzerindeki etkisi gözetilecek ve aralıklarla, mitinglerde vb. söylenmekle yetinilmeyecek, fabrikalarda vb., başta işçi sınıfının çalışma –ve yaşam– alanlarında sürekli söylenecek ve işçilerin ülke düzeyinde çalışıp yaşadıkları bilinerek, bir tek İstanbul’da söylenmesi düşünülmeyecektir. Bunun 1 Mayıs ya da İstanbul’un önemiyle ilgisi yoktur. İstanbul’a önem veren sosyalizm iddialı parti, kadrolarını İstanbul ağırlıklı yerleştirir, İstanbul fabrikalarında, sömürülen yığınların çalışma ve yaşam alanlarında çalışmaya ağırlık verir. Ama hele dün İzmit ve SEKA’nın, şu günlerde örneğin Seydişehir’in az önemli olduğunu kim söyleyebilir? Üstelik SEKA işçisinin oluşturduğu –deyim yerindeyse– “işçi kamuoyu”nun etkisiyle, onun açtığı yoldan yürüyen Seydişehir işçisinin sesi ve sözünün TKP’ninkinden önemsiz olduğunu kim iddia edebilir?
“‘Ne kadar çok miting, o kadar az etki’dir, yaygın 1 Mayıs kutlaması etkisiz olacaktır!” görüşü, “kamuoyu”nu ve “kamuoyuna seslenme”yi ölçüt alışının yanı sıra şu açıdan da saçmadır ki, 1 Mayıs kutlamasının sahibi, dayanağı ve gücü, oradan oraya taşınabilen TKP vb. üye ve sempatizanları değil, işçi sınıfıdır; ve olacak dua değildir, ama sendikal bürokrasi bile tüm imkanlarını kullansa, kendi fabrikasında, ilçe ve ilinin alanlarında 1 Mayıs kutlamasına katılabilecek işçileri tek bir merkeze, İstanbul’a taşıyamaz. Üstelik, “taşıma suyla değirmez dönmez”. İşçi yığınları, çalışma ve yaşamlarının nesnel koşulları dolayısıyla oradan oraya dolaşmazlar, buna yatkın değillerdir. Söylenmişti; işçi sınıfına fabrikasında örgütlülük dayatılmıştır ve tüm dayatılanları, burjuva egemenliğini, dayatılmış örgütlülüğü kendi örgütüne dönüştürerek aşabilir. Özel durumlar dışında, İstanbul’a, Ankara’ya gelmeleri sağlanabilecek olanlara, “taşıma kıta” muamelesi etmek, bu açıdan amaçla çelişir. İstanbul’a vb. gelme eğilimi gösterebilecek işçilerin, kendi fabrika, ilçe ve illerinde kalıp, isteseler bile İstanbul’a vb. taşıyamayacakları sınıf kardeşlerini en yakın kutlamaya götürmeye çalışmaları, 1 Mayıs’a çok daha fazla işçi katılımını olanaklı kılacak, işçilerin hem birliğini hem örgütlülüğünü ilerletecek, gücünü artıracaktır. İşçilerin birliği, gücü ve kitleselliği, “taşımacılık”tan geçmez.
İşçilerin eylem alanı fabrikası, çevresi, en yakın alanlardır. Ders için 15-16 Haziran’a bakılabilir. Kavel, çevresini hareketlendirerek, Sungurlar aynısını yaparak, Kartal’dan, Topkapı’dan vb. yola çıkanlar, benzer biçimde yürüdüler. Yürüyen, “taşıma kıtalar” ya da “kamuoyu” değil, fabrikalarından boşalan işçilerdi.
Aynı nedenle, 2005 1 Mayısı’nın Pazar’a denk gelmesi ise, olumlu değil olumsuz faktördür. İşçiler, fabrika ve işyeri örgütlülükleri üzerinden gerçekleşebilecek birliklerini 1 Mayıs alanlarına daha kolay yansıtır, sendikal birliğin de katkısıyla, bu örgütlülükleriyle alana kolay çıkarlar. Tatil günüyse tek başlarınadırlar. Fabrikadaki birliklerinin gücünden yararlanamayacaklar, zaten işi sıkı tutmayacak yönetimleriyle gevşek sendikal örgütlülüklerinin de etkisi azalacak ve daha çok politik eğilimleriyle 1 Mayıs’a gelenler, gelecektir.
“‘Mümkün olan en fazla sayıda 1 Mayıs’ politikası TKP’yle nicel rekabet endişesini gideriyor!” düşüncesi ise, megalomanlara özgüdür! “‘Çok 1 Mayıs’ başkalarına göreli nicel zayıflığın mazeretini hediye etmekte”miş, “İstanbul’da daha azdık, ama biz her yerdeydik.” denebilecekmiş! “TKP ile rekabet”! Bu, herhalde daha çok sınıfın devrimci partisine yönelik ileri sürülmektedir! Tek ve merkezi kutlamaya, sadece kutlamaya değil, genel olarak “güç taşıma”ya başlıca sınıf partisi karşı çıkmakta ve işçilerin olduğu her yerde çalışma ve eylemi, yaygın 1 Mayıs kutlamasını, başlıca sınıf partisi savunup uygulamaktadır. İşçi sınıfı hangi sorunlarla yüz yüze, sınıfın devrimci partisi ne ile uğraşmakta, nelere önem vermekte ve soruna nereden yaklaşmakta, TKP ne ile uğraşmaktadır! Varsa yoksa TKP! İşçi sınıfı mı, birliği mi, politikleşmesi mi? Geçiniz! Dünyanın merkezinde TKP durmaktadır! Sınıfın yerine de o vardır, tek birlik de odur, politikayı da o yapar. Kendinden menkul, iflah olmaz sınıf-dışı dar solculuk!

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑