SEKA direnişi ve gösterdikleri

İşçi emekçi  hareketinin yer yer parlamalar gösterse de, asıl olarak bir durgunluk içinde bulunduğu herkesin üzerinde birleştiği bir olgudur. Sermayenin saldırılarının dizginlerinden boşaldığı bir dönemde yaşanıyor olması, durgunluğun sınıf hareketindeki tahrip edici etkisini normal dönemlere göre kat be kat artırmaktadır.
Öte taraftan, uzun bir aradan sonra yeniden ortaya çıkan Emek Platformu’nun (EP) sürece müdahaleden geri durması, emekçi saflarda, bir yanıyla moral bozukluğu ve dağınıklığı, diğer yanıyla sermayenin saldırıları karşısında EP’in yapmadığını yapacak  bir direnme mevzisi oluşturmaya yönelik girişimleri besleyip geliştirmektedir. İstanbul ve İzmir başta olmak üzere yerel düzeylerde bu yönde çalışmalar sürdürülmektedir.
Gerçekten de, işçi sınıfı, kamu emekçileri hareketi ve sendikal hareket bakımından günün en acil sorunu, yaşanan durgunluğun nasıl ve hangi yöntemlerle aşılacağı, sermayenin saldırıları önüne nasıl set çekileceğidir.
Reformist, “solcu” pekçok çevrenin Latin Amerika merkezli sınıf dışı “çözüm önerileri” bir yana bırakıldığında, sorunun çözümünün işçi sınıfının gerek uluslararası, gerekse ülkemiz mücadele tarihinde/birikiminde aranıp bulunması gereği anlaşılır olmalıdır. Özellikle, işçi hareketi ve sendikal hareket içinde sermayenin saldırılarına karşı  bir mücadele merkezi oluşturmak isteyenlerin böyle bir anlayış ve yaklaşıma ihtiyaçlarının olduğu kesindir.
Bu noktada, 15-16 Haziran, Bahar Eylemleri, büyük Zonguldak madenci yürüyüşü dahil  pek çok büyük işçi eyleminin nasıl örgütlendiğinin incelenmesi elbette gerekmektedir, ancak çok daha yakın bir örnek olan SEKA işçilerinin direnişi de neler yapılması gerektiğine dair son derece önemli veriler sunmaktadır. Sınıf hareketinin sorunları yalnızca SEKA örneğiyle açıklanamayacak kadar birikmiş ve karmaşıklaşmıştır. Bu yüzden bu yazıda sorunu tam olarak açıklığa kavuşturma iddiasında değiliz; ancak son deney üzerinden bazı noktalara dikkat çekmekle yetineceğiz.

SEKA’DA OLANLAR
Türk-İş’e bağlı Selüloz-İş Sendikası’nda örgütlü  olduğu Kocaeli SEKA Fabrikasında, hükümetin IMF direktifleri doğrultusunda fabrikayı kapatarak arazisini belediyeye devretme girişimi karşısında işçilerin fabrikaya kapanarak başlattıkları direniş ve eylem iki aya yakın sürdü. Sonuçta, hükümet ile sendikanın uzlaşması sonucunda SEKA yalnızca arazi olarak değil, fabrikası, işçileri ve tüm mal varlığıyla Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi. Gelinen yerde, yalnızca zafer-yenilgi ikilemine sıkıştırarak sonuca bakanlar, birbirleriyle çelişen değerlendirmeler yapmaktadırlar. Şüphesiz SEKA direnişi bir uzlaşmayla bitmiştir. Nedir ki, uzlaşma var, “uzlaşma” var. İşçiler amaçlarına tam olarak ulaşamamışlardır, ancak, o ana kadar işçi ve emekçi taleplerine kulak tıkayan, deyim yerindeyse “burnundan kıl aldırmayan hükümet” de ilk defa geri adım atmış, amacına dolaylı yollarla ulaşmayı sinesine çekmek zorunda kalmıştır. Bundan sonra ne olacağı ise, yalnızca SEKA işçilerinin sorunu olarak görülemez. Sorun işçiler, kamu emekçileri dahil  sendikal hareketin, sınıf hareketinin sorunu ve sorumluluğudur. İşin bu yanı üzerinde gelecekte de çokca durulacaktır, ancak, biz asıl olarak SEKA işçilerinin direnişinin neleri gösterdiği ve işçi hareketi ve sendikal harekete ne gibi imkanlar sunduğu üzerinde durmak istiyoruz.

SEKA’NIN GÖSTERDİKLERİ

A- İşçilerin birliği
Hatırlanacağı gibi Seka işçileri, benzer bir özelleştirme ve kapatma girişimine karşı 1999 yılında da mücadele etmiş ve saldırıları püskürtmüştü. Ancak, o günden beri fabrika içinde işçiler hemen tüm fabrikalarda olduğu gibi, günlük rutin yaşantılarına dönmüş; bu nedenle siyasal, etnik, mezhepsel, yöresel bölünmeleri yaşayan, aralarındaki güvensizlik duygusu had safhada bir pozisyonda bulunuyorlardı. Bu arada, yanı başlarındaki fabrikalarda özelleştirmeler yapılmakta, işçi kıyımı, esnek çalışma, sendikasızlaştırma sürmekte, ancak SEKA işçileri içinde bulundukları durum nedeniyle  kayıtsızlıklarını sürdürmekteydiler. Burada şüphesiz kusur, işçilerin değil, öncelikle işçileri (kendiliğinden bilincin, sınıf bilincine doğru evriltilmesi çalışmaları kapsayan) aydınlatmak ve örgütlemek gibi görevleri olan sınıf partisi başta olmak üzere sendikacılar ve sınıfın ileri unsurlarınındır. Nitekim Seka işçisi, kapatma kararında olduğu gibi farkına vardığı bir saldırı karşısında çabucak birleşebilmiştir. Öyle ki, o ana kadar sağ görüşün etkisi altındaki  bir işçi, “durumu anlayınca öyle bir şey oldu ki, ne sağ kaldı ne sol, ne şu kaldı ne bu, bir anda tek yumruk olduk, en geride duran bir baktık ki en önde, hepimiz devrimci kesildik, çünkü okkanın altına topluca gideceğimizi anlamıştık” sözleriyle gerçeği ortaya koymaktadır.
Bu işçinin sözleri, işçilerin birleşme zeminin emek ve onun çıkarları temelinde kolayca sağlanabileceğini,  sınıf dışı küçük burjuva sol akımların ve revizyonist geleneğin işçileri ilerici, gerici diye bölen yaklaşımlarının sermayeye hizmet ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Yine işçi bu sözleriyle bilincine vardığı andan itibaren işçilerin sadece kendilerine değil, sınıfın herhani bir bölüğüne/hakkına yönelen saldırılar için de mücadeleye atılabileceklerini kuşkuya yer vermeyecek tarzda göstermektedir. Yeter ki, işçiler gerçekler konusunda aydınlatılsın. Emek Platformu’nun çağrısıyla, ya da ondan bağımsız SEKA işçilerine, sendikalı, sendikasız pek çok işyerinde işçilerin çeşitli biçimlerde eylem yaparak verdiği destek hatırlansın.

B- Hareketin fabrika temeli, Emek Platformu ve yerel sendikal platformlar
SEKA direnişi, birliğin ve mücadelenin soyut sözlerle değil, somut talepler üzerinden sağlanacağını göstermekle kalmamış, tek bir fabrikada sağlam temellerde sağlanan birliğin bütün bir işçi-emekçi hareketini etkileyip yönlendirebileceğini de göstermiştir. Nitekim uzun dönem sonra, TEKEL işçileri, Kayseri EBK işçileri başta olmak üzere işçiler ve emekçiler SEKA direnişine sahip çıkmış, şu ya da bu yolla destek olmuştur. Eylemin etkileri, işçi ve kamu emekçileriyle de sınırlı kalmamış, bilim, sanat ve akademi çevreleri olmak üzere toplumun çok geniş kesimlerinin desteğini de alabilmıştır. Çünkü, SEKA işçilerinin fabrika temelinde sağladığı birlik diğer işçi ve emekçilerde (aydın kesimlerde de) cesaret duygusunu geliştirmiş, TEKEL işçileri örneğinde olduğu gibi “biz de böyle birleşirsek kazanırız” fikrini öne çıkarmıştır. Emek Platformu’nun merkezi ve yerel düzeylerde etkisiz tutumları karşısında başlangıçta SEKA işçileriyle dayanışma temelinde, ama ondan öğrenerek, kendi taleplerini öne sürerek (Adana, Malatya,  Tokat, Bitlis,  Batman’da, Kayseri, İzmir  vb. olduğu gibi) pek çok yerde yerel sendikal güçlerin birleşmeye yönelmeleri, işçi hareketi ve sendikal hareketin yerel, giderek merkezi düzeyde birleşme zeminlerinin neler olabileceğini bir kez daha göstermiştir. Bugün SEKA işçilerinin etrafında birleşildiği gibi, yarın TELEKOM, TÜPRAŞ, PETKİM, TEKEL’in özelleştirilmesine karşı; Uşak’ta tekstil, Antep Ünaldı’da dokuma, Çorum’da toprak işçilerinin sendikalaşma girişimleri gibi gelişmeler işçi hareketi ve sendikal hareketini birleşme zeminlerini oluşturacaktır.
Üzerinde önemle durulması gereken bir husus da eylemlerin giderek SEKA işçilerini desteklemekle sınırlı olmaktan çıkıp, herkesin kendi taleplerini de öne sürerek genişlemesidir. Bir diğer altı çizilmesi gereken şey ise, sermaye karşısında tüm toplumsal kesimleri birleştirecek tek gücün işçi sınıfı olduğunun SEKA direnişiyle bir kere daha görülmüş olmasıdır. Akademik çevrelerden köylü örgütlerine, kamu emekçilerinden, esnaflara kadar her kesimin SEKA eylemini sahiplenmesinin nedenlerinden biri de, uluslararası sermaye ve işbirlikçi kesimlerin ekonomik, politik saldırılarının öncelikle işçi sınıfı alanından dizginlenebileceği fikirinin SEKA direnişiyle bu kesimlerde uyanmış olmasıdır.
Bu durum, hem yerel Emek Platformları, hem de İstanbul Sendikalar Birliği (İSB) için öğretici olmalıdır. Defalarca yapılan tartışma, değerlendirme toplantılarının emek güçleri üzerinde yaratamadığı atmosferi, eğer SEKA direnişi yaratıyorsa, bu iş için samimi ve özverili bir çaba içinde olduklarından kuşku duyulamayacak olanların; bu örneği irdelemeleri ve sonuçlar çıkarmaları gerektiği herhalde anlaşılır olmalıdır. Bu tarz platformlar, birinci olarak mücadele gündemleri net olduğu; ikincisi, fabrika ve işletmeler temeline dayandığı, daha doğrusu tabanın iradesinin bir örgütleyicisi olduğu ölçüde amaçlarına ulaşabilecektir.  Yerel sendikal platformlar, emekçilerin genelini ilgilendiren sorunlarla yetinmeyip SEKA örneğinde olduğu gibi bir gelişme karşısında, ya da bir sendikalaşma ve hak mücadelesi veren fabrika işçilerinin talepleriyle/mücadelesiyle birleştiği, mücadele gündemini oluşturduğu ölçüde sınıf hareketinde ilerletici bir rol oynayabilecektir.

C- Sendika bürokrasisine karşı mücadele
İşçi hareketi ve sendikal hareketteki olumsuzlukların tek suçlusu olarak sendika bürokrasisini görmek yaygın görüştür. Bu konuda çuvallar dolusu sözler edilir, ancak, “yaşasın, kahrolsun”ndan ibaret kalan bu sözlerden sendika bürokrasisine karşı nasıl mücadele verileceği, daha doğrusu bürokrasinin nasıl alt edileceğine dair bir ipucu bulmak mümkün değildir. Elbette ki yaşananlarda sendika bürokrasisinin payı büyüktür. Ancak, sınıf içinde burjuvazinin uzantıları olan bürokrasinin uğursuz rolü tam da bu değil midir?
Yapılması gereken lafazanlık değil, bürokrasiyi etkisizleştirecek çalışmaları tabanda örgütlemektir. SEKA direnişi bu bakımdan da dersler sunmuştur. Direnişin başlangıcında, inisiyatif sadece sendika yönetimindeyken hükümetle yapılan görüşmeler denebilirse kapalı kapılar arkasında yapılır, işçilerin Türk-İş’i protestosu karşısında, Genel Başkan Ergin Alşan “burada ben varım. benim olduğum yerde siz konuşamazsınız” derken; süreç ilerleyip işçiler birliğini sıkılaştırıp inisiyatifi ele aldıktan sonra, aynı Alşan, SEKA’nın belediyeye devri oylaması sırasında basının ısrarlı soruları karşısında  “son söz işçilerindir, onların kabul etmediği bir şeyi bizim kabul etmemiz mümkün değildir” noktasına gelmiştir. Yine Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun SEKA’da toplanmasını sağlayan, EMEK Platformu’nu yetersiz de olsa eylem kararları almaya yönlendiren SEKA işçilerinin tabandaki birliği ve gücü olmuştur. Bu durum işçinin inisiyatifi ele aldığı koşullarda son sözü kendisinin söylemesinin önüne kimsenin geçemeyeceğini göstermektedir. SEKA işçileri bu noktaya, tabanda örgütlenerek tek bir işçiyi dahi dışta bırakmayacak esneklikle komiteler kurarak gelmişlerdir. Öyleyse, bürokrasi etkisiz kılacak çalşmaların başlayacağı yer fabrika ve işyerleridir. Fabrika ve işyerleri temelinde talepler etrafında birliğin sağlandığı yerde bürokrasi etkisiz kalacaktır.
SEKA direnişinin sunduğu veriler şüphesiz bunlarla sınırlı değildir. Ancak, sınıf bilinçli işçinin, dürüst sendikacının sermaye saldırılarına karşı ciddi arayışlara yöneldiği günümüzde, dikkatlerin taban çalışmasına yönlendirilmesi ve hareketin fabrika ve işyerlerinden başlayarak örgütlenmesi ihtiyacının çarpıcı biçimde bir kere daha görülmesi için bu kadarı bile yeterli sayılabilir.

SEKA’nın dersleriyle 1 Mayıs’a
1 Mayıs çalışmaları sendikalı sendikasız tüm işyerlerinde acil talepler öne çıkartılarak örgütlendiğinde, sermayenin saldırılarına göğüs gerecek bir birikim ortaya çıkacaktır. SEKA direnişi bunu göstermiştir. Bir yanda, “bayrak krizi” yaratılarak şovenizmin kışkırtılması suretiyle Türk-Kürt kardeşleşmesinin önünü alarak emekçileri ve halkı bölme girişimleri, diğer yanda ABD’nin Irak, İran, Suriye’ye yönelik talepleri –bu çerçevede İncirlik Üssü’nü keyfince kullanmak istiyor– ve bunlarla at başı giden özelleştirme, esnek çalışma, işçi kıyımı, düşük ücret dayatmalarını merkezine alan IMF’çi saldırgan ekonomi politikalarının hükümet tarafından fütursuzca uygulanmaya devam edilmesi hem 1 Mayıs’ta, hem de ardından gelecek günlerde emek cephesinin mücadele gündemini oluşturmaktadır. Bu koşullarda, sınıf bilinçli işçiye, dürüst sendikacıya ve sınıf partisinin üyelerine düşen görev, acil talepler etrafında bir aydınlatma ve örgütlenmeyi boydan boya emekçiler içinde örmektir; tıpkı SEKA’da olduğu gibi.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑