Emek Gençliği’nin 21-28 Ağustos tarihleri arasında yaptığı eğitim kampı gençlik çalışmasının birçok yönüyle tartışıldığı ve önümüzdeki dönem yapılacak çalışmanın temellerinin belirlendiği bir kamp oldu.
Gençlik yığınları içinde yürüttüğümüz çalışmanın ortaya çıkarttığı sonuçların değerlendirildiği seminerler ve toplantılar, gençlik örgütümüzün nerelerde zayıflıklar gösterdiği ve hangi sorunları çözmesi gerektiğini de açığa çıkarttı.
Bu kamp sonrasında illerde yapılan değerlendirme toplantıları da tartışmanın kampa katılamayan gençleri de kapsayacak şekilde derinleştirilmesine olanak sağladı. Bu yazıdaki amacımız, çalışmanın iyi giden, olumlu yanları üzerinde durmak değil, ama yapılan değerlendirmelerde ortaklaşılan ve öne çıkan aksayan yanları –tamamen anlaşılır kılmak ve düzeltilmelerini kolaylaştırmak üzere “köşeli” hale getirip– bütünlüklü şekilde ele alarak, tartışmanın, bundan sonra bu zemin üzerinde gerçekleştirilmesini sağlamak olacak. Yapılan tüm toplantılarda söz alan arkadaşların ağırlıklı olarak yaptıkları tespitlerden başlarsak:
“Ortalık çalışmasından kurtulamıyoruz, sadece gazete satıp, bildiri dağıtıp, afiş asıyoruz.”
“Örgütlü olmayan gençlerin karşısında farkımızı koyamıyoruz. Küçük burjuva siyasi çevrelere nasıl bakılıyorsa, bize de öyle bakılıyor. Marjinal bir grup gibi içimize kapanıyoruz.”
“Her alanın kendine özgü sorunları ve tartışma gündemleri olmasına rağmen, her yere genel bir propaganda götürüyoruz.”
“Kafamızdaki şablonlarla hareket ediyoruz, alanın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmuyoruz.”
“Kaba eleştiricilikten kurtulamıyoruz, derme çatma bilgilerle tartışmalara dahil olmaya çalışıyoruz.”
“Takvime bağlı bir çalışma yürütüyoruz, kendimizi her eyleme katılmak zorunda hissediyoruz.”
Ankara ve Adana üniversiteleriyle yapılan toplantılarda ifade edilmiş olan bu değerlendirmeler, birçok ilde farklı biçimlerde ortaya konulmuş da olsa, özde ortak değerlendirmeler olarak, üzerinde durulmayı hak ediyor.
ÇALIŞMA TARZI VE SONUÇLARI
Bütün değerlendirmelerin ortaya çıkarttığı sonuç, bize bir atasözünü hatırlatıyor. ‘Gideceği limanı bilmeyen bir gemiye hiçbir rüzgar yardımcı olamaz.’ Hedefleri belirlenmemiş, talepleri netleştirilmemiş, bir sonra atacağı adımı hesaplamadan yapılan bir çalışmanın ortaya çıkarttığı ortak sonuçlar olarak gözüken değerlendirmeler, birimler temelinde yürütülmeyen çalışmanın gençlik örgütünü içine çektiği girdaptaki tartışmalar olarak, kendi etrafında dönenerek, yıllardır devam ediyor. Sonuçta, doğada ve toplumda hiçbir şey olduğu gibi kalmadığı için, bir yandan bazı değerler yıpranırken, çalışma tarzı ve örgüt fikri, örgüte yeni katılan gençlere de aynı şekilde geçiyor. Nedir bu çalışmadaki zayıflıklar ve ne gibi sonuçlar doğurmaktadır?
Maddeleştirerek ortaya koyarsak:
1) Birçok yerde örgütlerimiz farklı fakültelerde okuyan tüm gençleri bir birim olarak ele alırken, en ileri örneklerde dahi, bunun ötesine pek geçilemiyor. Bu tarz, çalışmanın, pratikte olduğu gibi, fikirsel anlamda da genelleşmesine neden oluyor. Üniversitenin ya da bir başka alanın içinde olmamıza rağmen propagandamızın “dışarıdan” bir tarzda yürütülmesine neden oluyor. Bunu, yazılan birçok bildiri ve propaganda aracında somut olarak görebiliriz. Kendi bölümüne ya da alanına dönük daha özel ajitasyon ve propaganda çalışması yürütmedeki darlıkların birçoğu da bu tarz örgütlenmeden kaynaklanıyor.
2) “Bir-iki kişilik birim mi olur, bu gençler burada yalnız kalır ve örgütle bağları zayıflar, zamanla koparlar” kaygısıyla, buralardaki gençler, alanlarından alınarak başka alanlarda görevlendiriliyorlar.
3) Organ toplantıları, katılıma bakılarak, arka arkaya iptal ediliyor ve zamanla sadece ihtiyaç duyulduğunda toplanılır hale geliniyor. Burada “ihtiyaç”tan kasıt, gelen bildirilerin ve afişlerin nasıl dağıtılıp yapılacağının planlanması oluyor.
Organların ele alınışına dair bu yanlış yaklaşımlar beraberinde birçok sorunu da getiriyor. Bu tarzda oluşturulmuş organlar, doğal olarak alanlarındaki tartışmaları yakından takip etme, kendi alanına dair bir tartışma yürütme ve kendi araçlarını yaratmayı başaramazken, toplantılar da, daha çok, yapılacak bir eyleme nasıl katılınacağı veya materyallerin kimler tarafından dağıtılacağının planlandığı toplantılara dönüşüyor. Başta ortaya konulan tespitlerden biri olan, her bölümün kendine özgü sorunları ve tartışma konuları olduğu gerçeği ise, bu biçimde oluşturulmuş organların gündemine girme ve yapılacak çalışmanın bunun üzerinden tartışılma şansını yitiriyor. Böyle bir organda, üniversitede çıkan dergiler, yapılan paneller, yayılmaya çalışılan burjuva ideolojik safsatalara karşı nerden müdahale edilmesi gerektiğine dair bir planlama ve eğitim olanağına da sahip olunamıyor.
Böyle bir örgüt çalışması ise, bilimin ve bilginin tamamen sermayenin çıkarlarına sunulduğu burjuva ideolojik üretim merkezleri haline getirilen, dolayısıyla, aydınlanmanın ve ideolojik mücadelenin en ileri örneklerinin verilmesi gereken üniversitelerdeki tartışmalara, gençlik örgütünün, ancak, derme çatma, kulaktan dolma bilgilerle katılmaya çalışmasını beraberinde getiriyor. Bu şekilde yürütülen faaliyette, tabii ki, gazete, teorik ve kültürel yayınlar ve hazırlanan bildiri ve afiş gibi materyaller; hem çalışmada kullanılmaktan çok, satışı yapılan herhangi meta gibi ele alınmaya başlanıyor, hem de yürüyen tartışmalara daha derin bilgilerle katılmanın, müdahale etmenin araçları olarak kavranamıyor. Böyle bir çalışma, beraberinde “ortalık çalışması” tartışmasını getirirken, “ortalık çalışması” olarak ilan edilen bir faaliyetin ajitasyon ve propaganda araçlarının da külfet olarak görülmesi ve “gereksiz” ilan edilmesine neden oluyor.
Tam da burada dikkat edilmesi gereken bir başka nokta ise, “sınıflara girip ne yapacağız, onu da yaptık, aynı sonuçla karşılaştık” biçiminde yapılan bazı değerlendirmeler oluyor. Sorunu yukarda tarif ettiğimiz tarzda ele almadığımızda, sınıflar, sadece ders görülen alanlar haline dönüşüyor. Alınan eğitim ve yürütülen tartışmaların hangi sınıfın çıkarı doğrultusunda gerçekleştiği ve hangi bölüm olursa olsun bir ideolojik mücadelenin –devrimci müdahalenin gerçekleşmediği koşullarda da– kendiliğinden sürdüğü ve her gün süren bu mücadelenin, militan genç devrimcilerin müdahalesine bağlı olarak şekilleneceği, tam da bu noktada, ajitasyon ve propaganda materyalleri ve sosyalist yayınların anlam bulduğu gerçeği görülemiyor.
Böylesi bir organ tarzında karşımıza çıkan başka bir sorun ise, akademisyenlerle kurulan ilişkide açığa çıkıyor. Alanlarındaki tartışmalara uzaklaşan, organlarında bu çalışmanın nasıl yürüyeceğine dair bir planı olmayan örgütler, akademisyenlerle kurduğu ilişkiyi sadece yayınların götürülmesine indirgiyor ya da onlara bir ‘eylem’ anında, ihtiyaç olursa gidiliyor. Çoğu zaman da, böylesi bir ele alış, derslerine giren akademisyenlere yayınların başkaları tarafından götürülmesi gibi garip durumlara dahi neden oluyor. Bilim adamlarıyla bu şekilde kurulan ilişkinin düzeltilmesi, onların birikimlerinin gençlik çalışmasının birikimi ve dayanağı haline getirilmesi, ancak ve ancak, en başta gençlik örgütü ve militanlarının, bilim adamlarıyla, onların uzmanlık alanları üzerinden bir ilişki geliştirmesi ve bu ilişkinin istikrarlı bir biçimde yürütülmesiyle mümkün olabilir. Akademik çevrelerle kurulacak ilişki böylesi bir düzeye çekildiğinde, üniversitelerde, toplumcu bilim adamlarının zamanla birikimlerini emekçi yığınlara sunmaları olanaklı hale gelebilir.
Örneğin emek platformu döneminde iktisatçılarla kurduğumuz ilişkinin buna uygun olması, bugün günlük işçi basınında yazan ve sınıf partisinin saflarında yer alan akademik çevreleri oluşturmuştur.
“Okumak gıdadır, okuyan insanlık bilen insanlıktır.” (V. Hugo) “Her okur bir lider değildir; fakat her lider bir okur olmalıdır.” (Harry Truman ) Bu iki sözün sahibinden ilki ünlü bir yazar, ikincisi ise, atom bombasının İkinci Dünya Savaşı sonunda atılması emrini veren ABD başkanıdır. Konumuz, tabii ki, onlar üzerine tartışma yürütmek olmayacaktır. Burada derdimiz, akademik alanda yürüteceğimiz çalışmanın zorunlu koşullarından biri olan okuma ve araştırmaya, öğrenmeye tutkun bir örgüt olmayı sağlamak olmalıdır. Akademik alanda yürütülecek çalışmada bunun koşullarını oluşturmak, bir yandan gençlik örgütünde ihtiyaca ve düzeye uygun istikrarlı bir eğitim çalışmasının yerleştirilmesi ve öte yandan genç militanların okuma alışkanlıklarını geliştirme ve bunun düzenli takibiyle olanaklıdır. Organlara dayalı bir çalışma olmadan, gençlik örgütünün niteliğini yükseltme olanaksızdır.
AKADEMİK MESLEKİ ÖRGÜTLERDE ÇALIŞMA
Gençlik örgütümüz, bir dönemdir kol-kulüp, ÖTK, TÖK, meslek odalarının gençlik kolları üzerindeki çalışmaların önemi üzerine duruyor. Bu, gençlik örgütümüzün bu alanlara doğru bir yöneliminin olmasıyla birlikte, pratikte de bir anlam bulmaya başladı. Geçen sene yürütülen Tıp Öğrenci Kolu (TÖK) çalışması ve fazla olmasa da kimi kol ve kulüplerdeki çalışmalarımız, bu nedenle önemli. Ancak yukarıda belirtilen nedenlerden kaynaklanarak, bugünkü çalışmalarımızın istenilen düzeyde olmadığını da söylemeliyiz. Savaş sürecinde gençlik örgütümüzün kol, kulüp ve ÖTK’ları bir araya getirmedeki başarısı, bugün yönelimimizin doğruluğunu ortaya koyarken, diğer yandan ise, bu alanlardaki çalışmaların daha da yoğunlaşması gerektiğini gösteriyor.
ÖTK’ları kullanma ve bu alana dönük müdahalelerin zayıflığı; ÖTK seçimlerine endeksli, seçimlerin kazınılıp kazanılamamasına sıkıştırılan bir çalışmayı da beraberinde getiriyor. Temsilciliklerin kazanıldığı yerlerde ise, sınıfla ve diğer temsilcilerle ilişkiyi geliştirip, talepler üzerinden bir çalışma yürütülmesinde sıkıntılar var. Tek bir ÖTK temsilcisinin bile önemli bir etken olduğu unutuluyor, gençlik çalışmamızın bütünü içerisinde ÖTK çalışması bir yer edinemiyor. Oysa iki çalışma birbirini güçlendiren tarzda ele alındığında, bir ya da iki ÖTK temsilcisine sahip olunmasının üniversite mücadelesindeki belirleyiciliği görülecektir. Anlaşılacağı üzere, temsilci seçiminin kazanıldığı yerlerdeki çalışma ile bunun başarılamadığı yerlerdeki çalışma arasında bir fark olmuyor. Temsilcilik kazanılamayan yerlerde ise, seçilen temsilciliklerin zorlanması ve beraber çalışmanın sağlanmasına yönelik bir çabanın olmadığı aşikar.
ÖTK’larda yürütülen çalışmadaki sıkıntılar, kol ve kulüpler açısından, özü aynı olmak üzere, farklı bir biçimde yaşanıyor. Üniversitelerde var olan kulüpler içerisinde çalışma yürütmek yerine, içerisinde bütünüyle ya da çoğunlukla Emek Gençleri’nin bulunduğu kulüp kurma tarzı, kulüp ve kol çalışmasındaki bakış açısının zaaflarını gösteriyor. Üniversitelerdeki liberal ve burjuva akımların temsilcileri olan kariyer kulüpleri karşısındaki pozisyonumuz, bunlarla girdiğimiz polemik ve karşı bir cephe örgütlemedeki zaaflarımız ise, kavrayıştaki diğer bir sıkıntılı yanı oluşturuyor. Oysa ki, bugün kariyer kulüplerinin karşısında belirli bir güç oluşturabilecek bir üniversite gençliği kulüplerde bir araya gelmiş durumda.
Diğer bir çarpıcı yan ise, yönetiminde bulunduğumuz ya da bizzat kurduğumuz kulüplerde dahi yıl içerisinde bir-iki etkinlik yapılmış olması ve kulüplerin kendi üyeleri içindeki tartışmalardaki zayıflıklar olarak öne çıkıyor. Emek Gençliği’nin kendi bağımsız çalışması ile kulüp çalışması arasındaki çizginin belirsizleştiği bir çalışma tarzında, bu, kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.
Başta Emek Gençliği üniversite örgütleri olmak üzere, bütün örgütleri tarafından, çalışma yürütülen bütün alanlarda idealizme karşı materyalizmin savunulması ihtiyacı da düşünüldüğünde, var olan ama içinde çalışma yürütmenin başarılamadığı ya da reddedildiği kulüplerin, öğrencilerin yoğunluklu olarak gidip geldiği kulüpler olduğu bilinerek, bu kulüplerde çalışma yürütülmesi ve kariyer günleri ya da burjuva propagandacıları karşısında sosyalist bakış açısının savunulmasının önemini, hem eğitim kampı hem de ardından yapılan toplantılar ortaya koymuştur.
Her alanda yürüttüğümüz gençlik çalışmalarımızın eksikleri, hataları ve olumlu yönleriyle birlikte ele alındığında, önemli bir dönemde olduğumuz görülecektir. Birimler temelinde yürütülen organ çalışmalarımızın güçlendirilmesi, zaaflarını aşarak daha ileri hamleler yapabilmesi, gençlik örgütümüzün her düzeydeki kararlı, ısrarcı, militan tutumuyla kuşkusuz sağlanacaktır.