İşgal-NATO karşıtı mücadele ve sınıf içindeki çalışma

ABD’nin başını çektiği emperyalist saldırganlık, işgal ve savaş politikalarına karşı işçi, emekçi halk güçlerinin birleştirilmesi, mücadeleye seferber olması ve anti-emperyalist bir mücadele cephesinin inşa edilmesinin ekonomik-sosyal temellerine dair çeşitli değerlendirmeler, birçok farklı politik grup ve akımların yayın organlarında ve Özgürlük Dünyası’nın sayfalarında yer almaya devam ediyor. Bu kapsamda, Bush’un Türkiye’ye gelişi, NATO Zirvesi ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’ne karşı anti-emperyalist taleplerle sürdürülen mücadele de çeşitli yönleriyle tartışılıyor.
Biz de bu yazımızda, ABD ve işbirlikçilerinin işgal ve BOP kapsamındaki politikalarına karşı sınıf partisinin kitleler içerisinde sürdürdüğü çalışmayı ve sendikaların bu mücadele içerisindeki durumunu değerlendireceğiz.

YAŞANANLARA DAİR KISA BİR HATIRLATMA
Irak’ta yaşanan işgalin yarattığı yıkımın bir kez de işkence fotoğraflarıyla kamu oyunun gündemine gelmesi, Bush’un Türkiye’ye gelişinin kesinleşmesi ve NATO Zirvesi’nin 28-29 Haziran’da Türkiye’de toplanmasının kararlaştırılması ile birlikte, ABD ve işbirlikçilerinin yaptıkları ve yapmak istedikleri, bir kez daha Türkiye’nin temel gündemi olmuştu. Bir yandan sermaye cephesi, hükümet yetkilileri, her renkten holding basını, Türkiye’nin stratejik önemine ve ABD’nin ve işgal güçlerinin bölgeyi yeniden yapılandırma politikalarının Türkiye’ye sunduğu olanakların ne kadar büyük bir tarihi fırsatı ayaklarımıza getirdiği üzerine açıklamalar yapıp, yazıp çiziyor, halkı aldatmak için yoğun bir propaganda sürdürüyordu. O kadar ki, son dönemlerde çeşitli uluslararası organizasyonların Türkiye’de yapılmasının, tanıtım-reklam açısından önemine, milyarlarca dolar harcansa Türkiye’nin tanıtımının bu kadar iyi yapılamayacağına ilişkin manşetler ve özel televizyon programlarıyla, gerçekler unutturulup, hayaller kışkırtılarak, halkı aldatmaya yönelik bin bir türlü alavere-dalavere yapıldı, kırk takla atıldı.
Türkiye’nin prestijini yükseltmek, piyasadaki değerini artırmak, ve bunun için, başta baş terörist Bush olmak üzere, NATO Zirvesi’ne katılacak devlet adamlarının güvenliğini eksiksiz sağlamak adına, İstanbul’da adeta bir sıkıyönetim ilan edildi. Üniversitelerde eğitim-öğretim yılının sona ermesi tarihi öne alınırken, sınavların NATO Zirvesi öncesine ya da sonrasına alınarak, üniversite gençliğinin tepkisinin önü kesilmek istendi. Dahası, 20 Haziran’dan itibaren üniversitelerde NATO konulu etkinliklerin yasaklandığına dair genelge yayınlandı.
Estirilen bu “güvenlik terörü”ne olmadık güzellemeler yapılarak, bu konularda, ABD kadar olmasa da, ne kadar ustalaşıldığı büyük efendilere gösterilmeye çalışıldı.
Ancak bütün bunlara rağmen, halkın ABD’ye olan tepkisi ve yaptıklarına karşı tarihten gelen güvensizlik ve öfkesinin tersine çevrilip, sempatiye dönüştürülmesi başarılamadı. İşkence fotoğraflarının kamuoyuna yansıdığı günlerden başlayarak, halkın tepkisinin ve öfkesinin göstergesi olan gösteri, eylem ve etkinliklerin önüne geçilemedi. Yapılan gösteri vb. etkinliklere katılım, istenilen yaygınlık ve kitlesellikte değildi. Ama, işçi, emekçi halk yığınlarının, estirilen bütün yalan rüzgarlarına rağmen, ABD ve işgal güçlerinin iyi şeyler yaptığına ikna edilemediği gerçeği, sermaye güçleri tarafından bile kabul edilecek kadar hissedilir, görülür boyutlardaydı. Fabrikalarda, işyerlerinde, sokaklarda, kahvelerde, otobüslerde, az çok halkın duygularına kulak veren herkes, halkın büyük çoğunluğunun hoşnutsuzluğunu, ABD ve işbirlikçilerinin yaptıkları konusundaki rahatsızlıklarını fark ediyordu.

SINIF PARTİSİNİN ÇALIŞMALARI ÜZERİNE
ABD’nin başını çektiği emperyalist işgal ve saldırganlığa karşı işçi, emekçi halk kesimlerinin tepkisi ve öfkesini yaygın ve kitlesel eylemlerle göstermesini sağlamak, hangi burjuva politik akımdan etkilenmiş olursa olsun, halk güçlerinin ortak, birleşik mücadelesini örgütlemek için çaba sarf eden sınıf partisi, güçlerini seferber ederek, yoğun bir çalışma sürdürdü. Özellikle NATO Zirvesi öncesi son 20 gün boyunca, seçim dönemlerindeki kadar yaygın bir aydınlatma faaliyeti yürütüldüğünü söylemek bir abartı olmayacaktır.
Irak’ta yaşanan işgal ve işkencenin mimarlarının Türkiye’ye gelişinin nedenlerini ve niçinlerini halka anlatmak, NATO Zirvesi ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin içeriği ve amaçları konusunda halkı bilgilendirmek ve ABD emperyalizmi ile işbirlikçilerinin Türkiye, Ortadoğu ve dünya halklarının bugünü ve geleceğine ilişkin savaş ve yıkım planlarını teşhir etmek, sürdürülen aydınlatma çalışmalarının içeriğini oluşturuyordu. Bu çalışmalarda yüz yüze gelinen kadın erkek, genç yaşlı binlerce, on binlerce işçi ve emekçinin, yaşananlara karşı tepki gösterirken, henüz kendi günlük yaşamı ve geleceği açısından nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğunu anlaması, kavraması konusundaki eksiklikleri gidererek, mücadele ve örgütlenmesini bir adım daha ileriye taşımak, sınıf partisinin yakın hedefleri arasındaydı.
Bu yakın hedefe bağlı olarak, fabrika ve işyerlerinde toplantılar, yine bu alanlara yönelik genel ve özel bildiriler, mahallelerde, cami önlerinde, semt pazarlarında ajitasyon gösterileri, kahve ve ev toplantıları, işçi, emekçi halk yığınlarının tepkisi ve öfkesinin örgütlenmesi için sürdürülen çalışmanın belli başlı araçları oldu.
Sınıf partisi, bir taraftan kendi bağımsız çalışmasını sürdürürken, bir taraftan da, çeşitli politik grup ve çevrelerin ortak bir platform etrafında birleşip, işgalcilere ve Türkiye’yi işgale ortak etmek isteyenlere karşı güçlü bir tepki örgütlenmesinde ortak hareket etmesini sağlamak için çaba sarf etti. İslamcı, Kemalist, sosyal demokrat, küçük burjuva sol çevreler de dahil, ABD’nin ve işbirlikçilerinin politikalarından rahatsız olan, şu veya bu yönüyle tepki gösteren çevrelerin bir araya getirilmesi, halkın tepki ve öfkesinin örgütlenmesini zayıflatacak tutum ve anlayışların bertaraf edilmesi, bunun öneminin her platformda sürekli vurgulanması, sınıf partisinin dikkat gösterdiği temel hususlar arasındaydı.
Bu açıdan da ileriye dönük somut adımlar atılırken, bu birleşik mücadele tutumunun ön cephesini sendika ve kitle örgütlerinin tutması için ısrarlı bir tutum sergilendi. Ancak, zirvenin son günlerine doğru bütün çabalara rağmen, ortaya çıkan grupçu, reklamcı, rekabetçi ve bozguncu bir dizi tutum ve anlayışın işgal ve NATO karşıtı cepheyi zayıflatan çıkışlarına engel olunamadı. (*)
Sınıf partisinin özellikle fabrika ve işyerlerindeki çalışmaları, işgal ve NATO’ya karşı mücadelenin ana gövdesini işçi sınıfı ve emekçilerin oluşturması için büyük öneme sahipti. Bu gerçekten hareketle yapılan fabrika, işyeri toplantıları ve aydınlatma çalışmalarında, işgalin, NATO Zirvesi’nin ve BOP’un işçi ve emekçilere kestiği ve keseceği faturanın, bölge ve Türkiye halklarının bugünü ve geleceği açısından sonuçlarının üzerinde duruldu. Bu çalışmalar, belli oranlarda, özellikle İstanbul’da çeşitli işkollarından işçi ve emekçilerin harekete geçmesini sağladı. 27, 28, 29 Haziran eylemlerine kadar Telekom işçilerinin, Tuzla Tersane işçilerinin, Gezer Terlik Fabrikası işçilerinin, sağlık ve eğitim emekçilerinin, Sümerbank, Karayolları ve Belediye işçilerinin ve belli başlı illerde çeşitli işkollarından işçi ve emekçilerin, toplam etkisi sınırlı olan, ama koşullar düşünüldüğünde küçümsenmemesi gereken eylemleri, bu çalışma ve çabaların bir sonucu olarak gerçekleşti.
Örgütsüz işyerlerinin ve genç işçi kuşaklarının yoğunlukta olduğu Organize Sanayi Bölgeleri’nde ve sanayi sitelerinde ise, yürütülen çalışmalar, genç işçi kuşaklarının kitlesel tepkisinin örgütlenip açığa çıkarılmasını, bunun, eylemlerle sokağa yansımasını sağlamaya yetmedi.
Şüphesiz bu ve diğer alanlardaki çalışmanın dünden bugüne getirdiği birikimin, olanakların henüz istenilen düzeyde olmamasının, işçi ve emekçilerinin tepkisinin istenilen düzeyde eyleme yansımamasında önemli bir rolü var. Ancak hem bu durumun, hem de işgal ve NATO karşıtı mücadelede ortaya çıkan tablonun gösterdiği temel birkaç hususun altını çizmekte de fayda var.

1-) Yoğun bir teşhir-ajitasyon ve aydınlatma çalışması sürdürülen bu alanlarda, genç işçi kuşaklarının tepkisinin eyleme dönüşmesindeki zayıflıklar, zorluklar, işgal ve işkenceye karşı genç işçi yığınlarının tepki duymadığı anlamına gelmez. Aksine yapılan birçok etkinlikte, işçi-işsiz onlarca, yüzlerce yeni gençlik grupları, mahalle veya merkezi düzeydeki eylemlere katılmıştır. Bundan sonra yapılacak iş, bu öne atılan gençlik gruplarının eğitimi ve örgütlü gruplar halinde mücadeleye katılmasının sağlanması için çalışmaktır. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadele ve örgütlenmesini güçlendirecek, mücadele bayrağını devralacak ileri, sınıf bilinçli bir genç işçi kuşağının yetiştirilmesinde ısrarlı, kararlı ve sebatkar olmaktır.

2-) Fabrika ve işyerlerinde, genç işçi, emekçi kuşaklarının mücadeleye atılan kesimlerinin karşına çıkan ve “Biz bunları çok yaptık, ama bir şey olmadı” diyerek, onların önünü kesen “eski kuşakların” tutumları karşısında teslim olmamak gerekir. Bu yorgun ve gerçeği yansıtmaktan uzak, birçoğu sınıfın birikimini ve değerlerini yansıtmayan yaklaşımların, eğitici ve öğretici değil, sınıf hareketinin birikiminin genç işçi, emekçi kuşaklar tarafından ileri düzeyde edinilmesiyle ters-yüz edilecek, aşılacak yaklaşımlar olduğu açıktır. Bunun için de, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi içerisinde yaşanan bu türden tartışmalarda, yapıcı, kazanıcı olmak, ve bu tartışmaları, daha ileri düzeyden tartışmaların vesilesi yapmak, fabrika ve işyerlerinde mücadele ve örgütlenmenin önünü açacaktır.

3-) İşçi ve emekçi kitleler içerisinde sürdürülen yazılı ve sözlü aydınlatma çalışmaları, ajitasyon ve çağrılarda, kitlelere güvenle seslenen, etkili ve kararlı bir tutumla, cesaretle öne atılan bir tutum takınmada zayıflıklar mevcuttur. Hatta bu bazen, “Nasıl olsa eyleme, mitinge gelmeyecekler. Biz uğraşıyoruz, ediyoruz, ama çok da bir şey olmayacak” deyip, sonra da, işçi ve emekçi kitleleri, taleplerine sahip çıkma ve mücadeleye çağırmama gibi, gerçekçi olma adına özgüvenden ve kitlelere güvenden uzak yaklaşımlara bile varabilmektedir. Bütün bunlar, işçi, emekçi kitlelerin “NATO’dan bana ne, NATO gelse de benim hayatım değişmeyecek, gelmese de” türünden kendiliğinden tepkileri ve itirazları karşısında, ikna edici, aydınlatıcı ve etkileyici bir tutum ve çaba içerisinde olmanın uzağına düşmeye neden olmaktadır. Dahası, kitleler içerisindeki çalışmanın, emek, sabır, kararlılık, canlılık, bilgi ve süreklilik istediği gerçeği gözardı edilmektedir.

4-) Sınıf partisinin güçleri ve ileri, sınıf bilinçli işçiler, işçi, emekçilerle günlük ilişkilerinde, sağ-sol, ilerici-gerici saflaşmalarına sıkışıp kalamazlar, kalmamalıdırlar.
Örneğin bir işyerinde, Irak’ta yaşanan işkencenin fotoğraflarının basına yansımasının ardından şöyle bir tartışma yaşanıyor: İşyerinde, “İslamcıların önde geleni” diye bilinen bir işçi, sosyal demokrat bir işyeri temsilcisine ve sınıf partisinin üyesi bir işçiye gelip, “bu konuda işyerinde bir şeyler yapalım” diyor. İşyeri temsilcisinin tepkisi, “Ne yapacağız? Gidip AKP’ye oy veriyorsunuz, sonra da bir şey yapalım diyorsunuz” şeklinde oluyor. Sınıf partisinin üyesi olan işçi ise, işyeri temsilcisinden yana bir tutumla tartışmaya katılıyor ve daha tartışma başlamadan bitiyor. İslamcı işçilerin önde geleni olarak bilinen işçi, “AKP bir şey yapmıyor da, solcular iktidara gelince ne yaptı” diyerek masayı terk ediyor.
Bu ve buna benzer tartışmalar, geride bıraktığımız süreçte, şüphesiz bu işyeriyle sınırlı değildi. Bu tartışmaların yaşandığı işyerlerinde, açık ki, belki de, o güne kadar işçiler arasındaki yanlış politik saflaşmaların dağılıp, yerine, sınıf kardeşliği, sınıf çıkarı temelinde yeni bir yakınlaşma ve birleşmenin geçmesinin önemli bir fırsatı, olanağı olacak ciddi bir adım atılamamış, işçilerin birleşik, ortak eyleminin olanakları heder edilmiştir.
Sınıf partisinin güçleri ve işçi önderleri, işçi, emekçi sınıfların şu veya bu düzen partisinin ya da burjuva politik akımın etkisinde kalmış işçi, emekçilere karşı, politik önyargılar, araya mesafe koyan tutum ve sığ yaklaşımlar sergilememelidir. Ortaya çıkan her yeni durumda, işçilerin birliğini sağlamak ve ileri bir noktadan duruma müdahale ederek, işçilerin kendi çıkarlarının ve geleceklerinin nerede olduğunun bilinç ve ayırdına varmalarına yardımcı olmak, fabrika ve işyerlerindeki örgütlenme çalışmalarında temel yaklaşım olmalıdır.

*
İşgal, NATO ve Bush karşıtı eylemlere halkın katılımının istenilen, beklenilen düzeyde olmamasının nedenlerini, kitleler içerisinde sürdürülen çalışmadan bağımsız, kitle çalışmasını olumlu ya da olumsuz etkileyen gelişmelerden, olay ve olgulardan soyutlayarak ele almak doğru değildir. Ancak, yukarıda belirli yönleriyle vurgulanan hususlara dair, işçi sınıfı ve emekçiler içerisinde sürdürülen çalışmalardan öğrenip, sınıf partisinin güçlerinin, meselelere dair kendi cephesinden sonuçlar çıkarması da ihmal edilmemelidir. Sadece koşullara veya sınıf dışı kesimlerin mücadeleyi zayıflatıcı tutum ve eylemlerine bakarak, öğrenmek, ilerlemek ve güçlenmek mümkün değildir.

EMEK ÖRGÜTLERİNİN SORUMLULUĞU SADECE KARAR ALMAK DEĞİLDİR
İşgal ve NATO karşıtı mücadelenin ön cephesini sendikaların tutması için sınıf partisinin özel bir dikkat gösterdiğine yukarıda değinmiştik. Elbette ki bu dikkat, yersiz ve sebepsiz değildir.
İşgale, NATO’ya ve Bush’un Türkiye’ye gelişine karşı, anti-emperyalist talepler etrafında işçi sınıfı ve emekçilerin ana gövdesini harekete geçirmek için yürütülen çalışmalar, 1 Mayıs çalışmalarının da temel gündemlerinden birini oluşturuyordu. Bilindiği gibi, 2004 1 Mayısı iki ayrı gösteriyle kutlanmış, ve bu, sendikal hareket içerisinde önemli tartışmalara neden olmuştu. 1 Mayıs’ın hemen arkasından gelen işgal, NATO ve Bush karşıtı eylemlerin yeni bölünmelere ve sendikal hareket açısından daha geri ve zayıflatıcı sonuçlara neden olmaması için, sınıfın partisi, başından beri, kurulan ortak platformlarda sendikaların, kitle örgütlerinin aktif rol alması için çaba sarfetti.
Ancak sınıf partisinin bütün çabalarına rağmen, mücadelenin ön cephesinin sendikalar ve kitle örgütleri tarafından tutulmasında yaşanan sorun ve zayıflıklar aşılamadı. Bir süredir sendikal hareket içerisinde belirginleşen ve 1 Mayıs’ta belirli yönleriyle kendisini dışa vuran ve işgal, NATO ve Bush karşıtı mücadele içerisinde de varlığını sürdüren bazı eğilimlerin bundaki payı görmezden gelinemez.

1-) Burjuvazi ve sermaye güçlerinin yüzyılın son çeyreğini kapsayan dönem boyunca sürdürdüğü yeniden yapılandırma politikalarının ideolojik, politik, kültürel cepheden hedefe koyduğu kesimlerin başında, işçi sınıfı ve emekçilerle, onların mücadele ve örgüt birikimi, değerleri gelmiştir. Bu saldırının yarattığı en büyük tahribat ise, “işçi sınıfının, emekçilerin özgüveni” ve “birleşik gücüne ve eylemine olan güven” konusunda yaşanmıştır. Bu durumun en çok gözlendiği kesimlerden biri de, sendikal hareketin başında bulunan yönetici kadrolardır. Burjuvazinin ve sermaye güçlerinin saldırılarına karşı, başta genç işçi kuşakları olmak üzere, işçi sınıfı ve emekçilerin aydınlatılması, talepleri için mücadeleye seferber edilmesi ve birleştirilmesi hayati öneme sahipken, sendika ve konfederasyon yönetimleri, bırakın bunu yapmayı, bunu yapmaya çalışanlara yardımcı olmaktan bile uzak durumdadır.
İşçi sınıfı ve emekçilerin birliğe, acil talepleri için ortak mücadeleye en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde, sendikal hareketin üstünde oturanlar, birbirleriyle uğraşmayı, “kim daha fazla sınıftan yana” diye tarih-miras yarıştırmayı ya da “sağ sendikacılık, sol sendikacılık” saflaşması ile kimin haklı kimin haksız olduğu tartışmasını, her fırsatta bir gerekçe bularak körüklemeyi marifet sayabiliyorlar. Öyle ki bu kapışma ve kamplaşmayı gerekçe göstererek, işgal ve NATO karşıtı eylemlerin İstanbul’daki şubeler tarafından örgütlenmesini engelleyip, devre dışında bırakmayı sendikal demokrasi adına savunabilecek kadar ileri gittiler. (**)

2-) Bu anlayışın bir devamı olarak, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadeleye seferber edilmesi için bütün olanaklarını harekete geçirmek, dikkat noktasını, fabrika ve işyerlerinde işçi ve emekçilerin mücadeleye katılımının örgütlenmesini sağlamak yerine, işyeri temsilcilerine “biz kararları aldık, işçileri mitinge, eylem alanına getirmek işi sizin sorumluluğunuzdur ve sıra sizde” demeyi, “gerçekçilik”, “mücadelecilik”, “sınıf ve kitle sendikacılığı” anlayışının gereği olarak savundular.
On binlerce, yüz binlerce üyesi olan koca koca konfederasyon ve sendika genel merkezleri, miting ve eylem alanlarında birkaç bin kişi ile pankart açmayı “ne yapalım, biz çağrı yaptık, ama bu kadar kişi geldi” diyerek izah edip, işin içinden çıkıverdiler! Ama sendikal çizgi tartışmasında, “radikal-sol” sendikacılık ya da “dönemin gereği olan” sendikacılık adına bölünmeyi ve ötekini suçlamayı, yüksek politika olarak saatlerce, günlerce icra ettiler.
Nedense hiç birisinin aklına, bu kadar enerji ve çabayı, fabrika ve işyerlerini gezip, işçi ve emekçilerin duygularını, fikirlerini, eğilimlerini, kaygılarını dinlemek, tartışmak ve ileri bir tutuma kazanmak için harcamak gelmedi. “Elbette ki, bütün işyerlerini biz gezeceksek, daha alt kademelerdeki sendika yöneticileri, temsilcileri ne yapacak?” diye düşünüp sorabilirler. Sendika konfederasyonları yönetimlerinin işi yukarıda birbirleriyle didişip, analiz-sentez yarıştırmak olunca, aşağısı da öyle görünür. Ama en azından eylemin karar ya da yukarıdan emirlerle örgütlen(e)mediği fabrika ve işyerlerinde toplantılar, tartışma ve hazırlıklarla işçi ve emekçilerin alana çekilebileceği, sınıfın, emekçi kitlelerin birleşik gücüne az çok inanan-güvenen herkes tarafından kabul edilecektir.

3-) Sendikal kademelerde, başta sendikalara üye olan işçi ve emekçiler olmak üzere, genel olarak işçi, emekçi halk kitlelerinden yakınmak, şikayette ve serzenişte bulunmak neredeyse alışkanlık haline gelmiş durumdadır. Tabanın geriliğinden, bilinçsizliğinden yakınmak moda olmuş görünüyor. Bir an olsun böyle söyleyenlere hak verelim. Bu durumda bile, sınıf bilincinden yoksun, geri tabanın bu durumu kendi kendine nasıl değişecek? Ya da şöyle soralım; bilinçli, ileri ve aydınlanmış olanın durumu buysa, bilinçsiz ve geri olanın durumunda şaşılacak ne var?
Bugün az çok işçi, emekçi kitleler içerisinde onları kazanıp mücadeleye katmak için uğraşan herkes bilir ki, işçi sınıfı ve emekçi yığınların mücadeleye atılmasının önünde, “bilmeyenlerin” değil, “çok bilen ya da bildiğini sananların” yarattığı tartışmalar, sorunlar ve sıkıntılar engel oluşturuyor. Kimse, işçi, emekçi yığınların içinde bulunduğu durumdan, yine onları sorumlu tutarak, işin içinden sıyrılamaz. Onlara önderlik etmek, içinde bulundukları durumu değiştirip, onları eğitip örgütleyerek mücadelenin dinamik gücü haline getirmek için öne çıkıp, aday olup, sendika yönetimlerine gelmek için çırpınanlar ya da “istemem yan cebime koy” diyerek sendika yönetimlerine gelenler, kuşkusuz sorumluluk ve vebal altındadırlar.

Seçkincilik ve kolaycılığı terk edilmelidir
İşçi, emekçi yığınların içinde bulunduğu durumu tersine çevirmeye aday olanlar (buna sınıf partisinin güçleri de dahildir), seçkinci ve kolaycı tutum ve anlayışları terk etmeden, iddialarında ve söylediklerinde inandırıcı olamazlar.
Bugün sermayenin çok yönlü saldırıları karşısında, sınıf bilincinden, sendikal örgütlülükten yoksun ya da sendikalı olsa bile, ne yapması gerektiğinden habersiz on binler, yüz binler, milyonları kazanmanın, taleplerine sahip çıkıp, mücadeleye seferber etmenin zorluklarını herkes biliyor. Ancak bu zorluklar karşısında, işçi sınıfı ve emekçileri suçlamak gibi kolaycı ve üst tabaka devrimciliği, solculuğu tarafından beslenen seçkinci, kendi üzerine düşeni yapmadan yanındakini veya uzağındakini suçlayarak eleştirmeyi terk etmeden, sınıf hareketinin ve sendikal hareketin ileriye doğru bir hamle yapması mümkün değildir.
Mücadeleye atılan, kendi çıkarları için harekete geçen ve örgütlenip miting ve eylem alanlarına gelen işçi ve emekçiler, kendilerine güven veren işçi ve sendika önderlerinin, ileri, sınıf bilinçli işçilerin etrafında birleşerek, kenetlenerek mücadeleye katılıyorlar. Yani bilenlerin ya da bildiğini söyleyenlerin, üzerlerine düşenleri yaptıkları koşullarda, işçi ve emekçi yığınların eylemi ve örgütlenmesinde bir canlılık ve ileri sıçrama söz konusu oluyor. Bugün bunun gereğini yapmadan, tarihle veya geçmişle övünmek, sınıf hareketinin tarihinden, geçmişinden hiçbir şey öğrenmemek, dahası işçi sınıfı ve emekçilerin tarihteki mücadele deneyimi ve birikimini bile kendi konumunu izah etmenin malzemesi yapmak anlamına gelir.
İşgal, NATO ve Bush karşıtı mücadele bir kez daha göstermiştir ki, önümüzdeki dönem, işçi, emekçi ve sendikal hareketin, bulunduğu mevziden bir adım ileriye çıkabilmesi için, onun ön cephesini tutanların seçkincilik ve kolaycılıktan kurtulup, sorumluluklarının gereğini yapması şarttır. Bu, aynı zamanda, bunu yapmayanlardan kurtulmayı ve yenilenmeyi de kapsar.
Bunun için, bir kez daha ihmal edilemez bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmek gerekir: Böyle bir yenilenmenin temel dayanağını oluşturacak olan güç, sermayenin saldırıları sonucu, çalışma ve yaşam koşulları katlanılmaz hale gelen işçi ve emekçi yığınların fabrika ve işyerlerinden yükselecek mücadelesidir. Sınıf partisinin güçleri, bir taraftan işçi, emekçi ve sendikal hareketin, sendika bürokrasisi tarafından tahrip edilip, sınıf dışı eğilimlerle yıpratılıp, zayıf düşürülmesine karşı ideolojik, politik bir mücadele sürdürecektir. Ancak açıktır ki, bu mücadeleyi de içermek üzere, yenilenmenin asıl dayanağı olan fabrika ve işyerlerinden yükselen bir mücadelenin örgütlenmesi, sınıf partisinin temel sorumluluğudur. Çalışmalarına ve eylemine de bu tutum ve anlayış yol göstermektedir.

————————————-

(*) Bu konuda Özgürlük Dünyası’nın geçen sayısında değerlendirmeler yapıldığı için, sadece değinmekle yetindik.

(**) Burada üzerinde durulan, DİSK ve KESK’teki egemen anlayıştır. Türk-İş ve bağlı sendikaların birçoğunun üst yönetimleri ve şubeleri ise, bütünüyle sürecin dışında kalmıştır. İşgal, NATO Zirvesi ve Bush’un Türkiye’ye gelişine karşı yazılı bir açıklama dahi yapamayacak kadar bataklığa batmıştır. Hak-İş ise, hükümetin kendisine yakın olduğu hesapları üzerinden, “en büyük konfederasyon olma” hayalleri peşinde koşmaktadır. Dolayısıyla, biri ötekinden farklı bir rol oynuyormuş gibi değerlendirmeler ya da derecelendirmeler, yaşanan gerçeklerden uzak sonuçlara varmaya neden olmaktadır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑