11 Aralık 2011’de yaşama veda eden ünlü Marksist filozof Hans Heinz Holz’un felsefe ve sanat alanındaki çalışmaları ülkemizde maalesef fazla bilinmiyor. Bunun ana nedeni, bu alandaki başlıca eserlerinin henüz Türkçeye kazandırılmamış olmasıdır (Bu bakımdan Evrensel BasımYayın’ın Holz’un “Frankfurt Okulu’nun Eleştirisi”ne ilişkin bir çalışmasını yakında yayınlama kararı sevindiricidir kuşkusuz).
Hans Heinz geniş felsefi çalışmalarının en azından bir yönünü tamamlayarak aramızdan ayrıldı. Son eseri, 5 ciltlik “Diyalektik: Antik çağdan günümüze problem tarihi” idi. Vefatından yaklaşık dokuz ay önce, “Junge Welt” gazetesinin yaptığı bir röportajda, kendisinin felsefeye yönelişinin nedenlerini açıklarken, bir yerde izlediği felsefi hattın ipuçlarını da vermekteydi: “Politika, politik olaylara refleks olarak felsefe, Hegel, Lenin, Marx bilgisi ve Leibniz – işte bütün bunlar bir araya gelmekteydi o yıllarda. İlerideki tüm yaşamım boyunca çalışmalarımın gelişimini sağlayan bu felsefi malzemeydi. Eğer Leibniz’den, Hegel üzerinden Marx’a ve oradan Lenin’e kadar düz bir problem çizgisinin bulunduğu saptaması benim keşfim ise, işte bu keşfin, 1945-1948 yılları arasında yaşadığım ilk gençlik dönemimin hadiseleriyle bağlantısı vardır.”
Leibniz ve Hegel, onun felsefi çalışmalarında özel bir yer tutmaktaydı. Sözü geçen röportajda da vurguladığı gibi, “Hegel ve Lenin’in Hegel özetlemelerinin birlikte” okunmasını gerekli görmekteydi. “Her öğrencime dediğim gibi, Lenin’in, yani onun Felsefe Defterleri’nde Hegel’in eserlerine ilişkin notlarının yanı sıra okunduğunda, Hegel’i anlamak çok daha kolaylaşmaktadır.” “Bu sayede Hegel benim için asla idealizme götüren bir yol olmamıştır, tersine her defasında sadece reel bir diyalektiğe götürmüştür.” (Bu arada, sol adına piyasada Lenin’i felsefi bakımdan küçümseyenler hâlâ kalem oynatırken, dünyaca ünlü Marksist bir filozofun bu uyarısı oldukça anlamlıdır!)
Marx’ın da özel değer verdiği Leibniz ise, 1946 yılında, yani filozofun 300. doğum yıldönümü dolayısıyla Holz’un yaşamına girer. “Frankfurter Rundschau” gazetesinin genç bir yazarı olarak, ülkedeki Leibniz sunumlarını izlemek ve haber yazmakla görevlendirilir. “O zamanları Leibniz, yaşamım boyunca bana eşlik edecek bir düşünme itkisine dönüştü. Onu okurken anladım ki, moderniteye doğru asıl dönüşüm onda gerçekleşmekte… Tözlerin çekirdeği olarak Leibnizci monadı teşkil eden şey, onun töz olarak ne olduğu değil, onu o yapan asıl özelliği tüm dünyanın yansıması olması, yani özelliğini bağıntı ilişkisinde bulmasıdır. Böylelikle, klasik felsefeden diyalektik felsefeye geçişin tohumu atılmıştı aslında.”
Hans Heinz’ın felsefi ve ideolojik plandaki uğraşının bir başka özelliği de, İkinci Dünya Savaşı sonrasının bilinen ve öne çıkan birçok burjuva ve küçük burjuva akımlarıyla mücadeleyi de bir şekilde içermesidir. O, ideolojik bakımdan bu son derece yoğun ve çalkantılı dönemin canlı tanığı idi. Sartre’ın varoluşçuluğu, Frankfurt Okulu, 68 Hareketi’nin Yeni Solu, sivil toplumculuk, Avrupa Komünizmi vb., pek çoğuyla tartışma ve polemik içerisinde geçmiştir yaşamının bu dönemi. Ülkemizde bazı entelektüel ve politik çevrelerin sübjektivist teorileri yeni ya da yeniden keşfettikleri bir dönemde, Holz’un bu alandaki eserlerinin ayrı bir değerinin bulunduğunu belirtmek bile gereksizdir. Onun “Maceracı İsyan – Felsefede burjuva protesto hareketleri. Stirner-Nietzsche-Sartre-Marcuse-Yeni Sol” adlı kitabı bunun sadece bir örneğidir. Kuşkusuz önemli olanlarıyla uğraşmıştı. (bir özel sohbetimizde, Althusser ile ilgili bir çalışmasının olup olmadığına dair sorumuza, “onu yüzeysel bulmuştum, uğraşmaya değmiyordu” demişti!)
Kısaca, Hans Heinz Holz’un özelde felsefe ve genelde teori alanındaki eser ve uğraşının şu karakteristik özelliğinden söz edilebilir: Yaşadığı dönem, uluslararası işçi sınıfının önce alttan alta, sonrasında giderek açıktan peş peşe mevzi yitirdiği bir dönemdi. Ve modern revizyonizm hakim ideolojik akımdı işçi sınıfı saflarında. Kendisi revizyonist bir partinin üyesiydi. Fakat buna rağmen, gerek partisi içerisinde (örneğin Stalin’in çizgisini ve dönemini savunması), gerekse parti dışında esasta Marksist-Leninist bir çizgiyi savunmaya çalıştı. Eserleri bu bakımdan, Marksist teorinin sözü edilen dönemde uğradığı bozuşturma ve yüzeyselleştirmeyle büyük oranda bir tezat oluşturmaktadır. Hakim modern revizyonizmin pek çok tanınmış Marksist aydını yolundan saptırdığı bir süreçte, o, başta Kruşçev revizyonizmi olmak üzere, bu sapmalara karşı, şu ya da bu eksikliği içerse de, esasta direnmiştir. Onun felsefe ve teoriye ilişkin kitap ve yazılarını değerli kılan ve çok önemsediği genç aydın kuşağının gelecekte üzerinde eleştirel incelemede bulunmasını önemli kılan da, bu seviyeli direnişidir.
Almanya’nın önde gelen muhafazakar gazetesi “Franfurter Allgemeine Zeitung”da, Hans Heinz Holz’un vefatı üzerine yayınlanan bir makalede dikkate değer bir saptamada bulunulmaktaydı: “Partisi DKP Gorbaçov’un etkisi altında Lenin’i savunmada oldukça zorlanırken, Leninist Holz partisini savundu.”
Hiç şüphesiz, Hans Heinz için “partiyi savunma”, partisinde egemen olan revizyonizmi savunma değildi. O, Lenin’i, revizyonist bir parti içerisinde savunmakta olduğunun farkındaydı. Fakat, dünyaca ünlü ve kendi alanındaki yetkinliği dost ve düşmanca saygıyla kabul edilen bir aydın olarak, Hans Heinz, partili yaşamı komünist olmanın olmazsa olmazı olarak görmekteydi. Zira onun için parti, yanılgıya düştüğü anda bile, “tarihsel gerçeğin yeri” olmaktan çıkmamaktaydı!
“Tarihsel gerçek”, insanlığı kapitalist sömürüden kurtarma kudretine sahip yegane sınıfın işçi sınıfı olmasıdır. İşçi sınıfı partisi, bu “tarihsel gerçeğin” ideolojik, politik ve örgütsel cisimlenmesidir. Dolayısıyla, bu cisimlenmeyi dert edinmeyen, onun vuku bulması sürecinde sorumluluk üstlenmeyen bir aydın komünist olamazdı. Hiç şüphesiz, Hans Heinz, tüm eksikliklerine rağmen, müstesna bir komünist aydın ve işçi sınıfı militanıydı. Almanya’nın haftalık liberal sol gazetelerinden “Der Freitag”da denildiği gibi, “davasına sadık”tı!
Hans Heinz için, sözü edilen “tarihsel gerçek” karşısında tarihsel sorumluluk üstlenme, salt teorik çalışmada bulunmaktan ibaret bir husus değildi. Hastalığının el verdiği son ana kadar, Almanya’nın bir ucundan diğerine, ileri yaşına rağmen, koşturmaktan sakınmadı. Öyle ki, sevgili eşi Silvia, artık onu ondan korumak zorunda kalıyordu! Pratik koşuşturmada bulunma olanağını yitirdiği süreçte evinde yaptığımız pek çok görüşmede de bunu bizzat gözlemleyebiliyorduk. Oturmanın bile acı verdiği bir dönemde, o, görüşebilmek için özel ağrı kesiciler almaktaydı. Görüşmeyi yapabilmenin bedelinin iki gün takatten düşme ve daha fazla ağrı çekme olduğunu bilmesine rağmen.
Son dönem görüşmelerimizin ana teması, Almanya’da revizyonist parti geleneğinin ötesinde, Marksist bir işçi partisinin politik-ideolojik platformunu oluşturma idi. Aşağıda yayınladığımız makalesi, bu yönlü bir çalışmanın temel unsurlarından birisine (revizyonizm konusu) ilişkin ilk taslaktı. Maalesef, başta sağlık nedenleriyle bu çalışma ve onunla bağlantılı tartışma daha da ileriye götürülemedi…
Sevgili Hans Heinz, seni saygıyla anıyoruz!