ABD ve AB emperyalistleri ve onların Türkiye’deki işbirlikçisi büyük burjuvazinin baskısı ile Erdoğan Hükümeti, Kıbrıs sorununu, 1 Mayıs 2004 tarihinden önce çözmek istiyor. AB’ne girmeyi tek çıkar yol olarak gören ve 2004 Aralık ayında AB’den müzakere tarihi almak isteyen Hükümet, bunun için, Kıbrıs sorununu Annan Planı’na uygun olarak çözmesi gerektiğini biliyor. Bu nedenle, Ecevit Hükümeti, KKTC Hükümeti ve Denktaş tarafından Mart 2003’te reddedilen Annan Planı çerçevesinde görüşmelere yeniden başlamak için, Başbakan Erdoğan, Davos Zirvesi’nde BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a adeta yalvardı.
Yıllardır Denktaş yönetimi altında ezilen, dünyadan izole edilmiş, yoksullaşmış Kıbrıs Türk halkının artık bu durumdan kurtulma isteği, emperyalistlerin Annan Planı ile Kıbrıs sorununu çözme politikası ile birleşti. Kıbrıs Türkleri, Annan Planı ile sorun çözülür ve Kıbrıs Türkleri de AB’ye girerse, zenginleşeceklerini ve daha demokratik bir ortamda yaşayacaklarını düşündüler. Bu nedenle, Denktaş kliğinin çözümsüzlük stratejisini kırmakta, Kıbrıslı Türklerin eğilimleri, Erdoğan Hükümeti’ne yardımcı oldu.
Reddi sürecinde Denktaş yanlıları tarafından çok eleştirilen ve çarpıtılarak kamuoyuna aktarılan Annan Planı’na, bugünlerde Türkiye ve Kıbrıs egemen çevrelerinde yaklaşımın yumuşadığı gözleniyor. Geçen yıl bu günlerde Plan tümüyle kabul edilemez bulunurken, bugün Denktaş tarafından bile, beş-altı maddesi müzakere edilmesi gereken bir plan olarak anılıyor. Müzakere edilmesi gereken maddeler ise, esas olarak, şunlar gösteriliyor:Türk Ordusu’nun Ada’dan çıkmaması ya da belirli bir gücün sürekli olarak Ada’da kalmasının garanti edilmesi, Türkiye’nin garantörlüğünün (Ada’ya müdahale olanağı da dahil) muhafaza edilmesi, 1974’den sonra Ada’ya Türkiye’den gönderilenlerin geri gönderilmemesi ya da en azından önemli bir bölümünün Ada’da kalması ve en önemli sorun olarak da mülkiyet sorunu. Mülkiyet sorunu, özellikle Kıbrıslı egemen güçler için yaşamsal önem taşıyor. Çünkü, 1974’te güneye kaçan Kıbrıslı Rumların terk ettiği gayrimenkuller (evler, dükkanlar, tarlalar vb.) bazı Kıbrıslı Türklere ve Türkiye’den Kıbrıs’a gönderilenlere paylaştırılmıştı. Şimdi, ganimeti paylaşanlar, bu malları geri vermek istemiyor.
Ayrıca, Kıbrıs Türk kesimindeki egemen güçler, Rumlarla aradaki sınır kaldırıldığında egemenliklerini yitireceklerinden korkuyor.
Buna rağmen, yakın bir gelecekte Annan Planı temelinde müzakerelere oturulacak ve önümüzdeki günlerde Plan yine çok yoğun olarak tartışılacak. Tartışanların bazıları kendi tezlerine uygun olarak Planı yine çarpıtacak. Bunun için, tartışmaları kavramak ve Kıbrıs sorununun çözümünde daha sağlıklı bir görüşe sahip olabilmek açısından Annan Planı’nın ana hatlarını kısaca buraya aktarmak gerekiyor.
Baştan belirtmek gerekir ki, Annan Planı tek başına Kıbrıs sorununu çözmek, yıllardır sıkışan bir düğümü açmak için iyi niyetli bir girişim olarak gündeme gelmedi.
Annan Planı’nın gündeme gelmesi; SSCB’nin yıkılması, dünyanın iki kutuplu bir dünyadan tek kutuplu dünyaya dönüşmesi, başını ABD’nin çektiği emperyalist güçlerin dünyayı yeniden şekillendirmek, paylaşmak ve kendi emperyalist politikaları doğrultusunda “sorunları çözerek” yeniden yapılandırmak için Yeni Dünya Düzeni adını verdikleri politikaları uygulamak üzere harekete geçmesinin sonucudur. Emperyalistler açısından Kıbrıs sorunu, Ortadoğu, Kafkaslar, Önasya’nın yeniden düzenlenmesi ve Filistin Direnişi’nin ezilmesi planının bir parçası olarak ele alınmıştır.
Daha önceki çözüm girişimlerinden farklı olarak, önce, sorun bu kez çözülecekmiş gibi bir hava yaratılmış; Kıbrıs Türk ve Rum devletlerinin başkanları Denktaş ve Klerides, iki yıl boyunca Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs Özel temsilcisi De Soto nezaretinde müzakerelerde bulunmuş, ve bu müzakerelerin notlarından emperyalistlerin çıkarlarına uygun olarak hazırlanmış plan, 11 Kasım 2002’de taraflara sunulmuştur. Taraflar planı kabul etmeyince 10 Aralık 2002’de plan, düzeltmeler yapılarak tekrar taraflara sunulmuş, bu plan da kabul görmeyince, 26 Şubat 2003’te plan bir kere daha düzeltilerek taraflara sunulmuş, ve taraflardan, 25 Mart’a kadar bu son plan üzerinde anlaşılarak 30 Mart 2003’te hem Türk tarafında hem de Rum tarafında referanduma sunulması istenmiştir. Kofi Annan, Denktaş ve Klerides’i 30 Mart’ta referanduma gitmek üzere planı imzalamak için 10-11 Mart 2003’te Lahey’e davet etmiş, fakat Lahey’de de anlaşma sağlanamamıştır. Bu süreçte Denktaş’ın taktikleri nedeniyle, Rum tarafı da en az Türk tarafı kadar anlaşmak istememesine rağmen, anlaşmak istemeyen taraf olarak, Türk tarafı gösterilmiştir. Bunun üzerine, Kofi Annan, 1 Nisan 2003 tarihli raporu ile çözüm çabalarını ve sonuçlarını anlatarak, Anlaşma Planı’nı geri çekmiştir.
ANA HATLARIYLA ANNAN PLANI
Annan Planı şunları içermektedir:
* Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşması, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler tarafından ayrı ayrı eş zamanlı olarak yapılacak referandumlarda onaylanmadan yürürlüğe girmeyecektir. Bu süreci başlatmak için, iki tarafın liderlerinin Kuruluş Anlaşması’nı ayrı ayrı eş zamanlı referandumlara sunmak konusunda anlaşmaya varması gerekir. Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık’ın (İngiltere) da ayrı ayrı eş zamanlı referandumların yapılmasına hemfikir olduklarını kabul etmesi gerekmektedir. Ayrıca, Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık’ın, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti ile birlikte, uygulama sürecindeki ve yeni düzenin garantör güçleri olarak rollerine ilişkin bir Anlaşmayı taahhüt etmeleri gerekir.
* Kıbrıslı Rumlar ve Türkler ayrı ayrı çoğunlukla; Kuruluş Anlaşması’nın tüm ilaveleri ve aynı zamanda Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk Devleti Anayasaları ve yürürlükte olacak olan kanunlara ilişkin hükümler ile birlikte Kıbrıs’ın birleşmiş olarak Avrupa Birliği’ne girdiği bir yeni düzeni hayata geçirmesini onaylayacaklardır.
* Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, bir federal hükümete, ve, biri Kıbrıs Rum Devleti diğeri Kıbrıs Türk Devleti olmak üzere, iki kurucu devlete sahip olacaktır. İki bölgeli, iki kurucu devletin eşit statüsüne dayanan birlikte, Türk ve Rumlar siyasi olarak eşit olacaktır.
* Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, ancak Federal Parlamento’nun kabul etmesi ve Kıbrıs Rum Devleti ile Kıbrıs Türk Devleti seçmenlerinin çoğunluğunun ayrı ayrı referandumlar aracılığıyla onayı üzerine değiştirilebilecektir. Anayasanın iki maddesi (Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetini ve iki kurucu devleti tarif eden maddeler) değiştirilemeyecektir.
* Kuruluş anlaşması ile kurulan yeni düzende herhangi bir tek taraflı değişiklik yapılması, herhangi bir şekilde bölünme veya ayrılma, özellikle Kıbrıs’ın tamamının veya bir kısmının diğer bir ülke ile birleşmesi yasaklanmıştır.
* Kuruluş Antlaşması, Garanti Antlaşması ve İttifak Antlaşması yürürlükte kalacak ve kurulacak yeni düzende gerekli uyarlamalar yapılarak geçerli olacaktır. Kuruluş Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi ile birlikte Kıbrıs; Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık ile Kıbrıs’taki yeni düzen ile ilgili konuları içeren bir Antlaşma ve bunun yanında Kuruluş, Garanti ve İttifak Antlaşmalarına Ek Protokolleri imzalayacaktır.
* Kıbrıs’ın her yerinde hem dolaşım hem de yerleşim özgürlüğü olacaktır. Ancak Türkiye AB’ye girene kadar, bir kurucu devlet diğer kurucu devletten gelen kişilerin ikamet tesisini sınırlayabilecektir.
* Karpaz bölgesindeki Dipkarpaz (Bu yazıda Kıbrıs’la ilgili bütün isimlerin Türkçelerini kullandık, bu yerlerin doğal ki, Rumca isimleri de var), Yeni Erenköy, Sipahi, Adaçay köylerinde yaşayan Kıbrıslı Rumlar, kendi kültürel, dinsel ve eğitim işlerini yönetme hakkına sahip olacak, kurucu devlet yasama organlarında temsil edilebilecekler ve köylerini ilgilendiren planlama ve kadastro konularında danışılacaklardır.
* Dilirga bölgesindeki Günebakan, Yeşilırmak, Süleymaniye, Kurutepe, Gemikonağı, Madenliköy ve Erenköy ve Mesarya bölgesindeki Pile, Yılmazköy ve Türkeli köylerinde yaşayan Kıbrıslı Türkler, kendi kültürel, dinsel ve eğitim işlerini yönetme hakkına sahip olacak, kurucu devlet yasama organlarında temsil edilebilecekler ve köylerini ilgilendiren planlama ve kadastro konularında danışılacaklardır.
* Federal Hükümet, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetini (BKC) uluslararası alanda temsil edecektir. Kurucu devletler federal hükümete açıkça verilmemiş olan tüm yetkileri, kendi bölgesinde BKC Anayasası sınırları içerisinde, egemen bir şekilde kullanacaktır.
* Federal hükümet ve kurucu devletler birbirlerinin yetki ve işlevlerine tam saygı gösterecek ve aykırı bir davranışta bulunmayacaktır. Federal ve kurucu devlet yasaları arasında herhangi bir hiyerarşi olmayacaktır.
* Federal hükümetin yetkileri; dış ilişkiler, AB ile ilişkiler, merkez bankası işlevleri, federal mali işler, doğal kaynaklar, meteoroloji-havacılık-uluslararası denizcilik, kıta sahanlığı ve karasuları, iletişim ve ulaştırma, Kıbrıs vatandaşlığı, terörizmle mücadele, genel ve özel aflar, fikri haklar ve eski eserlerle sınırlıdır.
* Kurucu devletlerin yetkileri: asayiş ve kamu güvenliği, kurucu devlet seviyesinde adli sistemin yönetimi, turizm, çevrenin korunması, balıkçılık ve tarım, sanayi ve ticaret, şehir ve bölgesel planlama, spor ve eğitim, sosyal güvenlik ve çalışma yaşamı ve aile, şirketler ve ceza hukuku ile sınırlıdır.
* Federal polis, her bir kurucu devletten eşit sayıda personelden oluşacak; Kıbrıs’ın sınırlarını denetleyecek, federal görevlileri, binaları ve gayri menkulü ve yabancı yetkililer ile diplomatik misyonları koruyacaktır. Ayrıca her iki kurucu devletten eşit sayıda polisin olduğu federal soruşturma bürosu oluşturulacaktır.
* Her bir kurucu devlet kendi polis gücüne sahip olacaktır. Kurucu devletlerin polisi yalnızca o kurucu devlette bulunup çalışacak ve asayişin korunması ve sağlanması ile kamu güvenliğinden sorumlu olacaktır. Kurucu devletin polisi 700 polis ve artı kurucu devlette yaşayan her bin kişiye altı polis ile sınırlı olacaktır.
* Federal Kurumlar
Yargı: Kıbrıs Yüksek Mahkemesi
Yasama: Senato ve Temsilciler Meclisi
Yürütme: Başkanlık Konseyi, Federal Yönetim, Federal Polis
Bağımsız Yetkililer ve Kurumlar: Kıbrıs Merkez Bankası, Başsavcı, Sayıştay Başkanı
* Senatoda her iki kurucu devletten eşit senatör olacaktır.
* Temsilciler Meclisinde Rumlar yüzde yetmiş beşi, Türkler yüzde yirmi beşi geçemeyecektir.
* Başkanlık Konseyinde dört üye Rum Devleti 2 üye Türk Devleti’nden olacaktır. Başkanlık Konseyi, yürütme yetkisini (federal hükümet) kullanır. Konseyin başkanı Devlet Başkanıdır. Konsey başkanlığı ve başkan yardımcılığı her on ayda bir değişerek dönüşümlü olarak tüm üyeler tarafından ifa edilir. Başkanlık konseyi kararlarını her iki kesimden en az bir üyenin oyunun karar çoğunluğunda bulunması ile alır.
* Kıbrıs Yüksek Mahkemesi: Her bir kurucu devletten eşit sayıda yargıç ve üç Kıbrıslı olmayan yargıçtan oluşur. Yüksek Mahkeme yargıçlarının tümü Başkanlık Konseyi tarafından atanır. Yüksek mahkeme. BKC’nin parçaları arasındaki uyuşmazlıklar, herhangi bir federal veya kurucu devlet yasasının geçerliliği, Kuruluş Anlaşması’nın yorumu veya ihlali iddiası hakkında uyuşmazlıklar ve federal kurumlar içindeki çıkmazların çözümlenmesi konularında çalışacaktır.
* Kıbrıs vatandaşlığı: 1963’te Kıbrıs vatandaşı olan ve onun soyundan gelenler ve bunların eşleri ile her bir liderin vereceği 45.000 kişiyi içeren listede yer alanlar vatandaştır.
* İç kurucu devlet vatandaşlığı: Her Kıbrıs Vatandaşı, Kuruluş Anlaşması yürürlüğe girdiğinde Kıbrıs Rum Devleti veya Kıbrıs Türk Devleti bölgesinde ikamet ediyor olmasına bağlı olarak, ya Kıbrıs Rum Devleti ya da Kıbrıs Türk Devleti iç kurucu devlet vatandaşlığı statüsünü kazanacaktır. Türkiye ve Yunanistan vatandaşlarının Kıbrıs Türk ve Rum kurucu devletlerindeki mevcudiyeti kurucu devlet vatandaşlarının yüzde onunu geçmeyecektir.
* Toprak ve mülkiyet ilişkileri, anlaşmanın en kapsamlı bölümünü oluşturmaktadır. Genel kural olarak; “bu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden önceki olaylar sonucunda tasarrufu kaybeden mal sahiplerinin talepleri, uluslararası hukuk, tasarrufu kaybeden mal sahiplerinin ve şimdiki kullanıcılarının bireysel haklarına saygı ve iki bölgelilik prensibi uyarınca kapsamlı bir şekilde çözülecektir”, denilmektir.
* Güvenlik: İttifak anlaşması, tüm rütbeler dahil olmak üzere, her biri 6.000’i aşmayan Yunan ve Türk birliklerinin sırasıyla Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk devletlerinde konuşlanmasına müsaade edecektir. Türkiye’nin AB’ye girişiyle tüm Yunan ve Türk askeri birlikleri, Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye arasında aksine bir anlaşmaya varılmadıkça, Kıbrıs’tan çekilecektir. Yunan ve Türk askeri kuvvetleri ve silah ve teçhizatları, mutabık kalınan bölgelere yeniden konuşlandırılacak ve mutabık kalınan seviyeye ayarlanacaktır.
* Askersizleştirme: Tüm Kıbrıslı Rum ve Türk askeri güçler, seferi birlikler de dahil olmak üzere, feshedilecektir. Kıbrıs, her iki kurucu devletten onay almadan, toprağını uluslararası askeri operasyonlara açmayacaktır. Bu konuda Türkiye AB’ye girene kadar, Yunanistan ve Türkiye’nin rızası da gerekli olacaktır.
* Yukarıdaki çözümün uygulaması, tüm alanlarda iki ila üç yıl arasında sağlanacaktır.
Annan Planı’nın ve binlerce sayfalık eklerinin özeti yukarıdaki gibidir.
Planda görülmeyen önemli bir husus, Kıbrıs Adası’nın topraklarının yüzde üçünün hâlâ Birleşik Krallık (İngiltere) işgali altında olması ve bu topraklar üzerinde askeri üslerin bulunmasıdır. Annan Planı İngiliz işgali ve askeri üslerine hiç değinmemektedir. Kıbrıs’ta yapılacak askeri operasyonlar, adanın silahsızlandırılması vb. konularda yazılan kuralların hiçbiri, İngiltere için geçerli değildir.
Plan’da ikinci dikkat çekici husus, AB üyeliği konusudur. Annan Planı ve AB adeta bir bütünlük oluşturmaktadır. Kıbrıs AB’ye girmezse, bu planın uygulanması olanağı yoktur.
Annan Planı, ABD ve Avrupalı emperyalistler tarafından en uygun plan olarak görülürken, Kıbrıslı Türkler ve Rumlar ile Türkiye ve Yunanistan Plan’a kuşkuyla yaklaşmaktadır.
DÜNDEN GELECEĞE
Kıbrıs sorununun müsebbibi, emperyalist güçler ve emperyalizmle işbirliği içindeki Yunanistan, Türkiye, Kıbrıs Türk ve Rum gericiliğidir. Yukarıda saydıklarımızın her biri Kıbrıs halkını soymak ve Kıbrıs ülkesini çıkarları için kullanmak istemiştir ve burjuvazinin doymak bilmez aç gözlülüğü Kıbrıs’ı yıllarca Kıbrıslı emekçilere zindan etmiştir.
Kıbrıs, Osmanlı’ların kontrolünden çıkmasından 1950’lere kadar Türkiye için bir sorun teşkil etmemiştir. Osmanlı Devleti ve Türkiye Kıbrıs’ı kaybedilmiş kabul etmiştir. 1950’lerde, Kıbrıs’taki gelişmelere Türkiye’nin müdahale etmesi taleplerini, Menderes Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı, “Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorunu yoktur” biçiminde yanıtlamıştır. Türkiye’nin yeniden Kıbrıs’a müdahale etmesi, esas olarak, ABD’nin, 2. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası, İngiliz sömürgelerini ele geçirme stratejisinin bir parçası olarak gündeme gelmiştir. 1900’lerin başına kadar Kıbrıslı Rumlar (onlar kendilerini Helen olarak tanımlıyor) ve Türkler iç içe ve bir arada yaşarken, burjuvazinin adaya egemen olmasından sonra, Kıbrıslı Türk burjuvazisi Rum burjuvazisine pazarlarını kaptıracağı kaygısı ile, Ada dışındaki güçlerden medet umar hale gelmiştir. “Kasım 1914’de İngiltere’nin Kıbrıs’ı kendi topraklarına ilhak etmesini olumlu bir gelişme olarak nitelendiren Kıbrıs Türk liderliği, Ekim 1915’de İngiltere’nin Ada’yı Yunanistan’a vermeyi önermesini büyük bir endişeyle karşılamıştır.”
Birinci emperyalist savaş sırasında Yunanistan’ı kendi yanında savaşa sokmak ve Anadolu’nun işgalinde kullanmak isteyen İngiltere, Kıbrıs’ı Yunanistan’a vaat etmişti. Fakat, savaş sırasında bu vaat sadece vaat olarak kaldı.
Birinci paylaşım savaşından sonra dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, Kıbrıs’ta da, halk emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı bilinçlenmeye ve karşı mücadeleler örgütlemeye başladı.
İkinci paylaşım savaşına kadar, Rum ve Türk emekçiler, burjuvaziye ve emperyalizme karşı birlikte mücadele ediyordu. Rum ve Türk emekçiler parti ve sendikalarda birlikte örgütleniyordu.
Kıbrıs Komünist Partisi’nin 17 Aralık 1931 tarihli manifestosunda “Komünist Partisi işçilerin ve köylülerin acil ekonomik taleplerini tatmin etmek için ‘milli-birlikçi’ önderlerin ihanetlerinin ve onların karşı devrimci (Yunanistan’la Birlik) sloganının teşhiri için; (milliyetçi önderlere rağmen) emekçi Türk ve Rumların emperyalizme karşı birleşik cephesi için, Kıbrıs’ta özgür bir işçi ve köylü Sovyetleri Cumhuriyeti için mücadele edecektir.” deniliyordu.
Kıbrıs’ta gericiliğin Enosis (Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama) politikaları güç kazandıkça ve gericiliğin politikalarına karşı Kıbrıs Komünist Partisi (daha sonra AKEL) gerektiği gibi tavizsiz bir tutum takınmayınca, Kıbrıslı Rumlarla birlikte örgütlenen Türk emekçiler ayrı örgütlenmeye başladılar. Türklerin kurduğu dernekler, sendikalar çoğalmaya başladı.
Ellili yıllara gelindiğinde, bağımsızlık savaşından kısa süre sonra emperyalizmle uzlaşma yoluna giden ve anti-emperyalist politikalarını terk eden genç Türkiye Cumhuriyeti, komşu ülke toprakları üzerinde Osmanlı devletinin mirasından dem vurarak hak iddia etmeğe ve yayılmacı politikalar izlemeye başlamıştı.
Kıbrıs’ta işgalci İngilizlere karşı tepkinin ve mücadelenin büyümesi, Kıbrıslı Rum gericiliğinin Enosis emelleri ve Yunanistan’ın Kıbrıslı Rum gericiliği desteklemesi, Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumlara karşı güveninin giderek azalması koşullarında, Türkiye egemen güçleri, ABD’nin de desteği ve alttan alta teşviki ile, kontrgerilla örgütünü Kıbrıs’ta faaliyete geçirdi.
Bu yıllarda Kıbrıs’ta halk İngiliz emperyalistlerine karşı silahlı mücadeleyi de içeren bağımsızlıkçı bir siyasi mücadele yürütürken, Türkiye egemenlerinin desteklediği Kıbrıslı güçler, İngiltere Kıbrıs’ı terk ederse Ada Yunanistan’a bağlanır gerekçesi ile İngiltere ile işbirliği yapıyordu. Bu yıllarda Kıbrıslı Türk gericiliğinin İngiltere ile işbirliği yapması, Rum ve Türk emekçileri arasındaki güvensizliği daha da artırdı.
1960’ta İngiltere, Kıbrıs’tan çekilmek zorunda kaldı. Kıbrıslı Türk gericiliğinin hamisi İngiltere olmaktan çıktı, İngiltere’nin yerini Türk egemen güçleri ve arkasındaki ABD aldı. Londra’da yapılan Antlaşma ile Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Buna göre, Kıbrıs topraklarının yüzde üçü İngiliz toprağı olarak kalıyor ve İngiltere burada askeri varlığını sürdürüyordu. Kıbrıslı Rumlar ve Türkler, Kıbrıs devletinin bütün kurumlarını sayısal oranlara uygun olarak paylaşıyorlardı. Devlet başkanı Rum, yardımcısı Türk; Başsavcı Rum yardımcısı Türk, Meclis’in ve bürokrasinin üçte biri Türk, üçte ikisi Rumlardan oluşuyordu. Kurulan burjuva devletine de İngiltere, Türkiye ve Yunanistan garantör oluyordu. Fakat, daha cumhuriyet kurulduğu günden itibaren, başta garantörler olmak üzere, taraflar birbiri aleyhine çalışmalarını sürdürmeye devam etti. Kıbrıslı Rumlar Yunanistan’ la birleşmeyi, Kıbrıslı Türkler ise Türkiye ile birleşmeyi, olmazsa, Ada’nın ikiye bölünmesi, o da olmazsa, yine İngiltere’nin Ada’yı yönetmesini savunuyordu. Kıbrıslı Rum veTürk gericiliği emekçileri etkiliyor ve peşinde sürüklüyordu.
Bu süreçte, Türkiye ve Yunanistan gerici güçlerinin örgütlediği gizli silahlı güçler birbirlerine karşı eylemlere girişti, ve emekçiler arasında düşmanlığı daha da pekiştirdi.
1967’de Yunanistan’da Albaylar Cuntası darbe yaptı. Darbecilerden cesaret alan Kıbrıslı EOKA’cı Samson da Kıbrıs’ta darbe yaparak Makarios’u devirdi, ve bu gelişmeleri gerekçe yapan ve uluslararası durumu uygun gören Türkiye egemenleri, 1974 yılında Kıbrıs’ın üçte birini işgal etti.
Türkiye egemen güçleri, uluslararası durumdan yararlanarak, iki süper gücün ABD ve SSCB’nin Akdeniz ve Ortadoğu’daki rekabetinden yararlanarak, uzun yıllar Kıbrıs’taki işgalini sürdürdü.
Önceleri yapılan görüşmelerde, Kıbrıs Rum kesimi 1960 Anlaşması ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savunurken, Türk kesimi federe bir devleti savunuyordu. İki bölgeli federe devlette, Türkiye’nin garantörlüğünde belirli bir hükümranlık hakkı karşılığında, Türkiye’nin işgal ettiği toprakların bir kısmını –yüzde 29’a kadar– vermenin pazarlığı yapılıyordu. Kıbrıslı Rumlar bu çözümü reddettikçe, fiili durum ve Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki varlığı devam etti. Kıbrıslı Türkler, önce federe devlet ilan ettiler. Kendi meclislerini, mahkemelerini, askeri güçlerini kurdular ve otuz yıl boyunca Türkiye’nin silahlı güçleri Ada’da kalmaya devam etti.
Türkiye’de Kenan Evren Cuntası’nın darbe yapması ve darbeci generallerin Yunanistan’ın NATO’ya alınmasında ABD’nin telkinleri üzerine Yunanistan’ı veto etmemesi, ’80’den sonra Kıbrıs konusunda, Yunanistan’ın elini güçlendirmeye başladı. Çünkü, 1974’de Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgal etmesi sırasında Yunanistan’da Cuntacılar devrilmiş ve cuntanın ABD ve NATO tarafından desteklendiğini savunan yeni hükümet NATO’dan çıkmıştı. Yunanistan’da gelişen kuvvetli ABD karşıtlığı ve Yunanistan’ın NATO’dan ayrılması, ABD-Yunanistan ilişkilerini soğutmuştu. 12 Eylül darbecilerinin iktidarda olduğu dönem, ABD Yunanistan ile ilişkilerini geliştirdi. Askeri cunta, hükümeti sivillere devretmeden önce, 16 Kasım 1983’te, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) kurdurdu. Bu gelişmeyi Enver Hoca, “Ortadoğu Üzerine Düşünceler” isimli kitabında şöyle değerlendirdi:
“Kıbrıs’taki Türk Toplumu Yasama Meclisi, bu adanın Kuzey’inde ‘Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etti.
Bu olayın uluslararası arenada belirli yansıma ve sonuçları olacaktır, zaten kötü olan Türk-Rum ilişkilerini daha da kötüleştirecek, süper devletlerin müdahalesi tehlikesini güçlendirecek ve Akdeniz’deki durumu daha da karmaşık hale getirecektir.
Bu olayın süper devletlerden bağımsız olduğu düşünülemez ve uygun bir zamanda tutumumuzu açıklayacağız. Biz, hem Rum ve hem de Türk halklarının ulusal bağımsızlık ve özgürlük için haklı mücadelelerini destekliyoruz; eskiden olduğu gibi şimdi de, Kıbrıs sorununun doğru ve sürekli bir çözümünün, ancak herhangi bir müdahale olmadan iki toplumun kendi aralarındaki görüşmelerle olabileceği düşüncesindeyiz.”
KKTC’yi dünyada hiçbir devlet tanımadı. Türkiye ve KKTC bu tarihten sonra federe devlet tezinden vazgeçtiler ve konfederasyonu savunmaya başladılar. Yani, Kıbrıs’ta Türk ve Rum devletleri ve bu iki devlet arasında gevşek bir bağ olacak, bu devletler, gerekirse ayrılıp başka devletlerle (Kıbrıslı Türkler Türkiye ile birleşmekten söz ediyor) birleşebilecekti. Türkiye’nin silahlı güçlerinin KKTC topraklarında bulunup bulunmaması, KKTC’nin bileceği işti.
Türkiye’nin ve KKTC’nin bu tezinin, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak, olmazsa Kıbrıslı Türkleri Batı Trakya’daki gibi Kıbrıs içinde bir azınlık olarak kabul etmek eğilimdeki Rumlar için kabul edilmesi olanaksızdı. Kıbrıs ve Yunanistanlı “sol” partiler ve revizyonistlerin-reformistlerin etkisindeki sendikalar da, Yunan gerici politikalarının peşine takılmıştı. Kıbrıs Sorunu bu politikalar neticesinde otuz senedir kangren haline gelmiş bir sorun olarak sürerken, yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, SSCB yıkıldı, ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistler dünyayı yeniden düzenlemek, paylaşmak, yapılandırmak üzere harekete geçtiler. Yunanistan, bu sıralarda AB’ye girdi. Kıbrıs’ın AB’ye alınmasına önayak oldu. Yunanistan, böylece Kıbrıs sorununu, Yunanistan ile Türkiye arasındaki bir sorun olmaktan çıkarıp AB ile Türkiye arasındaki bir sorun haline getirmeyi az-çok başardı.
Yunanistan’ın AB taktiği ve ABD’nin Ortadoğu planları, Kıbrıs sorununu, bu kez bir daha çözülmek üzere gündeme getirdi.
Türkiye egemen güçleri, önceleri yeni konjonktürü kabul etmek istemediler. ABD’nin SSCB’yi kuşatma politikalarının yürürlükte olduğu ve Türkiye’nin ABD açısından Ortadoğu ve Asya için, SSCB’nin güneyindeki rolünden dolayı önemi nedeniyle Kıbrıs politikalarına müdahale etmemesi, hatta desteklemesine alışan Türkiye egemen güçleri, eskisi gibi devam etmek istediler.
ABD’nin yeni Ortadoğu Planı çerçevesinde Kıbrıs’ı çözmek istemesi, Kuzey Irak’taki Kürtlerle ilişkilerini geliştirmesi ve küreselleşme politikaları ile uyumlu İslamcı partiyi Türkiye’de desteklemesi, Türkiye egemen güçlerini hayal kırıklığına uğrattı. Türkiye gericileri, kendilerini, ABD’nin ihanetine uğramış gibi hissetmeye başladılar. Önceleri, Türkiye gericiliği içindeki bir kanat, ABD’ye göstermelik kafa tutma tavrı göstermeye çalıştı. ABD’ye ve diğer emperyalistlere göbeğinden bağlı işbirlikçilerin, “donumuzu dahi ABD’den alıyoruz” diyenlerin, emperyalist kapitalizmle işbirliğini ülkede egemen olmanın tek yolu olarak görenlerin; emperyalizme, ABD’ye kafa tutması mümkünmüş gibi, bağımsızlıkçı söylevler çektiler, “kırmızı çizgiler” ilan ettiler. Fakat, sonunda süngüler düştü. ABD, Kuzey Irak’ta çuval gösterisiyle “içtima”ya çağırınca, hizaya geçmeyen kalmadı.
Şimdi, Türkiye egemen güçleri topyekun, Kıbrıs, Irak ve Ortadoğu’da ABD politikaları peşinde sürükleniyor. Hâlâ birkaç “ver kurtulcular haindir” edebiyatı yapan varsa, bunlar hamamın namusunu kurtarmak içindir.
Günümüzde, emperyalizmden bağımsız politikalar, anti-emperyalist politikalar, ancak emperyalizm zincirinden koparak, ona karşı çıkarak, mümkündür. Emperyalist zincirden kopmak isteyenlerse, emekçi halkla birleşmek zorundadır. Hem içerde emekçi halka karşı, hem dışarıda emperyalizme karşı olunamaz. Emperyalizm zincirinden kopmak için hiçbir çaba göstermeyenlerin bağımsızlıkçı söylemleri, kitleleri aldatmaya yönelik propaganda ve efendilerle pazarlıkta el güçlendirmek için yaygaralardır.
Türkiye’yi emperyalizmden kurtaracak olan güç devrimci işçi partisi etrafında birleşmiş işçilerin emekçilerin gücüyken,
Kıbrıs’ta da tüm emperyalist ve gerici güçleri karşısına alma cesareti gösterecek Kıbrıslı Türk ve Rum emekçiler, bağımsız ve birleşik Kıbrıs demokratik devletini kurabilecek tek güçtür.
Annan Planı ile sağlanacak anlaşmanın bir faydası olacak ise, bu, ancak, Kıbrıs’lı Türk ve Rum emekçilerin ilişkilerinin gelişmesi ve birlikte mücadeleleri için doğacak yeni olanaklarla sınırlı olabilir. Bağımsız ve Birleşik Kıbrıs mücadelesini ilerletecek olanlar dileriz bu olanaktan yararlanmasını bilirler.