Devlet sorunu, emekçi yığınların, sınıf karşıtlığına dayalı toplumların bugünkü –ve son– biçimi olan kapitalizmden, burjuvazinin, özel olarak da emperyalist burjuvazinin baskısından kurtulma mücadelesinin temel bir unsuru olarak yaşamsal bir önem taşır.
İşsizlik, sefalet, açlık ve adam yerine konmama türünden tüm olumsuz sonuçlarıyla birlikte kapitalizm ve ücretli kölelikten kurtuluş; kapitalist karşıtlığın olgunlaşması üzerinden, her şeyden önce, insan düşüncesinin gelişmesinin doruğu olan Marksizmin, kendisinin de tanımlayıcısı olan iki başlıca buluşuna ihtiyaç göstermiştir: Düşünceden hareket etmeyen, kurgusal olmayan materyalist tarih anlayışı, toplumsal gelişmeyi, bütün bir düşünsel/siyasal üst yapıyı da belirleyen maddi üretimin nasıl yapıldığıyla, öyleyse, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki karşıtlıkla açıklayan tarihin materyalist yorumu ve ikincisi kapitalizmin “gizi”ni açıklayan artı-değer teorisi. Marksizmin devlet üzerine öğretisi, bu başlıca iki buluşa ve toplumsal mücadelenin pratik deneylerine bağlı olarak geliştirilmiştir. Ancak bu, devlet öğretisinin Marksizm kapsamında küçük ve önemsiz bir yer tuttuğu anlamına gelmemektedir. Lenin’in de aktardığı, 1852’de Weydemeyer’e mektubunda değindiği gibi, Marx, kendi buluşlarından söz ederken, insanlığa ve insan düşüncesinin gelişmesine katkısını devlet sorunuyla bağlantısı içinde ortaya koymaktadır: “Benim yeni olarak yaptığım şey, 1) sınıfların varlığının, üretimin tarihsel gelişme evrelerinden başka bir şeye bağlı olmadığını; 2) sınıflar savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatorasına götürdüğünü; 3) bu diktatoranın kendisinin de bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir toplumun kurulmasına geçişten başka bir şey oluşturmadığını tanıtlamak oldu…”
Marx’ın burada yaptığı, kuşkusuz ne artı-değer teorisini ne de diyalektik materyalizmi önemsizleştirmektir; ama kendi öğretisini burjuvazinin en değerli düşünürlerin öğretilerinden özünde ayıran şeyi ve üstelik kendi devlet öğretisinin özünü vurgulamaktır.
Lenin işte bu öğretiyi, hayranlık verici bir biçimde, sınıf mücadelesi pratiğinin deneyleri içinde geliştirilme aşamalarıyla birlikte, “Devlet ve İhtilal” adlı eserinde tüm yönleriyle özetlemiştir.
UZLAŞMAZ SINIF ÇELİŞKİLERİNİN ÜRÜNÜ OLARAK DEVLET
Devletin tanrısal ya da sonradan insan düşüncesinin ürünü, geçmişten geleceğe tüm insan toplumlarına özgü varsayılması kadar, sınıflarüstü, sınıfların uzlaşma organı olarak tanımlanması; idealizmin egemenliğinin işareti ve kapitalizmde ara sınıf olan küçük burjuvazinin konumuna denk düşen yaygın bir yanılsamadır. Marksizmin iki temel buluşuyla bu yanılsamanın üstesinden gelinmesi mümkün olmuştur. Lenin, devletin, toplumun “önlemekte yetersiz olduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğü” “gelişmesinin belirli bir aşamasındaki ürünü” olduğunu, toplumdan doğduğunu ve ona gitgide yabancılaştığını gösteren Engels’in “Ailenin, Özel mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı çalışmasından aktarma yaparak şöyle der: “Devlet, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olmaları olgusunun ürünü ve belirtisidir. Nerede sınıflar arasındaki çelişmelerin uzlaşması nesnel olarak olanaklı değilse, orada devlet ortaya çıkar. Ve tersine; devletin varlığı da, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olduğunu tanıtlar.”
Bu ne demektir: Bu, devletin, bir “hakem” ya da “uzlaşma organı” değil ama, sınıflararası uzlaşma olanaklı olsaydı ortaya bile çıkamayacak, hele ayakta hiç kalamayacak olan devletin “bir sınıf egemenliği organı, bir sınıfın bir başka sınıf (karşıtı) üzerindeki baskı organı” olması demektir.
ÖZEL SİLAHLI GÜÇ ÖRGÜTLENMESİ OLARAK DEVLET AYGITI
Peki, egemen sınıf karşıtını egemenliğini kabul etmeye nasıl ikna edecek ya da egemen sınıfın egemenliği altındaki sınıfa (sınıflara) devlet aracılığıyla uyguladığı baskı başlıca neye dayanacaktır? Baskının araçlarına ihtiyaç olacağı ortadadır. Lenin, yine Engels’e başvurur. Aralarında uzlaşmaz toplumsal karşıtlıklar oluşmadan aşiretler ya da klanlar biçiminde örgütlü olan halk silahlıydı ve silahlar belirli özel ellerde (egemenlerin hizmetindeki silahlı adamların ellerinde) toplanmamıştı. Ama uzlaşmaz karşıtlıkların görünmesiyle birlikte, “bizzat silahlı güç olarak örgütlenen halkla artık doğrudan doğruya aynı şey olmayan bir kamu gücünün kuruluşu gelir. Bu özel kamu gücü zorunludur; çünkü, sınıflara bölünmeden sonra, halkın özerk bir silahlı örgütlenmesi olanaksız duruma gelmiştir… Bu kamu gücü her devlette vardır; yalnızca silahlı adamlardan değil, ama maddi eklentilerinden de, gentlice toplumun bilmediği hapishaneler ve her türlü ceza kurumlarından da bileşir.” Lenin somutlaştırır: “Sürekli ordu ve polis, devlet iktidarının başlıca güç aletleridir.” Ve halk üzerindeki baskının aletleri olarak özel silahlı örgütlenmenin gücü sürekli artar: “Devlet içindeki sınıf çelişkileri belirginleştiği ve sınırdaş devletler daha büyük ve daha kalabalık bir duruma geldiği ölçüde, onun da gücü artar – daha çok, sınıf savaşımları ve fetih rekabetinin, kamu gücünü, tüm toplumu, hatta devleti yutmakla tehdit edecek derecede artmış bulundukları bugünkü Avrupamızı düşünelim…”
EZİLEN SINIFIN SÖMÜRÜLMESİ ALETİ OLARAK DEVLET
Bu özel “kamu gücünü beslemek için vergiler ve devlet borçları gerekli hale gelir. Engels şöyle yazar: ‘Kamu gücünü ve vergileri ödetme hakkını kullanan memurlar, toplumun organları olarak, toplumun üstünde yer alırlar… onların yetkesini, onlara bir kutsallık ve özel bir dokunulmazlık kazandıran olağanüstü yasalarla sağlama bağlamak gerekir.” Burada vurgu, devlet iktidarının organları olarak ayrıcalıklı memurlara, bürokrasiye vurgu vardır. Militarizmin yanında bürokrasi, ezilenler karşısında bir şiddet aleti olan devletin ikinci temel dayanağıdır.
Özellikle kapitalist egemenliğe en uygun biçimin modern temsili devlet oluşu ve demokrasinin sınıflar arası uzlaşma anlamı yüklenerek bayağılaştırılması karşısında, Lenin, yine Engels’ten aktarma yaparak, devletin sınıf niteliği ve sınıf egemenliğinin bürokrasi ile ilişkisi sorununu açıklar. Devlet, “.. sınıfların çatışması ortamında doğduğuna göre, kural olarak en güçlü sınıfın, ekonomik bakımdan egemen olan ve bunun sayesinde siyasal bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devletidir”. Lenin devam eder: “Engels, ‘zenginlik, iktidarını demokratik cumhuriyette, dolaylı ama bir o kadar güvenli bir biçimde gösteriyor’ diye sürdürür; şöyle ki: ilk olarak, ‘memurların düpedüz rüşvet yemesi’ (Amerika), ikinci olarak da, ‘hükümetle borsa arasındaki bağlaşma’ (Fransa ve Amerika) aracıyla.” Ve yine Engels’e atıfta bulunarak, genel oy hakkı ve seçimlere, baskı organı olarak devleti ve sınıf niteliğini dikkate almayan roller biçilmesine karşı uyarır: “Genel oy hakkını burjuvazinin egemenlik aleti olarak nitelendirdiği zaman, Engels’in büsbütün kesin ve açık olduğunu da belirtmek gerekir.”
Devletin uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının ürünü olması ve sınıf niteliğine dair söylenenlerden şu iki belli başlı sonuç çıkar: 1) Kendisini ve kendisiyle birlikte bütün insanlığı kurtarma davasını, işçi sınıfı, genel oy hakkına dayalı olarak ya da başka araçlarla “ele geçireceği” burjuva devleti kullanarak yürütemez; sömürülenler üzerinde bir şiddet aleti olarak şekillenmiş aygıtıyla (militarizm ve polis örgütü) ve rüşvete batmış, borsa ve mali sermaye ile içiçe girmiş bürokrasisiyle burjuva devlet, sosyalist kuruluşun aracı olamaz. 2) Sınıf çelişki ve çatışmalarının ortaya çıkışına bağlı olarak tarih sahnesine çıkan devlet, sömürücü sınıfların devleti olmaktan çıkarıldığı andan itibaren artık kendisi olmaktan çıkmaya başlamış bir yarı-devlettir. Kaçınılmaz biçimde ortaya çıkan sınıflar, sosyalizmin ilerleyişine bağlı olarak kaçınılmaz biçimde ortadan kalktıkça/kaldırıldıkça, devlet de yok olacak, sönecektir.
DEVLETİN SÖNMESİ VE ZORA DAYANAN DEVRİM
Alman Partisi’nin birleşme döneminde ortaya atılan “özgür halk devleti”nin hedef edinilmesinden başlayıp, II. Enternasyonal barışçıllığı döneminde burjuva devlet koşullarında işçi hareketinin kitleselleşmesinden güç alarak, devlet üzerine Marksist öğreti bulanıklaştırılmıştır. Bir yandan görece barışçıl koşullarda işçi hareketinin sağladığı ilerlemeye dayandırılan, “üretici güçler teorisi” üzerinden toplumsal ilerlemenin kendiliğinden gerçekleşeceği ve kapitalizmin sosyalizme evrileceği görüşü ve ardında yatan sınıf karşıtlıkları ve mücadelesinin yerine sınıf uzlaşmasına dayanan burjuva yasallıktan beslenen inanç, diğer yandan “devletin sönmesi” üzerine Marks ve özellikle Engels’in söylediklerinin çarpıtılması, Marks’ın kendi öğretisini tanımlarken atıfta bulunduğu “proletarya diktatörlüğü” düşüncesinden uzaklaşmaya götürmüş; anarşistlerin “devletin ortadan kaldırılması” görüşü karşısında ileri sürülmüş “sönmesi” görüşü, bu “sönme”nin ön koşulu olan proletarya diktatörlüğü zorunluluğundan koparılması ve “sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götürdüğü” fikrinin unutulmaya terk edilmesiyle bayağılaştırılmıştır. Saldırının doğrudan proleter devrim fikrine yöneltildiğini gösteren Lenin, burjuvazinin proletarya üzerindeki egemenliğinin organı olan ve bir şiddet aletinden başka şey olmayan burjuva devletin zora dayanan devrimle parçalanması zorunluluğunu vurgulamış ve devletin, proletarya diktatörlüğünün kurulmasına bağlı olarak sönmesi sürecinden söz edilebileceğini bir kez daha açıklığa kavuşturmuştur. Engels’in Anti-Dühring’deki ünlü pasajını aktaran Lenin, devam eder:
“Engels’e göre, burjuva devlet ‘sönmez’; devrim sırasında proletarya tarafından ‘ortadan kaldırılır’. Bu devrimden sonra sönen şey, proleter devlet, başka bir deyişle, bir yarı-devlettir… Proletaryaya karşı burjuvazi tarafından.. kullanılan bu ‘özel baskı gücü’ yerine, burjuvaziye karşı proletarya tarafından uygulanan bir ‘özel baskı gücü’nün (proletarya diktatorası) geçmesi gerekir.. bir ‘özel gücün’ (burjuvazinin devleti) bir başka ‘özel güçle’ (proletaryanın devleti) böylesine bir yer değiştirmesi hiçbir zaman ‘sönme’ biçiminde olamaz… Burjuva devleti ancak devrim ‘ortadan kaldırabilir’. Genel olarak devlet, yani en tam demokrasi ise, ancak ‘sönebilir’.”
“Zora dayanan devrimin oynadığı tarihsel role verdiği değer, Engels’te zora dayanan devrimin gerçek bir övgüsüne dönüşür” diyen Lenin, devletin sönmesi sorununun gündeme girmesine de yol açmak üzere, “Burjuva devlet, proleter devlete (proletarya diktatorasına) yerini sönme yoluyla değil, genel kural olarak, ancak ve ancak zora dayanan bir devrimle bırakabilir.” diye tamamlar.
KOMÜNİST MANİFESTO VE “PROLETARYANIN EGEMEN SINIF OLARAK ÖRGÜTLENMESİ”
Marx ve Engels, henüz 1848 Devrimlerinden önce, Manifesto’da, kapitalist toplum içinde yürütülen az-çok üstü örtülü iç savaşın “açıkça devrime döküldüğü ve burjuvazinin zora başvurularak devrilmesinin proletaryanın egemenliğinin temelini hazırladığı noktaya” ilerlediğini ve “işçi sınıfı devriminde ilk aşama(nın) proletaryayı egemen sınıf durumuna getirmek” olduğunu belirtir ve “devlet, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya” kavramını geliştirirler. Lenin, bununla “proletarya diktatörlüğü” fikrinin formüle edilmiş olduğunu söyler. Ve anarşizm eleştirisi ardına gizlenen oportünist iğdiş edicilik karşısında, bu tanımın anlamını vurgular: “Proletaryanın devlete gereksinimi vardır”, ama “ilkin proletaryaya, ancak ‘sönme’ yolunda, yani hemen sönmeye başlamış ve sönmeden edemeyecek biçimde kurulmuş bir devlet gerekir. İkinci olarak, emekçilerin, ‘egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya’ olan bir ‘devlet’e gereksinimleri vardır.”
Ve açıklar: “Devlet özel bir iktidar örgütüdür: belirli bir sınıfın sırtını yere getirmeye yönelik bir zor örgütü. Peki, proletaryanın yenmek zorunda olduğu sınıf hangisidir? Elbette yalnızca sömürücüler sınıfı, yani burjuvazi. Emekçilerin yalnızca sömürücülerin direnişini bastırmak için devlete gereksinimleri vardır: oysa bu baskıyı yönetme, onu pratik olarak gerçekleştirme işini… yalnızca proletarya yapabilir.”
Lenin bir adım daha ilerleyerek, proletaryanın “kimseyle paylaşamayacağı iktidarı” sorununa gelir: “Burjuva egemenliği ancak proletarya tarafından alaşağı edilebilir; proletarya, ekonomik varlık koşulları bu alaşağı etme işini hazırlayan ve ona bu işi başarma olanağını ve gücünü veren tek sınıftır… Marx tarafından devlete ve sosyalist devrime uygulanmış bulunan sınıflar savaşımı öğretisi, zorunlu bir biçimde proletaryanın siyasal egemenliğinin, diktatorasının, yani onun kimseyle paylaşmadığı ve doğrudan doğruya yığınların silahlı gücüne dayanan bir iktidarın kabul edilmesine götürür. Burjuvazi ancak, eğer proletarya burjuvazinin kaçınılmaz ve umutsuz direnişini bastırmaya ve bütün emekçi ve sömürülen yığınları yeni bir ekonomik rejim için örgütlemeye yetenekli egemen sınıf durumuna dönüşürse, alaşağı edebilir.”
Burada burjuva devlet makinesinin ne olacağı sorununa gelinir: “..eğer proletaryanın, burjuvaziye karşı devlete özel bir zor örgütü olarak gereksinimi varsa, o zaman ortaya bir sorun çıkar: böyle bir örgüt, daha önce burjuvazinin kendisi için oluşturduğu devlet makinesi kırılmış, parçalanmış olmadan düşünülebilir mi? Komünist Manifesto bizi işte bu soruna götürür, ve Marx 1848-1851 devrim deneyini özetlerken, işte bu sorundan sözeder.”
1848 DENEYİ, DEVLET AYGITININ YETKİNLEŞTİRİLMESİ VE PARÇALANMASI ZORUNLULUĞU
Lenin, 18 Brumairei’e başvurarak, Marx’tan özetler:
“Devrim, parlamenter iktidarı sonradan devirebilmek üzere, ilkin yetkinleştiriyor. Bir kez bu ereğe varıldıktan sonra, yürütme gücünü yetkinleştiriyor. Onu en yalın biçimine indirgiyor, bütün yıkım güçlerini onun üzerinde toplayabilmek için bütün sitemleri ona yöneltiyor.”
Lenin, Fransız Devrimi sürecinde, devlet aygıtının yetkinleştirilmesini ise, yine Marx’tan özetler:
“‘Engin askeri ve bürokratik örgütü ile, karmaşık ve yapay devlet makinesi, yarım milyon kişilik memur ordusu ve beş yüz bin kişilik öbür ordusu ile Fransız toplumunun bedenini bir zar gibi saran ve onun bütün gözeneklerini tıkayan korkunç bir asalak gövde olan bu yürütme gücü, mutlak krallık döneminde, devrilmesine yardım ettiği feodalitenin sona erişinde kuruldu.’ Büyük Fransız Devrimi hükümet iktidarının merkezileşmesini, ‘ama aynı zamanda, genişliğini, niteliklerini ve aygıtını da’ geliştirdi. ‘Napoleon, bu delet makinesini yetkinleştirme işini tamamladı.’ Meşru monarşi ve Temmuz monarşisi, ‘bu mekanizmaya daha büyük bir işbölümü eklemekten başka bir şey yapmadılar.’ ‘Sonunda, parlemanter cumhuriyet kendini, devrime karşı savaşımında, hükümet iktidarının eylem araçlarını ve merkezileşmesini, kendi bastırma önlemleriyle, pekiştirmek zorunda gördü. Bütün siyasal devrimler, bu makineyi kıracak yerde, daha da yetkinleştirmekten başka şey yapmadılar.’ ‘İktidar için ardarda savaşan partiler, bu engin devlet yapısının fethini, kazananın başta gelen ganimeti saydılar.’”
“Emperyalizm krallıkla yönetilen ülkelerde olduğu kadar, en özgür cumhuriyetlerde de, daha özel biçimde, ‘devlet makinesinin olağanüstü güçlendiğini, onun bürokratik ve askeri aygıtının proletaryanın artan bir ezilmesiyle bağlılık içinde, görülmemiş biçimde genişlediğini gösterir” diye tamamlayan Lenin, burada Marx’ın devlete ilişkin öğretisinin manifestoya göre geliştirildiğini söyler: artık hem iktidar için mücadele eden burjuva fraksiyonlar ve her siyasal devrim (burjuva devrim) aracılığıyla devlet aygıtının yetkinleştirilmesi sorunu ve hem de proletaryanın aynı aygıtı ele geçirme (ve yetkinleştirilmesini sürdürmek) değil ama onu, bürokratik-militarist makineyi kırma zorunluluğu ortaya konmuştur. Weydemeyer’e 1852 tarihli mektubunda öğretisinin “yeniliği” olarak “proletarya diktatörlüğü”nden söz eden Marx, buna rağmen, hâlâ kırılan devlet cihazının ne ile değiştirileceği sorununu henüz koymamıştır, bu konuda hiçbir fikri olmadığı düşünmek haksızlık olur, ancak tamamen bilimsel bir öğreti olan Marksizmin kurgusal ilerletilmesine yönelmez deneyin sağlayacağı gereci bekler. Bunu, 1871 sağlayacaktır.
KOMÜN DENEYİ VE DEVLET
Manifesto’nun 1872 tarihli Almanca baskısına son önsözde “bazı ayrıntıların artık eskimiş” olduğunu açıklar ve eklerler: “Paris Komünü, özellikle bir şeyi, ‘işçi sınıfının hazır bir devlet makinesini ele geçirip onu kendi hesabına kullanmakla yetinemeyeceğini’ tanıtlamıştır.”
Komün sırasındaysa, Marx, Kugelmann’a şöyle yazmıştır: “..18. Brumaire’in son bölümünde,.. Fransa’da gelecek devrim girişiminin, şimdiye dek olduğu gibi artık bürokratik ve askeri makineyi başka ellere geçirmeye değil onu yıkmaya dayanması gerektiğini belirtiyorum. Kıta üzerinde gerçekten halkçı her devrimin ilk koşuludur bu. Kahraman Parisli arkadaşlarımızın giriştikleri şey de, işte budur.”
Ve Marx kırılıp yıkılacak bürokratik-askeri makinenin neyle değiştirileceği sorununa, Komünün yanıtıyla yaklaşır: “Komünün ilk kararnamesi… sürekli ordunun ortadan kaldırılması ve onun yerine silahlanmış halkın konması oldu.” “Komün, iki büyük masraf kaynağını, sürekli ordu ve memurculuğu ortadan kaldırarak, bütün burjuva devrimlerin belgisi olan ucuz hükümeti gerçekleştirdi.”
Marx, Komünün, burjuva devletin yerine koymaya giriştiği devlet aygıtının özelliklerini sıralar: “Komün, kentin çeşitli ilçelerinden genel oyla seçilmiş belediye meclisi üyelerinden oluşmuştu. Bu üyeler sorumlu ve her an geri alınabilirdiler…Merkezi hükümetin aleti olmaya devam edecek yerde, polis, politik niteliklerinden hemen yoksun bırakıldı ve Komün’ün ‘sorumlu ve her an görevden geri alınabilir’ bir aleti durumuna dönüştürüldü… Yönetimin bütün öteki kollarındaki memurlar için de aynı şey oldu. Komün üyelerinden en alt basamağa dek kamu görevi, işçi ücretleri karşılığında görülecekti. Devlet kodamanlarının geleneksel temsil ve rüşvet ödenekleri, bu kodamanların kendisiyle birlikte yokoldu… Eski hükümet iktidarının maddi aletleri olan sürekli ordu ve polis ortadan kaldırıldıktan sonra Komün, manevi baskı aracını, papazların iktidarını yıkma işine girişti.. Adalet görevlileri yalancı bağımsızlıklarından yoksunlaştırıldılar.. seçilir, sorumlu ve geri alınabilir olacaklardı.”
Böylece Komün, yalnızca daha tam bir demokrasi, çoğunluğun demokrasisini kurarak yıkılmış devlet makinesini değiştirmiş oluyordu. Demokrasi, proleter demokrasi durumuna yükseliyor, ve devlet de, bu adımın atılmasıyla bir yarı-devlete, sönme yoluna giren bir devlete dönüşüyordu. Bu süreç, kuşkusuz burjuvaziyi yenme, direncini kırma ve giderek sınıf olarak ortadan kaldırma yanında sosyalizmi kurma işlevini de üstlenecek proletarya diktatörlüğü altında işleyecekti.
PARLAMENTARİZMİN ORTADAN KALDIRILMASI
“Komün, parlamenter bir örgüt değil, aynı zamanda hem yürütmeci hem de yasamacı,hareketli bir gövde olmak zorundaydı” diyen Marx sürdürür: “Genel oy hakkı, her üç ya da altı yılda bir parlamento halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin ‘temsil edeceği’ni ve ayaklar altına alacağını kararlaştırmak yerine, komünler halinde örgütlenmiş halka –herhangi bir işverenin kişisel seçimi gibi–, bu işletmeler (Komünler) için işçiler, gözlemciler, muhasebeciler bulmaya yaramalıydı.”
Lenin’e göre, “Marx, özellikle, koşulların devrim için uygun olmadığı durumlarda, burjuva parlamentarizmi ‘ahır’ından yararlanmadaki yetersizliği yüzünden anarşizmle arayı iyice açmış; ama aynı zamanda, parlamentarizmin gerçekten proleter ve devrimci bir eleştirisini yapmayı da bilmişti.”
Kuşkusuz, genel oy, temsili organlar ve seçim ilkesi değil, ama, halkın bir kez oyunu aldıktan sonra, dönüp ona bakmayan, rüşvete batmış, sonsuz tartışmalarla zaman geçirirken asıl devlet işlerini “yürütme”ye, askeri-bürokratik makineye ve sözde bağımsız yargıya terketmiş parlamentarizm ortadan kaldırılıyordu. Komünün parlamentarizmin yerine koyduğu “örgenliklerde, düşünce özgürlüğü ve tartışma, yutturmaca halinde yozlaşmaz: çünkü parlamenterler kendileri çalışmak, yasalarını kendileri uygulamak, bu yasaların etkilerini kendileri denetlemek, bunlar üzerine, seçmenlerine karşı, doğrudan kendileri yanıt vermek zorundadırlar. Temsili örgenlikler kalır; ama, özel sistem olarak, yasama ve yürütme arasındaki işbölümü olarak, milletvekilleri için ayrıcalıklı durum olarak parlamentarizm artık yoktur.”
ANARŞİSTLERLE POLEMİK
Marx, her türlü otoriteye karşı çıkan, devletin de proletaryanın çıkarları uğruna bürokratik-askeri aygıtı kırılıp parçalanarak, sönmeye gitmek üzere geçici olarak kullanılmasını yadsıyan ve devletin hemen “ortadan kaldırılması”nı savunan anarşistleri, proletaryayı silahtan yoksun bırakmaya çalıştıkları için suçlar. Ancak “Marx, anarşizme karşı savaşımının gerçek anlamının çarpıtılmaması için, proletarya için zorunlu olan devletin ‘devrimci ve geçici biçimi’ni kesin olarak belirtir. Proletaryanın, yalnızca bir zaman için devlete gereksinimi vardır. Erek olarak devletin ortadan kalkması konusunda anarşistlerle en küçük bir uzlaşmazlık içinde değiliz. Biz bu ereğe erişmek için, sömürücülere karşı, devlet iktidarı aletlerinin, devlet gücü araçlarının, devlet iktidarı yöntemlerinin geçici olarak kullanılmasının zorunlu olduğunu söylüyoruz; tıpkı, sınıfları ortadan kaldırmak için, ezilen sınıfın geçici diktatorasını kurmanın kaçınılmaz bir şey olduğunu söylediğimiz gibi.”
Ancak II. Enternasyonal oportünizmi, Marksizmin anarşistlerle polemiğinden, devletin ortadan kaldırılmasına karşı ve proletaryanın hizmetinde kullanılması üzerine öğretisinden, devrimci içeriğini kaldırıp atarak, burjuva devletin sınır olarak kabullenilmesi sonucunu çıkarmış, anarşistlerle ayrılığı şu noktaya vardırmışlardır: “Biz devleti kabul ediyoruz, anarşistler etmiyor!”
Oysa örneğin Engels’in anti-otoriterlere yönelik eleştirisi açıktır:
“…anti-otoriterler, siyasal devletin, hatta kendisini yaratmış olan toplumsal koşullar ortadan kalkmadan önce, hemen ortadan kalkmasını isterler. Toplumsal devrimin ilk işinin, otoritenin ortadan kaldırılması olmasını isterler… Bu baylar hiç devrim görmüşler midir yaşamlarında?Devrim her halde, olanaklı olan en otoriter şeydir. Devrim, nüfusun bir kısmının, tüfek, süngü ve top gibi, söz uygun düşerse, otoriter araçlar kullanarak, kendi iradesini nüfusun öteki kısmına zorla kabul ettirdiği bir eylemdir. Yenen taraf, egemenliğini silahlarının gericilerde uyandırdığı korkuyla sürdürmek zorundadır. Eğer Paris Komünü, burjuvaziye karşı, silahlanmış bir halkın otoritesini kullanmasaydı, bir günden fazla tutunabilir miydi?”
“ÖZGÜR HALK DEVLETİ” VE BEBEL’E MEKTUP
Bebel’in 36 yıl açıklamaktan kaçındığı Engels’in 1875 tarihli mektubu devlet sorununa ilişkindi. “Özgür halk devleti”ni söz konusu eden Engels, “Devlet üzerindeki bütün bu gevezelikleri, özellikle, gerçek anlamda artık bir devlet olmayan Komün’den sonra, bırakmak yerinde olurdu… anarşistler halk devleti’ni yeterince kafamıza kaktılar. Devlet, proletaryanın, düşmanlarına karşı kuvvete dayanarak baskıyı örgütlemek için, savaşımda, devrimde kullanmak zorunda bulunduğu geçici bir kurumdan başka bir şey olmadığına göre, özgür bir halk devletinden sözetmek adamakıllı saçma bir şeydir: proletarya devrimden sonra devlete gereksinim duyacaksa, bunu özgürlük adına değil, düşmanlarını baskı altında tutmak için duyacaktır. Ve özgürlükten söz etmenin olanaklı olduğu gün, devlet, devlet olarak varolmaktan çıkar.”
Proletaryanın eski aygıtıyla yetinmeyeceği, ama burjuvazi üzerindeki baskısının örgütü olarak, aygıtını da çoğunluğun örgütü olmaya uygun biçimde yenileyeceği, özgürlükle bağdaşmayan, özgürlüğe ulaşıldığında sönmüş olacak devlet öğretisi– oportünizmin burjuvaziyle sınıf işbirliği adına gözden çıkardığı budur.
ÖZGÜRLÜK DEMOKRASİ DEMEK DEĞİL
YA DA DEMOKRASİNİN AŞILMASI
Özellikle II. Enternasyonal oportünizmi özgürlüğü demokrasi ile eşitlemiş, demokrasiyi de, geçmişi ve geleceğinden kopararak, donmuşluğu için de, burjuva demokrasisine indirgemiştir.
Oysa Marx ve Engels, hep belirtirler ki, “..yalnız monarşi rejiminde değil, demokratik cumhuriyette de devlet, devlet olarak kalır: yani memurları ‘toplumun hizmetkarları’ durumundan toplumun efendileri durumuna dönüştürmek olan başlıca ayırdedici niteliğini korur.” Yani demokrasi de bir devlet biçimidir ve demokratikliğiyle hiçbir devlet, devlet olmaktan, “bir sınıfın ötekisi üzerinde baskı aracı” olmaktan çıkmaz. O halde, devletten kurtulmak, aynı zamanda, demokrasiden de kurtulmaktır. Ya da baskı altında tutulacak kimse kalmadığı ve zora ihtiyaç duyulmadığı koşulların oluşmasına bağlı olarak devletin sönmesi, aynı nedenle demokrasinin de, anlamsızlaşması ve yok olması demektir. Ama bu, özgürlükler dünyasına ulaşılması ve her türden siyasal baskının son bulmasıyla insanın özgürleşmesi anlamına gelir. Özgürlüklerin genelleşmesi için, demokrasinin de tarih sahnesinden silinmesi zorunludur.
Ancak bu, Lenin’in gösterdiği gibi, demokrasi için mücadele ve demokrasiyi sonuna kadar geliştirme görevinin önemini küçültmez: “Demokrasiyi sonuna kadar geliştirmek, bu gelişmenin biçimlerini araştırmak, bu biçimleri pratiğin deneylerinden geçirmek vb.: toplumsal devrim savaşımının en önemli görevlerinden biri de budur.”
Ama oportünizm hep demokrasi için mücadeleye ve onun geliştirilmesi ihtiyacına vurgu yapmakla yetinerek, hem demokrasinin proletarya diktatörlüğü altında en tam demokrasi (çoğunluğun demokrasisi) olarak gelişmesini, hem de anarşizme mal ederek, devletin ortadan kalkmasının demokrasinin de ortadan kalkması olduğunu görmezden gelmiştir.
DEVLETİN SÖNMESİNİN EKONOMİK TEMELLERİ
Lenin, bu sorunun en derinleştirilmiş irdelemesinin Gotha Programı’nın Eleştirisi’nde yapıldığını belirtir. Bilinemeyecek şeyler üzerine boş şeyler tasarlamaktan uzak olan ve komünizmin kapitalizmden doğduğunu veri alan Marx, “halk devleti” yanılsamasının bir yana bırakılması gereğinden başlar: “Komünist bir toplumda devlet nasıl bir dönüşüme uğrayacak? Başka bir deyişle: bu toplumda, devletin güncek görevlerine benzer hangi görevler kalacak? Bu sorunu yalnızca bilim yanıtlayabilir; ve sorun, halk sözcüğünü devlet sözcüğüyle bin türlü birleştirerek, bir parmak bile ilerletilemeyecektir.” Ve Marx, sorunu, kapitalizmden komünizme geçiş ve bu geçişin devleti olan proletarya diktatörlüğünden hareketle inceler.
Kapitalizmden komünizme geçiş
Burada, Marx’ın en net tanımlarından biriyle karşılaşırız: “Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, kapitalist toplumdan komünist topluma devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Bu döneme, devletin proletarya diktatorasından başka bir şey olamayacağı bir siyasal geçiş dönemi karşılık düşer.” Öyleyse, “kapitalist toplumdan komünist topluma geçiş, ‘siyasal bir geçiş dönemi’ olmaksızın olanaksızdır” der, Lenin.
Bu saptama, demokrasinin kapitalizmden komünizme geçiş sırasında uğradığı değişikliklerin tam açıklamasını sağlar:
“Çok küçük bir azınlık için demokrasi; zenginler için demokrasi: kapitalist toplumun demokratizmi işte budur.” Ve bu, proletaryanın işe başladığı noktadır. “Ama, bu –kaçınılmaz biçimde dar, yoksulları sinsice ezen, ve sonuç olarak ikiyüzlü ve yalancı– kapitalist demokrasiden başlayarak ilerlemek, burjuva profesörlerle küçük burjuva oportünistlerin ileri sürdükleri gibi, dolambaçsız, dosdoğru ve çatışmasız bir biçimde ‘gitgide daha yetkin bir demokrasi’ye götürmez. İleriye, yani komünizme doğru gidiş, proletarya diktatorası aracıyla yapılır; başka türlü yapılamaz, çünkü sömürücü kapitalistlerin direncini kırabilecek başka hiçbir sınıf ve araç yoktur.
“Oysa proletarya diktatorası, yani ezilen sınıfların öncüsünün, ezenlerin sırtını yere getirmek için egemen sınıf olarak örgütlenmesi, demokrasinin yalın bir genişlemesi ile yetinmez. İlk kez olarak zenginler için değil, yoksullar için, halk için demokrasi durumuna gelmiş bulunan demokrasideki önemli bir genişleme ile birlikte, proletarya diktatorası, ezenler, sömürenler, yani kapitalistler için bir dizi sınırlamalar da getirir. İnsanlığı ücretli kölelikten kurtarmak için bunların sırtını yere getirmek zorundayız; bu adamların direncini zorla kırmak gerekir; ve baskının olduğu yerde, özgürlüğün olmadığı, demokrasinin olmadığı apaçık bir şeydir.” Geçiş döneminde demokrasi değişikliğe uğramıştır: “Halkın engin çoğunluğu için demokrasi ve sömürücüler için zora dayanan bastırma, yani demokrasiden dıştalama; kapitalizmden komünizme geçiş sırasında demokrasinin uğradığı değişiklik, işte böyle bir değişikliktir.” Özgürlük ise, devletle birlikte demokrasi de yok olduğunda gelecektir. Ancak sınıfsız toplum olan komünizmde “devlet ortadan kalkar ve özgürlükten söz etmek olanaklı hale gelir.” Proletarya diktatörlüğü bu yolda atılacak temel adımdır; çünkü geçiş döneminde sömürücülerin bastırılması, “demokrasinin o kadar büyük bir halk çoğunluğuna yayılmasıyla bağdaşan bir şeydir ki, özel bir bastırma makinesi zorunluluğu ortadan kalkmaya başlar. Sömürücüler, çok karmaşık ve bu işe ayrılmış bir makine olmaksızın, elbette halkın sırtını yere getirecek durumda değillerdir; oysa halk, çok yalın bir ‘makine’ ile bile hemen hemen makinesiz, özel aygıtsız, yalnızca silahlanmış yığınların örgütlenmesi ile sömürücülerin sırtını yere getirebilir.”
Komünist toplumun birinci evresi
Gotha Programı’nın Eleştirisi’nde Marx, “birinci evre”yi tanımlar: “Burada uğraştığımız şey, kendine özgü temeller üzerinde gelişmiş bulunduğu biçimiyle değil, tersine, kapitalist toplumdan çıkmış bulunduğu biçimiyle bir komünist toplumdur; o halde, ekonomik, törel, entelektüel bütün bakımlardan henüz bağrından çıktığı eski toplumun izlerini taşıyan bir toplum.” Bu toplumda, mülksüzleştirenler mülksüzleştirilmiştir; üretim araçları, artık bireylerin özel mülkiyetinde değildir. Ancak üretim henüz herkesin ihtiyacını karşılayacak ölçüde bir gelişme göstermemiştir ve herkes toplumsal üretimden çalışması ölçüsünde, “emeğine göre” bir pay alır. Lenin, “‘eşitlik’in egemenliği denebilir buna” der. Marx, “eşit hak” der. Gerçekten, burada eşit hak vardır, herkes “emeği ölçüsünde” eşittir, ama bu henüz hâlâ biçimsel burjuva hukukunun dar sınırlarının aşılamamış olduğunu belirtir. Çünkü gerçekte eşit değil farklı olan (kimi evli, çocuklu, kimi bekar, kimi güçlü ya da şişman diğeri güçsüz ve zayıf vb.) insanlara tek bir kural uygulanmaktadır. Bu ise, “eşit hak”kın, aslında bir eşitsizlik konusu olduğunu, hatta eşitliğe bir saldırı anlamına geldiğini gösterir. Ve bunda adalet yoktur.
Lenin, “öyleyse komünizmin ilk evresi, adalet ve eşitliği gerçekleştiremez; zenginlik bakımından insanlar arasındaki farklılıklar, hem de haksız farklılıklar sürecektir; ama insanın insan tarafından sömürülmesi de olanaksız olacaktır..” der. Eşitliğe, “hak eşitliği”ne ancak kısmen ulaşılmıştır, üretim araçları karşısında eşitlik, üretim araçlarının özel mülkiyeti kaldırıldığı ölçüde sağlanmış, bu alanda burjuva hukuku aşılmıştır. Ancak tüketim araç ve nesneleri mülkiyetinde farklılıkları koşullamasından kaçınılamayacak bölüşümdeki eşitsizlik, bölüşümün, farklı insanlara “eşit” uygulamayı dayatan kapitalizmden miras emek-değer ilkesi uyarınca düzenlenmesi henüz sürmektedir, bu alanda burjuva hukuku geçerli kalmaktadır. Marx, “bu kusurlar, uzun ve sancılı bir doğum döneminden sonra, kapitalist toplumdan henüz çıkmış biçimiyle, komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, ekonomik durum ve ona karşılık düşen uygarlık derecesinden hiçbir zaman daha yüksek olamaz.”
Kapitalizmin yıkılışından sonra, “insanların hiçbir hukuk kuralı olmaksızın toplum için çalışmayı hemen öğrenecekleri ütopyaya düşmeden düşünülemez; kaldı ki, kapitalizmin ortadan kalkışı, böylesine bir değişikliğin ekonomik öncüllerini hemencecik vermez.” Ve uygulanmak üzere, elde, burjuva hukuk kurallarından başka hukuk kuralı yoktur.
O halde, burjuva hukuk kurallarının aşılmasını (üretim araçları üzerindeki toplumsal mülkiyet) olduğu kadar, henüz aşılamadığı (ürünlerin emeğe göre bölüşümü) alanda da–aşılmasının koşullarını yaratma mücadelesi sürdürülürken– görece eşitliği korumak üzere devletin zorunluluğu sürecek demektir. Devletin sönmesi, –bölüşümdeki– fiili eşitsizliği onaylayan burjuva hukukun korunmasının gereksiz hale geleceği komünizmin bir üst aşamasına kalır. Gerçek eşitlik sağlandıkça, eşitsizliğin ürünü ve aleti olan devlet yok olur. Bu nedenle proletarya diktatörlüğü, bir yarı-devlet ya da burjuvazisiz burjuva devlet olarak da tanımlanabilir.
Komünist Toplumun Üst Evresi
Marx’ın hukukla bağlantılı olarak ekonomik temeliyle birlikte bu evreye dair düşüncelerini de, yine Gotha Programı’nın Eleştirisinde buluruz: “Komünist toplumun yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne köleleştirici bağımlılığı, ve onunla birlikte, kol ve kafa emeği arasındaki karşıtlık yokolacağı zaman, çalışmanın yalnızca bir yaşama aracı olmaktan çıkıp,bir ilk dirimsel gereksinim durumuna geleceği zaman; bireylerin çok yönlü gelişmesi ile birlikte, üretim güçlerinin de artacağı ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının bollukla fışkıracağı zaman; ancak o zaman burjuva hukukunun sınırlı ufku kesin olarak aşılabilecek ve toplum, bayrakları üstüne ‘herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine göre!’ diye yazabilecektir.”
Tüm diğer eşitsizlik kaynaklarının da kurutulmasına elverecek, artık “çalışanlar”ın “emeğine göre” değil “ihtiyacı kadar” alabileceği bir gelişme düzeyine ulaşmış toplumsal emek ve üretime dayalı bu üst evre, kuşkusuz insanlığın sınıflardan bütünüyle kurtulmuş olduğu evredir. İlk evrede, özsel olan, kapitalizm ve bürokrasinin egemenliğine son verildikten sonra, silahlı işçiler ve halk tarafından gerçekleştirilecek üretim ve bölüşümün denetimi ve emekle ürünlerin kayıt altına alınması ve buna dayalı “atölye disiplininin tüm topluma yayılması”yken; bu üst evrede, artık ne çalışma ne de ürün bölüşümü için artık bir denetim ve kayıt gerekli olur. Komünizmin üst evresine ve “devletin tamamen sönmesine geçişi sağlayacak kapı”, “toplumun bütün üyeleri ya da hiç olmazsa bunların büyük bir çoğunluğu, devleti kendileri yönetmeyi öğrendiği, işi kendi ellerine aldığı”, herkesin katıldığı kayıt ve denetim ile üretim ve bölüşüm alanı başta olmak üzere insan toplumunun özsel kurallarına uyma zorunluluğu alışkanlık ve çalışmanın kendisi sadece bir yaşamsal etkinlik haline geldikçe, ardına kadar açılacaktır.
Sonuç
Öyleyse başladığımız nokta tayin edicidir: “Benim yeni olarak yaptığım şey: 1) sınıfların varlığının, üretimin tarihsel gelişme evrelerinden başka bir şeye bağlı olmadığını; 2) sınıflar savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatorasına götürdüğünü; 3) bu diktatoranın kendisinin de bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir toplumun kurulmasına geçişten başka bir şey olmadığını tanıtlamak oldu.”
Lenin, Marx’ın özsel olarak böyle tanımladığı öğretisine bağlı kalarak, 40 yıl ayakta kalan, komünizmin üst evresine doğru adımlar da atan geçiş dönemi devleti olarak proletarya diktatörlüğünün pratiğe geçirilmesinin ışığını yaktı. Şimdi 2000’li yıllarda, hem öğreti hem de proletarya ve partilerinin önündeki görevler, özsel olarak, değişmemiştir. Hâlâ kapitalist karşıtlık, aynı yere götürmektedir. Farklı ülkelerde farklı yollardan: Ama bir demokratik cumhuriyet üzerinden ama doğrudan. Dünya, bugün, kapitalizme son verilmesi ve kapitalizmden komünizme geçiş için, nesnel bakımdan, Marx ve Lenin zamanından çok daha elverişli haldedir. Bilinç ve örgüte dair eksikliklerin üstesinden gelmek ve Komün’den sonra Lenin’in Rusya’da giriştiği işi sürdürmek, yarının değil bugünün görevidir.