Dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de kapitalizmin yarattığı çürüme bir yandan emekçi halkları kırıp geçirirken, bir yandan da içten içe kendi sonunu hazırlıyor. Emperyalist kapitalist sistemin temel dayanağı haline gelen işsizler kitlesi, uyuşturulmadığı, etkisizleştirilmediği takdirde dönüp kendisini vuracak patlamaya hazır bir silah gibi. Sefalet ücretine köle gibi çalışmak zorunda kalan işçiler ise, ağır sömürünün yanında siyasal ve sosyal kuşatılmışlığın daralttığı çember içinde adeta öfkesini biriktiriyor. İdeolojik-kültürel bir kuşatma altında dizginlemeye çalıştığı bu kesimleri, tek başına zor aygıtının durduramayacağının farkında olan burjuvazi, geleceğini garantiye almak adına, iktisadi hayattan siyasal yapılanmaya, eğitimden sosyal yaşama kadar her alanda egemenliğinin devamını sağlayacak mekanizmaları da devreye sokuyor. Özündeki gericilik ve çürümeyi hızla toplumun tüm katmanlarına yayıyor. Geleceği simgeleyen gençlik ise, bu saldırının tam merkezinde yer alıyor.
Kapitalizm açısından gençlik, ucuz-örgütsüz işgücü, yani daha fazla sömürü ve kâr anlamına geliyor. Aynı zamanda, sisteme bağlandığı oranda, kapitalizmin de geleceğinin garantisi. Oysa yeniye, değişime yüzü dönük, enerjisi ve dinamizmiyle geleceğe müdahale etme çabasına girmeye en yatkın kesim, yine gençlik. Yani gençlik, geleceği olduğu kadar başkaldırıyı da temsil ediyor. İşte tam da bu nedenlerden sindirme, etkisizleştirme, denetim altına alma çabasında, hedefte gençlik var.
İşçi gençlerin büyük bir bölümü güvencesiz ve ağır çalışma koşulları altında kelimenin tam anlamıyla eziliyor. Sabahın köründen gecenin bir vaktine kadar çalışıp yorgun argın evine dönen ve ertesi sabah erkenden tekrar işe giden bir genç için, ev ve iş arasındaki daracık hayatından dış dünyaya bakabildiği tek pencere, televizyon. Yaşamadığı, görmediği, tatmadığı ve hatta hayal bile edemediği bambaşka bir dünya var televizyonda.
Televizyon aslında bir kültürel kuşatma aracı olarak işlev görüyor. Gençler paparazzilerdeki yaşamlar ile kendi yaşamları arasına sıkıştırılıyor. “Biri bizi Gözetliyor”daki yarışmacı, birbirinin kuyusunu kazan gençlerin insanlık dışı ilişkileri, saatlerce ekranları kaplıyor. Tartışma programları, haberler, gençleri, sorunlarının gerçek nedenlerinden, çözüm arayışlarına girmekten uzaklaştırıp, beklenticiliğe, kaderciliğe itmeyi hedefleyen, sistemin alternatifsizliğini propaganda eden şovlara dönüşüyor. Çoğu zaman haber diye hayvanlar alemini, asparagas haberleri izliyoruz. Burjuvazinin propaganda, uyuşturma araçlarından biri olarak milyonlarca emekçinin evleri, gencecik beyinler bu yolla işgal ediliyor, meşgul ediliyor. Toplumsal sorunlar yerini, “lailalar”da fink atan bir avuç kokuşmuşun yaşam standartlarına ulaşma hevesine, onların dertleriyle oyalanmaya bırakıyor. Gençlerden, işsizliği, yoksulluğu ve adaletsizlikleri düşünmek, tartışmak yerine, falanca sanatçının gizli aşklarına ya da dizilerdeki hayatlara kafa yormaları, özenmeleri isteniyor.
İşsiz gençlerin durumu ise, bir çok anlamda daha vahim. İnsan, doğası gereği üretmek, çalışmak ve paylaşmak ihtiyacı duyan, üretken-toplumsal bir varlıktır. Gençlik ise, bu ihtiyacı en fazla hisseden kesim. Oysa her geçen gün artan işsizlik, gençliği, ruhsal bunalımlara, kısa yoldan kurtuluş yolları aramaya iten ölümcül bir hastalık gibi hızla sarmakta. Kültürel yozlaşmanın, eğitimsizliğin, yoksulluğun da eklenmesiyle, kapitalizm, gençlerin öğütüldüğü, robotlaştırıldığı, tüm enerjilerinin çekildiği dev bir kıyım makinesine dönüşüyor.
İşsiz gençlere, sokak başlarında, mahalle kavgalarında, kahvelerde, internet kafelerde, uyuşturucu, alkol, fuhuş, gasp gibi bir sürü adi suç çetelerinin içinde rastlayabilirsiniz. Bir kısmı her gün saatlerce iş aramakla uğraşmakta, sürekli iş değiştirmekte, bir hafta çalışıp iki hafta işsiz dolaşmakta ve bırakın geleceği, bir gün sonrasına dair küçücük umutlar bile besleyememekte. Bir kısmı iş aramaktan usanmış yahut çalışıp da aç kalmaktan bıkmış ve kurtuluşu kısa yoldan köşeyi dönebileceği işler çevirmekte arıyor. Yoksulluğunu, ezilmişliğini, kendini güçlü hissettiği çeteler içinde yenmeye çalışıyor. Aslında içinde biriktirdiği öfkeyi boşaltabileceği yerler, çeteler. Uyuşturucu, bali, alkol ise, sorunların unutulduğu, birkaç saatlik de olsa mutluluk hissi veren sığınaklar haline gelmiş. Her gün çeşit çeşit gasp suçları ortaya çıkıyor. Tüm bunlara bulaşmamışların ise kahvelerde, evde televizyon başında ya da internet kafelerde, parklarda vakit öldürdüğüne, gençlik yıllarını buralarda heba ettiklerine tanık oluyoruz.
Tüm bunlar, toplumsal yaşamda çözülmelere, keşmekeşe neden olan, ancak egemenlerin, sınırlarını çizerek, varlığına göz yumduğu ve hatta doğrudan desteklediği, körüklediği şeyler. Uyuşturucu çeteleri, devlet yöneticilerine ve hatta uluslararası siyasal güçlere kadar uzanıyor. Ve büyük bir rant odakları haline gelmiş durumda.
Özellikle emekçi mahallelerinde hızla artan bu çürümenin içine gençlik bilinçli olarak çekiliyor. Bir çok yerde -özellikle Kürt gençleri- bu pisliğe bulaştırılmaya çalışılıyor. Böylelikle, kültürel-siyasal-ekonomik hak taleplerinden vazgeçmeleri, boş, amaçsız, onursuz bir yaşamı tercih etmeleri sağlanmaya çalışılıyor. Sistem, gençliği kazanamadığı noktada, insan posaları yaratarak, topluma zararlı olsa da, sisteme zararsız uyuşturulmuş bir gençlik kitlesi oluşturmak istiyor.
Gençliği geleceği olarak gören sınıfın partisine ve onun gençlik örgütü Emek Gençliği’ne ise, tüm bu gidişat karşısında büyük görevler düşüyor. Gençlik, politika yaptığı, geleceğine müdahale ettiği oranda sosyalizm mücadelesinin çok önemli bir dinamiği haline gelecektir. İşte bu gerçeklerden hareketle, gençleri uyuşturma, yozlaştırma manevralarını boşa çıkarmak ve gençleri geleceklerini çalanlara karşı örgütlü mücadeleye kazanmak için başlatılan “geleceğine sahip çık hakların için örgütlen” kampanyası hızla hayata geçirilmesi gereken bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.
’68 dönemi, dünyada olduğu gibi ülkemizde de, gençlerin yığınlar halinde emperyalizme karşı ülkenin bağımsızlığı için mücadeleye katıldığı bir dönemdi ve bu dönemin en önemli özelliği, toplumsal sorunlara duyarlılığın fazla oluşu, gençleri bırakın, ilkokul sıralarındaki çocukların bile politik gelişmelerden haberdar olduğu bir dönem olmasıydı. Emperyalist politikaların ülkede adım adım uygulanmaya başlanmasına karşı gençler ayağa kalkmış ve işçi sınıfının mücadelesinde önemli bir destek güç konuma gelmişlerdi. Elbette, o dönemin dünya ölçeğindeki koşulları da gençlerin politikleşmesine önayak oluyordu. Fakat gençlerin politika yaptığında, toplumsal sorunlara müdahale gücünü kendinde bulduğunda ve belki de en önemlisi, düzenin değişebileceğine inandıklarında, nasıl da egemenleri titrettiğini, 68’li gençler bizlere gösterdi diyebiliyoruz.
Emek Gençliği gençlerin talepleri ve hakları uğruna mücadelesinde siyasal örgütlülüğü, çekim merkezi olacak diyorsak; işte, adımları neye göre atacağımızı belirleyecek hedef, buradan çıkaracağımız fikir olmalı. Gençlerin politikleşmesinin önünü açacak araçlar, olanaklar yaratmalı ve sunmalıyız. Ve başlatmış olduğumuz kampanyayı da bu hedef çerçevesinde algılamalı, hayata geçirmeliyiz.
Kampanyamızın en önemli vurgusu olan uyuşturucu, son dönemlerde ilköğretim çağındaki çocuklara kadar inmiş ve gencecik hayatları zehreden bir tehlike olarak hızla yaygınlaşıyor. Gençleri bir yandan uyuşturucu ile teslim alanlar, bir diğer yandan da çetelerle gençleri bu pisliğin içine buluyor ve iyice çıkmaza sokuyorlar. İşsizlik, yoksulluk ve bunlara bağlı aile içlerinde yaşanan sıkıntılar, farklı bir hayat arzusunun ve özlemlerin yarattığı bunalımlar gençleri boğuyor ve gençler, buradan çıkışı, uyuşturucu maddelerde yahut çaresizlik hissinin yerini alan çetelerde buluyorlar. Çetelerin; uyuşturulmuş, sapkınlıkları ve zaaflarıyla kendini fark ettirmeye çalışan gençlerin mahallelerde yarattığı güvensiz, huzursuz ortam ise, sorunun bambaşka bir yanı. Ailelerin buna dur diyecek, çocuklarını bu ortamdan koruyacak güçleri olduğu da söylenemez. Tam bir çaresizlik içindeler.
Onları birbiriyle karşı karşıya getiren, örgütsüzlüğe iten, yozlaştıran bu çürümeye karşı gençleri bir araya getirmek, bir yandan gelecekleri ve talepleri uğrunda mücadele etmelerini sağlamak, bir yandan da emperyalist kültüre karşı kardeşlik, ortak üretim, paylaşım ve dayanışma duygularını geliştirerek, alternatif kültürü yaratmak ve bu kültür etrafında gençlerin öbeklenmesini sağlamak, hedefimiz olmalıdır. Uyuşturucu karşıtı çalışmayı da böyle düşünmeliyiz. Elbette ki, kampanyanın hedefi uyuşturucu şebekelerini çökertmek, bağımlıları kurtarmak yahut çeteleri dağıtmak değildir, ama konuyu ele alırken, yalnızca sorunu tespit eden, kaynağını gösterip uyaran konumda olmamalı, mücadele araçları; uyuşturucuya, çeteleşmeye karşı alternatif alanlar yaratmalıyız. Burada hemen akla gençlik evleri gelecektir. Ancak salt gençlikevine takılıp kalmak, gençlikevlerine ilişkin hedeflerimizi kısır bir döngüye itecek, aynı zamanda, kampanyamızın da içini boşaltacaktır.
Belediyelerden, “gençleri kahvelerden, çetelerden, uyuşturucudan kurtaracak alanlar yaratmak sizin görevinizdir” diyerek, meslek eğitim kursları, spor sahaları açmasını isteyeceğimiz çalışmalar örgütleyebiliriz. Elbette, bu çalışmanın içeriği, mahallenin ihtiyaçları ve gençlerin talepleri dikkate alınarak belirlenmelidir. Belediyeden istenen, bir yerde park olurken, bir yerde el işleri-meslek eğitim kursları, bir yerde futbol sahası ve bir başka yerde kütüphane olabilecektir. Bunu oranın gençleri belirleyecektir. Buradan hareketle şunu da söylemek gerekir ki; kimi zaman uyuşturucuya karşı mücadele ön plana çıkarılarak bu talepler için mücadele edilirken, kimi zaman talepler üzerinden alınıp konu; uyuşturucu, çeteleşme ve emperyalist kültüre bağlanacaktır.
Kampanya ilan edildiğinden bu yana örgütlerimizde “ne yapacağız”, “nasıl yapacağız”, “ne zaman başlayıp, ne zaman ve nasıl bitireceğiz” gibi sorular yüzünden bir tutukluk olduğunu hissedebiliyoruz. Kampanya denince, hatalı bir kavrayışla, her bir şeyi aşağı yukarı belirlenmiş, takvimlenmiş etkinlikler anlaşılıyor olması, bu sorular ve tutukluğun nedenidir. Bu kampanyanın takvimlendirilmeyip, içeriğinin de örgütlerimize bırakılması, yukarıda bahsedilen yerel koşullar ve taleplerin belirleyici olması gerekliliğindendir.
Kampanyanın olanakları ve yapılabilecekler üzerinden örneklendirmelerde bulunursak…
İzmir’in Güzeltepe mahallesinde her hafta bir çete hesaplaşması, kavgalar, bir yaralama olayı oluyor. En son bir bebeğin bile ölümüne yol açan bu olaylar mahalleliyi bıktırmış durumda. Burada, bu olaylar üzerinden başlatılacak bir kampanyada, ailelerin de tam desteğini alabiliriz. Hatta muhtarlar, esnaflar, spor klüpleri, yöre dernekleri, yerel dernekler doğru bir yaklaşımla bu çalışmaya katılabilirler. Fakat daha öncede belirtildiği gibi, üstten seslenen, sorunu ve kaynağını gösterip soyut bir mücadele çağrısı yapan bir çalışma, çok da dikkat çekmeyecektir. Çünkü sorunu bizzat yaşadıklarından, üstelik sonuçlarıyla birlikte, çok iyi biliyorlar ve uyuşturucunun da, çeteleşmenin de ne kadar kötü olduğunu yaşayanların hemen tümü açıkça ifade ediyor. Öyleyse burada yapılması gereken, gençlerin taleplerini doğru tespit etmek ve bu talepler uğrunda bir araya gelip çalışma yürütmelerini sağlamak olabilir. Bunun adı gençlik evi mi olur, belediyeden talep edilecek yukarıda örneklediğimiz araçlar mı ya da Emek Gençliği irtibat büroları mı olur, bunu, orası belirleyecektir. Önemli olan, çalışmanın kendisi, istikrarı ve talepler etrafında gençlerin bir araya getirilmesi, düzene karşı mücadeleye çekilmesidir.
Öte yandan örneğin Ankara’nın Çinçin mahallesinde uyuşturucu bir geçim kaynağı durumunda. Burada işsizlik, yoksulluk ve eğitimsizliğin dayattığı geleceksizliğin yarattığı bir yaşam şeklidir bu. Bu yüzden orada da, kampanya, bu sorunlar (ya da daha özgün sorunlar vardır mutlaka) üzerinden ele alınırsa, gençlerin farklı bir kültüre ve yaşam anlayışına kazanılması mümkün olacaktır.
Kampanya üzerinden, toplumsal bir yara haline gelmiş bu sorunlara karşı attığımız ufak adımların nasıl çığ gibi büyüyerek karşılık bulduğunu göreceğiz. Eskiizmir’in bir mahallesinin “belalı” gençlerinden birinin Emek genci olduktan sonra gösterdiği değişim ve gelişmenin, ailesinden başlayarak, mahallede nasıl da olumlu bir etki yarattığını, Eskiizmir’li gençler biliyorlar. Kurmak üzere oldukları gençlikevleri, daha açılmadan uğrak yeri haline gelmiş olan gençler, ailelerden, esnaftan şimdiden bir çok destek görmüş durumdalar. Mahallelerde yürütülecek samimi ve istikrarlı çalışmalar, hep bahsedilen o çekim merkezi olma hedefinin, aslında öyle çok da zor yahut çok ileriki zamanlara atılmış bir hedef olmadığının kanıtı olacaktır.
İşçi gençlerin kültürel sanatsal ihtiyaçlarının, çalışma koşullarından kaynaklı yaşadığı sorunların da bu çalışmanın bir yanı olarak düşünülmesi gerekiyor. İşçi gençliği, ev, iş ve kahve arasındaki sıkışmışlığından kurtaracak alanlar yaratılmalıdır; işçi kültür evlerinin açılması, işçi gençlik çalışmasında çok önemli adımlar olacaktır. Hatta tekstil gibi gençlerin yoğunlukla çalıştığı ve örgütsüzlüğün hakim olduğu alanlarda, bunun adı, tekstil işçileri dayanışma dernekleri bile olabilir.
Genel anlamda uyuşturucu, çeteleşme ve yoz kültüre karşı yürütülen çalışmada kamuoyu yaratacak, dikkatleri bu konulara çekecek araçları da gözden kaçırmamak gerekiyor. Radyo programları yapılabilir, basında konunun yer etmesi için köşe yazarlarına mektuplar, mailler yollanabilir.
Tabi tüm bu çalışmaları besleyecek paneller, toplantılar, şenlikler, eylemler örgütlenebilir. İmza kampanyaları çalışmalar içerisinde kullanılacak bir yöntem olabilir. Anketler yapılabilir. Bunlar, çalışmanın seyrine ve çalışma alanının özelliklerine ve hatta çalışmayı yürütenlerin ihtiyaçlarına göre belirlenecek şeylerdir.
Ayrıca, Dersim örneğinde olduğu gibi, Kürt illerinin özellikle hedef seçildiği düşünüldüğünde; Kürt gençlerinin kimliksizleştirilmek, onursuz bir yaşama mecbur bırakılmak istenmesine karşı inatla bu gerçeğin üzerine gidilmesi gerektiği belirtilmedir. Çalışmaların blok gençliği ile birlikte örgütlenmesi ise, blok gençliğinin birlikteliğinin ayaklarının örülmesinde önemli bir adım olacaktır.
Çalışmanın bütünü açısından, uyuşturucudan öte, konuyu, kapitalizmin gençliği pasifize etmek, apolitikleştirmek, etkisizleştirmek için yönelttiği saldırılara karşı, yani genel anlamda uyuşturma çabalarına karşı bir mücadele örgütlemek olarak algılamak gerekli. Önemsiz gibi gözükebilecek taleplerden kalkarak yürütülecek çalışmalar, gençlerde mücadele, hak arama kültürünü geliştirecek, kapitalizme karşı sosyalizm fikriyle buluşmalarına önayak olacak, emperyalist kültür kuşatmasına karşı mücadele mevzilerinin yaratılmasını ve gençlerin buralarda toparlanmasını sağlayacaktır. Örneğin meslek kursu açılması talebiyle başlatılan çalışmada belediye başkanının karşısına çıkan gençler, kurstan sonra iş talebiyle mücadelesini bambaşka bir boyuta taşıyabilecektir. Uyuşturucuya, alkole karşı yahut spor sahası, park gibi taleplerle çalışmalara katılan gençlerle nasıl bir dünya arzuladıkları, sorunları ve bunların kaynakları tartışıldığı oranda, gençlerin talepleri politikleşecek, hak arama ve mücadele kültürleri gelişecek; başka bir dünyanın yaratılabileceği fikri ve bunun çabası etrafında örgütleneceklerdir.
Bu kampanyayı, çalışmaların, mahallelerde, illerde ve ülke genelinde bir ağ gibi gençliği ördüğü ve emperyalist kültür ve kapitalizmin yarattığı çürümeye karşı gençlerden oluşan bir ağın ülkeyi sarmaya başladığı bir kampanya olarak hayata geçirebildiğimiz oranda, gençlik çalışmamız hızlı adımlarla ilerleyecek, Bağımsız demokratik Türkiye ve sosyalizm mücadelesinin genç militanları ve gençlik önderleri buralardan filizlenecektir.