AKP’nin iktidarıyla birlikte tartışmaya açılan konuların başında üniversiteler gelmiştir. AKP’nin bu yaklaşımı, bazı kesimler tarafından, “Türkiye’nin bunca sorunu varken neden öncelikli olarak üniversiteler ele alınıyor?” şeklinde değerlendirilmektedir. Oysa, üniversiteler toplumun şekillenmesinde önemli rol oynayan öncü kurumlardır. Bu nedenle de, toplumsal sorunların çözümü için ya da toplumsal düzende önemli değişimlerin gerçekleştirilmesi amaçlandığında, üniversitelerin öncelikle ele alınması son derece doğaldır. Hatırlanacağı üzere, 12 Eylül rejimi de üniversiteleri, siyasi partiler ve sendikalarla birlikte öncelikleri arasına almış ve ortadan kaldırmak istediği düzeni buralardan başlayarak kontrol altına almayı hedeflemiştir. Bu doğrultuda da getirmek istediği düzeni üniversitelerden başlayarak yerleştirmeye çalışmıştır. YÖK düzeni de zaten bu düşüncenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
YÖK’ün kurulduğu 6 Kasım 1981 tarihinden bu yana iktidara gelen hemen hiçbir hükümet (buna büyük ölçüde bugünkü AKP kadrolarının da içinde yer aldığı REFAHYOL hükümeti de dahildir) üniversiteleri AKP iktidarı kadar geniş kapsamlı olarak gündemine almamıştır. Bunda en önemli etken, YÖK’ün kendisine verilen görevi eksiksiz olarak yerine getirmesi ve üniversiteleri hükümetlerin gündemine almasına ihtiyaç bırakmamasıdır.
Bu noktada, YÖK’ün yaklaşık yirmi yıl süresince üniversiteleri, hükümetlerin gündemine dahi alma gereğini bırakmayacak kadar başarılı olarak yerine getirdiği görevin ne olduğunun sorgulanması yerinde olacaktır. Bu bağlamda, YÖK’ün 12 Eylül’ün bir ürünü olarak, “otoriter, milliyetçi bir yaklaşımı üniversitelerde etkin kılmayı amaçladığı” şeklinde bir yaklaşım, eksik, hatta bunun da ötesinde önemli yanılsama içeren, dar görüşlü bir bakış açısını yansıtacaktır. YÖK’ün işlevini daha geniş bir çerçeve içerisinde, bütünlüklü olarak değerlendirmek gerekir. Bu bağlamda da öncelikle, 12 Eylül’ün hangi ideolojinin ürünü olduğunu iyi algılamakta yarar vardır.
YÖK: NEOLİBELARİZMİN ÜNİVERSİTELERDEKİ AYAĞI
12 Eylül 1980 askeri müdahalesi, 1960’ların sonları 1970’lerin başlarında ortaya çıkan kapitalist sistemin krizi karşısında, sosyal devleti ortadan kaldıran, emeğin kazanılmış haklarını ortadan kaldırmaya yönelen yeni liberal akımın, Türkiye’de uygulanabilirliğini sağlamaya yönelik politikaların bir gereği olarak gerçekleştirilmiştir. 12 Eylül, uluslararası sermaye ve onun işbirlikçisi olan ulusal sermayenin gereksinimleri doğrultusunda emekçi sınıfa büyük bir darbe vurmuştur ve bunun etkileri aradan geçen 22 yılı aşkın sürede hâlâ bütün ağırlığı ile hissedilmektedir.
YÖK’ü sadece 12 Eylül’ün ürünü bir kurul olarak görmemek gereklidir. YÖK, aynı zamanda üniversitelerin yeni liberal politikalara uyumlu hale getirilmesini de amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda YÖK, 21 yıllık süre içerisinde amacına büyük ölçüde ulaşmıştır. Bu bağlamda, üniversiteler öncelikle, özgür düşünen, toplum için bilim üreten ve sunan bilim insanlarından arındırılmış, daha sonra da militarist bir düzenin hakim olduğu kışlalar haline dönüştürülmüştür. Böylece üniversiteler, öğretim elemanı ve öğrencilerin tartışmaktan, fikir üretmekten ve açıklamaktan korktukları, soğuk, ruhsuz binalar haline dönüşmüştür.
Yeni liberalizm, YÖK düzeni içerisinde üniversiteleri, toplumun gelişmesi için düşünce üreten kurumlar olmaktan uzaklaştırdığı gibi sermayenin hizmetinde faaliyet gösteren kurumlar haline de dönüştürmeye çalışmıştır. Bu amaçla, üniversitelere ayrılan kaynaklar kısılmış, öğretim elemanı ücretleri reel olarak her geçen yıl azaltılmıştır. Bunun sonucu olarak da üniversiteler, bir taraftan sermayeye proje üreterek, diğer taraftan ise harçlar aracılığı ile öğrencilerin üzerinden gelir sağlamaya çalışarak faaliyetlerini sürdüren kurumlar haline gelmiştir. Öğretim elemanlarının önemli bir bölümü ise, toplum için bilgi üretmek ve sunmak için kullanmaları gereken zamanı ya özel üniversiteler ve şirketlerde danışmanlık vs. şekillerde sermayenin hizmetine sunmuşlar ya da ikinci öğretim, tezsiz yüksek lisans, yaz okulları, ek ders gibi gelir arttırıcı olan ama bilimsel katkı sağlamayan faaliyetlere ayırmak durumunda kalmışlardır. Böylece, üniversiteler toplum için değil sermaye için faaliyet gösteren ticari kurumlar haline dönüşmüştür.
Üniversitelerin, 22 yıldır karşı karşıya olduğu idari, mali ve siyasi baskılar sonrasında içinde bulunduğu durum karşısında bugün, iktidara gelen bir hükümet, üniversiteleri yeniden yapılandıracağını ve üniversitelere idari, akademik özerklik vereceğini söyleyerek üniversiteler üzerine bir tartışmanın başlamasına neden olmuştur. Aslında üniversiteler üzerine tartışmalar, 12 Eylül’den bu yana, yani YÖK’ün kurulmasının da öncesinden beri süregelmektedir. Ancak, özgür, demokratik üniversite talebi ile bu tartışmayı yürütenler, daima en sert biçimde bastırılmış, susturulmuştur. Bugün tartışmaların ilginç olan noktası, büyük bir meclis çoğunluğuna sahip olan hükümetin, tartışmanın tarafı olmasıdır.
AKP’NİN NİYETİ NEDİR?
Hükümetin sahibi olan AKP ile üniversitelerin yönetimini elinde bulunduran YÖK arasındaki bu tartışmayı değerlendirebilmek için tarafların niyetlerinin iyi analiz edilmesi gerekmektedir. YÖK’ün kuruluş amacını da oluşturan öncelikli hedefi, yukarıda da belirtilmeye çalışıldığı gibi, yeni liberal politikalar doğrultusunda üniversitelerin ticarileştirilerek sermayenin hizmetine açılması ve sermaye için bilgi üreten kurumlar haline gelmesidir. Tartışmanın diğer tarafı AKP’nin ise gerek seçim bildirgesi, gerekse iktidarı elde ettikten sonra ortaya koyduğu acil eylem planı ve hükümet programı bütün olarak ele alındığında, YÖK’ün temel yönlendiricisi olan yeni liberal politikalar ile doğrudan bir paralellik içerisinde olduğu görülmektedir. Bu bağlamda AKP’nin ekonomi politikası, bütünüyle kapitalizmin temel kurumları olan IMF ve Dünya Bankası’nın yönlendirmesine bırakılmıştır. Kapitalist sistemin küresel düzeyde biçimlenmesini ve yönetilmesini sağlayan Dünya Ticaret Örgütü’nün öngördüğü tüm koşulların sağlanabilmesine yönelik politikalar, AKP’nin tüm plan ve programlarında mevcuttur (özelleştirme, kamu personel rejimi, çalışma yaşamının esnekleşmesi vs.). Yine bu partinin seçim programında üniversitelerin ticarileşmesinin temel dayanağı olan sanayi-üniversite işbirliği de yer almaktadır. Diğer bir deyişle AKP, üniversitelerin sermayenin hizmetinde, ticarethaneye dönüşmesini öngören politikaları tümüyle kabul etmekte ve bu yöndeki politikaları sürdüreceğini açıkça ifade etmektedir.
AKP, gerek seçim sürecinde, gerekse iktidara geldikten sonra kendisini topluma tanıttığı ve önümüzdeki dönemdeki icraatını ortaya koyan tüm belgelerinde ve parti yetkilerinin söylemlerinde, YÖK’ün üniversitelerde gelişmesi ve yerleşmesi için çabaladığı yeni liberal politikalar konusunda bütünüyle ortak bir anlayış içinde olduğunu ortaya koymaktadır. O halde AKP ile YÖK yönetimini karşı karşıya getiren nedenler nelerdir?
AKP ile YÖK yönetimini karşı karşıya getiren nedenlerin büyük ölçüde 28 Şubat süreci içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira, 28 Şubat’a kadar YÖK’ün işlevi yukarıda da değindiğimiz gibi kapitalist sistemin gereklerini üniversiteye taşımak boyutu içerisinde biçimlenmiştir. Bu süreçte, devlet kurumları içerisinde laik-anti laik tartışması yaşanmamış, Atatürkçülük görüntüsü altında bir taraftan yeni liberal politikalar, yani ticarileşme gerçekleştirilmiş, diğer taraftan da Türk-İslam sentezi’ni savunan düşünce, mevcut iktidarların da desteği ile her alanda olduğu gibi üniversitelerde de alabildiğine kadrolaşmıştır. Ancak, Refah Partisi – Doğru Yol Partisi koalisyonunun hükümette bulunduğu süreçte, bir taraftan anti laik kadrolaşma ve söylemlerin çarpıcı bir biçimde ortaya çıkması, diğer taraftan ise islami sermaye olarak tanımlanan kesimin, İstanbul sermayesi olarak tanımlanan büyük sermayenin kâr alanlarına müdahale etmesi laik-anti laik çatışması olarak gösterilmiş ve 28 Şubat süreci yaşanmıştır. 28 Şubat sürecinde YÖK’e yeni liberalizmin öngördüğü görevler dışında, laikliği üniversitelerde savunmak görevi de verilmiştir.
KADROLAŞMA AMACI
Bu görev doğrultusunda YÖK, üniversitelerdeki İslami yapılanmayı bir ölçüde de olsa ortadan kaldırmak amacıyla bir çok öğretim elemanının görevine son vermiş, bu yapı içerisinde yurt dışına eğitim için gönderilen kadroları geri çağırmıştır. Bu süreçte YÖK, siyasi iktidardan tamamen ayrışmış, YÖK başkanı, hükümet üyeleri ile ve hatta bazı zamanlarda doğrudan bağlı olduğu Cumhurbaşkanı ile dahi tartışma içerisine girebilecek kadar özellikli bir konuma gelmiştir (2000 yılı Temmuz ayında bazı üniversitelerin rektör atamalarında yaşanan tartışmalar buna örnektir).
AKP, iktidarının hemen başında üniversiteleri ve özellikle de YÖK’ü gündeme almasındaki temel neden, YÖK’ün 28 Şubat’tan bu yana gelen misyonudur. Diğer bir değişle AKP, 28 Şubat süreci içerisinde üniversitelerde kaybetmiş olduğu kadrolarını tekrar ele geçirerek 28 Şubat’ın rövanşını almaya çalışmaktadır. Böylece uygulamak durumunda olduğu IMF politikaları nedeni ile kendisini iktidara getiren seçmenlere vaadettiği yaşam koşullarını sağlayamayan AKP, üniversiteler üzerinden seçmenine iktidar olduğunu ispat etmeye çalışmaktadır.
Özetle, AKP’nin YÖK ve üniversitelere yönelik söylemi, yıllardır özerk demokratik üniversite özleminde olan kesimlerin bu özlemlerini gidermekten çok uzaktadır. AKP tarafından başlatılan tartışma, esas olarak, AKP ile YÖK yönetimi ve onu destekleyen çevrelerin üniversiteler üzerinden gerçekleştirdiği bir iktidar mücadelesidir. Bu bağlamda, toplumun bu tartışmanın içerinde hiçbir yeri yoktur ve sonucu ne olursa olsun bu tartışma sermaye dışı toplum kesimleri için herhangi bir fayda getirmeyecektir.