Türkiye ekonomisinin AKP’li döneminin en önemli tartışma konularından birisi İslami sermaye, yeşil sermaye, yandaş sermaye ve buna karşı geleneksel sermaye, TÜSİAD sermayesi arasındaki güç ilişkilerinde bir değişimin olup olmadığı hususunda yaşanmaktadır. Şüphesiz ki karmaşık ve çeşitli düzlemlerde ele alınıp tartışılması ve maddi zemininin incelenmesini gerektiren bir konudan söz ediyoruz. Tartışmanın bütünü bu yazının boyutlarını aşacak düzeyde ve çeşitli biçimleriyle Özgürlük Dünyasının geçmiş sayılarında kendisine yer bulmuş durumdadır. Bu yazının konusunu halkın vergileri ile oluşmuş kamu kaynaklarının –vergi sistemimizdeki çarpıklıklar nedeniyle çok büyük bir bölümü doğrudan emekçilerin ücretlerinden yapılan kesintiler ve dolaylı vergilerden oluşmaktadır -sermayenin çeşitli klikleri arasında bir kayırmanın aracı olarak kamu harcamaları oluşturmaktadır. Bu yazı kayırılan veya cezalandırılan kliklerin kimler olduğunu değil bu mekanizmanın nasıl işlediğini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu nedenle vurgu noktası kimler ödüllendiriliyordan öte ödüllendirme –rant aktarma- mekanizması nasıl işliyor sorusunun üzerindedir.
Peki, bu kadar teknik bir konuyu akademik çevrelerin ve konunun ilgililerinin gündemi olmaktan çıkartıp, sınıflar mücadelesinin konusu haline sokan nedir? Birincisi bugün günlük hayat içerisinde çeşitli biçimlerde gözlemlenen hem çeşitli büyük sermaye gruplarının hükümetle ilişkilerindeki –NTV’nin sahibi Doğuş grubunun ve Habertürk başta olmak üzere pek çok yayın organına sahip Ciner grubunun tavrı Gezi Parki eylemleri ile birlikte sık sık tartışıldı- değişimleri hem de özellikle yerel yönetimler düzeyinde çok açık görünen ihale almak için AKP ilçe teşkilatından üyelik kartı ve onay mekanizmasının işleyiş yollarının nasıl “yasallaştırıldığını” anlamaya katkı sağlamaktır. İkincisi ve daha önemlisi ise tıpkı verginin kimlerden toplandığı sorusunun cevabı gibi, kamu harcamalarının nasıl ve kimin lehine yapıldığı sorusunun cevabının da emek ve sermaye cephesinin güç ilişkilerinin ve mücadelelerinin sonucu olmasıdır.
2013 yılı bütçe görüşmeleri sırasında TBMM’de yapılan tartışmalar arasında en dikkat çekici olanı 2011 yılına ait Sayıştay raporunun bütçe görüşmeleri sırasında parlamentoya sunulmaması oldu. Tartışma muhalefet partileri tarafından “kamu harcamalarının denetimi engelleniyor”, “kamu alımlarında şeffaflık azalıyor” eleştirilerine neden olurken, hükümet bu eleştirileri reddederek raporların sunulmamasını teknik gerekçelere dayandırmıştır. Bu çalışmanın odaklandığı konu doğrudan Sayıştay Raporları olmamakla birlikte ortaya çıkan bu durum Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez yaşanması ve kamu eliyle bürokratik ve siyasi rant yaratma mekanizmasını bir kez daha gündeme getirmiş olması nedeniyle bu konunun neden seçildiğinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Parlamentoda tartışmaya yol açan Sayıştay Raporları’nın sunulmamasının arka planı incelendiğinde muhalefet tarafından gündeme getirilen kamuda şeffaflığın hükümet eliyle azaltıldığı eleştirilerini destekleyen bir tablo ortaya çıkmaktadır. 19.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6085 sayılı Kanunla kamu kesiminin TBMM adına denetimi görevi Sayıştay’a verilmiştir . Gerekçesinde kamu denetiminde etkinliği arttırmak ve çok başlılığı azaltmak olan bu kanun kapsamında Sayıştay tarafından hazırlanması gereken raporların sunulmaması konunun özünü oluşturmaktadır. Ancak ilk bakışta denetimle görevli kamu otoritesi olan Sayıştay’ın görevini yapmaması sonucu ortaya çıkmış gibi görünen bu resim biraz genişletildiğinde ortaya çıkan görüntü değişmektedir.
Teftiş kurullarının kaldırılmasından sonra kamuda denetleme yetkisine sahip tek kurum olan Sayıştay 2012 yılı içerisinde 132 kamu kurumunun 2011 harcamalarını değerlendiren rapor hazırlığına girişmiştir. Sayıştay denetçilerinin hazırladığı raporlardaki tespitlerin ilgili kamu kurumlarına iletilerek görüşlerinin sorulmasından kısa bir süre sonra ise 4 Temmuz’da kabul edilen torba kanuna eklenen maddeyle, Sayıştay’ın denetim yetkisi kısıtlandı. 6353 sayılı kanuna eklenen maddeyle ; Sayıştay’ın kamu idarelerinin takdir yetkisini sınırlayacak veya ortadan kaldıracak şekilde rapor düzenleyemeyeceği, yapılan işlerin gerekliliği, ekonomikliği, etkililiği, verimliliğinin denetlenemeyeceği öngörüldü. Bu değişikliklerin ardından denetçiler tarafından hazırlanan raporlar yeni kanunla uyumlu olmadığı için TBMM’ye sunulmamıştır. Sayıştay’ın denetim yetkisinde torba yasayla yapılan sınırlama Avrupa Komisyonu’nun 2012 Yılı ilerleme raporunda da yer buldu. Raporda, bu durum endişe verici olarak nitelendirildi. “Sayıştay denetim ve kontrolünün bağımsızlığı ve etkinliğinin tehlikeye atıldığı” belirtilen raporda, “Son yapılan yasal değişiklikler ciddi endişeler oluşturmaktadır” denildi (AB, 2012). Bu tartışmalarda ortaya çıkan ve kamu harcamalarının denetimi ile ilgili sorunların boyutunu ortaya çıkartan bir başka bilgi ise hakkında rapor hazırlandığı ifade edilen 132 kamu kurumunun açıklanmaması ve Sayıştay’ın kamu kurumlarının denetimini sadece 59 kişilik bir denetçi kadrosu ile sürdürmesi oldu.
Yukarıda özetlenen örnek olay kamu yönetiminde denetimin, “tavşan kaç- tazı tut” kısır döngüsünün sarmalına sıkışıp kaldığını ortaya koymaktadır. Bu alanda yapılan çalışmalar incelendiğindeyse hem dünyada hem Türkiye’de kamu yönetimi, siyaset bilimi, hukuk, iktisat ve maliye disiplinleri içerisinde oldukça kapsamlı bir literatür şekillendiği görülmektedir. Bu çalışmada kamu alımları, kanun metinleri ve kamu alım raporları, AB, IMF, DB başta olmak üzere uluslararası kurum raporları metinleri ve verileri kullanılarak Kamu İhale Kurumu’nun (KİK) kuruluşundan itibaren incelenecektir. Sözü edilen dönem aynı zamanda Türkiye’de AKP’nin tek parti iktidarıyla da çakıştığı için “hükümet kendi zenginini yaratıyor” eleştirilerine sebep olan kurumsal yapı da ilgi çalışmanın alanı içerisindedir. Ancak AKP döneminde kamu kaynaklarından rant aktarım süreci olup olmadığının ölçülmesi çok daha boyutlu bir araştırmayla cevaplanabilecek bir soru olduğu için bu çalışmanın “bu dönemde kamu alımları vasıtasıyla siyasi ve bürokratik rant riski var mıdır?”, varsa “bu riske konu olabilecek iktisadi kaynağın büyüklüğü nedir?” sorusuna yanıt aramaktır. Bunun için öncelikle kamu ihalelerinin bütçe ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içerisindeki paylarında yaşanan değişim, kamu ihale kanunu ve KİK’in yetki alanındaki değişim ve Kamu İhale Kanunu kapsamından çıkartılan kamu harcamalarındaki değişim incelenecektir.
KAMU İHALE KANUNUN DEĞİŞTİRİLMESİ
2001 krizinin ardından ekonomide dışa açıklığın arttırılması ve özelleştirme süreçlerinde (TELEKOM, PETKİM, TÜPRAŞ bunun örnekleridir) yabancı sermaye daha etkin katılımı için kurumsal altyapı önemli bir değişim göstermiştir. Derviş Yasaları olarak anılan yasalarla bağımsız denetleyici ve düzenleyici kurumlar kurulmuş ve kamu hizmetlerinin sunumu ve alım süreçleri piyasa kurallarına tabi kılınmıştır. Bu dönüşüme zemin hazırlayan nedenler ise uluslararası sermayenin pazar arayışı ve ağır ekonomik kriz koşulları altında yabancı sermaye çekmeye ve IMF’den krediye almaya ihtiyaç duyan hükümetlerin ve burjuvazinin bu süreçteki uluslararası sermaye karşısında pazarlık gücünün zayıflamış olmasıdır. Kamu İhale Kanunu ve onunla birlikte kurulan Kamu İhale Kurumu bu sürecin ürünüdür. Yasada yapılan değişiklikler ise 2001 krizinin sermaye üzerindeki etkilerinin azalmaya başlaması ve yüksek büyüme hızları ile birlikte hükümetin ve Türkiye burjuvazisinin uluslararası sermayenin girişini engellemeyecek bir biçimde kamu alım süreçlerinde yeni şekillenmekte olan elitler arasında paylaşım kanallarını genişletmek için gündeme gelmiştir.
Kamunun alım, satım, kiralama, ruhsat ve imtiyaz devir işlemleri yolsuzluk ve suiistimale karşı en açık alanlarıdır. Bu işlemler; kamu varlıklarının ranta çevrilerek, özel şahıslara aktarılması konusunda siyasetçi, kamu görevlisi ve sermaye tarafından kurulabilecek çıkar gruplarına geniş imkanlar yaratabilmektedir. Bu nedenle kamu alımlarının kurallara bağlanması, denetimi ve yolsuzluğa karşı mücadele hem araştırmacıların hem de politika yapıcıların uzun süredir ilgi alanları arasında yer almaktadır.
Bu kapsamda, Osmanlı İmparatorluğu döneminde kamu alımlarına ilişkin bilinen ilk düzenleme 1857 tarihli Nizamname’dir. Cumhuriyetin ilanını takiben kamu alımları alanına yönelik ilk düzenleme ise 1925 yılında 661 sayılı Müzayede, Münakasa ve İhalat Kanunu ile yapılmıştır. Daha sonra devlet alımlarını daha modern esaslara bağlayan 2490 sayılı Artırma Eksiltme ve İhale Kanunu 1934 yılında uygulamaya sokulmuş, ekonomi politikasındaki değişmelere paralel olarak 01.01.1984 tarih ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu yürürlüğe girmiş ve yaklaşık 20 yıl uygulanmıştır. Kamu ihaleleri ile ilgili her kurumun farklı usuller benimsemesine olanak sağlayan bu kanun da ekonomi paradigmasında liberalizmin etkisinin artması ve IMF ve DB kontrolünde sürdürülen yapısal uyum programı çerçevesinde bir kenara konulmuştur. 2001 krizi sonrasında kamu ihale sistemi yeniden düzenlenmiş ve Kamu İhale Kurumunun kuruluşunu da beraberinde getiren 4734 sayılı kanun yürürlüğe girmiştir (Gül, 2010).
Bu çalışmada ele alınan dönem 4734 Sayılı Kanunun sık sık yapılan değişikliklerle birlikte yürürlükte olduğu dönemi kapsadığı için yapılan değişikliklerin yarattığı kamu sistemi daha kapsamlı olarak incelenip kanunun yapılış sürecini biçimlendiren politik ve iktisadi ilişkilere ilişkin genel çerçeveye de bakılmıştır.
4734 SAYILI KANUN
2001 krizi sonrasında yapılan kamu ihale kanunun hazırlanmasının arkasındaki itici güç ulusal değil uluslararası kurum ve şirketler olmuştur. Kamu hizmetlerinde yaşanan neoliberal dönüşümle uyumlu olarak gündeme gelen bu değişikliğin en temel hedefi kamu alımlarının daha liberal hale getirilmesi ve uluslararası sermaye de dahil olmak üzere sermayenin ihale süreçlerinde karşı karşıya kaldığı engellerin bertaraf edilmesidir. 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun, Kamu İhale Kurumunun (KİK) kurulmasını, yapısını ve işleyişini düzenleyen 53’üncü maddesinin gerekçesinde “Uluslararası ihale mevzuatına uyum sağlamak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip bir kurum kurulması gereği ortaya çıkmıştır” denilmektedir.
Türkiye’de kamu alımları konusunda KİK’e ihtiyaç duyulmasının en önemli sebepleri; “saydamlık ihtiyacı”, “rekabetin ve kamuoyu denetiminin sağlanması gereği”, AB Direktifleri ve Dünya Bankası Raporları ile ihtilafların zamanında çözümü isteği olarak sıralanabilir.
Derviş yasaları arasında TBMM tarafından 04.01.2002 tarihinde kabul edilerek 01.01.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4734 sayılı Kanun ile IMF, DB ve AB gibi kurumların taleplerine paralel olarak ihale sistemine getirilen temel ilkeler yasanın maddeleri ve gerekçesi incelendiğinde şöyle özetlenebilir:
a-Saydamlık ve Hesap Verilebilirlik İlkesi,
b-Kaynakların Etkin Kullanımı ve Profesyonellik İlkesi,
c-Açık İhale İlkesi,
d-Uluslararası Uygulamalara Uyum İlkesi.
Kamu alımları için esas yöntemin açık ihale ilkesi olarak belirlediği kanuna bağlı bağımsız bir kurum olarak Kamu İhale Kurumu oluşturulurken BM tarafından hazırlanan UNCITRAL Model Kanunu esas alınmıştır. Ancak kanun metni üzerinde daha yürürlüğe girmeden yapılan değişikliklerle bütünlüğünden uzaklaşmış, istisnai alım yöntemlerinin payı yıllar içerisinde sürekli artış göstermiştir. Kanunda yapılan değişikliklerin nedenlerine bakıldığında şikayet hakkının kısıtlaması, elektronik ihale sisteminin yasal altyapısının oluşturulması, istisnai hükümlerin arttırılması ve yasanın kapsamın daraltılması, KİK’in yetkilerinin azaltılması gibi nedenler öne çıkmaktadır.
Kamu ihaleleri için yukarıda sözü edilen ilkelerin en geniş anlamıyla uygulanabileceği ihale yöntemi açık ihaledir. Bu sebeple açık ihale usulü 4734 sayılı kanunda temel ihale usulü olarak kabul edilmiş olup belli istekliler arasında ihale veya pazarlık usulü ihale yöntemi sadece istisnai haller için öngörülmüştür. Zorunlu hallerde kullanılmak üzere, doğrudan temin usulü de bir satın alma usulü olarak benimsenmiştir. Bu çalışmada kamu ihalelerinde şeffaflığın artışının ya da azalışının göstergesi olarak toplam kamu alımları içerisinde açık ihale yoluyla alımlar ile diğer usuller arasında oransal değişim kullanılacaktır. Çünkü açık usulle yapılması gereken bir ihalenin, kanundaki istisnalar kullanılarak, pazarlık usulü ihale yöntemiyle yapılması bir rant aktarım mekanizması oluşmasının en kolay yollarından birisidir.
4734 SAYILI KANUNDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
26 ayrı yasa değişikliği ile yasa metni 143 değişikliğe uğramıştır . Bu değişikliklerle 68 maddelik yasanın 45 maddesi değiştirilmiştir. Bu değişiklikler içerisinde bu çalışma için önemli olanları şeffaflığın azaltılması ve istisnai alımlarının kapsamının genişletilmesi olduğu için tüm değişikliklerle ilgili özet bilgiler vermekle yetinildi. Ancak konunun bütünüyle ilgili bir inceleme için kanun metninden faydalanılabilir.
4734 sayılı Kanun’un kapsamını düzenleyen 2’nci maddesi yoğun bir biçimde kapsamdan istisna taleplerine konu olmuştur. Kanunun değişiklik taleplerine konu olan en önemli maddesi ise, kanun kapsamında olmakla beraber kamu kurum ve kurumlarının faaliyetlerinin bir kısmının 4734 sayılı Kanun’dan istisna edilmesine ilişkin 3’üncü maddesidir.
Kanunun istisnaları düzenleyen 3’üncü maddesi farklı zamanlarda çıkartılan düzenlemelerle genişletilmiştir. Kapsam maddesi ise daraltılmıştır. İstisnaların çok fazla olduğu her ilerleme raporunda belirtilmesine rağmen, değişikliklerle söz konusu fazlalığın azaltılmasının aksine daha fazla istisna getirilmiştir.
Yasanın ilk halinde doğal afetler, istihbarat ve savunma alımları için istisna hükmü konulmuşken yapılan değişikliklerle istisna kapsamındaki alımları düzenleyen üçüncü madde “T” harfine kadar ulaşmıştır. İstisna kapsamındaki ihalelerin arasında yolsuzluk iddiasıyla gündeme gelmiş olan Fatih projesi kapsamındaki alımlar, Marmaray, Meclis’e ait Tarihi Köşkler, demiryolları, 3. köprü ve hızlı tren ihaleleri, BOTAŞ alımları, MİT, MASAK, Spor federasyonları, kömür dağıtımı için yapılacak ihaleler yer almaktadır. Bu konuda dikkat çeken ihalelerin bazıları aşağıdadır (Ateş, 2010):
· 2009 yılında İstanbul’da yapılan Dünya Bankası ve IMF toplantılarının organizasyon giderleri,
· Spor müsabakaları müşterek bahis oyunlarının özel kesime verilmesine dair ihale işlemleri (5738 sayılı Kanun),
· Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Vakıflar Kanunu çerçevesinde yapacağı danışmanlık türü hizmet alımları (5737 sayılı Kanun),
· Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün oluşturacağı özel hesaptan yapılacak harcamalar (5764 sayılı Kanun),
· Türkiye Yatırım Destek Ajansı’nın söz konusu kanundan muaf tutulması (5523 sayılı Kanun),
· İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı’nın söz konusu kanundan muaf tutulması ( 5706 sayılı Kanun),
· TÜRKSAT A.Ş.nin 4734 sayılı Kanun’dan muaf tutulması (5189 sayılı Kanun),
· Sağlık tesislerinin kiralama karşılığı yaptırılması (5396 sayılı Kanun).
Bu kapsamda dikkati çeken bir düzenleme de Devlet Malzeme Ofisi (DMO) üzerinden yapılan alımlardır. İdareler, kanun kapsamında karşılamaları gereken ihtiyaçlarını DMO’dan sipariş etmeye başlamış, DMO da alımları istisna kapsamında yaptığı için dolaylı yoldan birçok idarenin ihale rejimine tabi olmaması sonucu ortaya çıkmıştır. İstisna hükümlerinin bu kadar genişletilmesi ise AB’nin Türkiye için her yıl yayınladığı ilerleme raporlarında eleştiri konusu olmuştur:
“Kamu kurumlarının mal ve hizmet alımları ile ilgili olarak Kamu İhale Kanunu’ndan (KİK) birçok ek istisna tanınmış ve araştırma ve geliştirme projeleri ile ilgili tüm alımlar KİK kapsamı dışında bırakılmıştır. Kamu İhale Kurumu, istisnalar kapsamında gerçekleştirilen ihalelerin 2008 yılında % 31,8 oranında arttığını belirten bir rapor yayımlamıştır. 2009 yılının ilk çeyreğinde tanınan istisnalarla yapılan alımların değeri iki kattan fazla artmış ve kamu iktisadi teşekküllerinin mal ve hizmet sunan tekelleri teyit edilmiştir (AB İlerleme Raporu, 2009).
AB raporları incelendiğinde eleştirilerin yerli istekliler lehine fiyat ayrımcılığı, KİK’in bağımsızlığına ilişkin kaygılar, kapsam dışında yer alan kamu alımlarının fazlalığı olarak özetlenebilir.
AB’nin de bağımsızlığı konusunda kaygı duyduğu KİK, kanuna göre idari ve mali özerkliğe sahip, bağımsız bir kurum olup hiçbir organ, makam, merci ve kişi kurumun kararlarını etkilemek amacıyla emir ve talimat veremez. Ancak, KİK’in üyelerinin nasıl belirleneceğini düzenleyen 53. maddeye bakıldığında kurulun 10 üyesinden 2’si Danıştay ve Sayıştay, 2’si de TOBB ve TİSK tarafından gösterilecek adaylar arasından atanırken, 6’sı doğrudan hükümet tarafından atanmaktadır. Bu durum kurumun siyasi otoriteden bağımsız olma iddiasını bile geçersiz kılmaktadır.
2003-2012 ARASI KAMU ALIMLARININ GENEL GÖRÜNÜMÜ
Bu bölümde 2003-2012 yılları arasında kamu alımlarıyla rakamlar incelenmektedir. Konuyla ilgili yasal metinler bir iktisat incelemesine göre uzun sayılabilecek bir biçimde incelendi çünkü ihaleleri düzenleyen yasal metinler, kamu kesimi harcama hukukunun bütçe metinleri ile beraber en önemli belgeleri arasında yer almaktadır. Kamu ekonomisi bakımından yıllık bütçe kanunları ve ilgili mali mevzuat metinleri (vergi kanunları, bütçe uygulama talimatları vb.) gelirlerin toplanması ve harcamaların yapılması ile ilgili temel ilkeleri ve bunların ayrıntılarını belirlerken, ihale kanunları kamu hizmetinin görülmesinde ihtiyaç duyulan mal ve hizmetlerin satın alınmasında ve gerek duyulan yapım ve inşaat işlerinin (ağırlıklı olarak sermaye giderleri) yerine getirilmesinde dayanak olan ilkeleri ve bunlara ilişkin olarak uygulanacak kuralları belirler. Kısaca sözü edilen düzenlemelerin kamu ekonomisi bakımından “oyunun kuralları”nı belirlediği açık bir biçimde görülmektedir. Bu çalışmanın konusu kamu alım süreçlerinde rant aktarımı olduğu için piyasa içerisindeki oyuncuların –hükümetler, bürokratlar ve ihalelere giren sermaye grupları- yasal ya da etik kuralları yok sayması ya da arkasından dolaşarak kendilerine çıkar sağlaması konunun özünü oluşturmaktadır. Eğer yaygın bir rant aktarım riskinden söz ediyorsak bu durumda sorunun sadece oyunculardan değil oyunun kurallarındaki sorunlardan da kaynaklanması yüksek bir olasılıktır. Yasal metinlerin incelenmesine oyunun kurallarındaki boşlukların işaret edilmesi için bu kadar kapsamlı bir biçimde yer verilmiştir. Bu bölümde ise rant riskine konu olan kamu alımlarının dönem içerisindeki seyrine odaklanılmıştır.
Kamu ihaleleri birçok yönden hükümetler için kritik öneme sahip faaliyetlerden sayılır. OECD tahminlerine göre, kamu alımlarına konu olan işlemlerin hacmi, ülke GSYH’larının ortalama % 15’ine tekabül etmektedir. Bu yönü ile kamu alımları için önemli miktarda kamu kaynağı tahsis edilmektedir (CHP, 2010).
ŞEKİL1: Kamu alımlarının yıllara göre dağılımı
Kaynak: KİK yıllık kamu alım raporları üzerinden yazar tarafından hesaplanmıştır.
Türkiye’de 2003-2010 yılları arasında 4734 sayılı Kanun kapsamında gerçekleştirilerek KİK’e bilgi verilen ihalelerin toplam tutarı 377 milyar TL’dir. Bu ihalelerin 261 milyar TL’lik kısım açık ihale usulü ile yapılmışken 116 milyar TL’lik (% 31) kısım eksik rekabet koşulları altında, istisna yöntemleri ile gerçekleştirilmiştir.
Türkiye’de 2003-2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen kamu alımlarının incelemesinden yukarıdaki grafikteki sonuçlara ulaşılmıştır. Grafiğe bakıldığında kamu alımlarının 2003 yılından 2008 yılına kadar hızlı bir artış gösterdiği görülmektedir. Bu artış eğilimi 2001 krizi sonrasında uygulanan yapısal uyum programlarıyla azalan kamu alımlarının krizden çıkış ve yüksek büyüme döneminde hızla arttığını ortaya koymaktadır. Ancak sadece bu açıklama artış hızını açıklamakta yeterli değildir, aynı zamanda yeni kamu alım mevzuatının düzenlenmesinin ardından kamu kurumlarının 2005’e kadar yaptıkları ihaleleri KİK’e bildirmemeleri nedeniyle de sonraki yıllar için veriler hızlı bir biçimde artmış gibi görünmektedir. Dünya ekonomisinde yaşanan küresel krizle birlikte kamu alımları 2008 yılından 2009 yılına geçilirken sert bir düşüş yaşarken, hükümetin uyguladığı kamu yatırımlarını arttırarak küresel krizin etkilerini azaltma politikaları ile kamu alımları 2010 yılından itibaren tekrar artmaya başlamıştır. 2011 yılında kriz öncesindeki düzeyi aşarken, 2012 yılının ilk 9 ay rakamlarına bakıldığında 2012 yılında da bu artışın süreceği öngörülmektedir.
Kaynak: KİK raporları ve TUİK verileri kullanılarak yazar tarafından hesaplanmıştır
Şekil 2 kamu alımlarının Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oranında yıllara göre meydana gelen değişimi göstermektedir. Grafiğe bakıldığında görünen en açık sonuç kamu alımlarının artış hızı GSYİH’nın artış hızından çok daha yüksek olmuştur. 2003 ve 2004 yılı verilerinin KİK kayıtlarında eksik olduğu kabul edilip dikkate alınmasa bile 2005 yılından 2008 yılına kadar kamu alımlarının GSYİH içindeki payının iki katına çıktığı görülmektedir. Krizle birlikte ilk dönem uygulanan daraltıcı maliye politikaları ile birlikte oran düşerken 2010 yılından itibaren tekrar artmaya başlamıştır. 2012 yılının sonunda bu oranın % 9 seviyesine yaklaşacağı öngörülmektedir.
Şekil 3: Kamu alımlarının bütçe içindeki payının yıllara göre değişimi (%)
Kaynak: KİK raporları ve MB verileri kullanılarak yazar tarafından hesaplanmıştır.
Kamu alımları ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla arasındaki ilişki ikincil bir ilişki olduğu için kamu alımlarının bütçe içindeki payının değişimi daha doğrudan bir ilişkiyi analiz etmek için incelenebilir. Bu ilişkiyi gösteren Şekil 3’e bakıldığında bütçe içerisinde kamunun mal ve hizmet alımlarının payının hızla arttığı görülmektedir. Dönemin başında % 5’in altında olan kamu alımları/bütçe oranı 2008 yılında % 40’a yaklaşırken kriz sonrasında ise % 30 seviyesinde olmuştur. Şekil 3’e bakarak kamu alımlarının artış hızının bütçenin artış hızının yaklaşık 10 katı seviyesinde gerçekleştiği görülmektedir. Kamu hizmetlerinin liberalleşmesi, sağlık eğitim gibi alanlarda devletin özel sektörden hizmet satın alması gibi bu çalışmanın kapsamı dışında olan nedenleri olan bu artışın en önemli sonucu kamu gelirlerinin üçte birinin harcandığı alan olan kamu ihale sürecinin şeffaflığı ve bu süreçlerde rant aktarım mekanizmasının önünün kapatılmasının önemi artmıştır. Çünkü rant riskine konu olan iktisadi büyüklük on yıl içerisinde çok hızlı bir artış göstermiştir. Bu artış aynı zamanda eğer kamu alım süreçleri şeffaflığı daha yüksek olan açık ihale usulü ile yapılmadığında ve etkin bir denetim mekanizması kurulmadığında bütçenin üçte birinin GSYİH’nın yüzde % 10 yakın bir kısmından bir rant aktarım mekanizması kurulabileceğini göstermektedir.
Kamu kaynaklarının verimli bir biçimde kullanımını sağlamanın ve kamu alımlarında firmalar arasında ayrımcılık yapılmasını engellemenin yolunun ihale süreçlerinde şeffaflığın arttırılmasından geçtiği bu konudaki uluslararası metinlerde sıkça vurgulanmıştır. Saydamlık ilkesi, kamu yöneticileri için ahlaki bir öğüt değil, aynı zamanda 4734 sayılı Kanun’un 5. maddesi gereği bir zorunluluktur. Bu. maddenin başlangıcında “… İdareler, bu kanuna göre yapılacak ihalelerde; saydamlığı, rekabeti, eşit muameleyi, güvenirliği, gizliliği, kamuoyu denetimini, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamakla sorumludur…” hükmü bulunmaktadır.
Şeffaflığı sağlamanın yolu ihale konusu işi yapmak isteyecek tüm potansiyel firmaların ihaleden haberdar olması ve ihaleye mümkün olduğu kadar çok firmanın katılması sağlanarak rekabet ortamının oluşması temel hedeftir. İhalelerde serbest rekabet sayesinde, kamunun en ucuz fiyata en yüksek kaliteyi alması amaçlanır. Rekabet düzeyi en yüksek olan ihale ise kanunda öngörülen ihale usullerinden açık ihaledir. Açık ihalelerde yolsuzluğun önündeki en önemli engel ihalenin şeffaf olmasıdır, bu engeli kaldırmanın en önemli aracı ise ihalenin usulüne uygun olarak duyurulmaması ve ihale şartnamesinde eksik yanlış bilgi verilmesi ya da ihaleye giren firmaların birini tarif eden özel şartların sağlanmasıdır.
Şeffaflık düzeyine göre sıralandığında ihaleler arasında yolsuzluk en yüksek olanlar KİK’in denetimi dışına çıkartılan istisnai alımlardır. Yukarıda yasanın en incelendiği bölümde istisna maddesinin artışının üzerinde durulmuştu. Rant riski yüksek bir ortamı yaratmanın en kolay yolu ilansız pazarlık usulü ihale (Madde 21/b) ya da doğrudan temin yöntemidir. Pazarlık usulü ihalede idare ihaleye katılacak firmaları kendisi belirlemekte ve diğer firmalar ihaleye davet edilmedikleri için bir risk oluşturmamaktadır. Doğrudan temin yönteminde ise idare, işi yapacak firmayı ve fiyatı doğrudan kendisi belirlediği için yolsuzluğun önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Ancak, doğrudan temin yönteminin uygulama alanları kanunla çok sınırlandırıldığı için yolsuzluk faillerinin bu uygulama dolayısıyla yakalanma ve ceza alma riski çok yüksektir. Şekil 4’te 2003 yılından itibaren kamu alımlarının yapılış yöntemlerine göre toplam içerisindeki payında meydana gelen grafik yer almaktadır. Grafikte açık ihale usulü yapılan ihaleler ve yolsuzluk riski daha yüksek olan açık ihale dışı yöntemlerin payları gösterilmektedir. Oranlar yıllara göre değişmekle birlikte kamu ihalelerinin yaklaşık % 30’unun şeffaflık düzeyi daha düşük olan usullerle yapıldığı açık bir biçimde görülmektedir.
Şekil 4: Şeffaflık düzeyine göre kamu ihalelerinin seyri
İhale yolsuzluklarının tamamının ortak özelliği, kamu görevlileri ile yapımcı firmaların yaptıkları gizli anlaşmalarla, ihalelerde fiyatın yükseltilmesi ve bu işlemler sonucunda ortaya çıkan rantın, kamu görevlileri (bürokrat-politikacı) ile yapımcı firmalar arasında bölüşülmesidir. Yolsuzluk yapan kamu görevlilerinin ortak söylemi ise kamu ihale mevzuatında yer alan hükümler dolayısıyla hızlı, etkin ve verimli ihale yapılamamasıdır. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, bir ihalede yolsuzluk yapılabilmesinin en kolay yolu, ihalenin rekabetten uzak gerçekleştirilmesi, planın parçası olmayan bağımsız ve tarafsız firmaların ihaleye girmelerinin engellenerek, eşit muamele ve rekabet ilkesinin ilk aşamada ortadan kaldırılmasıdır. Şekil 4’te yer alan açık ihale dışı yöntemlerin önemi bu nedenledir. Aşağıda yer alan Şekil 5’te ise açık ihale ve açık ihale dışı ihalelerin yıllara göre artış hızı yer almaktadır. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimin yapıldığı 2007 yılı sonrasında şeffaflık düzeyi daha düşük olan açık ihale dışı yöntemlerin hızla arttığı açık bir biçimde görülmektedir. Grafikte yer alan veriler değerlendirildiğinde AKP’nin 10 yıllık tek parti hükümeti döneminin ortasında -gücü elinde tutup kaynakları paylaşan eski siyasal, iktisadi ve bürokratik elitlerin bir bölümünün tasfiye edilip yerine hükümetle bağları daha güçlü yenilerinin dahil olmasıyla birlikte- kamu alımlarında şeffaflık azalıp, rant kollama mekanizması güçlenmiştir.
Şekil 5: Yıllara göre ihalelerin yapılış yöntemi bağlamında değişim hızı
Kaynak: Yazar tarafından KİK raporlarından hesaplanmıştır
Açık ihaleler ve açık olmayan ihaleler arasında tahmini bedel/maliyet oranın gösteren Tablo1’e bakıldığında açık ihalelerde fiyat kırım oranının çok daha yüksek olduğu açık bir biçimde görülmektedir.
TABLO 1: 2003 2012 Arasında ihalelerin Sözleşme Bedeli/ Yaklaşık Maliyet kırım oranları
2.003 2.004 2.005 2.006 2.007 2.008 2.009 2.010 2.011 2.012 Yatay toplam Yatay Ortalama
Açık İhale 20 25 22 17 17 18 21 19 28 26 213 21,3
Belirli istekliler arasında 29 20 18 9 12 19 39 34 33 30 243 24,3
Pazarlık usulü 13 13 11 9 10 9 7 9 12 12 105 10,5
Kaynak: Yazar tarafından KİK raporlarından hesaplanmıştır
İhale usullerine ilişkin hem uluslararası raporlar hem de bu konuda yapılmış akademik çalışmalar açık ihale usulünün diğer ihale usullerine göre daha şeffaf ve kamu kaynaklarının daha etkin kullanımına katkı sağladığını göstermektedir. Bu konuda Özçal, Onur, Taş (2012)’de Türkiye’de kamu alımlarını kapsayan bir inceleme yer almaktadır. Araştırma kapsamında, Türkiye’de 2005, 2006 ve 2007 yıllarında 4734 sayılı Kanun kapsamında gerçekleştirilen ve KİK’e bilgi verilen tüm ihale verileri kullanılmış, verilerin analizi sonucunda yapılan ihalelerde rekabet arttıkça (katılımcı sayısı) fiyatın düştüğü tespit edilmiştir. Tablonun incelenmesinden de görüleceği üzere, 2003-2012 yılları arasında gerçekleştirilen ihalelerde, açık ihale ve belirli istekliler arasında ihale usulünde ortalama kırım oranı % 20’nin üzerinde gerçekleşmişken, pazarlık usulü ihalelerde bu oran ortalama % 10,5 olarak gerçekleşmiştir. Özetle, pazarlık usulü ihalelerde kırım oranı açık ihalelere göre yaklaşık iki katı (ortalama 10 puan) daha yüksek gerçekleşmiştir. Bunun üzerine pazarlık usulü ihalelerde yaklaşık maliyetlerin kasıtlı olarak yüksek gösterildiğini gösteren soruşturma raporları göz önüne alındığında bu rakamın daha yüksek olduğu görülmektedir.
Kamu alımları ile ilgili istisnai hükümlerin arttırılması, eşik değer uygulamasının suiistimal edilmesi gibi uygulamalar da ihalelerde rekabeti düşüren uygulamalar olarak AB ilerleme raporlarında eleştirilmiştir.
4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile getirilen yeniliklerinden ihalelerde yolsuzluğu önleme ve hesap verebilirlik ilkesine katkı yapacak en önemli düzenlemelerden biri şikayet hakkının verilmiş olmasıdır. Şekil 6’da kanunun yürürlüğe girdiği dönemden itibaren ihalelerle ilgili yapılan şikâyet başvurularının yıllara göre grafiği yer almaktadır. Grafiğe bakıldığında 2008 yılına kadar şikâyet sayısında düzenli bir artış olduğu görülmektedir. Bu durum KİK’e bildirilen ihale sayısı ve kamu alımlarının miktarının artışı ile ilişkilidir. Azalmada ise KİK’e yapılan şikâyet başvurusunun yasa değişikliği ile aynı döneme geldiği görülmektedir. Yapılan değişiklikler ile ihalelere ilişkin şikâyet mekanizması kısıtlanırken, şikâyet edilmeden dava açılabilmesi de engellenmiş ve KİK’in denetim yetkisi önemli ölçüde sınırlandırılmıştır
KİK’in inceleme ve denetim yetkisi sadece şikâyet olması hali ile sınırlandırılmıştır. Bu durumda basında bir ihale ile ilgili yolsuzluk iddiaları çıksa ve iddialar somut delillere dayansa dahi KİK şikâyet olmaksızın inceleme yapamamaktadır.
Kaynak: Yazar tarafından KİK raporlarından hesaplanmıştır
Yapılan değişikliklerle şikayet hakkının kısıtlanmasına rağmen şikayet sayısının 2010 ve sonrasında tekrar artması ise şikayet hakkının kısıtlanmasının kamu alım süreci aktörlerinin usulsüzlüğe daha fazla yöneltmiş olmasıyla ilişkili olarak açıklanabilir.
SONUÇ
Bu çalışma içerisinde KİK’in kuruluşu ve kamu ihale mevzuatındaki değişim IMF, DB, AB gibi uluslararası kurumların ve uluslararası sermayenin kamu hizmetlerinin piyasaya açılması talebi ve piyasada Türkiye siyasal sisteminin bir parçası olan seçmenini rant kollama mekanizmasıyla mutlu etmeye dayanan patronaj ilişkilerinin kısıtlanarak uluslararası sermayenin de piyasaya girebileceği düzeyde piyasa kurallarına bağlanmasıyla ilişkili olarak ele alındı. Kanunun yapılış sürecinde içinden geçilen ekonomik kriz nedeniyle IMF ve DB kredilerine olan bağımlılık yerel siyaset elitlerinin ve kamu bürokrasisinin uluslararası sermaye karşısında direncini kırmıştır. Ancak hem Türkiye ekonomisinin 2002 sonrasındaki yüksek büyüme hızı hem de özellikle 2008 yılında tüm dünyayı etkileyen küresel kriz 2002 sonrasında şekillenen yeni elite kamu alım süreçlerinde şeffaflığı azaltarak rant bölüşüm mekanizmasını tasarlama şansı vermiştir. Uluslararası sermaye ise bu duruma kendisinin girmeyi istediği büyük ihaleler için patronaj ilişkileri kurarak cevap vermiştir. ABD’de görülen ve ABD’li şirketlerin Türkiye’de ihale almak için rüşvet vermekle suçlandığı davalar bunun açık kanıtıdır. Bu davaların birinde sanıklardan birinin mahkemeye eğer Türkiye’de iş yapacaksanız bu durum kaçınılmaz diye savunma yapması konunun anlaşılmasına faydalı olacaktır. Sadece yurtdışında görülen davalarda değil yurt içinde de bu konuda önemli bilgiler ortaya çıkmıştır. 2013 yılı bütçe görüşmeleri sırasında TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerinin sorularını yanıtlayan KİK Başkanı Mahmut Cürses ihalelerin sadece % 4’ünü denetleyebildiklerini açıklamıştır.
2012 yılının Nisan ayında göreve başlayan KİK Başkanı Mahmut Cürses, yapılan kamu ihalelerinin birçoğunun Kurulun gündemine gelmediğini belirterek, “Yapılan her 100 ihaleden 4’ü bize geliyor, sadece 4’ünü inceleyip karara bağlayabiliyoruz. Denetimini yaptığımız her 100 ihaleden 82’si ise herhangi bir şikayete meydan vermeden ve mahkemeye gitmeden sonuçlanıyor. Denetlenen ihalelerle ilgili kararlarımızın yüzde 19’u yargıda aleyhimize sonuçlanıyor” diyerek yapılan değişikliklerle kamu alımlarında yaşanan denetim sıkıntısını ortaya koymuştur. KİK Başkanın açıklamasındakine benzer sonuçlar Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu raporunda da yer almaktadır. Örnek olaylarla bu konuda yaşanan yolsuzluklarla ilgili iddialara bu çalışmada yer verilebilirdi ancak buradaki amaç yolsuzluk olduğunu ortaya koymak değil yolsuzluk riski yaratan bir kurumsal yapının varlığına işaret etmek olduğu için örnekler çalışmanın dışında tutuldu.
Sonuç olarak kamu alımları 2003 yılından itibaren hızla artmış ve GSYİH içindeki payı % 10’a yaklaşmıştır. Bu artışla birlikte denetim ve şeffaflığın önemi artarken kamu alım mevzuatı 2003 sonrasında yapılan değişikliklerle rant aktarım mekanizması ve yolsuzluklara daha da açık hale getirilmiş uluslararası sermeye ise bu konuda kendini ilgilendiren ihalelerle ilgili sorunları aşmaya odaklanmıştır. Bu durum ise bugün bu rant aktarım mekanizmasının parçası olanların neredeyse hepsi –yargı ve güvenlik bürokrasisi, ulusal ve uluslararası burjuvazi– henüz birbirlerini terk edip yeni bir yol aramaya açık bir biçimde girişmedikleri için üstü örtülerek sürdürülebilmektedir. Ancak hem ekonomideki toparlanmaya başlayan kriz bulutları hem de iktidar bloğu içerisinde dış politika başta olmak üzere daha açık bir biçimde görünür hale gelmeye başlayan çekişmeler bu yolsuzluk ve rant aktarım mekanizmasının üzerindeki perdenin korunmasını zorlaştırmaktadır. Bu saadet zincirinde meydana gelecek küçücük bir çatlak büyük yolsuzluk skandallarının ortalığa saçılmasına yol açmaya adaydır. Bu nedenle bu mekanizmayı anlamaya çalışmak da teşhir etmeye çalışmakta bugünün önemli politik sorumluluklarından biridir.
KAYNAKÇA
AB, 2002, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecine ilişkin ilerleme raporu 2002”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46224&l=1 (erişim tarihi 20.12.2012)
AB, 2003, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecine ilişkin ilerleme raporu 2003”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46224&l=1 (erişim tarihi 20.12.2012)
AB, 2004, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecine ilişkin ilerleme raporu 2004”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46224&l=1 (erişim tarihi 20.12.2012)
AB, 2005, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecine ilişkin ilerleme raporu 2005”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46224&l=1 (erişim tarihi 20.12.2012)
AB, 2006, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecine ilişkin ilerleme raporu 2006”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46224&l=1 (erişim tarihi 20.12.2012)
AB, 2007, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecine ilişkin ilerleme raporu 2007”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46224&l=1 (erişim tarihi 20.12.2012)
AB, 2008, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecine ilişkin ilerleme raporu 2008”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46224&l=1 (erişim tarihi 20.12.2012)
AB, 2009, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecine ilişkin ilerleme raporu 2009”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46224&l=1 (erişim tarihi 20.12.2012)
AB, 2010, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecine ilişkin ilerleme raporu 2010”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46224&l=1 (erişim tarihi 20.12.2012)
AB, 2011, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecine ilişkin ilerleme raporu 2011”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46224&l=1 (erişim tarihi 20.12.2012)
AB, 2012, “Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecine ilişkin ilerleme raporu 2012”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46224&l=1 (erişim tarihi 20.12.2012)
Ateş, Yaşar. 2010. “Kamu İhale Kanunu’nun kapsamı, istisnalar ile Kanun’da yapılan değişiklikler ve yeni kanun taslağının getirdikleri” Dış Denetim, Ekim, Kasım Aralık 2010, http://www.sayder.org.tr/e-dergi-kamu-ihale-kanununun-kapsami,-istisnalar-ile-kanunda-yapilan-degisiklikler-ve-yeni-kanun-taslaginin-getirdikleri-9-16.pdf(Erişim Tarihi 15.12.2012.)
CHP, 2010. “Yolsuzluğun Kitabı – 1:KAMU ALIMLARI”
http://www.chp.org.tr/wp-content/uploads/kamualimlari.pdf, (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
DDK, 2010 Düzenleyici ve Denetleyici Kurumların Oluşumu, Teşkilatı, Yetki ve
Görevleri, Denetlenmeleri ve Kurul Üyeleri ile Çalışanlarının Statüsüne İlişkin Hususların İrdelenmesi
Gül, Hasan. 2012. “Türk kamu alımları sisteminde kamu
İhale Kurumunun yeri ve artan önemi” Dış Denetim, Ekim, Kasım Aralık 2010, http://www.sayder.org.tr/e-dergi-turk-kamu-alimlari-sisteminde-kamu-ihale-kurumunun-yeri-ve-artan-onemi-9-1.pdf(Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Işık, Aslı. “Kamunun yaptığı her ihaleden sadece 4’ünü KİK inceliyor” Akşam, 10 Aralık 2012 http://www.aksam.com.tr/kamunun-yaptigi-her-ihaleden-sadece-4unu-kik-inceliyor–153240h.html erişim tarihi 20.12.2012
Kamu İhale Kurumu, 2004. “2003 Kamu Alımları İzleme Raporu”
http://www.ihale.gov.tr/ (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Kamu İhale Kurumu, 2005. “2004 Kamu Alımları İzleme Raporu”
http://www.ihale.gov.tr/ (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Kamu İhale Kurumu, 2006. “2005 Kamu Alımları İzleme Raporu”
http://www.ihale.gov.tr/ (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Kamu İhale Kurumu, 2007. “2006 Kamu Alımları İzleme Raporu”
http://www.ihale.gov.tr/ (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Kamu İhale Kurumu, 2008. “2007 Kamu Alımları İzleme Raporu”
http://www.ihale.gov.tr/ (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Kamu İhale Kurumu, 2009. “2008 Kamu Alımları İzleme Raporu”
http://www.ihale.gov.tr/ (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Kamu İhale Kurumu, 2010. “2009 Kamu Alımları İzleme Raporu”
http://www.ihale.gov.tr/ (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Kamu İhale Kurumu, 20011. “2010 Kamu Alımları İzleme Raporu”
http://www.ihale.gov.tr/ (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Kamu İhale Kurumu, 2012. “2011 Kamu Alımları İzleme Raporu”
http://www.ihale.gov.tr/ (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Kamu İhale Kurumu, 2012. “2012 İlk 9 Ay Kamu Alımları İzleme Raporu”
http://www.ihale.gov.tr/ (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Kamu İhale Kanunu
http://www.ihale.gov.tr/ (Erişim Tarihi 15.12.2012.)
Sayıştay Kanunu
http://www.sayistay.gov.tr/mevzuat/6085/07%206085%20TBMM%E2%80%99de%20Kabul%20Edilen%20Yeni%20Say%C4%B1%C5%9Ftay%20Kanunu.pdf (Erişim Tarihi 15.12.2012.)