Bir yıl içerisinde yaşanan iki krizle ülkenin yıkıma sürüklenmesinden en fazla etkilenen kesimlerin başında gençlik gelmektedir. Bugün gençlik işsizliğin pençesinde kıvranmakta, iş bulma “şansını” yakalayanlar ise gerici ve baskıcı iş yasalarının daha da ağırlaştırdığı, her tür güvenceden yoksun biçimde çalışmaya zorlanmakta; okul kapıları yüzlerine bir bir kapatılırken, eğitim kurumlarındaki eğitim sisteminin gerici ve baskıcı yanlarıyla yüz yüze bırakılmaktadır. Hal böyleyken, gençler, mevcut sistemin, dün olduğu gibi bugün de var olan sistemlerin en iyisi olduğuna ve değişmeyeceğine ikna edilmeye çalışılmaktadır.
Ancak, sistem ve onun her türden ideologlarının bu konuda başarılı olduklarını söylemek mümkün değildir. Zira üniversitelerdeki son 8 aya baktığımızda kitlesellik ve yaygınlık gösteren tüm eylem ve etkinliklerin temelinde ‘diplomalı işsiz olmayacağız’ talebi yatıyor.
Ülkenin doğusundan batısına bütün üniversitelerde düne oranla çok daha kitlesel katılımla tartışılan konuların başında ekonomik kriz, eğitim sistemi ve neoliberal politikalar ve emperyalist kültür kuşatmasına karşı gençliğin tavrının ne olacağı gelmektedir. ‘Üniversiteye çağrı’ adıyla öğretim üyeleri ve öğrenci temsilcilerinin imzasıyla yayınlanan bildirgeyle eğitim dönemine şimdilik son veren üniversitelerin fen ve edebiyat fakültelerinin kapılarında ‘Bu üniversite işsiz yetiştiriyor’ pankartları asılı kaldı.
Yine yüz binlerce ortaöğretim öğrencisinin üniversite eğitimi alma hakkını yok eden Ağırlıklandırılmış Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP) uygulamasına karşı okullarda yürütülen çalışmaların ve toplanan on binlerce imzanın kaynağında ucuz, genç işgücü olarak atölyelere mahkûm olmamak ya da sonu görünmeyen işsizlik maratonunda yer almamak isteği vardı.
Bu yazı, okulların da kapanmasıyla birlikte, emekçi mahallelerindeki işçi ve işsiz gençlik yığınlarının ve okulları tatile giren üniversite ve lise gençlerinin en yakıcı talebi durumunda olan işsizlik sorunu etrafında birleştirilmesi; gençlik yığınlarının mücadeleye ve Emek Gençliği saflarına katılımının hedefleneceği devrimci bir faaliyet süreci olarak yaz döneminin nasıl değerlendirilmesi gerektiğine ışık tutmak amacıyla kaleme alınmıştır. Bu yönüyle illerdeki Emek Gençliği gruplarının işçi, işsiz gençlik yığınlarını mücadeleye sevk etme çabası da bu yazıda belirtilenler bir plan dâhilinde ele alınıp değerlendirildiği ölçüde, çalışmalar karşılığını bulacaktır.
KRİZDEN GENÇLİĞİN PAYINA DAHA ÇOK İŞSİZLİK DÜŞTÜ
Enflasyonun düşürüleceği, ülkenin düzlüğe çıkacağının savunulduğu IMF tarafından ‘önerilen’ ve hükümet ve işbirlikçi burjuvazinin eliyle uygulanan programların dikişlerinin patlaması Kasım ve Şubat krizleriyle oldu. Son 20 yıldır IMF ve DB eliyle hazırlanan programların enkazı altında kalanlar; özelleştirmeler yoluyla işlerini kaybeden, sosyal hakları budanan, en demokratik hakları şiddetle bastırılan, eğitim ve sağlık hizmetlerinin tamamen dışında bırakılan emekçiler oldu. Banka hortumlayanlar, yerli ve yabancı sermayedarlar bir gecede kârlarına kâr katarken aynı gecede halk %50 oranında yoksullaştı. ABD beslemesi Bakan Derviş’le cilalanan sözde ulusal programın gereği olarak emekçi düşmanı yasalar Meclis’ten geçiriliyor. Bunun sonucunda, ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yabancı sermayeye peşkeş çekilmesinin, ülke tarımının bitirilmesinin ve tarımsal ürünlerde tamamen dışa bağımlılığının sağlanmasının, çığ gibi büyüyen işsizliğin, kazanılmış tüm sosyal hakların bir bir gasp edilmesinin, eğitim ve sağlık gibi en temel hakların paralı hale getirilmesinin önündeki engeller kaldırılmış, emperyalist burjuvazi ve işbirlikçilerinin sömürü ve yağması garanti altına alınmış olacak. Şimdilerde sermaye sözcülerinin sıkça dillendirdikleri ve özünde sermayedarların kârlarına dokunmadan faturayı halka yıkacak yeni vergi yasaları da işin tuzu biberi yerine geçecek.
Yoksullaşmanın arttığı, satın alma gücünün azaldığı ülkemizde emekçiler ve en çok da genç kuşaklar işte böylesine bir kuşatılmışlığın merkezindeler. Kasım ve şubat krizleri elbette ki bütün işçi ve emekçilerin hayatını etkiledi. Ancak işsizler ordusuna yeni yüz binlerin katıldığı sektörler, daha çok genç işçilerin, her tür sosyal güvenceden yoksun olarak çalıştırıldığı sektörler oldu. Küçük ve Orta Büyüklükte işletmeler (KOBİ’ler), daha çok fason ve yan sanayi üretiminin ağırlıkta olduğu küçüklü büyüklü atölyelerden oluşan sanayi siteleri, krizin yarattığı yıkımın genç işçilerin sırtına yıkıldığı; işsizliğin ve yoksulluğun daha da büyüdüğü alanlar oldu.
Kasım ve Şubat krizlerinin ardından, milyonlarca genç işçinin işgücünün sömürüsünün karşılığı olarak verilen asgari ücretin satın alma gücü hiçbir şekilde tarif edilemeyecek düzeye gerilerken, işçi-işsiz gençler arasındaki rekabet de kışkırtıldı.
Şeker ve tütün yasaları, taban fiyat uygulamasından vazgeçilmesi doğrultusunda atılan adımlarla tarımın çökertilmesi; bu sektörde çalışan ve önemli bir çoğunluk oluşturan genç tarım işçilerinin işsiz, geleceği belirsiz bir konuma sürüklenmesine ve ucuz olarak bile nitelenemeyecek kadar düşük ücretlerle işgücünü satmak zorunda kalacağı bir yaşama mahkûm edilmesine neden oldu.
KRİZİN KAYNAĞI KAPİTALİZMDİR
Türk lirasının devalüe edilmesinin ardından sokaklara dökülen esnafın önemli bir çoğunluğu sanayi sitelerinin küçük atölye sahipleriydi. Düne kadar ücret zammı talebine bile genç işçileri kapı önüne koyarak yanıt veren atölye sahipleri sokağa işçileriyle birlikte döküldü. Sanayi sitelerinin azgın sömürü çarkının dişlileri arasında ucuza öğütülen genç işçilerin çoğunun bugün zam talebini dillendirecekleri bir işleri bile yok.
Sosyal güvenceden zaten mahrum bırakılmış yüz binlerce genç işçi sokak sokak iş arayarak, çöken aile bütçelerine katkıda bulunmaya çalışıyorlar. Amele pazarlarında sabahtan akşama bir simitle köşe başlarında iş bekleyenlerin sayısı artıyor, yaş ortalaması ise düşüyor. Sokaklardan çöp toplama meslek olurken, bunalımlar, intiharlar artıyor. Henüz işten atılmamış genç işçiler ‘hiç olmazsa işin var’ tehdidiyle aylarca para almadan çalışmaya zorlanıyorlar. Son olarak Şubat krizinin ardından yaşananlar ve ‘sözde ulusal program’ gereği çıkarılan yeni yasalarla yaşanan yoksullaşma ve toplumsal çürüme, geniş gençlik yığınlarında bir öfke birikimine de neden oluyor.
Düne kadar sanayi sitelerinin, ucuz işgücü cennetlerinin genç işçilerine dönük aydınlatma çalışmalarının salt ekonomik ve sendikal talep ve içerikle devam etmesinin yanlışlığının verdiği zarar bugün aynı şekilde devam edildiğinde çok daha büyük olacaktır.
İş bulma umudu ya da baskılar sonucunda göçlerle büyük şehirlerin kenar emekçi mahallelerini dolduran gençler işsizlik, dışlanma ve itilmişliğin girdabındalar. Aile bütçesine katkıda bulunamamanın ezikliği, kendilerini ifade edebilecekleri, toplanacakları mekânların olmayışı, emekçi mahallelerinin gençlerinin “kaderi” olmuştur. Herkesin sırt çevirdiği, toplumun kanayan yarası olarak ifade edilen gençlere kahvehaneler, internet kafeler, sokak çeteleri, uyuşturucu simsarları kapılarını sonuna kadar açmıştır.
Genç işçi yığınlarının biriken öfke ve tepkisini, ülke zenginliklerini emperyalist tekellerin yağmasına açan işbirlikçi politikalara ve sömürü sistemi olan kapitalizme yöneltmekten başka çıkar yol yoktur. Milyonlarca genci en ilkel koşullarda sömürü çarkının içerisine çekenler, milyonlarca genci işsizlik cenderesinde bunalıma, intihara ve umutsuzluğa sürükleyen sistemden çıkarı olanlar sadece kapitalistler, yönetici sınıflardır.
Krizin kaynağının kapitalizm olduğu, anti-kapitalist bir bilinçle örgütlenip, mücadele edilmedikçe krizlerin yıkımının altında kalmaktan kurtulunamayacağı, genç işçilerin, işsiz gençlerin eğitimi ve aydınlatılmasının temelini oluşturmalıdır.
Kapitalizmin bir krizler sistemi olduğu; kapitalist sistemdeki üretim ve değişim ilişkilerinin sadece küçük bir azınlığın zenginleşmesine, servetlerine servet katmasına yol açtığı, büyük çoğunluğun ise modern köleler halinde sömürülmesini garanti altına aldığı, kapitalizmin yaşama şansının buna bağlı olduğu gerçekleri temelinde açık, ikna edici bir aydınlatma faaliyetine her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu mutlaktır.
Burada unutulmaması gereken nokta; gençliğin acil talepleri için mücadelesinin, toplumsal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesiyle birleştikçe sonuca ulaşabileceğidir.
İŞSİZLİKLE MÜCADELE EDİLMELİDİR
Kasım ve şubat krizleri, işsizliği çığ gibi büyütürken, işsizliğe karşı mücadeleyi de dünden daha yakıcı bir hale getirdi. İş yerlerinde ve mahallerde gençlerin yoğun olarak bulunduğu mekanlarda gençleri bir araya getirecek etkinlikler düzenlemek, işsizliğe karşı neler yapılabileceğinin tartışılacağı toplantılar yapmak, bu toplantılarda eylem ve etkinlikleri planlamak, işsizliğe karşı imza kampanyaları başlatmak, toplanacak imzaların bölge çalışma müdürlüklerine götürülmesini organize etmek gibi pek çok eylem ve etkinliği planlamak, çalışmaların istikrarı açısından önemli olacaktır.
Kahvehaneleri toplantı mekânlarına dönüştürmek, mahallelerde muhtarlar ve ileri gelenlerle bu sorunları paylaşmak ve yapılacak çalışmaların destekçisi olmalarını istemek, işsizliğe karşı yapılacak çalışmaları güçlendirecektir. Emekçi mahallelerinde işsizliğe karşı yürütülecek çalışmada gidilmedik tek bir ev, ziyaret edilmeyen tek bir atölyenin kalmayacağı türden kitleselliği gözeten planlar yapılması önemlidir. Mahallelerdeki yöre dernekleri, gençlik merkezleri, kültür sanat evleri gibi yerler de bu çalışmaların planlarında bir yer bulmalı ve mücadelenin örüleceği merkezler olarak düşünülmelidir. Yani bir başka ifadeyle gençlik yığınları emekten ve özgürlükten, adaletli bir gelir dağılımı ve insanca bir yaşam için mücadeleden yana esen bir rüzgârla kasıp kavrulmalıdır.
Bugüne kadar gençleri sadece oy deposu olarak değerlendiren ve yönetime geldikten sonra da bütçe vb. sıkıntıları ileri sürerek talepleri karşılıksız bırakan yerel yönetimlerden haklarımızı talep etmeliyiz. İş ve meslek kurslarının açılması ve ardından doğal olarak ileri sürülecek iş talepleri, mahallelerdeki gençler arasında dalga dalga yayıldıkça, bir arada ifade edildikçe gerçekleşebilme imkânlarını zorlayacaktır. Gençlere kültürel, sosyal ve sportif etkinliklerin yolunun buralardan geçtiği anlatılarak bu hakları için harekete geçmeleri ifade edilmelidir.
‘YENİ BİR DÜNYA İÇİN MÜCADELE’ TEMEL ŞİAR OLMALIDIR
İşçi işsiz gençlik yığınlarının mücadeleye katılımını sağlayabilmek için -koşulları, nesnel bakımdan bugün daha elverişli olsa bile-, düne göre daha yoğun bir çaba ve enerjiye ihtiyaç olacağı açıktır. Emek Gençliği bu çalışmaya seferber edeceği güçlere sahiptir ve bunların bir bölümünü de üniversiteleri ve okulları tatil olan üniversiteli ve liseli gençlik oluşturmaktadır. Bu süreç üniversiteli gençlerimizin aynı zamanda fabrika ve işçi çalışmalarını tanımalarına olanak sağlayacağı gibi, diğer gençlik kesimleriyle birlikte ortaklaşan sorunları için ortak mücadeleyi kavrama ve daha yakından öğrenme olanaklarını da sunacaktır.
Kaynaşma ve dayanışma amaçlı piknikler düzenlemek, sportif ve kültürel etkinlikler organize etmek ve bu etkinliklerde yüzlerce, binlerce genci bir araya getirmek, Emek Gençliği örgütlerimizin yabancı olmadığı çalışmalardandır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken ve yine geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız gençlik kampları ve futbol turnuvalarından edindiğimiz deneyimlerimizi anımsamakta yarar vardır.
Hem gençlik kampları hem de futbol turnuvaları, fikir olarak ve gençliğin ihtiyaçları düşünüldüğünde, hızla binlerce genci bir araya getirebilecek türden etkinliklerdi. Ancak bu tür etkinliklerin, futbol ya da kamp ya da bir başka etkinlik için bir araya gelen yüzlerce gencin yaşamlarında, dünya görüşlerinde ve amaçlarında değişimlerin yaşanmasına zemin teşkil edebilmesi; gençlik yığınlarının talep ve eylemlerinin kapitalizme karşı mücadeleye bağlanabileceği araçların oluşturulmasıyla olanaklıdır. Aksi takdirde somut bir iş için bir araya gelen gençlik yığınlarının o iş bitince dağılmalarının önünü alabilmek mümkün olmayacaktır.
Şu ana kadar yazılanlar; yaz dönemine ilişkin yapılması gerekenler ve planların dökümü gibi görünse de, aslında Emek Gençliği’nin bundan sonraki dönem çalışmasının omurgasını da oluşturacaktır. Ancak yaz döneminde yürütülecek bu çalışmalarda Emek Gençliği’nin kısa vadeli hedefi; atölyelerde, sanayi sitelerinde, emekçi mahallelerinde yüzlerce genci barındıran gençlik gruplarının oluşması ve işçi işsiz gençlik yığınlarıyla günlük bir ilişkinin sürdürülebilmesinin araçlarının yaratılması olmadır.
Milyonlarca gencin gelecek planlan ve umutları dağıtılmış, ülkede ve dünyada yaşanan sorunlara karşı duyarsızlaştırılması yönünde önemli adımlar atılmışken, her türlü yoz ilişkinin batağına çekilmeye çalışılan gençlik kesimlerinin sorunlarının “bilincinde olması”; gençlik yığınlarının bugün ve gelecek mücadeleleri açısından yeterli değildir. Gençlik yığınlarının haklarını almak için mücadeleye atılmaları, dayanışma içerisinde ve birlikte hareket etmeleri, örgütlenmeleri, milyonlarca genci kapitalizmin boyunduruğundan kurtaracak tek yoldur.
Haziran 2001