1999–2000 yükseköğrenim yılının sona ermesine az bir zaman kaldı. Yüz binlerce öğrencinin son birkaç hafta içerisindeki yoğunluğunun merkezinde final sınavları var. Hepsi, sınavlarda başarılı olup mezun olmak ya da bir üst sınıfa geçmek için çaba sarf ediyor. Bu günlerde hangi öğrenciye “ne yapıyorsun” diye sorsanız, “eve veya yurda kapanıp ders çalışacağım-çalışıyorum” yanıtını alırsınız. Bu yanıtla birlikte bir de yakınma-şikâyet işitirsiniz; “Hayatla bağlarımız koptu. Finaller bütün zamanımızı alıyor” diye. İstisnalar elbette ki vardır. Ancak bilinen deyimiyle bunlar “kaideyi bozmamaktadır.”
Yükseköğrenim alanında yaklaşık dokuz ayı kapsayan bir öğrenim döneminin sona erdiği günlere dair sarf edilen bu sözlerle anlatılan durum, bir anlamda yükseköğrenim sisteminin ve öğrenci gençliğin içinde bulunduğu durumu da özetlemektedir. Uluslararası tekeller ve işbirlikçi yönetici sınıflar, onların hükümetleri, bakanlık, YÖK ve diğer kurumları tarafından izlenen; özerkliğe, demokrasiye, bilimsel üretim ve öğrenme özgürlüğüne, örgütlenme ve düşünceleri özgürce dile getirme hakkına düşman politikalar, üniversiteyi üniversite olmaktan çıkardı. Yönetmelikler, rektörlük ve senato kararlarıyla gündeme getirilen uygulamalar, akademik hayatı parçaladı ve üniversiteleri birer piyasa kurumuna dönüştürerek, holdinglerin teknoloji ve kalifiye eleman üretim merkezlerine indirgedi. Buna paralel olarak da, sınav sistemlerinden akademik takvime kadar üniversitenin günlük hayatının belirleyici unsurları tekdüze, monoton, rekabetçi, eleyici ve bunaltıcı bir konuma geldi.
Bugün üniversitelerde akademik yaşam bir ay olsun kesintiye uğramaksızın süremiyor. Vize öncesi tatil, vize tatili, final öncesi tatil, final tatili, resmi ve dini bayramlarda tatil, ara tatil vb. nedenlerle kesintiye uğrayan akademik takvim; bilimi, bilimsel araştırma, öğrenme, tartışma ve üretmeyi teknolojiye, kapitalist piyasanın ihtiyaçlarının karşılanmasına indirgeyen egemen yükseköğrenim anlayışının bir ürünü ve karşılıklı birbirlerini besleyen unsurları durumundadır. Dahası bütün bunlar, asker, polis ve özel güvenlik birimleri gibi baskı güçleriyle terörize edilmiş bir ortamla da iç içe varlığını sürdürmektedir.
BİR RAPOR VE GERÇEĞİN İTİRAFI
Türkiye’de üniversitelerin emekçi halkın yararına, toplumun ilerlemesine hizmet eden kurumlar olmaktan çıkıp, nasıl birer ticari kurum haline geldiğini göstermek için Meclis YÖK Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı 343 sayfalık taslak rapora bakmak yeter de artar bile. Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK), Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) ve 14 üniversitenin incelenmesinin ardından hazırlanan raporda ortaya çıkan tablo, üniversitelerin, lafa gelince “bilim yuvası” olduğunu söyleyenler tarafından nasıl da dolandırıcılık, yağma, zimmete para geçirme, soygun ve rant merkezleri olarak çalıştırıldığının onlarca örneğini ortaya koyuyor. Türkiye yükseköğrenim sistemi’nin sahiplerinin ve sürdürücülerinin YÖK diktatörlüğü altında yarattıkları Susurluk-vari kirli ilişkiler ağının, üniversite ve yüksekokulları bir ahtapot gibi nasıl sardığının resmi itirafı niteliğinde bir rapordur bu.
YÖK’ün uzun yıllar patronluğunu yapan ve Bilkent’i kurarak özel üniversitelerin önünün açılmasında ilk adımı atan eski YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’nın yaptıklarından taslak rapora yansıyan ve Doğramacı hakkında soruşturma açılması istemine neden olan uygulamalardan birkaç örnek: Bilkent Üniversitesine tahsis edilen arsalar. Bu arsalar üzerinde YÖK site inşaatı kapsamındaki bütçe ödenekleriyle yapılan konukevi, derslik ve konaklama üniteleri. Bu tesislerin evrakta sahtekârlık yoluyla ücretsiz olarak Bilkent’e bırakılması. YÖK’ün yeni patronu Kemal Gürüz hakkında soruşturma açılmasına neden olan ve Gürüz’ün bilimsel (!) icraatlarını gözler önüne seren birkaç örnek: YÖK Döner Sermaye İşletmeleri’nin zarar ettirilmesi, aynı işletmelerin parasal olarak aşındırılması. ÖSYM sınav hizmetleri ihalelerinde usulsüzlükler. Periyodik yabancı dergi alımı konusunda ‘Informatica’ adlı firmaya bir milyon dolar fazla ödeme yapılması. Aynı raporda ÖSYM Başkanı Fethi Toker hakkında ihalelerde usulsüzlük yaptığı için soruşturma açılması gerektiği hükmü de yer alıyor.
İstanbul Üniversitesi’nin patronunun bilimsel (!) icraatlarını da unutmamak gerekir: İÜ Eğitim Fakültesi faaliyetlerinden elde edilen gelirlerin usulüne uygun harcanmaması. Katkı paylarının usulüne uygun dağıtılmaması. Üniversiteye ait telefonu evinde kullanıp 500 milyon liraya yakın konuşma bedelini katma bütçeden ödettirmesi. İÜ sosyal tesisleri işletmesi hesabından mevzuata aykırı harcamalar, mal alımları. Rektörlük vakıf veya işletmeleri tarafından çalıştırılan büfe, otopark, kantin, kafeterya ve konukevi ile sosyal tesislerden elde edilen gelirlerin katma bütçeye aktarılmaması. Bağış adı altında paralar toplanması, çeşitli harcamalara ilişkin sahte belge düzenlenmesi, öğretim üyesi, öğrenciler ve idareciler üzerinde baskı, eski rektör Bülent Berkarda’nın usulsüzlüklerine göz yumma ve devam ettirme vb. Rapor bunlarla da bitmiyor. Ege, Uludağ, Karadeniz, Trakya, Kırgısiztan-Türkiye Manas ve Hoca Ahmet Yesevi Türk-Kazak Üniversitelerinden Afyon Kocatepe, Niğde, Celal Bayar, Erciyes, İnönü, Harran ve Dokuz Eylül Üniversitelerine kadar birçok üniversitenin rektör ve yöneticilerinin tonla bilimsel (!) icraatları.
Üniversitelerin bilim yuvası değil, köstebek ve hırsız yuvası olduğunu, hırsızlığın, vurgunun ve talanın mekânı haline geldiği, halka ve topluma değil sermayeye, holdinglere hizmet ettiği, böyle bir yerde demokrasinin ve bilimsel öğrenim ve üretimin olamayacağını söyleyenleri vatan haini, bölücü, art niyetli, bilim ve millet düşmanı ilan edenlerin, üniversiteleri getirdikleri noktanın açığa çıkarılabilen unsurları bunlar. Elbette ki bunlar birkaç ahlaksız yöneticinin münferit işleri değil ve elbette ki raporun ortaya koyduğu tablo yapısal bir sorunun, çürümenin ifadesi. Yönetici sınıflar ve onların çıkarları gereği uygulanan yükseköğrenim politikalarının başka bir tablo ortaya çıkarması zaten beklenemezdi. Ancak, bu gerçeği dile getirenlerin karalanıp, sermaye-bilim ilişkisinin, piyasa koşullarına uygun yükseköğrenim anlayışının, eğitimde özelleştirmenin, vakıf ve özel üniversitelerin teşvikinin eğitimin kalitesini yükselteceğini söyleyen ideolojinin ve onun savunucularının yüceltildiği binaların ayaklarını bastıkları zeminin görülmesi açısından yeterince çarpıcı örnekler bunlar.
Bu anlayışın ve onunla uyum içerisinde, karşılıklı olarak birbirini besleyerek sürdürülen uygulamaların kökleri şüphesiz derinlerdedir. 12 Eylül askeri cuntası ise bu sürecin yakın tarihimizdeki başlangıç noktasıdır. Bütün bu açılardan üniversitelerin geldiği nokta, yönetici sınıfların sistemi koruma ve halkı idare etme anlayışının yükseköğrenim alanındaki izdüşümüdür.
TABLO HENÜZ DEĞİŞMEDİ
Fakülte ve yüksekokulların bulunduğu kampuslarda akıp giden günlük hayat kapsamında gerçekleşen işler; kültürel, sanatsal, sportif ve sosyal faaliyetler, kısacası dünya ve ülke gündemindeki konular da dâhil olmak üzere öğrenme ve öğretme sürecine ilişkin etkinlikler, etkinliklerin içeriği, yönü ve bunun içerisinde yükseköğrenim gençliğinin yer alış şekli ve düzeyinin ortaya koyduğu tablo bize yükseköğrenim gençliğinin hareketini verir. Bu özet ve genel çerçeveden bakıldığında, yükseköğrenim gençliğinin ana gövdesinin fikir ve gelecek projesinin içeriğinin ve kapsamının, yönetici sınıfların ihtiyaç ve isteklerine uygun olarak belirlendiğini söylemek bir gerçeği ifade etmek olur.
Tabloya hâkim olan bu görünüm 1999–2000 öğrenim döneminde de hâkim görünüm olmuştur. Ancak, on yıllardır tablodaki görünümün değişmesi için yürütülen mücadele, harcanan emek ve atılan adımların yarattığı birikim de küçümsenemeyecek kadar zengindir. Dolayısıyla tabloda bu birikim de önemli bir yer tutmaktadır.
Tabloyu oluşturan resmin tarafları arasında süren mücadele, özünde, üniversitelerin bilimden, aydınlanmadan yana kurumlar olarak, uluslararası emperyalist sermayenin ve onun işbirlikçilerinin değil; halkın, emekçi yığınların çıkarına hizmet eden kurumlar olarak toplumsal yaşamın geleceğe dönük akışındaki yerini almasını hızlandırmaktır.
Emek Gençliği’nin yükseköğrenim gençliği içerisinde yürüttüğü çalışma, geçmiş yıllarda olduğu gibi 1999–2000 öğrenim döneminde de öğrencilerin kendi talepleri, istekleri ve özlemleri için mücadele etme bilincinin gelişmesi ve örgütlü mücadelenin ilerletilmesi, öğrenci örgütlerinin geliştirilmesini ilke edinmiştir. Üniversitelerin, bilimin ve üniversite gençliğinin, işçi sınıfı ve emekçilerin yanında yer alması, yükseköğrenim gençliğinin geleceğinin, işçi sınıfı ve emekçilerin geleceğine bağlı olduğu fikrinin yaygınlaşması, öğrenci gençliğin başta kendi gerçeği olmak üzere, üniversite, ülke ve dünya gerçeğini kavraması için çalışmak, Emek Gençliği’nin ve onun tek tek üyelerinin yaşamına yön vermektedir.
Bu yazının amacı, yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenme sorunlarını, 1999–2000 döneminin verileri ışığında ele almak; ilerlemek ve büyümek için, yükseköğrenim gençlik hareketi içerisinde Emek Gençliği’nin rolünü, yaşanan pratik üzerinden bir kez daha temel yönleriyle hatırlamaktır. Emek Gençliği’nin, bugünkü yükseköğrenim tablosunun değişmesinde daha güçlü bir dayanak olması amacıyla belirli konulara dikkat çekmektir.
1999–2000 ÖĞRENİM YILI
Geçmiş yıllarda olduğu gibi, 1999–2000 öğrenim yılında da yükseköğrenim gençliğinin, ilerici, devrimci, emekten, halktan yana olan politik kesimleri, burjuvazinin üniversitelerdeki gerici, yozlaştırıcı hâkimiyetine karşı, bilimi, demokrasiyi, eğitimde fırsat eşitliğini ve bunların unsuru olan daha birçok talebi öne çıkaran; bu talepler etrafında öğrenci gençliğin ana gövdesini harekete geçirmeyi amaçlayan bir faaliyet yürüttü. Bu doğrultuda öğrenciler, dönem başında alternatif açılışlar düzenleyerek veya rektörlükler tarafından organize edilen açılışlara katılarak yükseköğrenim gençliğinin talep ve özlemlerini dile getirdiler.
Ardından Adana, Eskişehir, Mersin, Antep, Ankara, İstanbul ve İzmir gibi iller başta olmak üzere öğrenciler, YÖK’ün kuruluşundan bugüne kadar geçen süre içerisindeki en yaygın ve kitlesel eylemlerini gerçekleştirerek, üniversitelerdeki YÖK saltanatını protesto ettiler. Burjuva basın sadece İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda yapılan ve polis saldırısı sonucu katılımcıların hepsinin gözaltına alınmasıyla sonuçlanan protesto gösterisiyle ilgilense de, ülke genelinde birçok üniversitede gerçekleştirilen eylemlere binlerce genç katıldı. Daha sonraki dönemde ise öğrenci eylemlerinin öne çıkan gündemini çoğunlukla kantin ve yemekhane özelleştirmeleri oluşturdu. Eğitimin paralı hale getirilmesi ve özelleştirilmesi doğrultusunda atılan adımlara bağlı olarak gündeme getirilen bu ve benzeri uygulamalar karşısında yürütülen çalışmalarda öne çıkan talepler, “eğitimde fırsat eşitliği ve parasız, bilimsel demokratik eğitim” ekseninde beliriyordu.
Kol, kulüp, topluluk gibi öğrenci örgütlerinin birçok konuda yürüttüğü çalışmalara bağlı olarak gerçekleştirdikleri panel, tartışma, söyleşi gibi etkinlikler dönem başından sonuna kadar geçen sürece dağınık ve büyük oranda birbirinden kopuk etkinlikler olarak yayıldı. Bunların içerisinde, politik gençlik örgütlerinin önayak olduğu etkinliklerin gündeminde, ülke ve dünya gündemini oluşturan konulardan kültür, sanat, müzik ve üniversitelerde yaşanan sorunlara kadar birçok konu yer aldı. Ancak bu tür etkinliklerin çoğunluğunu, üniversite öğrencilerinin kendi ilgi alanlarına göre veya okul yönetimleriyle ortaklaşa düzenledikleri salon toplantılarının oluşturduğunu belirtmek gerekir. Bunların konuları ve nitelikleri ise, daha çok üniversitelerin piyasa kurumu haline getirilmesine hizmet eden bir yelpazede bulunuyordu.
Yükseköğrenim gençliği hareketinin gündeminde birkaç yıldır yer alan ÖTK’ların çeşitli üniversitelerde yaşanan seçimleri ve organize ettikleri eylemleri 1999–2000 öğrenim döneminde de görmek mümkün. Özellikle, Çukurova Üniversitesi’nde YÖK’ün bilgisi dâhilinde, beş üniversitenin rektörlüklerinin ÖTK başkanlarıyla organize ettiği konferansa katılan belirli sayıda öğrenci temsilcisinin ortaya koyduğu tutum bir ilkin yaşanmasına neden oldu. Konferansın ve özellikle de konferansın örgütlenmesinde yer alan gerici-faşist akımların teşhirini yapan temsilciler, Çukurova Üniversitesi’ndeki öğrencilerle gerçekleştirdikleri protestoyla işin iç yüzünü ortaya çıkardılar. Bir anlamda planlar bozuldu ve “şapka düşüp kel göründü”.
Bir önceki yıl yaşanan “Büyük Marmara Depremi”nin etkili olduğu illerdeki üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerin gündeminde, depremin yarattığı yıkım ve onun giderilmeyen sonuçları vardı. Bu üniversitelerde öğrenciler çeşitli taleplerini dile getirdikleri eylemler gerçekleştirdi. Yine bu dönemde, gençlik hareketi ve anti-emperyalist mücadele içerisinde simgeleşmiş çeşitli günlere ilişkin yapılan etkinlikler, işçi-emekçi hareketinin gündeminde yer alan taleplere ilişkin düzenlenen eylemler ve 1 Mayıs’ta düzenlenen gösterilere katılım, üniversite gençliğinin ileri-politik kesimleriyle sınırlı kaldı. 1999–2000 öğrenim yılının sona erdiği günlerde ise yükseköğrenim gençliğinin gündeminde bahar şenlikleri vardı. Bu şenliklerde de siyaset, kültür, sanat ve spora ilişkin etkinlikler yer aldı. Bu şenlikler kapsamında düzenlenen etkinlikler, yükseköğrenim gençliği hareketinin bu dönemdeki son halkaları oldu diyebiliriz.
MERKEZİ DEĞİL YEREL FAALİYETLER VE EYLEMLER
1999–2000 öğrenim döneminde yükseköğrenim gençliği hareketi, ülke düzeyinde merkezi bir hareket olma özelliği taşımadı. Bu değerlendirme, sadece bu dönem için değil, 80 sonrası yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenmesinin toplamı için de yapılabilir. 1996–97 döneminde yaşanan harçları-paralı eğitimi protesto eylemleri, üniversitelerde demokratik reform talebi eksenli faaliyetler ve eylemlerde de olduğu gibi, zaman zaman merkezi eylemler şeklinde bir hareketlenme yaşandı. Ancak, bunların hiçbirisi, yükseköğrenim gençliği hareketinin merkezi bir hareket olarak geliştiğinin göstergesi olarak kabul edilemez. Zaman zaman ortaya çıkan yanlış anlayışlar ve özellikle de belirli politik çevrelerin tespitleri; üniversite gençliğinin ileri, bilinçli, politik kesimlerinin muhalefetiyle sınırlı merkezi etkinlik ve eylemleri yükseköğrenim gençliğinin merkezi hareketinin yerine koyar yönde oldu. Ancak gerek geçmiş yıllarda yaşanan mücadele ve örgütlenme çabalarının dökümü, gerekse 1999–2000 öğrenim döneminde yaşanan ve yukarıda kısaca özetlediğimiz eylem ve etkinlikler, yükseköğrenim gençliği hareketinin merkezi yönünün değil, kendisini farklı kampus ve fakülteler düzeyinde dışa vuran yerel eylem ve etkinlikler yönünün harekete hakim olduğunu gösteriyor.
Tek veya birkaç merkezi talep etrafında ülkedeki bütün üniversitelerin barındırdığı öğrenci kitlesinin ana gövdesinin harekete geçmesinin olanakları zayıflayıp geri plana düşerken, kampuslarda, fakültelerde ve bölümlerde özgün talepler ve yerel özellikler öne çıktı ve hareket bu zeminde gelişti.
Bir veya birkaç talep etrafında, belirli bir dönem içerisinde bütün üniversiteleri kapsayan bir merkezi hareketlenmenin; kampus, fakülte ve bölüm düzeyinde gerçekleşen eylem ve etkinliklerin çoğalması, yaygınlaşması ve olgunlaşmasıyla mümkün olacağını söylemek bir gerçeği ifade etmek olur. Yapılan merkezi planların, yürütülen mücadele ve örgütlenme çalışmalarının bu durumu dikkate almasının, yükseköğrenim gençliği hareketinin ilerlemesi ve kitleselleşmesi açısından önemi büyüktür.
Yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenme düzeyi, 1999–2000 öğrenim döneminde yaratılan birikimlerle birlikte, belirli büyük ve “üniversite kenti” denebilecek illerde, üniversite veya il düzeyinde bir hareketi mümkün kılmaktadır. Çeşitli merkezi eylemlerin gündeme gelmesi her zaman olasıdır. Ancak burada iki şey dikkatten kaçırılmamalıdır.
Birincisi; ülkenin çeşitli üniversitelerinden gelen 40’ar 50’şer öğrencinin Ankara’da veya başka bir ilde oluşturacağı birkaç bin kişilik kalabalığın eylemlerinin yükseköğrenim gençliğinin merkezi hareketinin yerine geçmeyeceği ve geçirilemeyeceğidir. Bugüne kadar yaşanan merkezi eylemler böyle olmuştur ve yukarıda da vurgulandığı gibi yükseköğrenim gençliğinin merkezi hareketi olarak değerlendirilmiş ve yanlışa hizmet etmiştir. “Yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenmesinin merkezileşmesi, merkezi eylemlerle olacaktır” gibi bir mantık doğru değildir. Dönem dönem gerçekleşen merkezi eylemler, yükseköğrenim gençliğinin merkezi hareketinin yerine geçirilemez. Hatta merkezi eylemler, çeşitli üniversitelerden 40–50 kişilik öğrenci gruplarının bir araya gelerek belirli sayıda bir kalabalığı oluşturmasıyla sınırlı kaldıkça (ki bugün bunun ötesine geçebilecek bir durum söz konusu değildir) yükseköğrenim gençliği hareketini ilerletici değil, zayıflatıcı bir rol oynar. Öğrenci gençliğin politik-mücadeleci kesimlerini, yükseköğrenim gençliğinin ana gövdesinden uzaklaştırır, koparır, çalışmayı genelleştiren ve kendi eyleminden tatmin olup rahatlayan, protestocu dar bir anlayışa-platforma hapseder.
İkincisi; yükseköğrenim gençliğinin merkezi hareketi; kampuslarda, fakültelerde veya bölümlerde, öğrenci gençliğin ana gövdesini kapsayan, ona dayanan bir mücadele ve örgütlenmenin üzerinde yükselecektir. Merkezi hareket, merkezi eylem değil; şu veya bu nitelikteki temel ve güncel bir ya da birkaç talep etrafında ülke genelinde bütün üniversitelerin hareketlenmesi, bu temelde öğrenci gençliğin ana gövdesinin harekete geçmesi anlamına gelir. Bu doğru yaklaşımdan hareket edildiğinde, merkezi plan ve çalışmaların yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenmesinde ilerletici bir rol oynaması mümkündür. Yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgüt birikiminin ortaya koyduğu gerçek budur.
YÜKSEKÖĞRENİM GENÇLİĞİ HAREKETİNİ İLERLETECEK ARAÇLAR
Üniversitelerde sadece öğrencilerin üyesi olduğu, çalışmasının ve etkinliklerinin yönünü üyesi olan öğrencilerin tayin ettiği, yürüttüğü faaliyetler, üniversite ve öğrenciler üzerinde doğrudan etkiler yaratan, öğrencilerin çeşitli fikirleri tartıştıkları, akademik, kültürel, sanatsal ve sosyal etkinlikler organize ettikleri öğrenci örgütlenmeleri, yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenmesini ilerletecek temel araçlar durumundadır. Bunların başında ÖTK, kol, kulüp ve topluluk gibi öğrenci örgütleri gelmektedir. Bunun yanında bazı üniversitelerde, kampus, fakülte veya bölüm düzeyinde çeşitli öğrenci dergileri çıkarılmaktadır. Yaşanan geçmiş deneyimler de dâhil, 1999–2000 öğrenim dönemi de açıkça göstermiştir ki bu öğrenci örgütleri ve öğrenci dergileri; sistemin, siyasi iktidarların, YÖK ve üniversite yönetimlerinin, üniversiteyi üniversite olmaktan çıkaran uygulamalarına karşı öğrenci gençliğin üniversiteye gerçek kimliğini kazandırma yolunda önemli dayanaklar olma özelliğine sahiptir.
Yükseköğrenim gençliği hareketinin ilerlemesinde, öğrencilerin birçok konudaki arayışına hakim olan, egemen sınıfın gerici, çıkarcı, rekabetçi ve lümpen kültürel-politik ideolojik hakimiyetinin kırılmasında bu öğrenci örgütlerinin ve öğrenci dergilerinin yürüteceği faaliyetin içeriği ve kapsamı belirleyici olmaktadır, önümüzdeki dönemlerde de olacaktır. Öğrencilerin, taleplerine ve haklarına sahip çıktığı; gerici, faşist, baskıcı uygulamaları ve kültürel, ideolojik kuşatmaya karşı mücadele etme fikrine kazanıldığı; bu temelde kitlesel etkinliklerin ve eylemlerin gerçekleştiği her süreçte bu araçların doğru tarzda kullanılması etkili olmuştur.
Öğrenci örgütleri ve öğrenci dergileri sermayenin bilimi esir almasına; düşünmeyen, üretmeyen, tartışmayan, sormayan, itaatkâr bir üniversite kuşağı yetiştirmeyi amaçlayan politikaların yaşam bulmasına karşı mücadeleyi yükseltmede kaldıraç olmaktadır. Dahası öğrenciler, bu öğrenci örgütleri içerisinde yürüttükleri çalışmalarda, faaliyetlerde aydın, bilimsel, öğretici, demokratik tutum ve alışkanlıklar edinebilmekte ve bu temelde kendilerini geliştirebilmektedirler.
Mücadeleci-politik gençler kol, kulüp, topluluk gibi örgütlenmelerin üyesi olmalı ve bu örgütlerin işlevlerine ve üniversitelerde doldurdukları boşluğa uygun çalışmalar yürütmesi ve etkinlikler organize etmesi için çalışmalıdırlar. Bu tür örgütlerin konu ve alanlarının (iktisat, fotoğrafçılık, sinema, müzik, eğitim araştırma, görsel sanatlar vb. vb.) özgünlüğü; bunların üniversitelerin değişimi ve öğrencilerin hak ve taleplerinin gerçekleşmesi için yürütülen mücadeleyi zenginleştirici bir etki yaratacağı muhakkaktır. Dünya ve ülke gündemindeki sorun ve konulardan tutun da, birçok konuda çok çeşitli etkinlikler düzenleyen-düzenleme olanakları olan bu örgütlerin; planlı, düzenli ve istikrarlı çalışmasının sağlanması; üniversitelerin halktan yana, aydınlanmadan, bilimden, demokrasi ve özgürlüklerden yana kurumlar olması için öğrencileri bilgilendirici, aydınlatıcı etkinlikler organize etmesi sorumluluğu en başta mücadeleci-politik gençlerin omuzlarındadır.
Yükseköğrenim gençliği üzerinde, eğitim sistemi, medya ve üniversite yönetimleri tarafından yaratılan köşe dönmeci, rekabetçi, bireyci, bilinemezci, nihilist ve liberal özgürlükçü akımların hegemonyasını kırmaya hizmet edecek etkinliklerin örgütleri ve örgütleyicileri olmalı bunlar. Bunun için de, bilimsel, demokratik bir üniversite fikrine bağlanan ve giderek kapitalizmin-emperyalizmin dünya halklarını nereye götürdüğünü sorgulatan, yaşadığı sistemi ve onu değişmesinin zorunluluğunu gündeme getiren, çok geniş yelpazede bir aydınlatma çalışması, dönemsel değil bir süreklilik içerisinde yürütülmeli.
Yine öğrenci dergilerinin giderek bütün kampus, fakülte ve bölümlerde yaygınlaşması, bunların ÖTK’lar, kulüp, kol ve topluluklarla koordineli bir çalışma yürütmeleri, yükseköğrenim gençliği hareketi açısından ilerletici olacaktır. Öğrenci dergilerinin, birkaç kişinin kafa kafaya verip, düzensiz ve istikrarsızca çıkardığı yayınlar olmaktan çıkarılması da önemlidir. Gerek ÖTK’lar gerekse kol, kulüp, topluluklar ve öğrenci dergileri, üniversitelerin “olsa da olur, olmasa da olur” organları değil, “olmazsa olmaz” parçaları olarak ele alınmalıdır. Öğrenci gençliğin, üniversiteyi üniversite yaptığı, yapacağı; üniversitenin çehresini değiştiren dinamikler olarak kavranmalıdır.
SADECE TESPİT ETMEK YETMEZ
Bu tespitleri bugün yükseköğrenim gençliğinin bütün mücadeleci-politik kesimleri kabul etmektedir. Ancak, bu tespitleri yapmak ya da kabul etmek, öğrenci örgütlerinin ve öğrenci dergilerinin, yükseköğrenim gençliği hareketinin ilerletilme-sinde doğru ve ilerletici bir tarzda kullanıldığı anlamına gelmiyor. Aksine, politik darlık, sığlık, grupçuluk, tembellik ve formülcülük vb. küçük burjuva tutum ve alışkanlıklar, bu araçların yeterince işlev görmesini engelleyen sonuçlar çıkarıyor. Hatta bu araçların “mücadele aracı olup olmadığı” gibi gereksiz ve ucube tartışmaların yaşandığına tanık olabiliyoruz. Yine, ÖTK’ların, kol, kulüp ve topluluk gibi örgütlerin, hatta öğrenci dergilerinin yürüttükleri çalışmaları ve faaliyetleri politika dışı görüp, küçümseyen tutumlar takınılabiliyor, bu çeşit fikirler ortaya atılabiliyor.
Kimi zaman da öğrenci örgütlerinin ve öğrenci dergilerinin yükseköğrenim gençliği hareketini ilerletecek araçlar olduğu kabul ediliyor, ancak takınılan pratik tutumlar, “siz ne söylerseniz söyleyin biz bildiğimizi okuruz” anlamına gelen fasit bir dairenin dışına çıkmıyor-çıkamıyor. Yükseköğrenim öğrenci hareketini ilerletecek faaliyetlerin organize edilmesini birkaç ÖTK temsilcisinin işi olarak görüp, sonra da “yapsınlar da görelim” diyen yaklaşımlardan da söz etmek mümkün. Çeşitli üniversitelerin kampus, fakülte ve bölümlerinde ortaya çıkan örnekler hatırlatıldığında ise takınılan tutum; “Öğrenci örgütleri bizim üniversitemizde de var. Ama bizim herhangi bir etkimiz yok. Zaten var olan temsilcilerden de bir şey olmaz. Yükseköğrenim gençliğinin yaşadığı sorunlar hiçbirisinin umurunda bile değil”‘vb. oluyor. Neresinden tutacaksınız bu yaklaşımların? Kendisini ve rolünü, var olan öğrenci örgütlerinin bütünüyle dışında gören veya o güne kadarki tutumlarıyla bu örgütlerin dışına düşmüş veya dışında kalmış bir durum, hangi politikanın (gerçekte politikasızlığın) ürünüdür veya ürünü olabilir?
İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’a katılım konusunda, Emek Gençliği’nin, partisinin politika ve taktikleri doğrultusunda ortaya koyduğu, “üniversite gençliği 1 Mayıs’a kendi örgütleriyle, temsilcilikleriyle ve pankartıyla katılmalıdır” tutumu karşısında da benzer sorular sorduracak değerlendirmeler yapılabiliyor. Bütün bunlar ve İstanbul’da üniversite öğrencilerinin 1 Mayıs’a katılımının azlığından yola çıkarak dile getirilen “plan tutmadı, keşke partinin arkasında yürüseydik” gibi yaklaşımlar, Emek Gençliği’nin ve yükseköğrenim gençliği hareketinin gerçeğine ve birikimine denk düşmeyen yaklaşımlardır. Ne Emek Gençliği ne de onun partisi, “becerilemeyen, yapılamayan ya da başarılamayan işlerin ya da hem objektif koşullardan hem de yerine getirilemeyen görev ve sorumluluklardan ve ortaya çıkan sonuçlardan dolayı sığınılacak bir liman olarak görülemez.”
Bu yaklaşımların temelinde, öğrenci gençlik hareketinin tarihinde olumlu hiçbir rol oynamamış, grupçu, soyut tartışmalara meraklı küçük burjuva yaklaşımlar ve onun yansımaları var. Bu tutum ve anlayışların zaman zaman Emek Gençliği saflarında da görülmesi, bilerek ya da bilmeyerek bu tutumlardan etkilenmelerin olduğuna işaret etmektedir. Oysa Emek Gençliği’nin üzerinde yükseldiği birikim, bunların eleştirisi ve reddiyle oluşmuş ve her şeyden önemlisi, bu reddedişin pratik adımlarıyla bugünlere gelinmiştir. Gelinen noktadan ileriye gitmenin yolu da aynı reddedişten geçmektedir.
ÖTK’lar, kollar, kulüpler, topluluklar ve öğrenci dergileri, kaba deyimiyle “adam kafalamanın” ya da “kandırıp, kullanmanın” araçları değildir. Bırakalım bunu, böyle göstergesi olacak, bunu çağrıştıracak tutum ve anlayışlar bile Emek Gençliği gruplarına ait olamaz. Aksine, Emek Gençliği kararların demokratik tarzda alındığı, tartışmaların ve fikirlerin öğretici bir temelde yapıldığı, kendinin ve öğrencilerin bilinç ve eyleminin ilerletilmesi için pratik işlerin üretildiği, kültürden sanata, ekonomiden sosyal bilimlere, felsefeden tarihe, bilimin ve politikanın konusu olan bütün alanlarda çok yönlü etkinliklerin gerçekleştirildiği bir platformdur. Ancak ve ancak bu temeldeki tutum ve anlayışla yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenmesinde ilerletici bir rol oynanabilir ve bu da Emek Gençliği bunun için vardır. Mücadele ve mücadele örgütleri, araçları konusunda bir kriter aranacaksa, Emek Gençliği gruplarının kriterleri, bu anlayış ve ona uygun olarak gerçekleştirilen işler olmalıdır.
Öyleyse, küçük burjuva politik gençlik örgütleriyle Emek Gençliği’nin arasındaki farkın masa başında konması yetmez. Bu farkın pratik olarak ortaya konması, yükseköğrenim gençliği hareketinin ilerlemesinin yolunun nereden geçtiğine ilişkin anlayışın açıktan, yüksek sesle savunulması ve hepsinden önemlisi Emek Gençliği üye ve gruplarının günlük pratiğinin bu anlayışa uygun olması, hareketin bugünü ve geleceği açısından bir zorunluluktur.
ÖĞRENCİ OLMAK VE SINIF ÇALIŞMASI YÜRÜTMEK
Yükseköğrenim gençliği hareketini ilerletici bir rol oynamada, öğrenci gençliğin mücadeleci-politik kesimlerinin temel eksikliklerinden birisi de, öğrenci olarak günlük okul hayatının akışının bir parçası olmak, derslere girmek, mücadeleyi ve örgütlenmeyi sınıflara, amfilere dayandırmak konusunda ortaya çıkmaktadır. Yazının girişinde sözünü ettiğimiz akademik hayatın parçalanmasının bir yansıması olmakla birlikte, asıl olarak politikayı ve politik mücadeleyi yanlış kavramanın bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır bu sorun.
Üniversitedeki günlük yaşam içerisinde sınıflar ve amfiler öğrencilerin doğal örgütleri durumundadır. Öğrenci gençliğin ihtiyaç duyduğu kitle örgütü, onun çalışması ve bunda temel rolü oynayacak olan politik güç (Emek Gençliği) kendisini bu doğal örgüt birimlerine dayandırmak zorundadır. ÖTK’ların kurulmaya başlanmasıyla birlikte, sınıflar ve amfilerin doğal örgüt alanları olmanın yanı sıra, öğrenci gençliğin kitle örgütünün en küçük birimleri olması pratik, somut bir durum haline gelmiştir. Öğrenci olmak ve sınıf çalışması yürütmek konusunda bugün yaşanan sıkıntılar, en çok da bu pratik, somut durum karşısında ortaya çıkmaya başlamıştır.
Kantin devrimciliğiyle kendini daraltmış, öğrenci muhalefetinin merkezine sınıfları ve amfileri değil, çeşitli politik gençlik gruplarının ortaklığını koymuş politik kavrayış ve anlayışın sonucu, öğrenci olmaktan uzak, adeta üniversiteye politikayı dışardan taşıyarak sonuç almayı uman, çağrıları ve seslenişi dışardan olan bir “devrimci ve devrimci örgüt tipi” çıkmıştır ortaya. Bunun öğrenci gençlik yığınlarının gözündeki yansıması da “güvensizlik, tehlike, bozgunculuk, huzursuzluk vb.” olmuştur. Şüphesiz bunda, egemen ideolojinin yürüttüğü örgütsüzleştirici, örgütsüzlüğü öven, örgütlü mücadeleyi özgürlüksüzlük sayan propagandanın önemli bir payı vardır. Ancak açıkça ifade etmek gerekir ki, günlük yaşamı öğrencilikten uzak, üniversitesinden, sınıfından ve amfisinden kopmuş, selam vereceği arkadaş sayısı bile sınırlı, hatta yok; arada bir amfide şu veya bu eyleme çağrı yaparken görülen vb. özelliklerin belirlediği bir konumda öğrencilerin karşısına çıkan devrimci tipinin bu “imaj”daki payı, egemen ideolojinin propagandasının payını aratmaz.
Bugüne kadar birçok kez altı çizilen bu sorun basit bir “derse girip girmeme” sorunu değildir. Sorun böyle kavrandığın da; Emek Gençliği üniversite örgütü olarak karar aldık. Bundan böyle herkes derslerine girecek, sınıfında ve amfisinde olacak. Buralarda üniversite hareketini ilerletmek için çalışma yürütecek dedik. Ancak, bir süre sonra kantinde her gün birbirimizi göremeyince, bildiri dağıtımı vb. işler için bir araya gelme konusunda sıkıntı yaşayınca, örgüt dağılıyor, hemen önlem alalım deyip yeniden herkesi kantinde toplayan bir çalışma tarzına geri döndük sözleriyle ifade edilen durumlar ortaya çıkmaktadır. Yükseköğrenim gençliği hareketinin ilerlemesinde ÖTK gibi bir örgütlenmenin, kol, kulüp, öğrenci dergileri gibi araçların kısa, orta ve uzun vadede oynayacağı rolün görülememesinin önemli bir nedenini de bu kavrayış oluşturmaktadır.
Sorun; yükseköğrenim gençliği içerisinde yürütülen politik çalışmayı kavrayış sorunudur. Yani, günlük politikayı, dünya ve ülke gündemini izleme, öğrenme, yükseköğrenim gençliği hareketinin emek ve demokrasi güçlerinin mücadelesindeki yerini anlama, bulunduğu alandaki günlük kendiliğinden akan hayata etkide bulunabilme, sadece yükseköğrenim gençliği içerisinde değil, bütün diğer alanlarda yürütülen mücadelenin birikimini özümseme sorunudur. Kısacası bu, bir yaş ve mücadele kültürü, bilinci sorunudur. Sınıf ve amfiler temelinde çalışma ve örgütlenme konusu bu temelde kavrandığında; genelleşip, kantinlere hapsolma ya da üniversitenin dışına düşüp içindeymiş gibi davranma, dışardan seslenme vb. yanlış ve öğrenci gençlik hareketine hiçbir yararı olmadığı, pratikte defalarca ve defalarca kanıtlanmış bir çalışma-politika yapma tarzından kurtulmak mümkün olabilir. Ancak o zaman, egemen ideolojinin yürüttüğü karşı ve yıpratıcı propagandanın öğrenci gençlik yığınlarının gözünde yarattığı “güvensizlik, tehlike, bozgunculuk, huzursuzluk vb.” etkilenmelerin yerini tersi bir etkilenmeye bırakması mümkün olabilir. Sevilen, sözü dinlenen, fikirlerine değer verilen, öğrenme ve öğretme çabası karşılık bulan öğrenci gençlik önderleri, böyle bir yaşam ve mücadele kültürü, bilinci ile var olabilirler.
SONUÇ OLARAK
Öğrenci gençliğin mücadeleci-politik kesimlerinin, yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenme deneyimlerinden yararlanması, onları kavraması ve özümsemesi, geçmişte düşülen hata ve eksikliklere tekrar düşülmemesi açısından önemlidir. Yaşanmış deneyleri kendi günlük çalışmasında kullanamayan ve her defasında yeniden yaşayarak öğrenmek zorunda kalan bir
Emek Gençliği birim grubunun kavrayışının yüzeysel olduğu açıktır.
Şüphesiz bugün Emek Gençliği’nin yükseköğrenim gençliği içerisinde çalışma yürüten gruplarının toplamının bu durumda olduğu söylenemez. Bu durumda olan birim gruplarının Emek Gençliği örgütlerinin çalışmalarını belirli düzeylerde olumsuz etkilediği, dolayısıyla yükseköğrenim gençliği hareketinin ilerlemesinde de olumsuz rol oynadığı ise bir gerçektir.
Yükseköğrenim gençliğinin mücadeleci-politik kesimleri her dönem kendi yaşadıkları deneylerden öğrenmekle yetinemezler. İşçi sınıfının politik partisinin hafızasına, onun gençlik örgütünün yürüttüğü çalışmadan edinilen birikime kulak vermek ve ona dayanarak ilerlemek, cesur, militan, kararlı, başarılı ve kitlesel bir yükseköğrenim gençliği hareketi açısından hayati değerdedir. Yükseköğrenim gençliği hareketinin ilerlemesine hizmet edecek bir politik çalışmanın, yukarıda belirli açılardan yapılan değerlendirmeleri dikkate alarak sürdürülmesi sorumluluğu Emek Gençliği örgütlerinin omuzlarındadır. Emek Gençliği örgütleri bunu başardıkları oranda, hem yükseköğrenim gençliğinin mücadele ve örgütlenmesini ilerletici bir rol oynamayı sürdüreceklerdir hem de onun içerisinde kendi örgütlülüklerini büyütüp, yaygınlaştırma olanağına sahip olacaklardır.
Haziran 2000