Başbakan Erdoğan’ın Kürdistan Federe Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile 16 Kasım’daki Diyarbakır buluşmasıyla ilgili tartışmalar, genellikle bu buluşmanın Kürt sorununun çözümü bağlamında taşıdığı anlam/önem üzerinden yapıldı. Barzani’nin Diyarbakır’da AKP mitingine katılmasının, PKK-PYD çizgisi ile KDP arasındaki gerilimden ve AKP’nin Kürtler içindeki gücünü arttırıp “çözüm süreci”nde inisiyatifi ele alma hesaplarından bağımsız olmadığı açıktı. Ancak bu buluşmanın Kürt sorunu ve bölgesel gelişmeler içindeki önemiyle bağlantılı, ama bir o kadar da önemli bir diğer yönünü de Kürdistan petrolünün pazarlanması konusu oluşturuyordu. Zaten bu buluşmadan on gün sonra Başbakan Erdoğan’ın Ankara’da Kürdistan Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile bir araya gelerek Kürdistan petrolü ve doğalgazının pazarlanmasıyla ilgili anlaşmalar yapması da, bu konunun her iki taraf için ne kadar önemli ve öncelikli olduğunu gösterdi.
Anlaşma önemli olmasına önemliydi, ama Kürdistan petrol ve doğalgazının paylaşılması/pazarlanması konusunda taraf olan Irak Merkezi Hükümeti tarafından ciddi itirazlar vardı ve bu itirazlar Irak’taki en önemli güç olmayı sürdüren ABD tarafından da destekleniyordu. Zaten bu itirazlar nedeniyle, anlaşma yapıldıktan sonra, anlaşmaya dair resmi bir açıklama bile yapılamadı. Petrol ve doğalgaz gelirlerinin paylaşımı konusunda Irak Merkezi (Maliki) Hükümeti ile Kürdistan Federe Yönetimi arasında bir anlaşmazlık vardı ve bu nedenle Maliki Hükümeti onaylarının olmadığı bir anlaşmanın geçerliği olmayacağını söylüyordu. ABD’nin de baskısıyla Maliki Hükümeti ile arasındaki gerilimi yumuşatmaya çalışan Türkiye (Dışişleri Bakanı Davutoğlu, kendi deyimiyle “ilişkilerde taze bir başlangıç yapmak için” Kasım ayında Bağdat’a gitmişti), bu kez Irak Merkezi Hükümeti’ni ikna etmek için girişimlerde bulunmaya başladı. Geçen yıl Aralık ayında uçağının Hewler’e (Erbil) inişine izin verilmeyen Enerji Bakanı Taner Yıldız (2012Temmuz ayında Türkiye ile Barzani yönetimi arasında petrol ticareti anlaşmasının imzalamasından sonra Aralık ayında Hewler’deki “Enerji Konferansı”na katılmak isteyen Yıldız’ın uçağının inişi Irak Merkezi Yönetimi tarafından engellenmişti), bu yıl, Bağdat’a gidip Irak’ın enerjiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Şehristani ile bir görüşme yaptıktan sonra Hewler’deki konferansa katıldı.
Türk medyasından boru hattından petrol verilmeye başlandığı yönünde haberler çıksa da, resmi açıklamalar, bu petrol akışının test amaçlı olduğunu gösteriyor. Çünkü Maliki Hükümeti ve Barzani yönetimi arasındaki anlaşmazlıklar halen giderilebilmiş değil. Öte yandan petrol gelirlerinin paylaşımıyla ilgili anlaşmazlıkların yanı sıra Maliki ve Barzani’nin bölgesel kamplaşmanın farklı taraflarında yer almaları, ayrıca Türkiye’nin ötesinde ABD ve İran’ın Irak üzerindeki etkisi nedeniyle Kürdistan petrolünün geleceği ve yapılan petrol anlaşmalarının ne olacağı bugün Irak’ın ve bölgenin siyasi gelişmelerinin sarkacında durmaktadır.
***
Irak’ta 2003’teki ABD müdahalesinden sonra, yönetim ortaya çıkan üç siyasi güç odağı arasında (nüfusun yüzde 65’ini oluşturan Şiiler, yüzde 15’ini oluşturan Sünniler ve yüzde 20’sini oluşturan Kürtler) paylaşılmaya çalışılmasına rağmen, siyasi istikrar bir türlü sağlanmadı. Bu güç odakları arasında sürekli mücadele ve çatışmalar yaşandı. Azınlık durumunda olmalarına rağmen Saddam dönemindeki üstünlüklerini sürdürmek isteyen Sünniler, özellikle Türkiye, Katar ve S. Arabistan ile yakın ilişkiler içinde oldu. Kendi aralarında farklı gruplara ayrılmış olmalarına rağmen Şiiler (Nuri El Maliki’nin Dava partisi, El Hakim’in Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi, Sadr grubu gibi) yönetimde en önemli güç haline geldiler ve Sünni bloğa karşı İran’a yakın durdular. Saddam sonrasında federe yönetim oluşturan Kürtler ise, Arapların baskısına karşı ABD ve Türkiye ile ilişki ve işbirliğini geliştirdiler. İşte bugün Kürdistan petrolleri üzerinden sürdürülen mücadelenin ‘yeni Irak’ın kuruluş sürecinde başladığını söyleyebiliriz. Irak Merkezi Hükümeti ile Kürdistan Federe Yönetimi arasında yetki, petrol-enerji gelirlerinin paylaşımı ve toprak (aidiyet) konusunda yaşanan anlaşmazlıkların aradan geçen on yılda çözülememiş olması, bugün Kürdistan yönetiminin tek taraflı anlaşma yapmasını da sorunlu hale getirmektedir.
2005 Kasım’ında kabul edilen Irak Anayasası’na göre Irak’ın petrol gelirlerinin yüzde 17’si Kürtlere verilecekti. Öte yandan Kürdistan Bölgesel Yönetimi de Merkezi Hükümet’in onayı olmadan petrol ve diğer konularda anlaşma imzalamayacaktı. Bugün her iki taraf birbirini anayasaya uymamakla eleştirmektedir. Barzani yönetimi Irak petrollerinden paylarının verilmediğini söyleyerek Kürdistan petrolünün pazarlanması konusunda hakkının olduğunu savunmakta, Maliki yönetimi ise, onayları olmadan Kürdistan yönetiminin petrol anlaşması imzalayamayacağını söylemektedir. Bu temelde 2012’de ABD’nin en büyük petrol tekellerinden Exxon Mobil ile petrol arama-çıkarma anlaşması imzalayan Barzani yönetimi, Türkiye ile de ham petrol gönderip işlenmiş petrol almaya dayanan bir petrol ticareti anlaşması yaptı. Ancak bu anlaşmalar Irak’ın Merkezi ve Kürdistan Federe yönetimlerini Kerkük’te çatışma noktasına getirmişti.
Bu iki gücün Kerkük’te çatışma noktasına gelmesinin bir anlamı vardı. Irak Anayasası’na göre aidiyeti konusunda anlaşmazlık bulunan diğer yerlerle birlikte (Selahaddin, Diyala), 2007’de Kerkük’te bir referandum yapılacak ve bu bölgelerin aidiyeti (Merkezi Hükümet’e mi, Kürdistan Federe Yönetimi’ne mi ait olduğu) belirlenecekti. Ancak Irak’taki siyasi belirsizlik nedeniyle ve ABD’nin girişimleriyle, 2007’de, bu referandumun yapılması 5 yıl ertelendi. O dönemde Barzani yönetimi ile ilişkileri daha sınırlı düzeyde olan Türkiye de bu referandumun ertelenmesini istiyordu. Beş yıl sonra, yani 2012’ye gelindiğinde ise, Suriye üzerinden sürdürülen bölgesel çatışma ve kamplaşma bu siyasi belirsizliği daha da derinleştirdi ve referandumun belirsiz bir tarihe ertelenmesine neden oldu. Çünkü Suriye’de Türkiye, Katar ve S. Arabistan’ın başını çektiği güçlerin Esad rejimini devirmeye yönelik müdahaleleri, Irak’taki siyasi güçler arasındaki kamplaşmanın derinleşmesine yol açmıştı. Bu müdahale girişimleri Şii Maliki Hükümetini Suriye ve İran’a yakınlaştırıp müdahalenin arkasındaki güçlerle (başta Türkiye) ilişkilerinin gerilmesine neden olurken, Sünnilerin de savaşı Irak’a yaymaya yönelik eylemlere girişmesine yol açtı. Bu kamplaşmanın ilk sonucu, Irak’ın Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el Haşimi’nin binlerce insanın ölümüne yol açan bombalı eylemleri yapan “ölüm timleri”ni azmettirmekle yargılanıp idama mahkum edilmesi oldu. Haşimi, önce Kürdistan Federe Yönetimine, ardından da Türkiye’ye sığındı (İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan Haşimi için Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, “Türkiye olarak başından beri desteğimizi verdiğimiz birini iade etmeyiz” demişti).
ABD, bu dönemde hem Irak’ın daha büyük bir çatışma ve istikrarsızlığa sürüklenmesini engelleyebilecek tek isim olarak Maliki’yi görüyor ve hem de Şiilerin tamamen İran’a yakınlaşmasını engellemek için görece bir denge politikası izliyordu. Zaten Maliki de, ABD’ye alternatifsiz olmadığını göstermek için, Rusya’da Putin ile görüşmüş ve 5 milyar dolarlık silah ve önemli ticari anlaşmalar imzalamıştı. ABD’nin denge politikası izlemesi, ortaya çıkan kamplaşmada Kürdistan Federe Yönetimi’nin Türkiye’ye daha fazla yakınlaşmasına yol açtı. Son petrol anlaşmalarını Ankara’da imzalayan Kürdistan Federe Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani, daha önce de Türkiye’yi “umut kapısı” olarak gördüklerini açıkça söylemişti. Bölgesel kamplaşmanın Kürtlerin önemini daha da arttırması, Maliki Hükümeti ile anlaşmazlık içinde olan Barzani yönetiminin bağımsız siyaset arayışlarını da artırmış ve bağlı olarak ‘bağımsız Kürdistan’ tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. AKP Hükümeti için bu arayış ve yakınlaşma; Kürdistan petrolünden pay, PKK’ye ve Suriye Kürdistanı’ndaki (Rojava) PYD’ye karşı işbirliği ve çatışma halinde olduğu Maliki’ye (bu arada Şii bloğa) karşı pozisyonunu güçlendirme anlamına geliyordu.
Irak Kürtlerinin Türkiye ile kader birliği yapmalarının ve Irak’ın giderek parçalanma noktasına gelmesinin ABD’yi rahatsız ettiğini söylemiştik. AKP’yi sarsan son yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonrasında Başbakan Erdoğan’ın bu operasyonların arkasındaki kişi olarak gösterdiği ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone, o dönemde de “Biz Türkiye’nin Irak’ın petrolünün yüzde 20’siyle değil, yüzde yüzüyle ilgilenmesini isteriz” diyerek, Türkiye’nin Irak’ta ABD’nin kendisine verdiği taşeronluk rolünün daha fazlasına yeltenmiş olmasına tepkisini göstermişti. Aynı şekilde, İran da, Şiilerin Kürtlerle bu düzeyde karşı karşıya gelmesini hem kendisi, hem de doğrudan tarafı olduğu Suriye’deki kamplaşma açısından istemiyordu. İşte bu gidişatı kendi çıkarları/politikaları için tehdit olarak gören bu iki gücün –ABD ve İran’ın– girişimleri sonucu, Mayıs 2013’te, Maliki Hükümeti ile Kürdistan Federe Yönetimi arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre; petrol ve doğalgaz kaynaklarının ve gelirlerinin paylaşımı konusunda bir komisyon oluşturulacak, merkezi bütçeden Kürdistan Federe Yönetimine ayrılacak kaynaklar yeniden gözden geçirilecek ve aidiyeti konusunda ihtilaf bulunan bölgelerin güvenliği ortak sağlanacaktı. Ancak gelinen yerde Kürdistan yönetiminin Türkiye ile yaptığı tek taraflı anlaşma ve Maliki yönetiminin ABD’nin de desteğini alan kendi onayı olmadan bu anlaşmanın geçerli olmayacağı yönündeki itirazı, Mayıs ayında yapılan anlaşmaya rağmen sorun ve anlaşmazlıkların orta yerde durmaya devam ettiğini göstermektedir.
***
Irak, petrol rezervleri bakımından 115 milyar varille dünyanın dördüncü ve üretim bakımından ise günlük 2,4 milyon varille 13’üncü sırasında yer alıyor. Kürdistan bölgesi ise, petrol rezervi bakımında 40 milyar varile, yani Irak’ın toplam petrol rezervinin yaklaşık yüzde 35-40’ına sahip bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde Fransız ekonomi gazetesi La Tribune’nin Kürdistan bölgesinin petrol anlaşmalarının hayata geçmesi halinde dünyanın dördüncü büyük petrol üreticisi olacağı iddiasını gündeme getirmesi, Kürdistan petrolünün dünyanın büyük enerji tekellerinin iştahını nasıl kabarttığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hewrami’nin yaptığı açıklamalara göre, Exxon Mobil ile 6 alanda petrol arama ve işleteme konusunda anlaşma yapılmış durumda. Öte yandan Kürdistan petrolü için British Petroleum (BP) ile Exxon Mobil arasında önemli bir rekabet olduğu da biliniyor.
Kürdistan Yönetimi’nin Türkiye ile yaptığı anlaşmalara gelince (Kasım sonunda Neçirvan Barzani ile Başbakan Erdoğan’ın Ankara’da yaptıkları anlaşmalar), bu anlaşmalara göre, Kürdistan’dan Türkiye’ye 2014’ten itibaren günlük 400 bin varil petrol ve 2016’dan sonra günlük 1 milyon varil petrol ve 10 milyar metreküp doğalgaz boru hattı üzerinden taşınacak. Bu petrolün yıllık değeri ilk etap için 11,5 milyar doları ve sonraki etapta ise 38 milyar doları bulacak. En önemli geliri petrol olan Irak’ın bugün günlük petrol üretiminin 2,4 milyon varil olduğu düşünülürse, söz konusu anlaşmanın büyüklüğü daha kolay anlaşılabilir. Kürdistan Yönetimi için bu anlaşmalar, ekonomik olduğu kadar siyasi olarak da büyük önem taşımaktadır. Çünkü bu anlaşmaların hayata geçmesiyle, Irak Merkezi Hükümeti’ne rağmen bağımsız bir politik güç olarak kendini kabul ettirmenin önünü açmış olacaktır. Ancak bunun öyle kolay olmayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Kürdistan yönetimi ile ekonomik ve siyasi bakımdan işbirliğine oldukça istekli olmasına rağmen, Türkiye’nin ABD’nin itirazlarını görmezden gelemeyecek olması, istenilen adımların atılmasını zorlaştırmaktadır. Ankara’da yapılan anlaşmaların kamuoyuna açıklanamaması bunun önemli göstergelerinden biridir. Zaten Türkiye, ABD’nin anlaşmaların yürürlüğe girmesi için Irak Merkezi Hükümeti’nin onayının alınması gerektiği itirazlarının ardından, Irak Merkezi Hükümeti’ni ikna etmek için görüşmelere başlamıştır.
Türkiye’nin yapılan petrol anlaşması ile ilgili ilk önerisi, Irak Merkezi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimleri arasındaki anlaşmazlık çözülünceye kadar petrol gelirlerinin Halkbank’a yatırılmasıydı ki, son yolsuzluk operasyonunda İran’a ambargonun delinmesinde kullanılan Halkbank’a yönelik operasyonun arkasında Türkiye’nin bu girişiminin boşa çıkarılması olduğu da iddia edilmektedir. Ancak ne Maliki Hükümeti, ne de ABD tarafından bu öneri kabul görmedi. Aralık ayı başında Hewler’deki (Erbil) “Enerji Konferansı”na katılmadan önce Bağdat’ta Irak’ın enerjiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Şehristani ile görüşen Enerji Bakanı Taner Yıldız, Kürdistan petrolünün Türkiye üzerinden pazarlanması konusunda Şehristani’nin gündeme getirdiği koşullara olumlu yaklaştıklarını söylemektedir. Şehristani’nin öne sürdüğü şartlar ihraç edilecek petrolün miktarının Bağdat tarafından tespit edilmesi, bu petrolün dünya piyasasındaki değeriyle satılması ve petrol satışından elde edilecek gelirin New York’taki “Irak Kalkınma Fonu”na yatırılması ve yine bu petrolden elde edilecek gelirin yüzde 5’inin Kuveyt’e savaş tazminatı olarak ödenmesi biçimindedir. Yıldız, bu şartlarla ilgili olarak “Bu petrol Türkiye’nin değil, Irak’ın petrolüdür. O yüzden Bağdat’ın 3 şartının gerçekleşeceği bir sözleşmenin doğru olacağına inanıyoruz. Komşu, dost ve kardeş ülke Irak’la yoku değil, varı paylaşacağız” demektedir. Yıldız’ın bu açıklaması, aslında Türkiye’nin Kürdistan yönetimiyle yapılan ikili anlaşmaların Irak Merkezi yönetimi ve ABD’nin istemleri doğrultusunda revize edilmesini kabul ettiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla mesele, yine dönüp dolaşıp Irak’ın Merkezi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimleri arasındaki sorunların nasıl çözüleceğine bağlanmış bulunmaktadır.
***
Sonuç olarak söylenenler üzerinden en başa dönersek, Diyarbakır ziyareti, AKP Hükümeti ile Barzani yönetimi arasındaki ilişki ve işbirliğini bir kader birliği haline getirmiş olsa da, bu kader birliğinin sınırlarını belirleyen başkaca gelişmelerin ve güçlerin olduğu da göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla bugün Türkiye’nin Irak Merkezi Yönetimi ile ilişkilerini düzeltmek için adımlar atmak zorunda kalması, ABD ve İran’ın Irak’ta kendi çıkarlarını tehlikeye sokacak gelişmelerin önünü almak için yaptıkları girişimler ve Irak’ın dengelerini doğrudan etkileyen Suriye’deki çatışmalara siyasi çözüm arayışları, sadece Türkiye ile yapılan anlaşmaların yürürlüğe girmesini değil; Kürdistan petrolünün arama-çıkarma ve pazarlanması süreçlerinin bütünü üzerinde önemli bir etkiye sahip bulunmaktadır. Çünkü kader birliği yapmış olmalarına rağmen, Türkiye egemenlerinin iştahlarını kabartan Kürdistan petrollerinden ne kadar pay alacağı ve Kürdistan yönetiminin ne kadar bağımsız siyasi-ekonomik bir güç haline gelebileceği sorularının yanıtını kendilerini kuşatan bu gelişme ve güçlerden bağımsız vermek mümkün değildir.