Kadın örgütlenmesinin zorunluluğu ve bazı sorunları

Kitleler arasındaki çalışma kitlelere yakınlaşıp halkçı bir temele doğru geliştikçe, emekçi bir kadın örgütü ihtiyacı daha açık görülür hale geliyor.
İşçi ve emekçi kadınların, bağımsız bir kadın örgütünde örgütlenmelerinin; hak eşitliği ve demokrasi mücadelesinde özel bir araca sahip olmalarının anlaşılamaz bir yanı yoktur. Bağımsız, kitlesel bir kadın örgütü kuşkusuz, önceki dönemlerde de ihtiyaçtı ve zorunlu idi. Gerçek şu ki, bugün bu ihtiyaç daha aciliyet kazanmış, kendini daha hissedilir hale getirmiş bulunmaktadır.
Bu ihtiyaç karşılanmalı; emekçi kadının aydınlanmasına yardım edilmeli ve örgütlenmesini hızlandıracak adımlardan kuşkusuz kaçınılmamalıdır. Ne var ki, bu ihtiyaç karşılanır ve bu görev yerine getirilirken; hiçbir zaman lafta kalmayacak, özel ve çok yönlü bir dikkat göstermek de gerekmektedir.
Emekçi kadınların ayrıca örgütlenmesi zorunluluğu ortada; bunun nesine “özel dikkat göstermek” gerekiyor; böyle bir “özel dikkat” gerçekten de gerekli mi? Bu açıktır. Kadınlar arasında çalışma ve onların örgütlenmesi sorununda, öteki bütün sorunlardan farklı “özel bir dikkat” gereklidir. Olgulara, baş aşağı durarak değil de, ayakları üzerinde doğrularak bakan herkes bunu görebilir.
İlkin, “sosyalist” piyasada en fazla oynanmış, en fazla dejenere edilmiş sorunların başında, kadın sorunu ve kadınların örgütlenmesi sorunu gelir.
İkincisi, kadınlar arasında çalışma ve kadınların örgütlenmesi sorunu, emek hareketi çevrelerinin en az ilgi gösterdiği, en az geliştiği sorundur. Öte yandan, bu sorun çevrelerimizin, “sosyalist” piyasadan en fazla etkilendiği ve piyasa “değerleri”ne en fazla eğilim gösterdiği sorunların başında yer tutar.
Fazla söze elbette gerek yoktur. Kadınların örgütlenmesi sorunlarına “özel dikkat gösterilmesi”ni zorunlu kılmaya bu olgular dahi yeterlidir. Kaldı ki ortada, geçmişte yaşanmış ve şu yukarıdaki iki olgu ile ilgili nedenlerden dolayı başarısızlıkla sonuçlanmış bir deney de vardır. Yeni bir başlangıç yaparken, temel noktaların altını çizmenin, öğretici bir zorunluluk olduğu bilinmelidir.

ÇALIŞMANIN İÇERİĞİ VE SAPMALARDAN KAÇINMA
Bir çalışmada başarılı olunacaksa, bunun ilk koşulunun, ilgili çalışmanın belirlenmiş içeriğinden sapmalara izin vermemek olduğunu öncelikle belirtelim. Ama belirtelim ki, burada çalışmanın içeriğinden söz etmemizin nedeni, kadın sorununun ve örgütlenmesinin hedef ve içeriğini, derinliğine ve bütün yönleriyle tartışmak değildir. Burada buna olanak olmadığı gibi, bu sorunlar esasta, ele almak istediğimiz konunun dışındadır. Bu sorunların, pratik çalışmayı etkileyen bir iki noktasına işaret etmek ve kısaca tartışmakla yetinmemiz gerekiyor.
Herkesin bildiği gibi, kadın sorunu, toplumdaki cinsler arası eşitsizliğin kaldırılması, eşitliğinin sağlanması sorunudur. Fakat emekçi kadınların (burjuva kadın, eşitsizlik içinde de olsa sınıfsal olarak ezen sınıftandır; kadın sorunu esas olarak onun sorunu olmaktan -bir boyun eğişle- çıkmıştır.), karşı karşıya oldukları sınıfsal baskı ile (aynı şekilde tarih ile) bağlantılı ve onunla birlikte ikinci bir baskı altında kalmaları anlamına gelen kadın sorunu, cinsler arasındaki çatışma ve mücadele ile çözüme kavuşacak bir sorun da değildir.
Sermaye, cinsler arasında “eşitlik” iddiasında olsa da, egemen olduğu andan itibaren, “milli kültürü savunma” adına her türden ataerkil gelenek ve töre ile uzlaşır, bunları yaşatma, iktidarına dayanak yapma çizgisi izler. Sermaye toplumunun yapı taşını oluşturan “çağdaş” resmi aile, toplumdaki emek sermaye karşıtlığının bütün özünü ve çelişkisini yansıttığı gibi; kadının toplumun erkek cinsi karşısındaki ezilen cinsi olarak kalmasının da temelidir. (“Çağdaş” resmi aile kapitalist sömürüye dayanan üretim biçimi ile koşulludur ve toplumun modern (uzlaşmaz) sınıflı toplum olarak örgütlenmesinin temelidir.) Buna karşın, “cins eşitliği” iddiasındaki sermaye, aile ve toplumun örgütlenmesinde, en ilkel ataerkil töre ve gelenekleri son sınıra kadar kullanır.
Sermaye toplumu, tıpkı işçi sınıfının olduğu gibi; kadın cinsinin de, en modern ve ince yöntemlerle kaba çağdışı yöntemlerin iç içe geçtiği bir sömürü ve baskı biçimiyle ezilip sömürüldüğü bir toplumdur. Kadın erkek “eşitliği” bir yana; bu toplumda, eşitsizliğin bir biçimi de olan her kurum ve her gerici töre ve gelenek, savunucusunu bizzat sermayenin şahsında bulur. Toplumsal evrim ve mücadelelerin, gerici gelenek ve törenin ve öteki “kurum”larla birlikte resmi ailenin de temellerini oyması, aşındırması karşısında; sermaye ve gericiliğin, kadını köleleştiren töreleri, sürekli yüceltip yeniden canlandırdığı ve burjuva gerici kurumları “değişik” bir biçimde (içi boş, biçimsel sözde eşitlik) takviye eden önlemlerle yeniden dirilttiği, hayatın her alanında görülebilir.
Fakat kadın sorunu bakımından, öncelikle görülmesi gereken şudur: Sorun, nüfusun kadın kesimini kucaklayarak ortaya çıkmasına karşın, gerçekte işçi ve emekçi sınıfların kadın kesimlerini ezen, boğan bir eşitsizlik olarak gerçekleşir. Bu, başka şeylerle birlikte karşılığını, ezilen sınıf ve cinsin eyleminde elbette bulacaktı. Nitekim bulmuştur da. Yönetici sınıflar ve onların emekçi sınıflar üzerindeki egemenliği, toplumu olduğu gibi, kadın cinsini de giderek daha fazla ayrıştırmış; kendi sınıfından kadın kesimlerini, daha aşağılayarak da olsa giderek daha fazla yanına alırken; emekçi kadın kesimlerini (iş hayatına da çekerek), emekçi sınıfların erkek kesimlerinin yanına daha açık bir biçimde itmiş; toplumun yarısını oluşturan cinsin bütünün sorununu, emekçi kadın kesiminin sorunu haline getirerek, ezilen ve sömürülen sınıfların özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine kopmaz bağlarla bağlamıştır. İşçi sınıfının, tıpkı demokrasi ve bağımsızlık sorununda da olduğu gibi; kadın sorununun çözümünün de kendi üzerine kaldığını ve bu sorunu demokrasi programının bir yönü ve parçası haline getirmesi gerektiğini görmesi… Emekçi kadınların, kadın sorununun kendi sorunları haline geldiğini; çözümünün sermayeye karşı mücadele içindeki işçi sınıfının mücadelesiyle, ona katılmakla olanaklı olduğunu fark etmeleri ve bunu öz deneyle kanıtlamaları… Sermayenin kadın sorununa kazandırdığı özellik işte budur. Diyebiliriz ki, yüz yıldır kadın hareketine damgasını vuran ve onu karakterize eden olgular bunlar olmuştur.
Bu olgu yüz yıldan bu yana biliniyor ve bunu biz de biliyoruz, diye düşünülmemelidir. Zira kadınlar arasındaki çalışmada ortaya çıkan zaafların en önemlileri ve emekçi kadınlardan kopmaya yol açan en kaba hatalar, bu olguların özünün anlaşılamaması, salt “sözler” olarak “anlaşılması” ile ilgilidir. Ve dolayısıyla da, eğer laf olsun diye değil de gerçek bir emekçi kadın örgütü için çalışılacaksa; her türden kaba ve yüzeysel yaklaşım biçimlerinden kaçınmayı; aşağıdaki formülasyonların içeriğini derinlemesine anlama ve gereklerini her günkü mücadele içinde yerine getirmeyi başarmak zorunludur.
İlkin, emekçi kadın örgütü, herhangi “paravan” bir örgüt, piyasada örneği bolca bulunan herhangi bir “demokratik” örgüt olarak değil, öncelikle bir kadın örgütü olarak örgütlenmelidir. Onun platformu ve eyleminin çıkış noktasını ve en temel yönlerinden birini, kadın cinsinin hak eşitliği ve ezilen cins olma ile bağlı emekçi (işçi, köylü, memur, öğrenci, issiz ve ev kadını) kadın sorunları oluşturmalıdır, Bu olmadığı ve bunun gerekleri her günkü mücadele içinde doğru bir şekilde yerine getirilmediği takdirde, örgütün yetişkin kadın ve genç kız kitlelerini kucaklaması ve kitlesel bir kadın örgütü olması olanaksızdır.
İkincisi, emekçi kadın örgütünün platformunun çıkış noktasını ve en önemli iki yönünden birini, kadınların hak eşitliği ve ezilen cins olmanın emekçi kadın kesimlerinin yaşamında yol açtığı zorluklarla ilgili taleplerin oluşturulması gerekmekle birlikte, bu zorluk ve talepler, kendi alanının sınırları içinde çözülemez ve elde edilemezler. Kadın sorunu (hak eşitliği) ve emekçi kadın sorunları ancak, ülkedeki demokrasi (politik mücadele) mücadelesinin bir parçası, yönü ve talebi haline getirildiği oranda çözüm yoluna girebilir, işçi sınıfı, kadın sorununu kendi demokrasi ve özgürlük mücadelesi programının bir parçası olarak ele almak zorunda olduğu gibi; emekçi kadın kitleleri ve onların içinde örgütlendiği kadın örgütü de kendi sorun ve taleplerini, işçi ve emekçi sınıfların talepleriyle birleştirmek; bu sınıf ve tabakalarla birlikte demokrasi mücadelesi içinde olmak zorundadır. Kadın örgütü, kadın olduğu kadar emekçi ve demokratik bir örgüttür; platformu ve eyleminin temel iki köşe taşı ve yönünden bir diğeri de, emekçi sınıflarla birleşmesinde; cins eşitliği mücadelesini, demokrasi ve özgürlük mücadelesiyle birleştirmesinde dile gelir.
Emekçi kadın mücadelesinin ve onun örgütünün platformu ve eyleminin içeriğini esasta burada iki noktada ortaya konulan talepler karakterize eder. Fakat eğer başarıya ulaşılacaksa, geçmişte olanın aksine, bu formülasyonlar (bunlar, başka biçimlerde de formüle edilebilir), örgüte gelenin okuyup “anlayacağı” ve “kabul edeceği” klişeler olarak ele alınmamalıdır. Bu platform, günlük akış içinde, kadın çalışmasının ve emekçi kadınların her günkü eyleminin yönünü çizen ve somut görevlerini veren bir platformu olmalıdır.
Günlük sınıf ilişkileri ve yaşamın gelişme seyri ile bu platform ve taleplerinin her gün gösterdiği özellikler doğru ve o günün gereklerine uygun kavranamadığında, kadın örgütünün gerçek bir örgüt olarak kurulabilmesi veya örgütün gerçek bir örgüt haline gelmesi olanaksızdır. Bu kavranmadığında, “devrimci demokrasicilik” adına kadın kitlelerinden kopma veya “kadın örgütü” olma adına ilkel bir “kadıncı”lık sınırında durgunlaşma açık ki kaçınılamaz olur.
Yukarıda, giderek acilleşen emekçi kadın örgütü ihtiyacından özellikle söz edilmişti. Eğer bu ihtiyaç başarıyla karşılanacaksa, ilk altı çizilmesi gereken “özel dikkat” noktalarından birinin, kadın örgütünün platformunun ele alınışında; bu platformun, kadınlar arasındaki günlük çalışmada ve kadın örgütlenmesinin her günkü çağrı ve eyleminde oynadığı rolde dile geldiğini unutmamak gerekir. Bu unutulduğunda, bir ihtiyaç olduğu giderek daha açık görülen ve bu ihtiyacı karşılama yeteneği bulunan bir kadın örgütü kurmak kesinlikle olanaksızdır.

CİNSLER ARASINDAKİ EŞİTLİK VE GÜNDELİK AJİTASYON
Kadın sorununun çözümünün, nasıl ve narımı tarihsel süreçte başarılabileceği bir yana; bu sorunun, erkek ve kadının toplumsal olarak eşit hale geldiği koşullarda sorun olmaktan çıkacağını söyleyebiliriz. Durum böyle olunca, hukuksal olarak hangi “eşitlik düzenlemeleri” sağlanırsa sağlansın, sermaye egemenliği koşullarında, bu sorunun gerçek bir çözümü olanaksızdır.
Kadın ve erkek cinslerin hukuksal ve toplumsal olarak eşitliği… Kadının, toplumda erkekle eşit bir statü ve pozisyon kazanması; toplumsal hayatın bütün yönlerinde erkekle fiilen eşit rol oynar hale gelmesi… Kadın sorununun özü budur ve bu, gerçek içeriği ile anlaşılamadığı zaman, ne kadar istek duyulursa duyulsun ve ne kadar çaba harcanırsa harcansın, örgütlenmesinde ve kurtuluş mücadelesinde emekçi kadına herhangi bir yardımda bulunmak bir hayaldir.
Bu gerçek, genelde kabul edilmesine karşın; kadınların örgütlenmesinin başarısızlığa uğramasının en önemli nedenlerinden biri de, herkesçe kabul edilen ve istekle savunulan bu gerçeğin özünün görülememesinde dile geliyor. Eşitlik sorunu, gerçek özü ve içeriği ile anlaşılmadığı içindir ki; kadınlar arasındaki ajitasyon, emekçi kadının güvenini sarsacak bir terslik göstermekte; olguları baş aşağı çevirdiği gibi, örgütü tecrit eden bir özellik de kazanmaktadır.
Kadın sorunu, kadın cinsiyle erkek cinsi arasındaki eşitlik sorunudur. Oysa bu eşitliğin, pratik çalışma ve ajitasyon söz konusu olduğunda, yanlış bir şekilde hemen, belli bir kadınla belli bir erkek arasındaki “eşitlik”; yani emekçi aile içinde erkek ve kadın arasındaki ilişkilerde (ve günlük yükümlülüklerde) “eşitlik” özelliği kazanıyor. (Kadının toplumsal olarak fiili eşit bir statü kazanmasının temel belirtisi, ev ve mutfak işlerinin ve çocuk bakımı vs. işlerinin toplumsal bir iş haline gelmesi ve toplum tarafından karşılanır olmasıdır. Gündelik ajitasyonda, bu çoğu durumda baş aşağı dönmekte, cins eşitliği ev işlerinin eşler arasında eşit olarak bölüşülmesi ve geleneksel olarak kadın işi olarak bilinen işlerin eşit paylaşımı biçimine bürünmektedir. Bu ilkel bir yanlıştır; ve ancak, ailesizlik dayatılmış olan ve bin bir sıkıntı içinde bulunan ailenin ve kadının boğulması rolünü oynayabilir. Ayrıca emekçi kadın sorununun burada, niyet ne olursa olsun emekçi erkeğe karşı mücadele sorunu özelliği kazanması kaçınılmazdır.) Cinsler arasında toplumsal olarak sağlanması gereken eşitlik, hiç girmemesi gereken alana sokuluyor; böylece de aslında, toplumsal olarak sağlanması gereken eşitlik mücadelesi yön değiştiriyor; sınıfsal mücadeleye bağlanması ve amacına ulaşması olanaksız hale geliyor.
Şu artık görülmelidir: Cinsler arasında, toplumsal olarak sağlanması gereken eşitliğin, birey kadınla birey erkek arasındaki “eşit” ilişki olarak ele alınması, en basit anlamıyla emekçi kadınları, emekçi erkek kesimleriyle (hem aile içinde ve hem de toplum içinde) mücadeleye yöneltmek anlamına gelir. Kadıncı ve feminist akımların “çözümü”nü desteklemek ve sermayenin aileyi “liberalleştirme” eğilimindeki “liberal” kesimlerinin gelenekçi burjuva aileye yönelttiği sözde “eleştiri” sınırında durmak. Eşitlik sorununu, toplumsal alandan alıp, aile içi kadın erkek ilişkisine koymanın anlamı, çok önemli başka şeylerin (aşkı tümden olanaksızlaştırma ve inkârın) yanı sıra, işte bunlarda dile gelir.
Burjuva liberalleri, kadıncı hareketler ve feminizmin çeşitli türleri, kadın hareketini salt kadın “sorunu”nda sınırlayıp, erkek cinsle “rekabet’e mahkûm ederek güdükleştirir. Bunların sözde “çözüm”leri, kadınların elde edecekleri birtakım hukuksal “eşitlikler”le, kapitalizm ve sınıflara bölünmenin egemen olduğu ve bunların “ahlaki” görüldüğü bugünkü toplum içindedir. Hal böyle olunca, bu akımların çizgi ve tutumundan gerçekten ve pratik olarak ayrılmayı başaramamış bir çizgi ve tutum ve sağlam bir kavrayış temeline oturmamış bir propaganda ve ajitasyon çalışması emekçi kadın hareketi için bir yıkım olur.
Cins eşitliğini burada verilen biçimde ele almanın sonuçları görülemez midir? Bu mutlaka görülmelidir; zira bu yanlışın en önemli sonuçlarından biri, kadın hareketinin, işçi ve emekçi hareketiyle bağlantısı ve ortak mücadelenin bütün olanağının bitirilmesi; hareketin liberal kadıncı, feminist bir hareket olmaya teşvik edilmesi demektir. Ki bu, herhalde istenmeyen bir şey olmalıdır.
Kadın erkek eşitliğini, eşler arasındaki ilişkilerdeki “eşitlik” olarak ele almanın sonucu, sadece bu söylenenlerle sınırlı değildir; bunlarla doğrudan ilgili olmakla birlikte bunun daha özel sonuçları da vardır ki bunlar da hayati önemdedir. Sorunun önemi, kendiliğinden anlaşılabilir. Birey kadın ile birey erkek (aile) arasında “eşitlik” koşulu, aşkı baltalamak anlamına gelir; emekçi aileye dayatılmış ailesizliği, aşkı sözde “eşitlik” adına baltalayarak ve öldürerek kabullenmekten başka bir rol oynamaz. Bu aslında, kadıncı akımların ve feministlerin savunduğu; sermayenin de, gelenekçi ailenin çözülme belirtisi gösterdiği yerde gündeme sürdüğü sözde “çözüm”den başka bir şey değildir. (Eşitlik sorununu böyle ele almamız, açık ki kadının, toplumda ve aile içinde verdiği işi ve yeri kabullenme, doğru, meşru ve ahlaki görme anlamına gelmez. Aksine, kadının pozisyonunun değişimi ve ezilmişlikten kurtuluşu mücadelesi sorununu böyle koyduğumuzda, gerçek temelini bulacak, daha da güçlenecektir. Öte yandan “eşitlik” bir sözleşme, bir ölçüdür; bir anlamıyla “sen şu kadarsa ben bu kadar” kategorisidir. Aşk denilen şey ise, “eşitlik”in bittiği yerde başlar. Aşkın, olanaklı biçimiyle daha çok emekçi ve proleter ailelerde görülmesi, eşler arasına “eşitlik”in en az girmesindedir.)
Kadının erkek karşısındaki toplumsal olarak eşitliği (fiili eşitlik), toplumdaki kadın sorununu kuşkusuz ortadan kaldırır; aynı zamanda, eş seçiminde asli faktörlerin rolünü güçlendirir, belli kadın ile erkek arasındaki aşkın varolma, güçlenme, kendini sınama ve yenileme olanağı bulmasının koşullarını genişletir ve yeniden oluşturur vs. Ama bu, birey kadınla birey erkek (aile) arasındaki ilişkinin “eşitliğe” dayanması (hak eşitliği, hukuksal ve toplumsal olarak fiili eşitlikten başka bir şey) olmadığı gibi; aile içi yaşam ve temeli olması gereken aşk ilişkisi de “eşitlik” temeli üzerine oturmaz. Aşkın üzerinde şekillendiği ve gelişme olanağı bulduğu temel, “eşitlik” değil, özgürlüktür. Öte yandan, sermaye egemenliği altında özgürlüğün olanaksız olması, kadın ve erkek bireylerin aralarındaki aile ilişkisini, “eşitlik” esası üzerinde şekillendirmeleri ve bunun “doğru” görülmesi anlamına gelmez.
Marksistler, kadın sorununu, kadın cinsinin hak eşitliği ve toplumda fiilen erkekten ayrı olmayan bir yer tutması sorunu olarak gördükleri gibi, kadınların kurtuluş mücadelesinin ancak, işçi ve emekçi hareketine bağlandığı oranda başarı kazanacağını söylerler. Ayrıca, emekçiler arasında eş seçimi ve aile ilişkisinin, “eşitlik” üzerinde, bir “eşitlik” ilişkisi olarak “gelişmesi” için ajitasyon yürütmezler; aksine onlar, kadın ve erkek arasında paylaşma ve dayanışma duygularının gelişmesini teşvik ederler; bunun gerçek olmasının olabilir en iyi yolunu da, onların toplumsal ve politik yaşama ailece katılmalarında bulurlar.
Kadın sorununun, aslında emekçi kadın sorunu; kadın cinsinin erkek cinse karşı mücadelesinin bir sonucu olarak değil, emekçi kadın ve erkeğin sermayeye karşı birlikte mücadelesiyle çözülecek bir sorun olduğu dikkate alındığında, eşitlik ve kadın sorunu arasındaki ilişki aşk ve aile sorunları nedeniyle de önem taşır. Sermaye düzeni, aile oluşumunu ve birey kadın ve erkeğin eş seçimini, her ne kadar ikincil faktörlere dayandırsa bile, bu faktörler genç emekçi kitleler ve proleter aileler arasında, etkilerini sınırlanarak gösterirler. Kadının ezilen cins olmasından yola çıkarak; sözde kadın sorunu adına, birey kadın ve erkek ve aile arasındaki ilişkilere, kendisi de kapitalist ve yarın da kapitalist kalıntısı olacak olan “eşitlik ilkesi”nin yön vermesi propagandası yapılmaz. Emekçi aileler ve genç emekçi kuşaklar arasında, aile yaşamı bakımından yapılacak propaganda ancak, paylaşma, dayanışma, toplumsal politik hayata ortak katılış ve mücadelenin değerleri vs. olabilir. (Emekçiler arasındaki propagandada, yanlışlar ve eşlerini birbirine karşı kışkırtan ve pazarlığa sokma anlamına gelen çağrılar öyle ileri götürülüyor ki, sanki sermayenin suçu yok ve kadının aile ve ev içindeki çaresizliklerinin bütün sorumluluğu eşinin üzerindedir. Bu, üçüncü biri olarak aile içine burnunu sokmasın diye mücadele ettiğimiz devletle aynı paralele düşmek kadar gericidir. Erkek emekçilerin, eşlerinin cins eşitliği mücadelesine katılacak ve onların toplumda kendinden daha fazla saygın bir yer sahibi olmasını yürekten isteyecek değer ve sağduyuya sahip kişiler olduğuna, bunda herhangi bir yanılgı payı aramamak gerektiğine baştan güven duymak gerekir.) Emekçi kitlelerine reva görülen ailesizliğe karşı mücadele ve kadının ailedeki kötü durumuna karşı mücadele, ancak bu alanda verilebileceği gibi; kadınların uyanışı, hareketin emekçi temelde gelişmesi ve halk hareketine bağlanması da ancak bu yoldan başarılabilir. Aile yaşamını ve aşkı, bireylerin karşılıklı “eşitliği” ile koşullu kılmak, kadının köleliğini bir tür savunmak da demektir.
Sol akımların, kadın sorununa yaklaşımlarını ve emekçi kadın kitleleri arasında yürüttükleri “ajitasyonu” irdelediğimizde, bu sorunlar üzerinde ciddi zaaflar içinde olduklarını ve esasta kendilerini, marjinal “sosyal” tabakalar dışındaki geniş kitlelerden tecrit eden bir “çalışma” yaptıklarını görmemiz hiç de zor değildir. Solun bu durumundan ve geçmiş çalışmadan ders çıkarmak elbette ki zorunludur. Kadın ve erkek arasındaki eşitlik sorunundaki geleneksel ele alıştan kurtulmak ve sorunu doğru, özüne uygun kavramak hayati önem arz eder. Bunun nedenleri, yukarıda temel yönleriyle konulmuştur. Burada görevimizin, emekçi kadın ve erkeği “eşitlik” adı altında birbirine karşı kışkırtmak değil; aralarında paylaşma ve dayanışma duygularının ve sermayeye karşı ortak mücadele anlayışının gelişmesini teşvik etmek ve bunu örgütlemektir. Kadınlar arasındaki çalışmada, yeni ileri bir adım atarken; eğer başarı kazanmak istiyorsak, altını çizmemiz, öğretici dersler almamız gereken önemli dikkat noktalarından biri de işte buradadır. Bu sorunun; yani kadın sorununda kaymalara vesile yapılan eşitlik sorununun doğru anlaşılması, ileri bir adım atmanın olanaklarını baştan kaybetmemek için özellikle zorunludur.

ÖRGÜTLENME ÇİZGİSİ VE ÇİZGİDE TUTARLILIK
Kadınların örgütlenmeliyle ilgili olarak, belirlenmiş, tutarlı bir örgütlenme çizgisine sahip olmayı ve bu çizgide ısrar etmeyi de göz ardı etmemek gerekiyor. Yukarıda ele alınmış olan sorunlar kuşkusuz, kadınların uyanışı ve örgütlenmesindeki önemli sorunlardır. Fakat çalışmanın doğru bir temele oturtulması ve kitlesel bir emekçi kadın örgütüne ulaşılabilmesi için; kadınlar arasındaki çalışmanın ve kadın hareketinin karakteri, içeriği ve hedefleri vb. ile ilgili olan sorunların doğru ele alınışı, yetmez. Çalışma ve örgütlenme sorununda da, dikkat noktaları belirlemek, bunları işin ölçüsü yapmak da gerekmektedir.
Öncelikle bilinmelidir ki, kadın örgütü devrimci veya Marksist kadınların örgütü değildir. Devrimci ve Marksist kadınların katılmasının önünde bir engel bulunmamasına karşın, kadın örgütü emekçi kadın kitlelerinin örgütüdür. Türkiye’de, kadın örgütü denildiğinde, bu örgüte bütün devrimci, Marksist ve partili kadınların mutlak katılmaları; bu örgütleri kendi, daha çok da kendi “devrimci örgütleri”nin “örgütleri” haline getirerek (EKB dönemleri ve her “devrimci” örgütün kurduğu kadın örgütlerinin acı sonları unutulamaz) kitlelerden koparmaları ve yıkıma sürüklenmeleri neredeyse bir gelenektir.
Geçmişteki çalışma ve deneylerin olumlu yanları benimsenirken, olumsuz yönleri görmezden gelinemez. Kadınların bulundukları ve çalıştıkları birim ve alanlarda (mahalle, fabrika ve İşyeri vs.) çalışan devrimci ve partili kadınlar, bu birim ve alanlardaki kadın çalışmasının başlangıçtaki yürütücüleri ve katılımcıları (sorumlu olarak görevlendirilmişlerin dışındakiler, çalışmanın öteki yönleri üzerine aldıkları parti görevlerini aksatmamalı) olmalıdırlar. Ne var ki, oradaki kadın grubu, bu devrimci kadın ve genç kızların örgütü olarak şekillenmemeli; tam aksine, yürütülen çalışma sonucunda çalışmaya ve örgütlenmeye katılmış düz emekçi kadınların örgütleri olarak şekillenmelidir.
Burada, gözden kaçmaması ve dikkat edilmesi gereken şey bellidir: İlkin, devrimci ve partili kadınlardan özel görevli olanların dışındakiler, sözgelimi sendikadaki, işyerindeki ve semtteki parti görevini aksatmadan ve sorumlulukla sürdürmeli; kadın örgütüne bir kadın emekçi üye olarak katılmalıdır. İkincisi, kadın örgütü, örgütün dayanması gereken birimlerdeki (fabrika, işyeri, okul, mahalle vs.) devrimci, Marksist ve partili kadın ve genç kızların örgütü değil, genç ve yetişkin geniş uyanan kadın işçi ve emekçilerin gruplar halinde örgütlendikleri, eğitim gördükleri ve eyleme girdikleri bir örgüt olmalıdır. Ayrıca emekçi kadın örgütünün, işçi ve emekçi kadınların fabrika ve işyerindeki sendikalardan, ev kadınlarının mahalledeki halk örgütlerinden ve genç kızların gençlik örgütleri vs. den kopmalarına yol açan, bu örgütlerin yerini alan bir örgüt değil, tam aksine onların bu örgütlere ve partilerine daha aktif, enerjik ve ileriden katılmayı öğrendikleri bir örgüt olduğu da unutulmamalıdır.
Genel olarak örgütsel çalışmanın ve emekçi kadın örgütlenmesinin zengin tarihi deneyimi bir yana; yakın dönemlerin olguları bile gösteriyor ki, kitlelerin örgütlenmesi ve örgütlerini girişkenlikle yönetmesi karşısındaki tutumun bir ifadesi de olan çalışma ve örgütlenmenin gelişme çizgisi ve izlediği rota vs. de önemlidir. Kadın örgütünün nerelere dayanacağı, çalışmanın nasıl gelişeceği, örgütün gelişme ve merkezleşmesinin nasıl bir yol izleyeceğinden söz ediyoruz.
Emekçi kadın örgütü de, bütün öteki devrimci örgütler ve işçi ve emekçi kitle örgütleri gibi, belli birimlerde kurulan örgütlere dayanabilir. “Dernekçilik” geleneği (bir yönetim ve çevresinde örgütsüz, birimlerden, düzenli birim görevlerinden bağımsız dernekçi bir yığın) köklüdür; bu nedenle de örgütün belirli birim temeline dayanmasına özel dikkat göstermek gerekmektedir.
Kadınların çalıştığı fabrikalar başta olmak üzere atölyeler, işyerleri, sendikalar, mahalleler, okullar ve üniversiteler; buralarda oluşmuş ve oluşacak olan emekçi kadın ve genç (işçi, işsiz, öğrenci) kız grup (bir birimde çok grup olduğunda aynı zamanda bunları merkezleştiren komiteler) ve örgütleri… Kadın örgütünün birimleri; yani temel çalışma ve örgütlenme alanları, bütün dikkatini toplayarak çalıştıracağı; çalışmada ve eylemin örgütlenmesinde dayanacağı örgütler bunlardır. Emekçi kadın örgütü, eğer gerçek bir kitle örgütü ve aynı zamanda gerçek bir mücadele aracı olacakça: bir “kitle” oluşturan ve bir birime bağlanma koşulu bulunmayan “sol” kadın çevreleri içinde boğulmaktan kaçınmayı, çalışma ve örgütlenmesini burada sayılan birimler temeline oturtmayı başarmak zorundadır. Aksi takdirde, emekçi kadının benimseyeceği; kitlesel katılarak kitleselleştireceği bir kadın örgütü kurmak olanaksızdır.
Çalışma ve hareketin gelişme seyri, bilindiği gibi pek çok yönüyle bizim irademizin dışındaki faktörlerce belirlenir. Burada sorun, bu irade dışı faktörlerin gelişim seyrini iyi izleme sorunudur. Örgütün merkezileşmesinin alacağı biçim ve izleyeceği rotanın, nispeten başka etkenlerle, nispeten de iyi izlenmesi gereken bu irade dışı faktörlerle ilgili biri olduğu ise, bir sır değildir.
Geçmişte pek çok nedenle, bu çalışma ve örgütün merkezleşmesi sorununa yanlış yaklaşılmış ve sonuçta da yanlış bir yol izlenmiştir. Bunun tartışılmasının yeri burası değil. Taşıdıkları önem nedeniyle şunları vurgulamak daha gerekli. Çalışma her zaman, yukarıda verilen temel birim ve alanlara yönelmeli; emekçi kadın kitleleri arasındaki faaliyet her zaman temel ve en önemli çalışma olarak görülmelidir. “Genel çalışma”dan kaçınmak gerektiği gibi; merkezi veya nispeten merkezileşen (bugünkü haliyle deney alışverişi, materyal hazırlığı vs.) ve emekçi kadın fonksiyonerler arasında yapılan (eğitim çalışması) bütün çalışmanın kiüeler arasında yürütülen, uyandırma, aydınlatma ve örgütleme çalışmasının ihtiyaçlarına bağlanarak yürütülmesi de güvenceye alınmalıdır. (Kadın görevlilerden söz etmemiz, kadın çalışması ve emekçi kadının örgütlenmesine yardım sorununda erkek kişilerin görev alamayacağı anlamına gelmez. Burada, sorunun tabiatı ve tipik olan üzerinden gittik. Erkek görevliler, Kadın örgütü içinde yer almamalı, ama gereken her yerde kadın çalışmasına katılmalıdırlar.)
Öte yandan, çalışmanın merkezleşmesi (konuya ilgi gösterme -bu merkezi olmalıdır- ile değil, örgütlenmesi ile ilgili) derecesi hareketin ve örgütlenmesinin merkezleşmesinin seyri ve gelişme derecesiyle bağlıdır ve örgütün merkezleşmesindeki gelişmenin bir adım önünde gitmelidir. Kadın örgütünün merkezleşmesindeki adımlar, daha önce yanlış bir şekilde tersinden atılmıştır; yeni bir başlangıç yaparken bu yanlıştan mutlaka kaçınılmalıdır.
Bir kitle örgütünün merkezileşmesi, her zaman kitlelerin hareketlenme derecesi ve yerel örgütlenmenin gelişmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Örgütün merkezileşmesinin amacı, tabanda örgütlenmiş olan kitlelerin yaşam, irade ve eylemini birleştirmekten başka bir şey değildir ve bütün anlayış ve pratiğimiz, buna uygun olarak gözden geçirilmek, arındırılmak zorundadır. Ayrıca, özellikle büyük kentlerde, merkezileşme deyince ilk akla gelen, hemen il düzeyinde merkezileşme olmaktadır ki, bu yanlıştır, açıkça düzeltilmesi gerekmektedir.
Büyük kentler, adeta bir ülke gibidir; bu nedenle de, kadın örgütünün bu iller düzeyindeki merkezileşmesi çok değişik yollar izleyebilir. Temel önemi birim çalışmasına verirken, merkezileşmeyi ilçeler düzeyinde ele alma zorunluluğu… Büyük kentlerin bugün bize dayattığı zorunluluk budur. Ve kadın örgütü, eğer gerçek bir kitle örgütü olacaksa; birim temeline oturması esas olmakla birlikte, her biri özgün yerel renklere sahip olan ilçelerin yerel özellikleriyle de yoğrulmak; bunu başarmak için de (her biri büyük bir il olan) ilçe düzeyindeki merkezileşme üzerinden gelişmek ve örgütlenmek zorundadır.
Öte yandan şu da önemlidir ki, kadın örgütünün dayanacağı taban örgütleri içinde ve çalışmayı yürütüp merkezileştiren emekçi kadın görevliler arasında, düzenli politik eğitim yapma asla ihmal edilemez. Zira bu ihmal edildiğinde, emekçi kadın kitlelerinin uyanışının öne sürdüğü ileri kadınlar, çalışmayı örgütleyecek, örgütü yönetecek asgari formasyonu kazanamazlar. Ki bu gerçekte, emekçi kadın kitlesinin, örgütü kendi örgütü olarak benimsemesinin zorlaşması, örgütte geleneksel “solcu” kadın örgütü havasının, anlayış ve pratiğinin egemen olması ve kitlelerden hızla kopması demektir. Emekçi kadın karşısındaki sorumluluk asla unutulmamalı; parti organları çalışmanın öteki yönlerini olduğu gibi, eğitim yönünü de özenle gözetmelidir.

SONUÇ
Örgütlenme ile ilgili olarak daha pek çok şey söylenebilir. Fakat buna bir gerek bulunmamaktadır. Zira kadınların örgütlenmeleri, özgün yönleri bir yana bırakılırsa (ki önemli olanlarına değinilmiştir), genel olarak örgütlenme sorunlarıyla fazlaca bir farklılık göstermez. Örgütte demokrasi ve merkeziyetçilik ve sorunları örgüte mal etme çizgisi gibi sorunlar ve kitle çalışmasının öteki sorunları üzerine ayrıca ne söylenebilir? Açık ki, örgüt çalışmasının materyalleri, kadınlar arasında çalışan ve çalışmak isteyen her kişiye yardım edebilir durumdadır. Dolayısıyla da bugün sorun, şunu veya bunu “tartışma” sorunu değil bir ucundan da olsa işi sıkıca tutma sorunudur.
Burada sadece şunu söyleyerek son verelim: Ülke seçim ortamında ve sermaye partilerinden kopuşu en derin olan ve en fazla öfke duyan kesimlerin başında emekçi kadınlar gelmektedir. Kendi ağır sorunlarına duyduğu tepki ile yetiştirdiği yeni kuşakların yaşadığı baskıya karşı artan nefreti ve geleceğine duyduğu endişeli ilgi ile emekçi kadın tabakaları, örgütlenmeye bugün her zamankinden fazla ihtiyaç duydukları bir konumda bulunmaktadırlar. Şu seçim dönemi bile, kadınların örgütlenmesinde ileri bir adım için yeterli olabilir.

Şubat 1999

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑