Kürt hareketinin karşı karşıya bulunduğu tehditler ve ulusal eşitlik için mücadele

Kürt sorunu, Türkiye’nin ekonomik, politik, askeri ve diğer sorunlarının söz konusu edildiği hemen tüm toplantı ve tartışmalarda, şu ya da bu yanıyla ana gündem maddelerinden biri olmaya devam ediyor. Kürtlere yönelik baskı politikasının devamı nedeniyle, sorun, Türkiye gericiliğinin en önemli açmazlarından biri durumunda. Türkiye’nin ve Kürtlerin yaşadıkları toprakların stratejik önemi nedeniyle de uluslararası ve bölgesel düzeyde politikaların bir unsurunu oluşturuyor. İçeride işçi ve halk hareketinin karşı karşıya bulunduğu sorunlar, bu sorunların devrimci çözümü için zorunlu olan emekçi hareketinin bağımsız gelişimi ve burjuva ve emperyalist saldırılara karşı mücadelenin izleyeceği rota bakımından da “Kürtlerin durumu” büyük bir öneme sahip.
Ancak, son aylarda ve özellikle Türkiye’nin AB’ye “aday üyeliğine” kabulü sonrasında, bu sorunun saptırılması üzerinden Kürt yoksullarının aldatılması, işçi- emekçi hareketinin ezilmesi, beklentiye sürüklenmesi ve bağımsız gelişiminin engellenmesi yönündeki gerici çabalar yoğunluk kazandı. İster dolaysız biçimde burjuva kampınca sürdürülen girişimler, isterse “Kürtlerin taleplerini savunma” iddiasıyla halkın istemlerinin burjuvazi yararına istismar edilmesiyle olsun, bu girişimlerin yoğunluk kazanmasının tek ve dönemsel nedeni, Kürt reformcu-milliyetçi hareketinin, içinde bulunduğu açmaza daha fazla dayanamayarak, “silahlı mücadele”yi bıraktığını, işbirlikçi burjuvazi ve emperyalistlerle birlikte “sorunu çözeceklerini” ilan etmesidir.
Kürt sorunu, şimdi hem burjuvazi ve devlet, hem de Kürt burjuva reformistleri tarafından, Kürt işçi ve emekçileriyle tüm milliyetlerden Türkiye emekçilerine karşı ve sorunun istismarı temelinde daha etkin biçimde kullanılmak isteniyor. Türkiye gericiliği, halk kitlelerine yönelik propagandada, devletin gücünü öne çıkararak, mücadeleyle hiçbir sorunun çözülemeyeceği fikrine, “bölücü terör hareketinin on beş yıllık silahlı eylemleri”nin sonuçları üzerinden inandırıcılık kazandırmaya çalışıyor, Kürtlerin varlığı ve haklarının reddi politikasında ısrarla, bölgede ekonomik ve kimi sosyal-kültürel sorunların iyileştirilmesiyle sorunun gündemden kalkacağı propagandası yürütüyor, Kürt sorununu PKK sorunu kapsamına çekerek, sorunun ekonomik, sosyal-siyasal ve kültürel boyutlarının üzerini örtüyor, bu gerici politikayı güçlendirmek üzere, son yirmi yılda yoğunluk kazanmış saldırı politikasının halk üzerindeki olumsuz etkilerinden yararlanmak istiyor.
Kürt ve Türk reformcu ve liberal çevreleri de, sorunun çözümünün ABD ve AB üyesi ülkelerin inisiyatifi ve girişimine bağlı hale geldiğini ileri sürerek, dünyada önemli değişimlerin meydana geldiğini, Türkiye’nin AB’ye aday üyeliğiyle “Batı demokrasisi normlarının Türkiye’de de uygulanacağını, ülkenin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünün olanaklı hale geldiğini ve artık silahla, mücadeleyle bir yere varılamayacağının anlaşıldığını” propaganda ediyorlar. Yeni olmayan ve “küreselleşme” demagojisi kapsamında zaten yürütülen bu propaganda, Türkiye’nin AB “aday üyeliği”ne alınması kararı ve PKK’nin Batı emperyalistleri ve Türkiye gericiliğiyle işbirliği politikasını açıktan ilan ederek, sistemle ilişkilerini yenileme ve geliştirme yolunda daha ileri adımlar atmasıyla yoğunluk kazandı.
Bu gelişmelerin, Kürt emekçileri başta olmak üzere Türkiye’nin tüm milliyetlerinden işçi ve emekçilerini ve emekçi hareketini şu ya da bu biçimde tehdit ettiği kuşkusuzdur. Ekonomik-sosyal gelişme burjuvazi ve gericiliğin politikalarını geçersiz kılacak maddi güçlerin birikimini artırır ve açmazlarını derinleştirirken, burjuvazi, buna karşı güçlerini seferber ederek, halkın içinde bulunduğu dağınıklık, bilinç ve örgütlenme düzeyinin geriliği, baskı ve saldırıların yol açtığı de-moralizasyon vb. gibi etkenleri kullanma yoluyla, emekçi mücadelesinin gelişimini engellemeye çalışıyor. Burjuva, küçük burjuva reformcu ve liberal kesimler ise Kürtlerin taleplerini en geri düzeye çekerek, işbirlikçi gericiliğin politikalarına güç veriyorlar.
Halk kitlelerinin mücadelesini ilerletecek bir tutumda ısrar, bu nedenle bugün çok daha fazla önem kazanmıştır. Sorunun doğru ele alınışı, Kürtlerin taleplerinin kararlılıkla savunulması, mücadelenin geliştirilmesi için araç ve mevzilerin verimli biçimde kullanılması, vb. sorunun, yukarıda değinilen yanlarıyla daha geniş biçimde ele alınmasını zorunlu kılıyor.

KÜRT SORUNU BÜTÜN SINIFLARIN POLİTİK GÜNDEMİNDE ÖNEMLİ BİR YER TUTUYOR
Kürt varlığının reddedilmesi ve Kürtlerin baskıyla ulusal haklarından yoksun tutulmalarından kaynaklanan Kürt sorunu, işbirlikçi Türkiye gericiliğinin en önemli açmazlarından biri olmaya devam ediyor. Kürt sorununun ülkede, bölgede ve bir yanıyla da uluslararası alanda “gündemdeki sorun” olması, toplumsal temele ve sosyal sınıf dayanağına sahip, sosyal-siyasal sorunların yok sayılarak, baskı ve zorla gündemden düşürülmesinin olanaklı olmadığını gösteriyor. Bütün diğer toplumsal sorunları olduğu gibi, bu sorunu da her sınıf ve kesim kendi çıkarları ve dünya görüşü doğrultusunda, yakın ve uzak hedeflerine bağlı olarak gündemine alıyor, ya da almak zorunda kalıyor.
İşbirlikçi Türkiye gericiliği, Kürt varlığını ve Kürtlerin haklarını inkâr politikasını sürdürüyor, eşitlik talebine cevap veriyor ve Kürt toplumunun bağımsız gelişmesine emperyalist burjuvaziyle birlikte müdahaleye devam ediyor. Temel politikası baskı ve inkâr.
Kürt İşçi ve emekçileri ise, burjuvazinin inkâra ve baskıya dayalı politikasının bir an önce son bulmasını istiyorlar. Bunun kendiliğinden, egemen sınıfların demokratik hakları tanıması ya da emperyalist gericiliğin girişimiyle gerçekleşmeyeceğini onlarca yıllık süreç içinde öğrendiler. Kürt gericiliğinin ve Kürt burjuva reformcu kesimlerinin bugüne kadar izledikleri çizgi Kürtlere en küçük bir hak kazandırmadı. Bu kesimler bugün de, sözde sorunun çözümü için çeşitli taktikler geliştiriyorlar. Türk gericiliği ve emperyalistlerle ilişkilerini bir biçimde yenileyerek, emekçi sınıflar karşısındaki konumlarını güçlendirmeye de hizmet eden bu “siyasal taktik”lerin Kürtlerin özgürlüğüne değil, bağımlılık ilişkilerinin güçlenmesine hizmet ettiği daha fazla açıklık kazanmış bulunuyor. Kapitalist gelişme, başka sonuçlarının yanı sıra ulusal baskı ve eşitsizliğe karşı uyanışa ivme kazanmıştır. Kürt emekçi sınıflarının ulusal taleplerle kendi sınıf taleplerini birleştirerek mücadele alanına çıkmalarının olanakları daha fazla genişlemiştir. Kanla bastırılmış olmalarına karşın, Kürt “başkaldırıları” toplumsal bir etki, gözden geçirilmesi zorunlu bir miras ve direniş düşüncesi de bıraktılar. Sorun, bütün toplumsal sınıfların gündeminde önemli bir yer tutmaya devam ediyor. Kürt emekçileri bütün bunlardan öğrenecek, çıkarılan sonuçlardan yararlanarak örgütlenme ve mücadelelerini sürdüreceklerdir.

KÜRT HAREKETİ, İÇ VE ULUSLARARASI GELİŞMELERE BAĞLI BİR DEĞİŞİM İÇİNDEDİR
Kapitalist gelişme ve ezilen halkların emperyalizm ve emperyalist sömürgecilikten kurtuluş hareketinin ivme kazanması Kürt uyanışını teşvik etmekle birlikte, emperyalizme bağımlı kapitalizmin Türkiye topraklarındaki gelişimi ve feodalizmin çözülmesinin Kürt toplumu bakımından daha sancılı ve geriden gelen bir seyir izlemesi, Kürt uluslaşması ve Kürtlerin hak eşitliği talebiyle harekete geçmesinin nispeten geç bir zamanda gündeme gelmesini ya da daha sancılı yaşanmasını nedenleyen etkenler arasındaydı. Bağımlılık, parçalı ve kapalı ekonomik durum ve aşiret, örgütlenmesinin ağırlık taşıdığı toplumsal yapı, hareketi geriliğe ve istikrarsızlığa mahkûm hale getiriyordu. Bu durum, 1920–1937 yılları arasında ortaya çıkan tüm Kürt “başkaldırılarını doğrudan etkiledi. İç toplumsal dinamiklerin bağımsız gelişmesinin mali sermaye ve emperyalizm engeline takıldığı, feodal parçalı ve kapalı ekonomik yapının, aşiret ve mezhep temelindeki bölünmüşlüğün ulusal hareketi daha baştan sakatladığı koşullarda ortaya çıkan feodal burjuva önderlikli hareketler, bu etkenler altında yenilgiyle sonuçlandılar.
Ancak söz konusu ekonomik-sosyal “nesnellik” bununla sınırlı değildi. Kapitalizmin tekelci aşamaya evrildiği, sermayenin ve ticaretin uluslararasılaştığı ve tek tek ülkelerin ekonomisinin emperyalist dünya ekonomisi zincirine bağlandığı koşullarda ulusal sorunun emperyalist baskı ve sömürgecilikten kurtuluş sorununa genişlemesi, siyasal bağımsızlığını elde etmede geç kalmış ulusları yeni engellerle karşı karşıya getiriyordu. Çok uluslu ve bağımlı ülkelerde kapitalizmin “ağır aksak” gelişimi, sosyal sınıfların oluşumu ve ulusal hareketin toplumsal dayanaklarının olgunlaşmasını olumsuz yönde etkiliyor, burjuva ulusallığının sınırlarının daralmasına da yol açıyordu. Mali sermaye egemenliği koşullarında burjuvazinin tarihin akışı ve proletarya (ve emekçi kitleler) hareketi karşısında gericileşmesi, geri ulusların üst sınıflarının emperyalist gericilikle işbirliği içine girmeleri, ulusal baskıdan kurtuluş sorununu giderek artan oranda emekçilerin sorunu haline getirdi.
Tek tek ülke ekonomilerinin emperyalist ekonomik zincirin halkalarına dönüştükleri koşullarda, Kürt toprakları bu gelişmenin dışında kalamazdı. İç ve dış etkenlere bağlı ekonomik-toplumsal değişim Kürt toplumunun kapalı yapısının darbe yemesine, bu alanın kapitalist pazara eklenmesine, kapitalist ilişkilerin giderek artan oranda hâkim hale gelmesine; bunun sonucu olarak Kürt burjuvazisi ve Kürt işçi sınıfının artan belirginlikte oluşmasına yol açtı. Bu gelişme son otuz-kırk yıllık süreçte hız kazandı. Devlet işletmelerinin yanı sıra küçük ve orta boy sanayi işletmelerinin sayısı arttı, tarım sektöründe pazara dönük üretim oran olarak daha fazla büyüdü. Tekel, Çimento, Şeker fabrikaları ve Sümerbank işletmelerinin yanı sıra Tekstil alanında nispeten büyük işletmeler kuruldu. Keban ve Karakaya başta olmak üzere baraj inşaatları ve elektrik santrallerinin kuruluşu, kapitalist ilişkinin kır emekçisinin yaşamına nüfus etmesinde bir başka biçimde rol oynadı. Köylü vergi ve “salma”nın; jandarma ve tahsildar baskısının yanı sıra, ağa topraklarında üretim sürecine giren traktör, biçer döver gibi araçları tanıdı; kapitalizmin köy ekonomisini çözmesiyle köylü nüfusun bir bölümü angarya çalışmanın yanında ücretli emek sömürüsünün hedefi haline de geldi.
Kırdan kente nüfus akışı hız kazandı, işçi sayısı artarken, köylünün kentle ilişkileri gelişti. Kentlerdeki ekonomik, sosyal ve siyasal gelişme Kürt köylüsünün ilgi alanına girdi. Sosyal gelişme ve değişim kent emekçilerinin yanı sıra kır emekçilerini de etki altına aldı. GAP’ın uygulanmaya başlanması, barajlar ve hidroelektrik santralleriyle birlikte sulama alanının genişletilmesine yönelik sulama kanallarının inşası, Harran gibi geniş bir alanda verimli tarımsal üretimi ve tarım ürünlerinin yanı sıra pamuk ve tütün gibi sanayiye dönük ürünlerin üretimini olanaklı kıldı.
Ekonomik-sosyal alandaki bu değişim, inkâr ve imhaya dayalı gerici politikanın uygulanmasını zorlaştırıp, işbirlikçi gericiliğin açmazını artırmasının yanı sıra, Kürt hareketinin gelişim seyrini de etkiledi. Kapalı ve parçalı ekonomik yapının yol açtığı zaaflardan, aşiret yapısının ve mezhep çelişkilerinin “ayak bağları”ndan artan oranda kurtulan hareket, deyiş yerindeyse daha tam bir ulusal hareket haline geldi. Hepsinden önemlisi de Kürt işçi ve emekçilerinin Kürt hareketini etkileme gücü ve hareketin bundan sonraki gelişme sürecindeki işlevi arttı.
Bu durum, Kürt hareketinde Kürt burjuva, burjuva feodal ve küçük burjuva çevrelerinin hareketi sürükleme olanaklarını sınırlamakta, burjuva ulusallığının dar çerçevesini kırmasının koşullarını olgunlaştırmaktadır. Kırdan kente nüfus akışı, GAP alanının üretime açılması, kapitalist işletmelerin ve büyük işletme sayısının artışı, Kürt hareketinin sosyal sınıf dayanaklarının emekçilerden yana ağırlık kazanmasını sağlamakta; işçi ve kent ve kır yoksulları kitlesinin büyümesiyle sermayeye karşı mücadele olanağı artmakta, bunun sınıf dayanağı güçlenmekte bu gelişme özgürlük mücadelesinin işçi-emekçi devrimine genişlemesi ve ekonomik kurtuluş mücadelesine bağlanması için uygun bir zemin yaratmaktadır. Yani nesnel koşullar, sınıf kutuplaşmasının netleşmesi ve çelişkilerinin keskinleşmesi, burjuva reformist vaazlarda önerildiği gibi, gerici sınıflardan ve emperyalistlerden beklenti içine girmeyi ve onlarla uzlaşmayı değil, temel siyasal-ulusal talepleri kararlılıkla savunarak gericiliğe karşı mücadeleyi yükseltmeyi gerektirmektedir. Bunu yapacak ve Kürt mücadelesinde bundan böyle esas sözü söyleyecek olan Kürt işçi ve emekçileri olacaktır.

KÜRT BURJUVAZİSİNİN HAREKETİ ULUSLARARASI GERİCİLİĞİN YEDEĞİNE ÇEKME ÇABASI
Toplumsal değişimin ve Kürt hareketinde emekçi sınıfların etkisinin artmasının farkında olan Kürt burjuva sınıfları, bu gelişme önünde boyun eğmek bir yana, hareketi kendi çıkarları yönünde yönlendirme ve bunun üzerinden Türk gericiliği ve emperyalist burjuvaziyle ilişkilerini yenileme çabalarını artardılar. Kürt gericiliği, işbirlikçi tutumunu sürdürmekte, burjuva reformist ve liberal Kürt parti ve çevreleri de, süreci izleyerek, Kürt hareketindeki yorgunluk ve bıkkınlıktan yararlanmaya çalışmakta, hemen hiçbir temel ulusal-demokratik talebi içermeyen “barış” talebiyle işbirlikçi gericiliğin platformuna zarar vermeyecek bir zemin üzerinde hareket etmektedirler.
Kürt burjuva, küçük burjuva politik çevreleri halktan ve halkın mücadelesinden umudu kesmiş, yönlerini batılı büyük devletlerin burjuvazisine dönmüşlerdir. Türk burjuva liberalleri ve reformistleriyle birlikte, Batılı emperyalistlerin ve uluslararası sermayenin Kürt sorununu çözmesini, Türkiye’nin demokratik bir siyasal rejime kavuşmasını sağlama beklentisi içindedirler ve halk kitlelerine de bu beklentinin propagandasını yapmaktadırlar.
İnkâr ve imha politikasıyla ekonomik saldırıların devlete, düzen kurumları ve partilerine güvensizliğe sürüklediği Kürt emekçilerini yeniden sisteme ve devlete bağlayan ve emperyalist gericilikten beklenti içinde olmaya sürükleyen bir politik platform üzerinde hareket etmekte, Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinin ulusal-siyasal ve demokratik talepler için mücadelesini gereksiz ve yararsız saymakta, halkların en azgın düşmanlarına demokrat payesi vermekte ve emperyalistleri ezilen halkların ve emekçilerin dostu ve “hami”si ilan etmektedirler.
Emperyalist burjuvazinin gerici özelliğini yitirdiği, rekabet ve çatışmanın yerini işbirliği ve uzlaşmanın aldığı, sınıf ilişkilerinin ve çelişkilerinin değişime uğradığı, devrimlerin ve halkların devrimci kalkışmasının “tarihte kaldığı”, insan haklarının tekelci burjuvazi dâhil bütün kesimler için öncelik kazandığı, kapitalistlerin toplumsal refah ve mutluluk için çalıştıkları vb. görüşler, bu anlayışa kaynaklık ediyor. Kapitalizmin çelişkilerinin ve uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının üzerini örterek, koşullardaki değişimi emekçi hareketinin olanakları ve girişkenliği açısından değil, burjuvazinin güç ve olanakları açısından değerlendiriyor, tekelci burjuvaziyle işbirliği politikalarını ve kapitalist emperyalizm ve işbirlikçi sınıflar önünde boyun eğme tutumunu haklı çıkarmaya çalışıyorlar.

İNKÂR VE BASKI POLİTİKASINDA ISRAR SORUNU DAHA DA AĞIRLAŞTIRIYOR
Çokuluslu bir imparatorluğun yıkıntıları üzerinde ve emperyalist paylaşıma hedef olmuş topraklarda, sömürgeciliğe karşı verilmiş kurtuluş savaşıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, diğer sorunlarının yanı sıra, daha kuruluşundan itibaren, Kürtlerin eşitlik talebiyle karşı karşıya kaldı. Burjuva feodal Türk gericiliği, emperyalizmle bağlarını güçlendirip işbirlikçiliği geliştirdikçe Kürtler üzerindeki baskı da yoğunluk kazandı. Kürtlerin ulusal hak talebi ve bu doğrultudaki girişimler, Türkiye’yi emperyalist büyük devletlerarasındaki rekabetin gelişme seyrine bağlı olarak İngiliz-Fransız, Alman ve ABD emperyalizminin çıkarlarına bağlamaktan ve biçimsel bir siyasal bağımsızlık görüntüsü ardında yeni sömürgeci bağımlılığı kabullenip emperyalist burjuvaziye hizmetten geri kalmayan işbirlikçiler tarafından “emperyalizmin oyunu”, “bölücülük” ve “vatan hainliği” olarak damgalanıp mahkûm edildi. On yıllar boyu devam eden inkâr politikası, baskı, sürgün ve yasaklarla desteklendi, Kürt isyanlarının “elebaşları” için darağaçları kuruldu, zora dayalı sürgünlerle toplu yer değiştirmeler sağlandı, Türk nüfus içine serpiştirerek ve dil ve kültür yasaklamalarıyla asimile etmeyi gerçekleştirmek üzere mecbur-i iskân yasaları uygulandı.
Bu süreç, dünyada önemli toplumsal-siyasal ve ekonomik değişimlerin, devrimler ve karşı saldırıların, büyük bunalım ve savaşların yaşandığı bir süreçti. Burjuvazi-proletarya; kapitalizm-sosyalizm; ezilen halklar-emperyalizm çatışması pratik bir sorun haline gelmişti. Türkiye gericiliğinin halk kitlelerine karşı ve Kürtlere yönelik politikasının en önemli etkenlerinden biriydi bu. Burjuvazi, işçi sınıfı hareketinin bağımsız gelişmesi ve sosyalizme yönelmesini ve Kürtlerin ezilen halkların bağımsızlık hareketi yolunda yürümesini engellemek amacıyla, emperyalizmle işbirliğini geliştirmenin yanı sıra feodal gericilikle de ittifak kurdu ve onunla ezilen sınıfların hareketine karşı işbirlikçi gerici bir blok oluşturdu. Kürt toplumunun kapalı yapısının, ekonomik-toplumsal koşullardaki değişimin etkisiyle çözülmesi ve giderek belirginleşen bir biçimde sömüren-sömürülen; ezen ve ezilen sınıf ilişkilerinin öne çıkmasına bağlı olarak, bu gerici sınıf ittifakı ve birliği giderek pekişti. Ancak, Kürtlere yönelik ulusal baskı ve inkâr politikasının Kürt burjuva, burjuva feodal çevrelerinin belirli kesimlerini de şu ya da bu ölçüde hedeflemesi, gerici bloğu içten içe tehdit ediyordu. 1920–37 Kürt başkaldırılarında Kürt aydınlarıyla birlikte bir kısım aşiret yöneticisi ve “şeyh”lerin etkin rol oynaması, sonraki olaylar sırasında da bazı aşiret ağalarının -ki bunlar genellikle ekonomik-siyasi gücü daha zayıf olanlardı- devlet politikasına karşı tutum almaları, imha amaçlı operasyonların hedefine girmelerine neden oldu. Türk gericiliği, Kürt aşiret ağalarının en irileriyle işbirliğine girerek, diğerlerinin ekonomik ve sosyal etkinliğine darbe vurmayı, Kürt hareketini etkisizleştirmenin gereklerinden biri saydı.
Türkiye egemen sınıfları, onca olay, gelişme ve başkaldırılara, on binlerce insanın ölümüne, ekonomik tahribata -sadece son on beş yılda yüz milyar dolar saldırı amaçlı operasyonlarda harcandığı açıklandı- karşın, bu politikayı sürdürme çabasında. Ancak onun çözümsüzlüğü daha da artmıştır. Kürt politikasını eski tarz sürdürmesi artık daha zordur. Kürt uyanışının ulaştığı düzey, Kürt emekçilerinin ulusal-siyasal ve ekonomik talepleri birleştirmede olduğu gibi, Türkiye’nin diğer milliyetlerden emekçileriyle birlikte hareket etme konusunda da daha ileri bir bilinç düzeyine ulaşmaları ve bölgesel ve uluslararası gelişmeler baskı politikasının uzun süre ve olduğu gibi sürdürülmesini zorlaştırıyor. İşbirlikçi burjuvazi, devleti ve kurumlarını yeniden yapılandırma operasyonu kapsamında mevzilerini güçlendirmesinin ve bölgede ABD taşeronluğunun gereklerini layıkıyla yerine getirmesinin Kürt sorunu kaynaklı istikrarsızlığın bir biçimde aşılmasına da bağlı olduğunu daha açık biçimde görüyor. Batılı emperyalist burjuvazinin bölgedeki çıkarları ve politikalarına aykırı düşmeyecek sistem içi sözde bir çözümle sorunu geriye atmayı bir biçimde başarırsa, bölgede ve sorunla ilgili diğer bölge ülkeleri karşısında avantajlı konuma geleceğinin de farkındadır. Kürt sorununu geriye atmış ve Kürt gericiliğiyle ittifakını yeniden yapılandırma kapsamında yenilemiş işbirlikçi gericiliğin, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Büyük Türk Dünyası” politikasını daha pervasız ve saldırgan bir tarzda uygulamaktan kaçınmayacağı kesindir. Kürt burjuva liberal ve işbirlikçi çevrelerinin “daha büyük ve genişleyen bir Türkiye politikası”na güç verme tutumunu, Amerikan emperyalizminin bölge taşeronluğu politikasıyla çelişmeyecek biçimde, koşullara göre ve belli bir süreçte değerlendirme Türkiye egemen sınıflarının da yararınadır.

ULUSAL KURTULUŞ İÇİN EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELE ZORUNLULUĞU
Kürt sorunu, bölgeyle şu ya da bu biçimde ilgili olan hemen tüm emperyalist ülkelerin burjuvazisi bakımından da “güncel ve önemli bir sorun”! Kürtlerin yaşadıkları toprakların dünyanın en önemli stratejik bölgelerinden birinde ve Hazar petrolleriyle doğalgaz kaynaklarının bulunduğu Kafkas bölgesinin yanı başında yer alması, bölgenin ekonomik, politik ve askeri rekabetin en önemli alanlarından biri olması, Kürt sorununun emperyalist gericiliğin gündemine girmesinin başlıca nedenini oluşturmaktadır. Hammadde kaynaklarıyla ticaret yollarının denetimi İçin yürütülen rekabetin, bölgenin tüm önemli politik sorun ve gelişmelerini mücadele alanına çekmesi, Kürt topraklarının, dünya kara ve deniz ticaret yollarının Afrika ve Asya’ya uzandığı ve petrol başta olmak üzere hammadde kaynakları bakımından zengin olan bir bölgede bulunması ve Kürt sorununun hâlâ çözümsüz kalmaya devam etmesi, çıkar dalaşı içindeki tüm güçleri bu soruna ilgi göstermeye ve gelişmeleri çıkarları yönünde etkilemeye yöneltmektedir. Sermayenin uluslararası hareketinin tekelci rekabeti kızıştırması; yoğunlaşma ve merkezileşmede kat edilen büyük mesafe nedeniyle çıkar çatışmasının günümüzde daha saldırgan ve amansız biçimler alması, mali sermayenin etkinlik alanına girmeyen toprak parçası ve ucuz işgücü alanının hemen hiç kalmaması, Amerikan emperyalizminin hegemonyası altındaki Türkiye’nin, bulunduğu bölgedeki it dalaşında taşıdığı önem, emperyalist devletlerin Kürt sorununa ilgilerini artırmaktadır. ABD, İngiltere, Almanya, Rusya başta olmak üzere, hegemonya mücadelesine katılan büyük güçlerden her biri, bölge sorunlarını ve bunların en önemlilerinden biri olan Kürt sorununu, kendi çıkarları yönünde ve rakip emperyalistlerin önüne geçme, rekabette üstün gelme ve bölgeye hâkim olma hedefiyle kullanma çabasındadır.
Kürt sorununun aynı zamanda bir Ortadoğu ve bölge sorunu olması, sorunun doğrudan muhatabı durumundaki ülkelerin hâkim sınıflarını ve bölgede hegemonya mücadelesi yürüten büyük emperyalist devletleri, soruna müdahale yöntemlerini yenilemeye yöneltmektedir. ABD başta olmak üzere Batılı büyük devletler, bölge ülkeleri üzerinde etkinlik sağlamak ya da var olan etkinliklerini pekiştirmek üzere sömürgeci politikayı yeni biçim ve yöntemlerle sürdürürlerken, Ortadoğu, Körfez bölgesi ve Kafkasya’nın istikrarsız durumu, “dış müdahale”yi daha da kolaylaştırmaktadır.
Yeni olmayan bu gerici ve emperyalist “ilgi” ve müdahale, içinde bulunduğumuz dönemde, artan hâkimiyet alanları mücadelesine bağlı olarak yoğunluk kazanmıştır. Bu müdahalenin halkların yararına olmadığı ise, bugüne dek yaşanan tüm uluslararası olaylarda kanıtlanmıştır. Emperyalist burjuvazi, “sorun çözme” adına girdiği ya da müdahale ettiği geri ülkelerde, halkların tüm kaynaklarına el atmakta, ekonomik, siyasi ve askeri baskıyla bu ülke halklarını kendine bağlamakta, onlar üzerindeki baskıyı daha sistemli hale getirmektedir. Bağımlı-sömürge ya da ezilen halkların ulusal özgürlüğe kavuşmalarının, emperyalist müdahaleyle gerçekleşebilir olduğu düşüncesi, gerici bir burjuva düşüncesidir ve ezilen halklara en küçük bir yararı yoktur. Böyle olduğunu kavramak için, geçmiş örnekler bir yana, Amerikan emperyalizminin yeni sömürgeci politika doğrultusunda yakın dönemde Asya, Afrika ve Latin Amerika’da gelişen ulusal kurtuluş mücadelelerine müdahalelerine bakmak, Yugoslavya’nın parçalanması, Sırp-Boşnak, Sırp-Arnavut halklarının birbirlerine kırdırtmasında emperyalistlerin rolünü göz önüne getirmek, Nikaragua, Salvador, Filistin örneklerini anımsamak yeterlidir. Emperyalist burjuvazi, kurtuluş hareketlerini kuşatmaya almakta, görüşmeler ve “diplomatik ilişkiler” aracılığıyla ehlileştirip kendine bağlamaya çalışmakta, işgücü sömürüsünü yoğunlaştırmakta, ulusal hareketin ya da emekçilerin devrimci girişimlerinin çıkarlarına zarar verme potansiyeli ve tehlikesi taşıdığı durumlarda, doğrudan askerî yok etme operasyonlarından kaçınmamaktadır. Burjuvazi ve emperyalist devletler açışından, ulusal kurtuluş hareketleri, işçi sınıfı öncülüğünde ve tüm halkın burjuvazi ve emperyalizme karşı başkaldırısı temelinde gelişip bir işçi-emekçi devrimine genişleme tehlikesi içermedikleri yani sistem için gerçek bir tehlike teşkil etmedikleri sürece, sistem içinde bir biçimde “yer bulabilmekte”dirler. Emperyalistler, kurtuluş hareketlerini imha etme ve uslandırma politikası izlemekle birlikte; bu hareketlerin işçi-emekçi devrimine doğru genişlemesini engelleme ve kimi “ulusal-siyasal” reformlarla egemenlik sahası içinde tutmayı da ihmal etmemektedirler.
Halklara acı, kan ve gözyaşından başka bir şey vermeyen, askeri müdahalede bulundukları topraklarda yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, altyapı tesislerini, fabrika ve santralleri, yani ekonominin tüm temel dayanak noktalarını tahrip etmekten geri kalmayan emperyalist yağmacıların Kosova’yı harabeye çevirmeleri, emperyalist müdahalenin nasıl bir şey olduğunu göstermesi bakımından ibret vericidir.
Bütün bunlara karşın, Kürt burjuva liberalleri, ABD başta olmak üzere, emperyalist devletlerin Kürt sorununa müdahalesini Kürt emekçilerinin yararına göstermeye çalışmaktadırlar. Bu gerici tutum, onca fedakârlıklar pahasına yıllara yayılan mücadelenin somut bir kazanımla sonuçlanmamasının yol açtığı ve 20 yıla yakın süredir devam eden saldırıların neden olduğu yorgunluk ve bıkkın ruh halinin istismarı üzerinden güçlendirilmeye çalışılıyor. Kürt burjuva reformcu ve liberal çevreleri, emperyalist Yeni Dünya Düzeni teorisyenlerinin yolunda yürüyerek, Kürt halk kitlelerine, mücadeleyle bir yere varılamayacağını, “on beş yıllık silahlı direnişin bunu kanıtladığını” propaganda ediyor; Kürt sorunu dâhil tüm toplumsal sorunların emperyalist büyük devletlerin ve onların denetimindeki uluslararası kuruluşların inisiyatifi ve girişimiyle çözülebileceğini söylüyorlar.
Kürt reformcu burjuvazisi ve milliyetçi Kürt örgütlerinin emperyalist burjuvazinin dünyaya hâkim olmaktan başka bir şey ifade etmeyen müdahalelerini destekleme, ABD emperyalizminin “girişimlerini ve atacağı adımları sonuna kadar destekleyeceklerini” ilan etme politikasına, Kürt ulusunun ve Kürt emekçilerinin çıkarları yön vermiyor. Bu yukarıda belirtildi. Emperyalistlerin ve ABD’nin “yapacağı girişim”, örneğin Irak Kürdistan’ında Kürt gericiliği üzerinden Kürt hareketiyle oynamaları ve Filistin’de Arafat grubunun, İsrail Siyonistlerinin daha önce kendi polis gücüyle sağladıkları “güvenlik” görevini üstlenerek kendi halkını polis zoruyla denetim altına alması gibi sonuçlar doğurmakta, ancak halk yararına bir gelişmeye yol açmamaktadır.
Kaldı ki, emperyalizm Kürt halkı için salt bir “dış tehdit” gücü de değildir. Kürt emekçileri artık dolaylı ve dolaysız emperyalist baskı ve sömürüyü bir arada yaşıyorlar. Kürt işçi ve emekçileri, bugün emperyalist burjuvazi ve uluslararası tekellerle daha dolaysız biçimde karşı karşıya gelmişlerdir. Emperyalist sermayenin Türkiye ve bölgedeki varlığının bir diğer sonucu, Kürtlerin bugünkü hak yoksunluğunun ve Kürtlere yönelik politikanın en önemli sorumlularından biri olan emperyalist burjuvazinin, soruna müdahale olanaklarının genişlemesidir. Buradan Kürt emekçileri için yeni hak olanakları, yaşamlarının iyileştirilmesi yönünde baskı yapacak bir güç çıkmıyor. Emperyalist sermaye girişi, dolaysız üretici faaliyet durumunda bile, bazı yeni işyerlerinin açılması ve istihdam anlamı taşısa da, bunun Kürt emekçilerinin daha fazla sömürülmesi, tarım dâhil ekonominin bazı temel sektörlerinin çökertilmesi ve ileri doğru gelişebilecek halk hareketinin engellenmesi yönünde daha fazla baskı ve militarist engelin oluşturulması pahasına olacağı ve olduğu kesindir. Emperyalist hâkimiyet ve ihraç olunan sermayenin bağımlı ülkelerde genişleyen yeniden üretimi, mali sermayenin bağımlı halkların yaşamının her alanını etki altına alması demektir. Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığı ve uluslararası sermayenin Kürt toprakları dâhil Türkiye pazarındaki faaliyetinin hükümetler eliyle uluslararası tekeller ve emperyalist büyük devletler yararına yapılmış düzenlemeler ve özelleştirme sonucu yoğunluk kazanması, emperyalist sömürgeciliğin Kürtler için daha da dolaysız hale gelmesi demektir. Türkiye işbirlikçi burjuvazisinin Amerikan emperyalizmiyle geliştirdiği uşaklık ilişkisi, Amerikan çıkarlarının bölgedeki taşeronluğunu üstlenmesi ve buna bağlı olarak ülkenin tüm alanlarını ve kaynaklarını emperyalist sömürüye sonuna kadar açması, GAP’ın uygulama alanının uluslararası tekellere parsellenmesi ve özelleştirmeyle enerji kaynakları ve santrallerin tekellere peşkeş çekilmesi, yeni sömürgeci politikanın ve sömürge bağımlılığının güç kazanmasına ve emperyalist sömürgeciliğin sonuçlarının Kürt emekçilerinin yaşamına daha dolaysız olarak girmesine hizmet ediyor.
Bu tehlikeli gelişme, emperyalizme karşı mücadelenin yükseltilmesi için daha fazla çabayı zorunlu kılıyor. Kürt ve Türk burjuva reformist ve liberallerinin oportünist ve uzlaşmacı politikası Kürt ve Türk emekçilerinin anti-emperyalist mücadelesine darbe vuran ve bu mücadeleyi güçten düşüren bir politikadır. Bu gerici-uzlaşmacı politika etkisiz kılındığı oranda antiemperyalist mücadele gelişecek ve sağlam mevziler kazanarak ilerleyecektir. Emperyalizm halkların ve onların özgürlüğünün düşmanıdır. Özgürce, eşit haklara dayalı bir yaşam için bu düşmanın yenilgiye uğratılması, ülkemizden kovulması zorunludur.

ULUSAL KURTULUŞ İÇİN EMEKÇİ SINIFLARIN BAĞIMSIZ EYLEMİ
Kürt sorununu “PKK sorunu” olarak gören ve gösteren hemen her politik çevre, parti ya da kişi, sorunu “PKK’nın eski ve yeni çizgisi” gibi sahte bir ikilem etrafında ele alarak, Kürtlerin ulusal istemlerinin savunulması ve Kürt emekçi hareketinin bu istemleri de kapsayan mücadelesinin geliştirilmesi gibi temel bir sorunu bu sahte ikileme tabi kılıyorlar. Bu tutum ve buna hizmet eden sözde çözüm önerileri açık bir biçimde Kürt emekçilerinin (ve kaçınılmazlıkla tüm Türkiye emekçilerinin) burjuvazi ve emperyalizme karşı mücadelesine zarar vermektedir. Burjuvazi, gericilik ve emperyalizme karşı, Kürt emekçi kitlelerinin bağımsız eylemi, inisiyatifi ve mücadelesinin gelişmesine hizmet eden bir faaliyet içinde olma, emekçilerin somut acil talepleri üzerinden hareketin gelişmesine hizmet eden taktikler geliştirme yerine, halk hareketine “lojistik destek” rolü vererek emekçi kitle örgütlenmesini dert etmeyen, hareketin burjuvaziden bağımsız gelişimini önemsemeyerek, burjuvazi ve emperyalizmden beklenti eğilimine güç veren bir çizginin, “silahlı” ya da silahsız sürdürülmesinin halka ve hareketine bir yararının olmayacağı açıktır. Bugün, bu tür bir “ikilem” etrafında yapılacak tartışmalarla oyalananlar, Kürt ve Türk emekçi kitlelerine ve burjuvazi ve emperyalizme karşı mücadeleye fayda yerine zarar vereceklerdir.
Kürt sorunu kapsamında ele alındığında, bugünün temel görevi, Kürt emekçi kitlelerinin bağımsız hareketinin geliştirilmesi, işçi ve emekçilerin daha geniş ve sağlam örgütlerinin kurulması ve geliştirilmesi için çaba göstermek, işçi sınıfı başta olmak üzere emekçi kitlelerin devrimci aydınlatılması ve politik örgütlenmesinin sağlamlaştırılması için fedakârca çalışmaktır. Kapitalist uluslararasılaşmanın ulaştığı düzey ve geri ülkelerde işbirlikçilerin uluslararası sermayenin unsurları olarak rol oynamaları, ulusal kurtuluş mücadelesinin emekçi sınıfların kurtuluşu mücadelesine bağlanması zorunluluğunu artırmıştır. Ulusal kaderini tayin hakkı, her ne kadar ezilen, bağımlı ve sömürge halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin, siyasal bakımdan bağımsız olarak örgütlenme ve bunu ayrı ya da hiçbir baskıyla karşılaşmaksızın ve kendi isteğiyle aynı yapı içinde yaşamaya karar vererek belirleme anlamına geliyorsa da, burjuva sınıflardan hiçbirinin emperyalist kapitalizmin sınırları dışına çıkma özelliği ve gücüne sahip olmaması ve onların önderliğindeki hareketin başarısı durumunda, biçimsel bir siyasi bağımsızlık görüntüsü ardında bağımlılığın devam etmesi, ulusal baskının ve ondan kaynaklı sorunun devam etmesi demektir. Ulusal özgürlüğün gerçek anlamda kazanılması ve kullanılması, bugün, ancak ezilen emekçi kitlelerini yanına almış işçi sınıfının, ulusal hareketin başına geçmesi, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele temelinde hareketi politik ve ekonomik devrime doğru genişletmesiyle sağlanabilmektedir. Siyasal deneyim ulusal burjuva güçlerin öncülüğünde ulusal hareketlerin emperyalizm koşullarında da gelişebildiğim, ancak bu güçlerin sınıf konumu ve ulusal hareketin burjuva karakteri sonucu emperyalist egemenlik sınırlarını aşamadıklarını göstermektedir. Sosyalizmin ve işçi hareketinin büyük darbeler yediği, yeni bir yükseliş yönündeki belirtilere karşın, uluslararası alanda burjuvaziye karşı henüz etkili ve püskürtücü bir düzeye ulaşamadığı, burjuva, küçük burjuva önderlikli ezilen ulus hareketinin, yeni sömürgeci politikanın güç kazanmasıyla sistem sınırlarına takılıp gerilediği günümüz koşullarında, işçi sınıfını ve kent ve kırın yoksullarını seferber etmeyi başarmayan bir hareketin sonuca ulaşması mümkün değildir. Ulusal kurtuluş hareketi de ancak, işçi ve emekçilerin emperyalizm ve işbirlikçi gericiliğe karşı hareketi olarak gelişebildiği ölçüde, ulusal baskıdan kurtuluş söz konusu olabilmektedir.

ULUSAL HAK EŞİTLİĞİ İÇİN MÜCADELENİN ÖNEMİ
Burjuva reformcu ve liberal çevre, parti ve gruplar, ezilen bir ulusun özgürlüğü ve diğer uluslarla tam hak eşitliği sorununu, Kürtlerin şahsında dil ve kültür alanındaki kimi iyileştirmeleri esas alan dar reformcu bir alana çekiyorlar. Kürt burjuva, küçük burjuva reformcu- milliyetçi grupları, ulusal kaderini tayin hakkı sorununu bir yana bırakarak, diktatörlük politikaları ve Kürt milliyetçi hareketinin izlediği çizgi nedeniyle ortaya çıkan umutsuzluğu dayanak yapmakta, işçi sınıfının devrimci partisinin emekçi halk kitlelerinin mücadelesini geliştirme ve ulusal hak eşitliği talebini kararlılıkla savunma tutumunu “toplumsal barış ortamına darbe vurmak” ve “istikrarsızlık yaratmak” olarak suçlamaktadırlar. Bu durum, tüm olumsuz yanlarına karşın, Kürt emekçilerinin duman ve sis perdesini yırtmaları için daha uygun unsurları da ortaya çıkarıyor. Sorunun çözümünü emperyalist burjuvaziye havale eden ve yenilgi koşullarında işbirlikçi gericilikle yapılacak “pazarlıklarla hak elde edileceği beklentisi içinde olan bir parti ya da grubun, halk hareketine zarar verdiği, Kürt emekçileri bakımından da giderek daha fazla açıklık kazanıyor. Bu, işçi-emekçi hareketinin bağımsız politik gelişmesi bakımından ayrışmaların netlik kazanmasıdır aynı zamanda. Diğer yandan bu, devrimci işçi partisiyle işçi ve emekçilerin ileri kitlesinin, ezilenlerin tüm temel talepleri ve hakları için olduğu gibi, ulusların hak eşitliği ve Kürtlere yönelik ulusal baskı politikasının son bulması için kararlılıkla mücadele etme görev ve sorumluluğunun artması demektir. Bugün ulusal kaderini tayin hakkı dâhil, temel ve acil taleplerin kararlılıkla savunulması daha fazla önem kazanmıştır ve bu herkesten önce sınıf bilinçli işçilerin görevidir.
Ulusların hiçbir önkoşul olmaksızın, özgür iradelerine dayanarak kendi kaderlerini belirleme hakkı, herhangi bir ulus yararına diğerleri karşısında ayrıcalığın reddi demektir. Bu hakkın kullanımının emperyalizm ve gericilikten kurtuluşa genişlemesi, Kürt ve Türkler başta olmak üzere tüm bölge halklarının yararınadır. Emperyalizm ve her türden işbirlikçi gericilikten kurtuluşa genişleyemeyen ulusal kurtuluş hareketlerinin eninde sonunda sistemin barikatları içinde tıkanıp kaldıkları, emperyalist sömürgeci bağımlılıktan kurtulamadıkları görülmüştür. Bütün olumsuz koşul ve etkenlere karşın, uluslararası ve iç gelişmeler, Kürtlerin bugünkü durumlarından daha farklı kimi iyileşmelerin sağlanmasını ve dil ve kültür alanında daha serbest bir konum elde etmelerini orta ya da nispeten daha uzak bir süreçte sağlayabilir. Kürtlerin yaşamını olumlu yönde etkileyecek bu türden herhangi bir iyileşme elbette reddedilemez. Ulusal sorunun siyasal bağımsızlık kapsamında kapitalizm koşullarında da bir tür çözüme kavuşma olanağının olması, kuşkusuz bunun Kürtler bakımından da bir olasılık olması demektir. Ancak bu durumda bile, ekonomik ve ondan kaynaklı bağımlılıklar nedeniyle ulusal baskı politikası son bulmayacaktır. Bu bakımdan, Kürt ulusal sorununun halkçı bir çözümü için, emperyalizm ve Türkiye gericiliğinin yenilgiye uğratılması; Türk ve Kürt işbirlikçi gerici sınıfların burjuva egemenliğinin son bulması ve bu egemenliğin aracı burjuva faşist diktatörlüğün yıkılması hedefli bir mücadeleye gereksinim vardır. Bu ise, Kürtlerin ulusal talepleri ve özgürlük mücadelesinin emperyalizme ve işbirlikçi gericiliğe karşı mücadeleye; Kürt işçi ve emekçilerinin (kuşkusuz bütün Türkiye emekçilerinin) kurtuluşuna genişlemesini öngören bir mücadele hattını gerektirmektedir. Ulusal kurtuluş adına verilen mücadelenin sistemin kanalları içinde tıkanıp kalmaması ve halkın devrimci iktidarı yoluna girmesi, ancak bu durumda olanaklıdır. Sorun bu bakımdan tüm Türkiye emekçilerinin sorunudur.
Kürt ve Türk emekçilerinin, on yıllardan ve yüzyıllardan bu yana birlikte yaşamaları, kaçınılmaz olarak onları birbirleriyle yakınlaştırmıştır. Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları iller dışındaki bölgelerde, iki halktan emekçiler arasında egemen sınıfların ve düzen partilerinin bütün ayrımcı ve kışkırtıcı politikalarına karşın düşmanlığın değil dostluk ve kardeşlik duygularının gelişmesi, son yılların tüm olumsuz koşullarına karşın, birlikte yaşama, bir arada bulunma ve dayanışma duygularında tehlikeli sayılabilecek bir zayıflama olmaması, bazı bölgelerde faşistlerin kışkırtmasıyla gelişen olayların “münferit” kalması ve halk kitlelerinin kışkırtmanın ve şovenizmin kendilerinin zararına olacağı duygusu ve düşüncesiyle davranmış olmaları, birlikte yaşama olanağı ve düşüncesinin güçlü işaretleridir. Kürtlerin ayrılmayı isteyip istemedikleri, örneğin halkın çıkarlarını esas alan propaganda ve ajitasyonun serbest olduğu baskısız bir ortamda yapılan bir referandumla açıklık kazanmış olmamakla birlikte, halkın genel ve kendiliğinden eğilimi, hiçbir baskı görmeden ve ayrımcılık olmaksızın bir arada yaşama yönündedir. Bu birlikte yaşama isteğinin sağlam temellere oturması ise, ancak Kürt sorununun demokratik temelde, Türk ve Kürtler arasında tam hak eşitliğini garantileyen ve baştan sona demokratik bir devlet yapısının gerçekleştirilmesiyle mümkün olacaktır. Böyle bir demokratik sistemin kurulması; kapitalizmin ürünü baskı ve ayrımcılıkların ve kapitalizm ve kapitalist emperyalizm kaynaklı ulusal baskı politikasının ortadan kalkmasının esas olarak kapitalist sistemin ve onun devletinin ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir mücadelenin ürünü olabileceği, bir diğer gerçektir. Kuşkusuz, Kürt emekçilerinin Türk ve diğer milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçileriyle kardeşlik ve eşit haklara sahip olma temelinde bir “bütünleşme”yi öngörüp bu doğrultuda mücadele yürütmeleri tüm emekçilerin, tüm bölge halklarının yararına olacaktır.
Kürt halk kitlelerinin temel politik ve ekonomik talepleri üzerinde yükselmeyen ve ezilenlerin birleşik örgütlü hareketine dayanmayan, hareketin ilerletilmesini temel görev olarak belirlemeyen bir parti ya da örgütün başarıya ulaşması olanaklı değildir. Proletarya ve emekçi hareketinin devrim yönünde gelişmesine katkıda bulunma, politik-örgütsel faaliyetini, siyasal çizgisi ve taktiklerini buna uyarlama, koşullardaki ve güç ilişkilerindeki değişmelerden emekçi hareketinin gelişmesi ve güçlenmesi için yararlanmayı gerektirmektedir. Kapitalist emperyalizmin uluslararasılaşmayı daha da güçlendirdiği, buna bağlı olarak ezilen halkların ve işçi sınıfının uluslararası dayanışmasının ve devrimci mücadelesinin koşullarının daha da olgunlaştığı günümüzde; güç, olanak ve enerjiyi devrim ve toplumsal kurtuluş için seferber ederek, işçi ve emekçilerin aydınlanmasına ve siyasal gerçekleri daha net biçimde görerek kendi kurtuluşları için mücadeleye kararlıca atılmalarına hizmet eden bir çalışma yürütmek zorunludur. Bunu yapacak olan esas olarak işçi sınıfının devrimci partisi ve Kürt emekçilerinin ileri kitlesidir. Halk hareketini ilerletmeyen, halkın bağımsız örgütlenmesi ve mücadelesine hizmet etmeyen yol ve yöntemlerin Kürt halk hareketinin devrimci bir hat üzerinde yükselmesine hiçbir yararı yoktur. Kürt sorununun demokratik halkçı çözümü, tüm milliyetlerden Türkiye ve bölge halklarının yararınadır. Bu, anti-emperyalist mücadelenin daha ileri mevzilerden yürütülmesine de hizmet edecektir. Kürtler üzerindeki baskının son bulması, dil ve kültür yasağının kaldırılması, anadilin her alanda serbestçe kullanımı ve anadilde eğitimin sağlanması, OHAL’in kaldırılması, bölge valiliği ve koruculuk sisteminin lağvedilmesi, Jitem türü kontra-militer örgütlenmelerin dağıtılması, yirmi yıla yakın süredir devam eden saldırılar nedeniyle zarar görmüş tüm Kürt emekçilerinin zararlarının tazmin edilmesi, küçük üreticilere faizsiz kredi sağlanması ve banka borçlarının iptali, köye dönüş yasağının kaldırılması, karakol, zindan ve silaha ayrılan kaynakların sınırlanarak, başlıca sağlık, eğitim ve barınma alanları olmak üzere yeni yatırımların yapılması, işten çıkarmaların yasaklanması, genel sağlık sigortasının uygulanması, emperyalist tekellerin GAP bölgesini yağmalamasına yönelik girişimlerin durdurularak emperyalistlerle yapılan anlaşmaların iptal edilmesi, emperyalist orduların bölgeden çekilmesi, basın yayın ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması, işkencecilerden, Kürt emekçilerinin mallarını yağmalayan gaspçı savaş ağalarından ve Kürt halkının tüm cellâtlarından halka açık yargılamalarla hesap sorulması, vb. için mücadele, sorunun çözümüne hizmet edecektir. Bu ise en başta devrimci işçi partisinin, Kürt işçi ve emekçilerinin ileri kitlesinin görevidir. Bunun için koşullar bugün daha olgundur. İleri işçi ve emekçilerin başlıca Kürt kentlerindeki politik örgütlenmesi ve hareketin emekçi dayanağının güç kazanmış olması, bütün öznel olumsuzluklara karşın önemli dayanaklardır ve bu görevin başarılması için gerekli asgari mevzi ve araçlar vardır.

Mayıs 2000

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑