Devrimci partilerin ve önderlerin, başka bir dizi sınavın yanı şıra burjuva parlamentosu sınavından geçmeleri zorunludur. Seçim sürecinde en geniş yığınlarla yüz yüze gelmeden, program, taktik ve sloganlarını inandırıcı bir şekilde savunmadan, burjuvazinin deneyimli profesyonel politikacıları ile yarışmadan ve onları halkın önünde alt etmeden bir parti yeterince olgunlaşamaz. Ve devamla bir devrimci parti, burjuva parlamentoda dönen dolapları açıklamadan, parlamento kürsüsünde halkın taleplerini dile getirmeden, burjuvazinin kurnaz temsilcilerinin türlü hilelerini boşa çıkarmadan manevra gücü yüksek, uzak görüşlü bir parti olamaz, geniş yığınların güvenini kazanamaz.
Ortaya çıkışı ve varlığı emekçilerin bir dizi mücadelelerinin sonucu da olsa, rolü, son tahlilde, burjuva egemenlik sistemini demokratik bir görüntü ile maskelemek ve meşru göstermek olan burjuva parlamentosu, devrimci partiler ve politikacılar için de bir okuldur. Eğer geniş emekçi yığınlar, burjuva parlamenter politikalar yoluyla uyuşturulmuşsa, parlamenter partilere şöyle ya da böyle umut besliyorsa, onları bu politikalardan koparmak, başka şeylerle birlikte ancak parlamento seçimlerine katılmak ve burjuva parlamentoda gerçekleri dile getirmekle mümkündür.
Bu, emekçilerin parti olarak burjuva parlamentosunda temsil edilme hakkını elde ettikleri 19. yüzyılın son çeyreğinden bugüne, tarih sahnesinde yer alan belli başlı devrimci partilerin mücadele deneylerinden çıkan bir sonuçtur. 20 yıldan daha kısa bir süreye bir dizi karışıklık ve üç büyük devrim sığdıran Rusya ise bu konuda pek çok bakımdan tüm ülkeler için genelleştirilebilir zengin dersler sunmuştur.
Kuşku yok ki, bir ülke durduk yerde zengin derslere zemin oluşturmaz. Bu dersler, bir yanıyla ülkenin toplam nesnel ilişkilerinin yaşananlara uygun zemin oluşturmasına dayansa da esas olarak nesnel durum üzerinde karşı karşıya gelen sınıfların bilinçli eylemlerine, daha da yalınlaştırırsak verili koşullar içinde değiştirici bir eyleme girişmiş bir partinin programının, taktik ve sloganlarının yaşama uygulanması, sınanması ve yeniden gözden geçirilmesine dayanan bir sürecin ürünüdür. Öyleyse Rusya’yı proleter strateji ve taktiğin uygulama ve kıyaslama alanı durumuna getiren, üzerinde bugüne dek konuşulmasını, doğru veya yanlış dersler çıkarılmasını sağlayan, ülkenin nesnel yapısından çok, Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin mücadelesi, bu mücadele sırasında geliştirdikleri taktikler ve örgüt biçimleridir.
Gerçekten de Lenin önderliğindeki Bolşevikler, siyasal ve toplumsal bakımdan son derece hareketli uçsuz bucaksız bir ülkede büyük bir stratejik ve taktik başarı gösterdiler. Marksizm’i yaratıcı şekilde Rusya koşullarına uygulayarak devrimci bir program oluşturdular; saldırıyı, geri çekilmeyi, seçimleri boykot etmeyi ve katılmayı, yasadışı ve yasal mücadeleyi birleştirmeyi en iyi şekilde başardılar.
Sonuç olarak da Rusya, mücadeleci her devrimci parti için hâlâ üzerinde düşünülmesi, tartışılması, dersler çıkarılması gereken bir çeşit “devrim laboratuarı”dır. Kısa bir süre önce Türkçeye kazandırılan “Çarlık Dumasında Bolşevikler”, Rus Bolşeviklerinin zengin deneylerinin bir kesitini, bugüne dek Türkçeye kazandırılan eserlerde bulunmayan pek çok ayrıntıyla birlikte Türkiye’nin devrimci çeviri literatürüne katıyor. Rahatça söyleyebiliriz ki, bu kitap, Bolşeviklerin deneylerinden öğrenmek ve ders çıkarmak bakımından mutlaka incelenmesi gereken yapıtlardan biridir.
Kitap, genel olarak Rus devrimci hareketini ele alsa da özel olarak Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Lenin önderliğindeki Bolşevikler kanadının parlamenter mücadele deneyimini ele alıyor. Lenin ve Stalin’in eserlerinde ve dönemi ele alan öteki eserlerde çok genel çizgilerle sözü edilen Rus devriminin parlamenter mücadele deneyleri, bu kitapta tüm ayrıntıları ile anlatılıyor. Lenin’in sözünü ettiği, en gerici kurumlarda ve parlamentolarda çalışmanın ve parlamentoyu devrim için kullanmanın, yasal ve yasadışı mücadeleyi en iyi şekilde birleştirmenin, işçi gazetesi etrafında örgütlenmenin ne anlama geldiği bu kitapta öğretici bir şekilde somutlanıyor.
Kitap, bir metal işçisi iken çok dereceli seçimin her aşamasını başarıyla geçerek Dördüncü Devlet Duması’na seçilen Bolşevik milletvekili Badayev’in devrimden sonra, 1929 yılında kaleme aldığı anılarını kapsıyor. Badayev esas olarak 1912 yılında yapılan Dördüncü Devlet Duması seçimlerinden I. Emperyalist Savaş’ın ardından tutuklanmalarına kadarki süreçte Bolşevik milletvekillerinin Dumadaki devrimci faaliyetlerini, işçi hareketini, günlük basını ele alıyor.
Badayev, kitabını kendisinin ve o dönemi yaşayan mücadele arkadaşlarının hafızasına dayandırmıyor sadece. Döneme ait tüm belgeleri (Bolşevik Partisi’nin o döneme ait belgeleri, bildiri örnekleri, Pravda nüshaları, Devlet Duması tutanakları ve nihayet 1917 Ekiminden sonra devrim arşivine kaldırılan çarlık gizli polisinin özenle tuttuğu kayıtlar) aynı zamanda partinin bir Merkez Komite üyesi olarak kişisel deney ve gözlemleriyle harmanlıyor.
ÇARLIK VE DUMA
Batı Avrupa, burjuva devrimleri ile çalkalanır ve 19. yüzyıl sonunda hemen tüm ülkeleri burjuva parlamenter rejime kavuşurken, Rusya, yetkisini herhangi bir parlamentoyla bölüşmekten kaçınan çarlık otokrasisinin çizmesi altında acı çekiyordu.
Ancak boyun eğmiş görünen Rusya, alttan alta derin bir kaynaşma içindeydi. 19. yüzyıl boyunca mayalanan, çarlığa karşı çok çeşitli biçimlerde, bir yandan bireysel şiddet eylemleri ve köylü isyanları, öte yandan işçi grevleri şeklinde ifade bulan tepkiler, yeni bir yüzyılın başında yaygın bir kitle hareketi olarak çarlığı sarsmaya başladı ve nihayet 1905 yılında ayaklanma patladı.
Çarlık, bu yıkıcı depremden, siyasal özgürlük talebi belirgin kabarıştan bir danışma meclisi toplama vaadinde bulunarak kurtulmayı denedi. Buligin Duması, yükselen devrim tarafından geri püskürtüldü ama böylelikle Rusya’nın gündemine, danışma meclisi niteliğinde bir çeşit parlamento olan duma da girmiş oldu. 1917 Şubat Devrimine kadar da kâh toplanarak kâh dağıtılarak, kimi zaman çarlığın sadık uydusu, kimi zaman ürkek muhalifi olarak hep gündemde kaldı. Yetkileri sınırlı, üyeleri birkaç elekten geçirilerek seçilen bu dumalar, Rus devrimcilerinin de ilgi ve tartışma konusu oldu.
1905 Ekiminde Çarın, devrimin dalgakıranı olarak gündeme soktuğu, ama devrim tarafından başarısızlığa uğratılan Buligin Dumasını, 1906 ile 1917 Şubatı arasında toplanan dört duma izledi.
Birinci ve ikinci Dumalar (Birinci Duma 10 Mayıs-21 Haziran 1906, İkinci Duma 5 Mart-3 Haziran 1907 arasında toplandı) öngörülen 5 yıllık süreyi tamamlamadan, üye çoğunluğunun çarlığın istediği yasalara muhalefet etmesi nedeniyle, çarlık tarafından dağıtıldı. Kasım 1907’de toplanan ve 5 yıllık olağan süresini tamamlayan ilk duma özelliği kazanan 3. Duma, 1905 yenilgisi ardından gelen gericilik döneminin kötü ünlü başbakanı Stolipin’in seçme hakkını kısıtlaması sayesinde çarlığa sorun çıkartmadı. 1912 Kasımında toplanan Dördüncü Devlet Duması ise varlığını 1917 Şubat Devrimine kadar sürdürdü.
“Çarlık Dumasında Bolşevikler”, genel olarak Bolşeviklerin parlamenter mücadele deneyimlerini ele alsa da, özel olarak Bolşeviklerin Dördüncü Devlet Duması sürecindeki faaliyetlerini ele alıyor.
Bolşevikler 1905’te, çarlığın devrimi sahte bir parlamento ile boğma planına, başarıya ulaşan boykot taktiği ile karşı durmuşlardı. 1906’da tekrarlanan boykot taktiğinin yanlışlığını çok geçmeden anlayan Lenin ve Bolşevikler, ardından gelen İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Duma seçimlerine büyük önem verdiler. Seçimlere katıldılar ve seçim sistemindeki tüm kısıtlamalara rağmen her üç dumaya da temsilci göndermeyi başardılar. 1912 yılında toplanan kitabın ele aldığı duma olan Dördüncü Duma’da altı Bolşevik işçi milletvekili vardı.
“EN GERİCİ KURUMLARDA BİLE…”
Lenin, kitleleri yanlış fikirlerden, aldatılmışlıktan kurtarmak söz konusu ise en gerici kurumlarda bile çalışmanın gereği üzerinde defalarca durmuştur. Lenin’in bu sözü yerli yersiz çok sık tekrarlanmış ama gereği pek az yerine getirilmiştir. “Bizim gibi ülkelerde…”, “faşist diktatörlük altında…” diye başlayan gerekçelerle, Türkiye’de parlamentodan, seçimlerden, gerici sendikalardan yararlanılamayacağının teorisi yapılmıştır. Bu da, bu olanağı kullanmanın reformizm, yasalcılık suçlamasına hedef olmasına, böylece bu tartışmalarda epeyce gereksiz enerji kaybına neden olmuştur. Dile getirilen gerekçe ne olursa olsun, gerçekte bilinçaltında yatan, Bolşeviklerin veya siyasal baskı altındaki öteki partilerin girmeyi başardıkları kurumların bizimkiler kadar zalim olmadıkları düşüncesidir. Badayev’in kitabı Lenin’in “en gerici kurumlarda çalışma” sözünün ne anlama geldiğini çok iyi gözler önüne sermektedir ve böylesine gereksiz tartışmaya son noktayı koyacak verileri sunmaktadır.
Çarlık Dumasında Bolşevikler’i okurken, Bolşeviklerin son sınırına Kadar kullanmayı başardıkları yasal imkânların neme nem bir şey olduğu, bu yolun ne çeşit dikenli teller ve mayınlarla döşenmiş olduğu anlaşılıyor. Seçim platformunu dile getirmenin, milletvekili seçimine katılmanın, seçilmenin, bir soru önergesi vermenin ne gibi güçlükler ve yasaklarla engellenmeye çalışıldığını görüyoruz.
Rusya’da, özellikle 1905 Devrimini izleyen yenilgi ve gericilik yıllarında, açık bir devrimci propaganda birçok noktada dolaylı anlatım yoluyla, bir “ezop dili” kullanılarak mümkün oluyordu. Bolşevikler seçim platformlarını oluşturur ve Birinci Rus Devriminin üç temel talebini (siyasal özgürlük, 8 saatlik işgünü, toprakların ulusallaştırılması) seçim platformlarının ana maddeleri olarak formüle ederken bile örtülü bir anlatım kullanmak zorunda kalıyorlardı. Günlük işçi gazetesi Pravda da işçilere çağrılar yaparken birtakım şifreler kullanmak zorundaydı.
Seçim sistemi, özellikle İkinci Duma’dan sonra, çarlığın temel toplumsal dayanağı olan toprak sahiplerinin ve soyluların Duma’daki çoğunluğunu güvenceye alacak şekilde düzenlenmişti.
Büyük toprak sahipleri, kentlerdeki büyük mülk sahipleri, işçiler ve köylüler gibi toplumsal katmanların her biri milletvekillerini ayrı ayrı seçiyordu. İşçilere, nüfus içindeki oranlarıyla kıyaslanmayacak ölçüde az sayıda milletvekili seçme hakkı tanınmıştı. Seçim sistemi, bir dizi yükümlülük ve külfet getiriyordu. İşçiler ve köylüler için üç aşamadan oluşuyordu. Kadınların seçme ve seçilme hakkı yoktu, işçiler için, 6 ay boyunca aynı işyerinde çalışma zorunluluğu vardı. Bu süre zarfında işten atılan işçiler otomatikman seçilme ve seçme haklarını kaybediyorlardı.
İşçiler dışındaki kentli emekçiler “Konut sahipleri” kategorisiyle seçime katılıyordu. Ama emekçi kentlilerin çoğunluğu seçim listelerine yazılmıyor, kendilerini yazdırmaları için uzun uğraşlar vermeleri gerekiyordu.
Seçim komisyonları seçimin her aşamasında istediği kişilerin seçme ve seçilme hakkını alıyor, kimi durumda koca bir fabrikanın seçme hakkı bile gasp edilebiliyordu.
Tüm bu ve daha başka engellere karşın Bolşevikler, inatçı bir seçim çalışması yürüttü; işçi kategorisindeki tüm milletvekilliklerini kazanarak Duma’ya 6 milletvekili sokmayı başardılar.
İş, milletvekili seçilmekle bitmiyordu, Dumada da bir dizi engel vardı. Gerçi işçi milletvekilleri dokunulmazlığa sahipti ama önerge vermeleri, meclis kürsüsünü kullanmaları bir dizi engeli aşmakla mümkün oluyordu. Duma faaliyetinde büyük öneme sahip soru önergeleri, başını Kara-Yüzler’in çektiği gerici blokun engellerine takılıyordu. Bir soru önergesi vermek için 33 imzaya gereksinim vardı. Bolşevikler ve Menşeviklerden oluşan Sosyal Demokrat grubun oy sayısı ise 14’tü. Trudoviklerin 10 oyunu almak da yetmiyordu. Yanı sıra Kadetler ve İlerlemecilerden (liberal partiler) de imza almak gerekiyordu, imzalar alındıktan sonra, bu soru önergesinin gündeme alınabilmesi için “aciliyetinin” kabul edilmesi gerekiyordu…
Bolşevikler, kitapta daha pek çok ayrıntısı verilen bu yasakları ve kısıtlamaları yaratıcılıkla, inatçılıkla ve üstün bir manevra yeteneğiyle aşmasını bildiler. Duma’dan devrimin çıkarları için yararlandılar.
Böylelikle Lenin’in 1912 Krakov Konferansında ortaya koyduğu hedef gerçekleştirilmiş oluyordu: “İşçi milletvekilleri, Duma’yı ajitasyon için ve hem çarlık hükümetinin hem de sözde liberal partilerin ikiyüzlülüklerini gözler önüne sererek, devrimci hareketin gelişimine yardıma olmak için kullanmalılar.”
İŞÇİLER VE BOLŞEVİKLER
“Çarlık Dumasında Bolşevikler”, Bolşevikler ile işçi sınıfı arasındaki karşılıklı ilişkinin boyutu ve niteliği hakkında da zengin veriler sunuyor.
Kendini sosyalist olarak tanımlayan hemen her parti, aynı zamanda işçilerin partisi olduğunu iddia eder. Marksist-Leninist olma iddiasının getirdiği zorunlu bir kabuldür bu. Ancak bir siyasal grubun gerçekte işçilerin partisi olup olmadığını anlamak için onun sadece kendisini nasıl adlandırdığına bakmak yetmez, aynı zamanda ve esas olarak işçi sınıfı ile kurduğu pratik ilişkiye bakmak gerekir. Kısacası, bir partinin işçi partisi adını hak etmesi için, sosyalist dünya görüşünü savunuyor olması yetmez, aynı zamanda işçi sınıfı içinde çalışmayı esas alması, sınıfın ileri unsurlarını bağrında toplamayı ve bileşiminde işçi oranını yükseltmeyi hedeflemesi gerekir. Pek çok “sosyalizm” anlayışı, işçi sınıfını temsil etmek ve onun adına davranmak için, sınıfın dünya görüsünü savunmanın yeterli olduğunu düşünmekte ve dile getirmese de bu bakıştan hareket etmektedir. Rusya’nın devrimci deneyi ise sosyalistler ile sınıf arasındaki ilişkinin nasıl somut, karşılıklı, pratik bir ilişki olduğunu göstermektedir. (Burada eleştirdiğimiz, işçi sınıfı ile bağların mevcut durumda yeterince güçlü olmaması değil, böyle bir anlayış ve hedefe sahip olmamaktır. Sınıf adına yola çıktığını iddia etmekle sınıfı temsil ”vekaletine” kavuştuğunu düşünmektedir. Yoksa samimiyetle sınıfa yönelmiş bir parti, birtakım öznel ve nesnel koşullar nedeniyle sınıfla ilişkisini istenen düzeye çıkaramamış olabilir.)
Bolşeviklerin dikkat çeken ilk özelliği, daima işçilerin içinde ve işçilerin düşüncelerini, eğilimlerini yakından gözleyecek bir pozisyonda bulunmalarıdır. Kitapta da görüyoruz ki, seçim kampanyası boyunca ve temsilcilerini Dumaya gönderdikten sonra Bolşevikler her konuda partili ve partisiz işçilerin düşüncelerini almışlar, onların dile getirdikleri talepleri soru önergeleri haline getirmişlerdir. Bolşevik milletvekilleri seçim bölgelerine ve fabrikalara yaptıkları ziyaretlerde işçilerin sorunlarını gözlemiş; evlerini işçilere açmış, her gün onlarca işçiyi kabul ederek dile getirdikleri genel ve kişisel sorunlara çözüm aramışlardır. Bunun içindir ki, sadece işçiler içerisinde değil, tüm toplum ölçüsünde işçi sınıfının Bolşeviklerce temsil edildiği kabul edilir olmuştur. Bolşevikler, taktikler geliştirirken ve pratik kararlar alırken de işçilerin, en azından işçilerin ileri kesimlerinin düşünce ve eğilimlerini daima hesaba kattılar. Örneğin Menşeviklerle yıllarca fiilen ayrı oldukları, onların oportünist tasfiyeci nitelikleri hakkında hiçbir kuşku taşımadıkları halde, işçiler bir bölünmeye karşı olduğu için, işçi çoğunluğunu ikna etmek amacıyla 1912 yılına kadar resmi ayrılıklarını ilan etmediler.
Bolşevikler, işçileri sadece desteği alınacak bir güç olarak görmediler. Parti bileşimini işçileştirmek için de özel bir çaba harcadılar, işçi militanları parti üst organlarına yükseltme hedefi güttüler. Nitekim Duma’ya seçilen altı milletvekilini Merkez Komitesine seçmekten, Pravda’yı onların yönetimine vermekten, Duma Grubunu partinin Rusya içindeki yönetici merkezi görmekten kaçınmadılar. Elbette Bolşevikler işçileri yönetici görevlere seçerlerken, onların eğitimine de özel bir önem verdiler. Seçildikleri güne kadar tezgâh başında işçilik yapan Bolşevik milletvekilleri, toprak sahipleri ve burjuvazinin deneyimli temsilcilerinin arenası olan Dumada, bir dizi ayak oyununu boşa çıkarmayı, proletaryanın devrimci taleplerini dile getirmeyi başardılar.
Ve son olarak elbette ki, devrimci çizgilerinin, doğru taktiklerinin, ısrarlı çalışmalarının bir ürünü olarak Bolşevikler işçilerin esas temsilcisi oldular. Duma seçimleri de bunu açıkça gösterdi. Dumada altı Bolşevik, yedi Menşevik milletvekili vardı. Ama Menşeviklerden üçü aydındı. Geriye kalan dört Menşevik milletvekili işçiydi ama yedi Menşevik milletvekilinin hepsi de işçi kategorisinden değil nüfus içinde küçük burjuvazinin ağırlıkta olduğu bölgelerden ve özellikle politik bakımdan geri olmakla birlikte çarlığın baskılarına milliyetçi bir tepki gösteren bölgelerden seçilmişlerdi. Buna karşın Bolşevik milletvekillerinin altısı da işçiydi, işçi kategorisinden 6 bölgede seçim yapılmış, 6 bölgede de seçimi Bolşevik adaylar kazanmıştı. Rusya’nın en önemli sanayi merkezlerinden seçilmişlerdi ve seçimi kazandıkları altı bölgede 1 milyon işçi bulunuyordu. Buna karşılık Menşeviklerin seçildiği dört bölgede ise 250 bin işçi vardı. Görülüyor ki, her beş işçiden biri Menşevikleri, diğer dördü Bolşevikleri destekliyor. Bolşeviklerin işçi sınıfı içindeki etkisinin gericilik yılları boyunca arttığını üç Duma için yapılan seçim sonuçları da gösteriyor. İkinci Duma’da işçiler tarafından seçilen milletvekillerinin on ikisi Menşevik, on biri Bolşevik’ti. Üçüncü Dumada bu sayılar eşitlenmişti. Dördüncü Dumada ise işçi kategorisinden seçilen milletvekillerinin tamamı da Bolşevik’ti.
PARLAMENTER VE PARLAMENTO DIŞI EYLEM
“Bazıları Duma kürsüsünü bakan olmak için terk eder; diğer bazıları, işçi milletvekilleri ise mahkûm olmak için.” Lenin’in bu sözleri, devrimci milletvekillerinin nasıl bir ruhla parlamentoya girmeleri gerektiğinin anahtarını veriyor. Burjuva partilerin mensupları, büyük paralar harcayarak parlamentoya seçilirler ve milletvekilliğinin kendilerine daha bir dizi ikbal kapısı açacağı hayali ile yaşarlar, işçi milletvekilleri ise, parlamentoda bulunmalarının omuzlarına ağır bir yük bindirdiğinin, üzerlerine çevrili düşman bakışları, sataşmaları, saldırıları cesaretle göğüslemek zorunda olduklarının bilincindedirler. Bu, işçi sınıfı partisinin parlamentoya katılış amacı tarafından belirlenir.
Bolşevikleri ve milletvekillerini, aynı yıllarda parlamentolarda temsil edilen II. Enternasyonal partilerinden ayıran en belirgin özellik, ikincilerin parlamenter eylemi temel eylem biçimi olarak görmesine karşın, birincisinin, yani Bolşeviklerin parlamenter eylemi, parlamento dışındaki hareketi güçlendirmenin, ona yardım etmenin bir aracı olarak görmesidir. Bolşeviklerin 1912 yılı Ocağında toplanan Prag Konferansı, seçim taktiğinin çerçevesini çizerken, “diğer bütün görevlerin tabı olacağı temel görevin sınıf çizgisinde sosyalist propaganda ve işçi sınıfının örgütlenmesi” olduğunun altını çizmişti. Bolşevikler, parlamentodan, çarlığı, onun has sözcülerini, liberal sahte muhaliflerini teşhir etmek için, ajitasyon için yararlandılar; işçilerin ve halkın taleplerini dile getirdiler, işçi hareketinin gelişimine katkıda bulundular.
Kitap boyunca, Bolşevik milletvekillerinin nasıl fabrikadan fabrikaya koştuğunu, patlayan her direnişte, her gösteride, her iş kazasında işçilerle omuz omuza olduklarını görüyoruz ve aynı şekilde tüm bu gözlemlerini soru önergesi haline getirdiklerini ve birçok defalar soru önergelerinin sınıfa eylem çağrısı anlamına geldiğini görüyoruz.
Söylemeye gerek yok ki, parlamentoda bulunmak kendi başına bir amaç değildir. Yığınların düzenden kopuşuna, düzenin yıkılışını yakınlaştırmasına hizmet ettiği sürece seçimler ve parlamentoyu kullanmanın bir anlamı vardır. Rus Bolşeviklerini (ve belirli dönemlerde kimi Batı Avrupa partilerini vb.) devrimci kılan, 1905’te Dumayı boykot ederken de, 1907–12 yıllarında parlamentoya katılırken de, devrimi düşünmeleri, parlamenter eylemi, yığınları harekete geçirmenin, devrimci ajitasyon ve örgütlenmeye dayanak sağlamanın aracı olarak görmüş olmalarıdır. Buna karşılık II. Enternasyonal’i işçi sınıfına karşı açık ihanete ve çöküşe götüren, ise, bu partilerin her koşulda kendi burjuvalarıyla anlaşma yolunu seçmeleri, burjuva parlamentosundaki “saygınlıklarını” ve yapıştıkları koltukları devrimin çıkarlarına yeğlemeleri olmuştur.
Eğer Rus Bolşevikleri, kabarış yıllarında saldırıya geçmeyi ve bu arada parlamentoyu boykotu, yenilgi yıllarında ise düzenli olarak geri çekilmeyi ve bu kez parlamentoya katılmayı, yasal imkânları kullanmayı; yasal ve yasadışı çalışmayı ustaca birleştirmeyi öğrenmeselerdi, bu ateşli sınavlarda olgunlaşmasalardı, 1917 Ekiminde iktidarı almaları da hayal olurdu. “Çarlık Dumasında Bolşevikler”de, bu ateşli sınavların nasıl verildiği, sınavdan geçen bir işçinin kaleminden tüm canlılığı ve öğreticiliğimle akıcı bir şekilde anlatılıyor.
SONUÇ
Yukarıda ele alınanlar dışında kitapta altı çizilmesi gereken daha pek çok yön var. Özellikle de günlük işçi gazetesi Pravda’nın rolü ve Duma grubu ve işçi hareketiyle ilişkisi; yasadışı ve yasal faaliyetin başarıyla birleştirilmesi ve bu sayede ajan-provokatörlerin yıkıcı etkisinin en aza indirilmesi; Bolşevikler ve Menşevikler arasındaki çatışmanın içeriği vb. konuların altının çizilmesi gerekiyor. Bir tanıtım yazısının sınırları içinde değinilemeyen bu konular da aynı şekilde Bolşevik Partisi’ni, çalışmasını, taktiklerini anlamak bakımından değerli veriler sunuyor.
Ancak, bir ülkenin deneylerinden dersler çıkarmak, o ülke, Bolşevik Partisi’nin ve Lenin’in ülkesi olsa bile, uygulanan çizgi ve taktiğin kopya edilmesi olarak anlaşılmamalıdır. Farklı ülkelerin bazı ortak genel özelliklerinin yanında pek çok özgün, farklı özellikleri vardır ve bir ülke için doğru olan kimi taktikler başka bir ülke için yanlış olabilir. Önemli olan, geliştirilen taktiklerin özünü kavramak, uygulandıkları koşullan tüm yönleriyle inceleyerek sonuca varmaktır. “Çarlık Dumasında Bolşevikler” de bu perspektifle okunması gereken bir kitaptır. Ne İki ülke arasında kaba paralellikler kurmak, ne de bize uymaz aldırmazlığı!
Yazıyı, bahse konu olan Dördüncü Duma’daki Bolşevik milletvekillerinin akıbetleri hakkında kısa bir bilgi vererek noktalayalım. Bolşevik milletvekilleri, çarlık hafiyelerince adım adım izlense de, içlerindeki (o zamanlar bilmedikleri) ajan-provokatör Malinovski aniden ortadan kaybolarak grubu güç duruma düşürse de, Kara-Yüzler denilen güruhun sürekli saldırılarına muhatap olsalar da çalışmalarını layıkıyla 1914 sonbaharına kadar, yani I. Emperyalist Savaş’ın ilk aylarına kadar sürdürdüler.
Çarlığın savaş bütçesine hayır dedikten sonra tutuklandılar, son devrimci görevlerini mahkemede yerine getirip, devrimci şiarları mahkemede de dile getirdikten sonra, Sibirya’nın yolunu tuttular. Parti yara almıştı. Gazete kapanmıştı. Partinin yurtdışındaki merkezi ile bağ kurmak güçleşmişti. Kitlesel ölümlere, sakat kalmalara, salgın hastalıklara ve açlığa yol açan savaş yılları başlamıştı. Zor yıllar. Ama tüm bu zorluklar içinde Lenin’in inanmış, kararlı sesi yükseliyordu: “Yine devam edeceğiz. Pravda, sınıf bilincine sahip binlerce işçiyi eğitti, tüm zorluklara rağmen onlardan, yeni öncü grupları, yeni bir Rusya Merkez Komitesi ortaya çıkacaktır…”
Haziran 1999