“DUVAR”IN YIKILMASIYLA BAŞLAYAN SÜREÇ
Adriyatik yarımadasında bugün gelinen kan ve ateşle dolu görünüşün kaynaklarını görebilmek için, sekiz yıl önce başlayan emperyalist müdahale sürecinin başlıca dönüm noktalarını kısaca hatırlamak gerekiyor.
Yugoslavya, “sosyalist blok”un dağılmasından sonra, 1991 ortalarında, tarihinin en bunalımlı dönemine girdi. Nazizme karşı savaş sonrasında, geçmişteki bütün bölünmeleri ve halklar arasında kışkırtılmış savaş dönemini geride bıraktığına inanarak, birlikte Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ni kuran Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Makedonya ve Karadağ halkları, yeniden her türden emperyalist kışkırtmaya ve müdahaleye açık hale geldi. Aslında, Yugoslavya içindeki Sırp olmayan halklar üzerindeki baskılar, Tito döneminde de özellikle Kosovalı Arnavutlara uygulanan ayrılıkçı-ırkçı politikalar biçiminde vardı ve günümüzdeki Sırp gericiliğinin uygulamalarının başlangıcı o dönemde bulunuyordu. Ne var ki, Sırp ırkçılığının ve “Büyük Sırbistan” hayalinin canlandırılması için yeni olanaklar, “Yeni Dünya Düzeni” koşulları içinde bulundu.
25 Haziran 1991’de federasyonu oluşturan cumhuriyetler içinde ekonomik bakımdan en gelişmiş ikisi, Slovenya ve Hırvatistan, “Yeni Dünya Düzenine uyum” ve “demokratik dönüşüm” programları konusundaki görüşmelerin başarısızlığa uğradığını ileri sürerek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Slovenya, “artık Yugoslavya’nın bir parçası olmadığını” bildirerek, askeri savunma önlemleri aldı. Yugoslavya, her iki cumhuriyetin tutumunun “yasadışı, tek yanlı ve gayri meşru” olduğunu ilan ederek, kendi ordusuna sınırlarda “federal yasalara uyulmasını sağlama” emrini verdi. Bu, açıkça bağımsızlığını ilan eden cumhuriyetlere karşı savaş ilanı demekti. 27 Haziranda başlatılan müdahale, Yugoslavya açısından tam bir başarısızlıkla sonuçlandı. Değişik milliyetlerden oluşan Yugoslav ordusu, “federal yasaların uygulanması” konusunda inançsız ve gönülsüz davrandı. AET’nin işe karışmasıyla, “bütün sınırlarda federal yasaların üç ay süreyle yeniden uygulanması” konusunda anlaşma sağlandı. Bu aradan sonra, 1 Ağustos 1991’de ülkenin geleceği ile ilgili görüşmeler başlatılacaktı.
Ancak bu arada, Hırvatistan’da, Sırp halkının yaşadığı bölgelerde Sırplarla Hırvatlar arasında kışkırtılan kanlı çatışmalar büyüyerek sürdü. Hırvatistan’ın bağımsızlık ilanına karşı çıkan Sırp milliyetçilerinin örgütlediği direnişe karşı Hırvat askeri birlikleri şiddetle saldırdı. Kuşkusuz, Sırp direnişinde, bir halkın kendi talepleri doğrultusunda ve kendisi için hareket etme isteğinden çok, bağımsızlık ilanını bozmak isteyen Yugoslav hükümetinin provokasyonları rol oynuyordu. Nitekim sözde “Sırp-Hırvat çatışmasını” durdurmak üzere gönderilen Federal ordu, bir “işgal ordusu” gibi davranmaya başladı. Aynı günlerde, Yugoslav Cumhurbaşkanı Miloseviç, Hırvatistan’daki Sırp’lara müdahale sırasında kendilerini savunmaları çağrısı yaptı. “Yugoslav Halk Ordusu”nun “tarafsız bir güç” olduğu yolundaki gerçeğe dayanmayan propaganda da, bu andan itibaren kesildi.
Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlık ilanı, Avrupalı emperyalistler ve ABD arasında çeşitli bölünmeleri ve karşı karşıya gelişleri de açığa çıkardı. Avusturya, geçmişte kendi egemenlik bölgesi olan bu ülkelerin girişimini desteklerken, Almanya da Hırvatistan ve Slovenya’dan yana tutum takındı. Fransa, bağımsızlık ilanına karşı çıkarken, başta İngiltere olmak üzere, diğer Avrupa ülkeleri “birleşik bir Yugoslavya” tezini savunuyorlardı.
“Birleşik Yugoslavya” kavramının aynı zamanda kesin bir Sırp egemenliği anlamına geldiği, Voyvodina ve Kosova’nın özerkliğini kaldıran yeni Anayasanın kabul edilmesiyle görüldü. Bosna-Hersek ve Makedonya, gelişmenin “Büyük Sırbistan” projesi yönünde geliştiğini görerek, Sırbistan’la olan ilişkilerini zayıflatma yönünde adımlar attılar.
1994’te, Bosna-Hersek Sırp saldırısının hedefi oldu. “Büyük Sırbistan” hedefine ulaşmak için uygulanan ve “Etnik arındırma” kavramıyla ifade edilen program gereğince, Sırp kökenli halkın yaşadığı bölgelerde, başka uluslardan halkların boşaltılması ve toprakların Sırbistan’a katılması girişiminin en kanlı sonuçlarından birisi Bosna’da yaşandı.
Bosna -Hersek topraklarında, nüfusun çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyordu. Onlarla birlikte, dağınık vaziyette Hırvatlar ve Sırplar bulunuyordu. Sırbistan, Sırp nüfusun yoğun olduğu Banja Luka’dan başlayarak, Müslüman halka karşı son derece kanlı bir saldırı başlattı. Bu uygulama, öteden beri bölgede etkin bir rol oynamanın yollarını arayan ABD’nin devreye girmesi fırsatını yarattı. ABD, önce, Türkiye ve Pakistan’ı aracı olarak kullandı. Bosna-Hersek çatışmaları, Almanya ile ABD arasındaki rekabetin de su yüzüne çıkmasını sağladı.
1991’den itibaren, Almanya, kendi etkisi altında bölgeler yaratmak için Yugoslavya’yı bölünmeye sürükleyen bütün çelişmeleri keskinleştirmiş ve çatışan taraflar arasında taraf tutmuştu. Fransa’nın da zaman zaman açıkça Sırp tarafında yer almasına karşın, ABD Müslüman halklar üzerinde oynamayı seçti. 1995’te, imzalanan “Dayton Anlaşması” ile Bosna-Hersek üzerindeki Sırp saldırısı durdu. Aynı zamanda Makedonya da bağımsızlığını ilan etti.
Karadağ ve Sırbistan arasında bir birlik olarak devam eden “Yeni Yugoslavya”, Rusya ve Avrupa ile ABD arasındaki hassas dengede varlığını sürdürmeye ve eski planlarını gerçekleştirmeye çalışıyor.
EMPERYALİSTLER ARASINDAKİ GİZLİ SAVAŞ
Bütün bu süreçte, Avrupa Birliği ve ABD arasındaki eski çelişmeler, yeni yüzlerle ortaya çıktı. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Orta Asya ve Kafkaslar üzerinde etkili olmayı, petrol ve doğalgaz kaynaklarından pay almayı hesaplayan Almanya, Balkanlar’daki karışıklığın kendi yolunu açan bir gelişme sağlaması için çalışırken, aynı hedeflere yürüyen ABD ile karşı karşıya geldi. ABD, İngiltere’nin desteğini elde ederken, Almanya değişen dengeler içinde, zaman zaman İtalya, Avusturya ve Fransa’yı yanında buldu. ABD, NATO’yu kendi hesaplarının aracı olarak kullanmaya çalışırken, Avrupa, Birleşmiş Milletler aracılığıyla, kendisinin de üyesi olduğu NATO’yu denetlemeye çalıştı. Rusya, bu karmaşık ve değişken ittifaklar kombinasyonu karşısında, Balkanlar’daki etkisini güçlendirmek ve NATO karşıtı bir ittifak için olanaklar yaratmak için Yugoslavya’yı destekleyen bir politika izledi. Rusya, sorunun bölgesel olmadığı, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya üzerindeki emperyalist emellerle ilgili olduğu gerçeğinden hareket ederek, saldırıyı ilk başladığı yerde durdurmayı, bunun için de ABD ve AB’nin Yugoslavya üzerindeki oyunlarını kırmayı amaçlıyordu.
Emperyalistler arasındaki rekabetin aldığı boyutlar ve bu rekabetin büründüğü örtülü ve dolaylı savaş, günlük ilişkiler içinde gizlenebiliyor. Kosovalı göçmenler, hem Almanya hem de İngiltere tarafından kabul edilebiliyor. Bütün emperyalistler, “insani amaçlarla” başlatıldığı ileri sürülen NATO harekâtının arkasında birleşmiş gibi görünüyor.
Bununla birlikte, sorunun çözümü hakkındaki farklı planlar, ABD ile Avrupa arasındaki çelişmeleri göstermeye devam ediyor.
KOSOVA BİTİNCE NE BAŞLAYACAK?
Gerçekten ABD başta olmak üzere, onun en yakın müttefiki olan İngiltere açısından, şu anda Kosova halkının çektiklerinden çok, iyice zayıflatılmış ve diz çöktürülmüş bir Yugoslavya karşısında Kosova’nın alacağı yeni statü ilgilendiriyor.
Bölünmüş, sonra da Arnavutluk’la zayıf bir biçimde birleştirilmiş bir Kosova, ABD çıkarları için en elverişli sonuç olacaktır. UÇK, böyle bir statüde, ABD’ye bağlı askeri ve siyasi güç olarak rol oynayacaktır. “Savaş sonrası” statü için, UÇK, ABD için en elverişli dayanak olacaktır. En az Sırp saldırganlar kadar ırkçı ve milliyetçi olan bu kukla örgüt, yeni karışıklıkların ve savaşların kışkırtılmasında uygun bir araçtır. Ancak ABD açısından, sürekli ve güçlü bir dayanak yaratılabilmesi için, Karadağ’ın da şu andaki birlikten koparılması, Makedonya’nın da bu yeni Amerikan bölgesine katılması gerekmektedir. Böylece, Arnavutluk ve Karadağ’da, Kosova tarafından doğuya, Makedonya tarafından da güneye doğru desteklenen ve Adriyatik’e hâkim bir üs yaratılmış olacak.
Bu “nihai hedef” acısından bakıldığında, Kosova’da sorunun çözülmesinin ancak yeni sorunların başlangıcı olacağını tahmin etmek zor değildir. Çünkü Kosova’nın hemen ardından, büyük bir olasılıkla ABD, yayılma hedeflerini Karadağ’a kadar uzatacak ve Karadağ’da, onun Sırbistan’la olan şimdiki zayıf birliğini bozmaya yönelik iç sorunlar yaratılacaktır. Ancak bu hedefin elde edilmesi girişimi, Avrupa’nın ve onun uzantısı olan Yunanistan’ın direnişi ile karşılaşacaktır. Şu anda, NATO harekâtının sınırlandırılması ve bir an önce asgari hedeflere ulaşılmasıyla bitirilmesi görüşünü savunan Avrupa ve Yunanistan’ın ABD’ye muhalefetinin nedenleri burada bulunabilir.
Sürmekte olan NATO harekâtı, NATO üyeleri arasında farklı hedeflere bağlanmıştır ve bunun ne kadar ve ne için sürdürüleceği konusunda, Avrupa ile ABD arasında görüş birliği yoktur.
Almanya ve Fransa, NATO’nun Birleşmiş Milletler’in gözetiminde hareket etmesini öneriyorlar. Ayrıca, harekâtın hedefini, Kosovalı göçmenlerin yurtlarına dönmesi ve Sırp saldırılarının durdurulmasıyla sınırlandırıyorlar. Bölgede NATO askeri güçlerinin değil, BM’ye bağlı sivil gözlemci gruplarının bulunmasını istiyorlar. Bu plan, Fransa’nın NATO’yu “dünya jandarmalığı” görevinden uzaklaştırmaya yönelik eski planıyla da uyumludur. Fransa, NATO’nun bütün dünyada daha aktif bir örgüt haline getirilmesini isteyen ABD ve İngiltere’ye karşı, Birleşmiş Milletleri öne çıkaran ve NATO’nun işlevlerini BM kontrolüne sokmaya çalışan bir yol izliyor. Nisan ayı sonlarında gerçekleşen Washington Zirvesi, bu çelişmeyi açığa çıkaran ama üstünü örten bir sonuçla kapandı. Fransız Cumhurbaşkanı Chirac, sonuç bildirgesinde BM Güvenlik Konseyi’nin, NATO’nun üye ülkeler toprakları dışındaki harekâtları için izin mercii olarak tanımlandığını ileri sürerken, NATO Genel Sekreteri Solana, bu yorumun doğru olmadığını, NATO harekâtları için BM izninin gerekli olmadığını söyledi.
Zirvenin diğer bir önemli sonucu, ABD planlarının Kosova ya da Yugoslavya ile sınırlı kalmadığını göstermesi oldu. Clinton’un Arnavutluk, Bosna, Hırvatistan, Bulgaristan, Makedonya, Slovenya ve Romanya liderleriyle yaptığı görüşmelerde, “bölgeyi yeniden yapılandırma” konusu ele alındı ve bu konuda ortak bir kararlılık belirtildi. Üstünde en azından kavram düzeyinde anlaşmaya varılan bu yeni plan, Kosova-Arnavutluk, Makedonya ve Karadağ üzerine tasarlanan statü ile birleşince, yarımadanın kuzeyinde Yunanistan için etkili bir baskı oluşturacaktır. Uzunca bir süredir ABD politikaları karşısında AB’nin koçbaşı gibi hareket ederek pazarlık alanını genişletmeye çalışan ve ABD’nin Ortadoğu politikalarına karşı ittifaklar geliştiren, Suriye, Ermenistan ve en önemlisi İran’la saldırmazlık anlaşmaları imzalayan Yunanistan, bu olası baskıya karşı şimdiden önlem almaya çalışmaktadır.
“Savaş sonrası” hesaplar, Avrupa Birliği içinde de geliştiriliyor. Umut Yaşar’ın 6 Mayıs tarihli Evrensel’de bildirdiğine göre, Alman Savunma Bakanı Rudolf Scharping, Avrupa Birliği’ni, Kosova için uzun vadeli ve kalıcı bir yardım için hazırlanmaya çağırmıştır. Bu türden hesaplar, klasik örneği İkinci Emperyalist Savaş sonrasında görülen Marshall Planı ve Truman Doktrini gibi emperyalist “yardım” tasarılarını hatırlatmaktadır. Önce yıkmak, sonra da daha bağımlı hale getirecek kapsamlı ekonomik, siyasal, askeri programlarla savaş görmüş ülkelere girmek, emperyalizmin en eski yöntemlerindendir. Öyle görünüyor ki, Avrupa Birliği, bu alanda öncülüğün ABD’ye kaptırılmaması için önlemler almaktadır. Alman Meclis Başkanı Klaus Haensch ise yardımın “Kosova, Arnavutluk ve Karadağ’ın yeniden inşasını” kapsaması gerektiğini söyleyerek hedefi genişletmiş ve netleştirmiştir. Kuşkusuz, “yardım planı”na, savaştan en çok zarar gören ülke olarak, Yugoslavya’da dâhil edilecektir. Bu, Yugoslavya’da bir yönetim ‘değişiklimi koşuluna bağlanarak yeni bir baskı etmeni olarak kullanılacak, aynı zamanda, Yugoslavya üzerinde hangi emperyalist mihrakın daha etkili olacağını belirlenmesi için yeni bir çekişmeye de yol açacaktır.
Bu iki sonuç, aslında birbiriyle çelişen pek çok unsur içermektedir ve önümüzdeki süreçte, AB ile ABD arasındaki çelişmelerin, yalnızca Adriyatik yarımadasında değil, Türkiye ve Yunanistan’ı da kapsamak üzere Balkanlar ve Ortadoğu çapında değişik biçimlerde yeniden ortaya çıkacağını göstermektedir.
ABD’nin kendi hedeflerine ulaşabilmesi için, “kara harekâtı” önemli bir olanaktır. NATO’nun Avrupalı ortaklarının “kara, harekâtı” konusunda ayak sürümelerinin başlıca nedeni budur. Ama bu olmazsa, ABD kendi planlarından geri duracak değildir. Rusya ve Avrupa (Fransa ve Almanya) arasında zaman zaman gündeme gelen ABD dışı (kimi durumlarda karşıtı) anlaşmalar (1998 Trosya Zirvesi gibi görüşmeler), kararsız ve değişkendir. Dolayısıyla, Balkanlar üzerindeki ABD-İngiltere ittifakının hedefleri netleştikçe, çelişkiler de güçlenecektir. Bu yüzden, Balkanlar, Adriyatik yarımadası merkez olmak üzere, gelecekteki pek çok karışıklığın, halklar üzerindeki baskı ve katliamların, savaşın hüküm sürdüğü bir alan olmaya devam edecektir.
Haziran 1999
EK:
UÇK: ABD’NİN PROVOKASYON ÖRGÜTÜ
“Kosova Kurtuluş Ordusu” adı, henüz Kosova’ya yönelik Sırp saldırısı başlamadan önce duyuldu. Kosova’nın bağımsızlığı için savaştığını iddia eden örgütün, ciddi bir siyasal yapısı, Kosovalı Arnavut halkıyla ve onun temel talepleriyle bir bağıntısı görünmüyordu. Askerlerinin önemli bir bölümü, Kosova dışındaki Arnavutlardan oluşuyordu. “Kurtuluş Ordusu” adını taşımasına rağmen, kendi halkının kurtarıcısı olarak ABD’nin propagandasını yapıyor, Kosovalıların düzenlediği gösterilerde, ABD’yi ülkeye çağıran sloganlar attırıyordu. “Gerilla Komutanı” kisvesiyle ortalıkta dolaşan UÇK’lılar, ellerinde içki şişeleri, ağızlarında sigara ile poz vermekten çekinmiyor, halkı için savaşan bir gerilladan çok, örnekleri Afrika’da, Latin Amerika’da çokça görülen tipik “paralı asker” görüntüsü veriyorlardı. “Askerler”in önemli bir bölümü, nedense, zulme uğrayan Arnavut halkın içinden değil de, Amerika’daki Arnavut asıllı göçmenler arasından geliyordu. Yine, emperyalistler tarafından kullanılan benzeri silahlı örgütlerin pek çoğunda olduğu gibi, UÇK’nin de finansörlüğünü Amerika’daki paravan CIA örgütleri olan vakıflar (örneğin milyarder George Soros’un “Açık Toplum Vakfı” ve “Arnavut-Amerikan Sivil Girişimi” gibi örgütler) sağlıyor, ya da uyuşturucu ticaretinden pay almasına göz yumuluyordu. Son olarak, 400 Arnavut göçmen genç, New York’ta bir otelin bahçesinde, UÇK askeri olarak yemin edip, Amerikan uçaklarıyla Arnavutluk’un ‘başkenti Tiran’a doğru yola çıkarıldılar.
UÇK, Sırp saldırılarını provoke etmek için kullanıldı, ilk Sırp saldırıları, bu örgütün Sırp hedeflerine saldırıları bahane edilerek başlatıldı. Büyük katliamlar yaşanırken, bu örgütün kayda değer hiç bir direnişi olmadı. UÇK, yalnızca Arnavutluk’la Kosova arasında bir ulaşım kanalı açılmasında kullanıldı. Bununla birlikte ABD, UÇK’ye tanklara karşı etkili füzeler ve uçaksavarlar da dâhil olmak üzere her türden silah ve mühimmat yardımı yapmayı sürdürdü. Görünen o ki, UÇK, ABD tarafından savaş için değil, savaş sonrası bir yönetim için hazırlanıyor.