Seçim çalışmasının ortaya çıkardığı en önemli derslerden birisi de çalışmanın kitleselleşmesi, aynı anlama gelmek üzere “yerelleşmesi” ihtiyacıdır.
Seçim çalışması, iki seçimin bir arada yapılmasının vb.nin doğurduğu kimi güçlükler bir yana, yerel çalışmanın önemini ve bu çalışmanın “genel çalışma” üstünde, kitlelerle bağ kurma üzerinde etkili olduğunu göstermesi nedeniyle son derece öğretici oldu. En azından şu söylenebilir ki; “neden şu kadar değil de bu kadar oy aldığımızın” yanıtı, aslında partinin yerel çalışmada ne kadar mesafe kat etmiş olduğunun ve emekçilerin gündelik hayatına ne ölçüde yön verdiğinin ipuçlarını barındırır. Çünkü “yerel çalışma”, aynı zamanda, bir partinin gerçekten parti gibi davranabilmesi için gerekli yığın ilişkisini, kitle gücünü o partiye sağlayan çalışmadır.
Burada hemen belirtelim ki; yerel çalışma derken, belediyelerin görevi olarak belirlenen sorunlarla sınırlı bir çalışmayı kast etmiyoruz. Başka bir söyleyişle yerel çalışma derken, partinin, belediye hizmetlerinin iyileştirilmesini sağlamak üzere yürütmesi gereken çalışmadan söz etmiyoruz.
Yerel çalışma; partinin politikalarının emekçilere, onların gündelik, olağan yaşamları içinde iletilmesini ve giderek gündelik yaşama derinlemesine nüfuz etmesini amaçlayan çalışmadır. Burada çalışmaya “yerellik” özelliği kazandıran, partinin halkla her günkü ihtiyaçlarını elde etme faaliyeti içinde onlarla yüz yüze gelmesi; partiyi, politikalarını, dünyada olup bitenleri, kentinde mahallesindeki gidişatı, komşusuna, hemşerisine anlatmak; partinin aydınlatma faaliyetini olağan bir iş haline getirmektir. Elbette ki; kimi zaman yerel çelişkiler, kimi zaman partinin dünya ve ülke ile ilgili görüşleri gündeme gelebilir. Nasıl ki bir fabrikadaki ajitasyonumuz sıkça orda olup bitenden kalkarak bir sistem eleştirisine dönüşürse; yerel çalışmada da yerel çelişkileri değerlendiren, yerel imkânları gözeten, onları kullanan bir tarz kendisini hissettirir. Çalışmada yerel çelişkilerden yola çıkılmış olması, çalışmanın da yerelleştiği anlamına gelmez. Ama parti, yerel imkânları kullanabilirse; bu yerel imkânları, ortaya çıkan çelişmelerin emekçiler lehine çözülmesi ve partinin görüşlerinin halka anlatılması için değerlendirebilirse; bu yerelliğin aslında ülke ve dünyadaki genelin bir parçası olduğu gerçeği ortaya konabilirse; ancak o zaman çalışmanın partinin yerel çalışması düzeyine yükseldiği söylenebilir. Yerelleşmiş bir parti çalışmasından söz edilebilir.
Demek ki yerel çalışma; partinin dünya görüşünün, programının, politikalarının emekçi yığınlara gündelik hayatları ve doğal ilişkileri içinde benimsetilmesini sağlayan çalışmadır. Çok açıktır ki; bu çalışmanın esasını, kesintisiz, sistemli bir ajitasyon faaliyeti ile günün yirmi dört saati yığınların içinde olmaktan doğan sayısız ve sınırsız yeni ilişki imkanını değerlendirmek oluşturur.
Burada, “Yerel olan nedir?” sorusu akla gelir. Ülkeye göre il, ile göre ilçe, ilçeye göre belde, beldeye göre mahalle, semt sokak yereldir. Başka bir söyleyişle, partimizin yığınlarla bağlantı kurduğu en dar çalışma alanları bile kendine has özellikler ve dolayısıyla imkânlar sunar. Bu yüzden de; çalışma ne kadar yerelleşirse, parti politikalarının yığınlar içine nüfuz etmesinin imkânları da o kadar dolaysız olur, o kadar artar.
İŞÇİ-KİTLE PARTİSİ OLMAK İÇİN
Yukarıda çizilen çerçeveyi de gözeterek, soruna biraz daha yakından bakalım. “Yerel çalışma” alanının kendine has özellikleri derken, çalışmanın amaçlandığı “yer”in nüfus bileşim özellikleri, kültürel yapısı, sanatsal faaliyetler, spor kulüpleri, entelektüel durum, gelenek-görenekler, yerel basın ve yayın organlarından yararlanırlık düzeyi, yerel yönetim hizmetlerinin düzeyi, bölgede yaşayan insanların, milliyet, dil, din, sosyal etkinliklerde yer alış tarzları gibi, o çalışılan “yer”e ilişkin pek çok özellik kast edilir.
Partinin burada yürüteceği çalınmada yer alan partililer; aydınlatma faaliyetinde bütün bu alanlardaki “yer”e has özellikleri dikkate almak zorundadır, Dahası parti örgütleri oluşturulurken, ajitasyon konuları belirlenirken, şu veya bu konuya ilişkin eylem çağrıları yapılırken bu özellikler gözetilmezse; ajitasyon doğru, yığınların nabzını tutan bir ajitasyon olmaz.
İktidar mücadelesi veren her parti, halkın çoğunluğunu siyasi hattına kazanmaya çalışır. Çünkü yeni kurulmuş, yığınların küçük bir bölümünü kazanmış olan bir partinin genişleyebilmesi, çoğunluğu peşinden sürükler hale gelebilmesi için, diğer partilerin etkisi altındaki insanları kazanması, onları o partilerden kopararak kendi çekim alanı içine alması gereklidir. Ancak böylece bir parti “küçük”ken büyür; etkisi “az”ken bütün ülke sathına yayılabilir.
Emeğin Partisi, bir işçi-kitle partisi olmak amacıyla kuruldu. Ve bu da demektir ki; EMEP, kitleselleşmeli; işçilerin, emekçilerin çoğunluğunu kendi çatısı, en azından etki alanı altına toplamalıdır. Aksi halde; ne işçi kitle partisi olabilir ne de böyle bir parti olarak emekçilerin iktidarı ele geçirmesinin aracı olabilir.
Partilerin halk içindeki örgütleniş biçimine bakıldığında (burada sözü edilen parti yerel örgütleridir; ancak sözü edilen yerel örgütler sadece yasal olarak kurulan il, ilçe, belde örgütleri değil, partilerin fiilen bir bölgede faaliyet gösteren yerel örgütlerinin her türüdür) yerel örgütlenmenin önemi çok daha iyi anlaşılır. Çünkü partiler, eninde sonunda halk yığınlarıyla bu temel taban örgütleri aracılığı ile yüz yüze gelmektedir. Elbette “liderlerin” TV konuşmalarının, mitinglerinin, medya aracılığı ile partinin tanıtımının da emekçi yığınları etkilemesi söz konusudur. Ama bu tanıtım tarzlarının, sonucu belirleyici olmadığını 18 Nisan seçimlerinde bir kez daha gördük. Eğer bu tanıtım tarzları belirleyici olsaydı; ÖDP üçüncü parti; MHP ise ancak beşinci parti olurdu. Özellikle son 10 yıldaki seçimler gösterdi ki; yığınları asıl etkileyen partilerin yerel çalışması; emekçilerle parti kadrolarının yüz yüze gelmesi; bu yüz yüze gelişin her gün ve sistemli olmasıdır. Belki DSP örgütlenmesinde Ecevit’in kişiliği belirleyici bir rol oynamıştır; bu da genel kurala uymayan bir durumdur. Ama yine de son tahlilde yerel örgütlerin belirleyici bir role sahip olduğunu söyleyebiliriz.
EMEP gibi bir parti için yerel imkânlardan yararlanma, parti programının yığınlar arasında nüfuz etmesi çok daha önemlidir. Çünkü sistem partileri, şu veya bu ölçüde tekelci medya grupları tarafından tanıtılmakta, bu partiler burjuvazinin iletişim aygıtlarını kullanarak faaliyetlerinden yığınları haberdar edebilmektedirler. Ama sisteme karşı bir parti olan EMEP için durum tamamen farklıdır. Kuruluşundan beri EMEP, burjuva medyası tarafından keskin bir burjuva bilinciyle “suskunlukla boğulmak” istenmiştir.
EMEP’le ilgili haberler verilmek zorunda kalındığında ise çarpıtılmış, hiç olmazsa partinin adı yanlış (örneğin “Emek Partisi” olarak) söylenmiş, sonuçta bırakalım partinin faaliyetini, adının yayılması bile engellenmek istenmiştir. Bu yüzdendir ki; EMEP için yerel çalışma, sadece politikalarının yığınlar içinde yayılması için değil, adının yaygınlaştırılması için bile zorunludur.
DİYARBAKIR-BURSA, ATAKÖY-ŞİRİNEVLER “YERELLİĞİ”
Yeniden “yerel çalışma”nın özelliklerine dönersek, “yerel özellik” denilen şey; bir ilin, bir ilçenin, bir semt ya da işyerinin “kendine has”, onu diğerlerinden ayıran özelliklerdir. Örneğin Diyarbakır’la Bursa; ikisi de ildir; ama birinde yapılacak ajitasyon ötekinden, hem konusu, hem kullanılacak araçları, hem de hangi dilde olursa etkili olacağı ve benzeri gibi sayısız farklılıkla ayrıdır. Kuşkusuz bu illerin çalışmada sunduğu olanaklar da tamamen farklıdır. Birisinde olanak, avantaj olan diğerinde dezavantaj olarak (örneğin Kürt sorununun var olması) karşımıza çıkabilir.
Söylediklerimizi bir örnekle somutlayalım. İstanbul gibi, onlarca ilçe, yüzlerce semt ve mahalleye bölünmüş bir kentte; bunlar bitişik semt ve mahalleler bile olsa, birbiriyle pek çok farklılıklar göstermektedir. Ataköy ile Şirinevler semtlerini sadece bir yol, ünlü E–5 asfaltı ayırır. Ama Ataköy, Avrupa’nın en gelişmiş kentleriyle yarışacak bir gelir düzeyini, kendine has bir nüfus bileşimini, bütün Türkiye’de birkaç yüz bin kişi arasında görülebilecek bir ekonomik ve sosyal ilişkiler düzeyini temsil ederken (tabii Ataköy’de orta ve ortanın altındaki koşullarda yaşam sürdürenler az değildir; ama biz burada Ataköy adının çağrıştırdığı sosyal ilişkiler bütününden söz ediyoruz), Şirinevler, işsizlerin, yoksul tekstil işçilerinin, üç-beş kişinin çalışmasıyla ancak geçinebilen, değişik kentlerden İstanbul’a göç etmiş çeşitli gelir düzeylerinde ve ortalama durumu yoksulluk sınırının altında olan bir emekçi semti görünümündedir. Öyle ki, bu iki semti ayıran E-5’in iki yanında duraklar bile farklı renktedir. Belediyenin bu semtlere tahsis ettiği toplu taşıma araçlarının iç dizaynı ve dış görünüşü de farklıdır. Her ailenin zaten bir iki otomobili olan Ataköy’e eldeki en yeni araçlar verilirken, Şirinevler’e eski otobüsler sefer yapar. Denebilir ki; E–5 iki “farklı dünyayı” ayırır. Hele Şirinevler’den daha da arkalara, sadece birkaç kilometre kuzeye doğru gidildiğinde; yoksulluğun boyutları hızla artıp sokaklara dökülür. Sokaklarda, tek oyuncakları orada burada buldukları pet şişeler, kola kutuları olan bakımsız çocuklar, salaş okullar, 90 kişilik sınıflar, işsiz, “balici” gençler, günde 16 saat çalışmaya zorlanan tekstil işçileri, her türlü sosyal güvenlikten yoksun yaşlı insanlar, emekli işçiler, gecekondular, vb. gibi her adımda yoksulluğun yeniden üretildiği, hatta Ataköy’ü hem bir günah cehennemi hem de hayalindeki cennet olarak gören (Ataköylüler de, E-5’in üstündeki yoksul kalabalığı, İstanbul’a gelip şehri kirleten, kenti suç ve pislik batağına çeken işsiz güçsüz serseriler topluluğu olarak görür) yaşantısıyla hayalleri, oy verdiği parti ile istekleri, gördüğü ile düşündüğü, inandığı ile uyguladığı, yaptığı ile söylediği derin çelişkiler gösteren bir kalabalığa gömülünür. Kahveler, birahaneler, dernek vb. gibi “keyif” için gidilen yerler bile izbeleşir; bakımsızlığın, yoksulluğun izlerini taşıyan mekânlara dönüşür E-5’in kuzeyindeki İstanbul semtleri. Spor bile renk değiştirir. Ataköy’deki yeşil sahaların, tenis kortlarının, kapalı yüzme havuzlarının, envai çeşit alet sunan spor salonlarının yerini; eğer yeterince büyük bir alan bulunabilirse; evlerin ve fabrika arazilerinin arasına sıkışmış, yazın toz, kışın çamura bulanan boyu hiçbir ölçüye uymayan futbol sahaları alır; ya da karanlık kişiler tarafından işletilen “karate” salonları vs.
Kısacası; partimizin E-5’in deniz tarafındaki Ataköy’deki ajitasyonu ile kuzeyindeki semtlerdeki ajitasyonunun ne konuları ne de yararlandıkları olanaklar aynıdır. Dolayısıyla da, partimiz, çalışmasını yerelleştirmek, yerel imkânlar ve çelişmeleri doğru ve yerinde değerlendirmek zorundadır. Bu yüzden çalışmamızı bu açıdan da gözden geçirmek durumundayız.
Tabii ki, her zaman her şey karşımıza “Ataköy-Şirinevler tablosu” kadar siyah-be-yaz olarak çıkmaz. Tersine çoğu zaman pek çok özellik biri ötekinin içine geçmiş olarak bulunur ve bu durumda da partimiz; yerel olanı yakalamak, yerel olanın insanlar üstündeki etkisinden yararlanarak onları aydınlatma, kazanma faaliyetini sürdürmek zorundadır.
Bu defa da biraz daha birbirine yakın özellikler taşıyan iki ilçeyi örnek alalım;
Bursa’nın İnegöl ve Mudanya ilçelerini.
Bursa’nın İnegöl ilçesi, Diyarbakır’ın herhangi bir ilçesiyle ya da İstanbul’un Şirinevler ve Ataköy ilçeleriyle ölçülemeyecek kadar Bursa’nın Mudanya ilçesine benzer.
Ama bu iki ilçede çalışma yapacak parti örgütleri bu iki ilçenin birbirlerinden farklılaşan yönlerini görmek, bu farklılıkların çalışmada kolaylık sağlayanlarını değerlendirmek zorundadırlar. Örneğin İnegöl’de çalışma yapacak parti örgütü; İnegöl’ün bir işçi bölgesi olduğunu, Kürt, Çerkez, Türk ve göçmenler arasındaki nüfus dengesinin getirdiği avantajları ve muhtemel kışkırtmaların getireceği dezavantajları çalışmasında dikkate almak, bu özellikler tarafından belirlenen olguları hesap etmek zorundadır.
Mudanya ilçesinde faaliyet gösterecek parti örgütü; sınıf çelişmeleri çok keskinleşmemiş, az çok varlıklı nüfusun çoğunlukta olduğu, bir işçi grevi, yığın gösterisi tanımamış bir yörede çalışma yaptığını bilmek, çalışmasının ayrıntılarında bu özellikleri hesap etmek zorundadır. Dahası şimdi Öcalan davasının mekânı olarak Mudanya, önceden hesapta olmayacak bir biçimde Kürt düşmanlığının kışkırtıldığı, ama aynı zamanda gündelik sakin yaşamı alabora edilmiş bir ilçe olarak, belki de “Mudanya Mütarekesi’nden beri ilk kez, kamuoyu gündemine böylesine yoğun bir biçimde girmektedir.
Elbette Mudanya’da da birkaç önemli fabrika vardır; parti buralarda çalışmayı (fabrikada çalışan işçilerin de bu ilçenin kendine has özelliklerinden etkilendikleri gerçeği de unutulmamalıdır) en önemli görev olarak önüne koymak durumundadır. Ama içinde çalıştığı nüfus dokusunu dikkate alarak bu işletmelerde çalışacağı; halkın geri kalan kesimlerinin duygu ve düşüncelerini değiştirmek için birtakım yol ve yöntemler geliştireceği, İnegöl’deki parti örgütünün pek hesap etmek zorunda kalmayacağı duyarlılıkları hesaplaması gerekeceği ortadadır.
İki ilçenin tarihsel özellikleri, kimi gelenekleri, nüfusu oluşturan etnik katmanlardan beslenme alışkanlıklarına kadar pek çok fark bu iki ilçedeki parti örgütlerinin çalışmalarının olanaklarını artırıcı ya da sınırlayıcı rol oynar. Dahası iki ilçenin kendi günlük gazeteleri, TV kuruluşları, geleneksel olarak oluşmuş kendilerine has bir entelektüel yaşamları vardır ve bunları halkın aydınlanması için değerlendirmek partinin görevleri arasındadır. Dolayısıyla da her iki ilçede ajitasyon yapan Emeğin Partisi örgütleri aynı ajitasyonu yaparsa; aynı çelişkilerden kalkar, aynı üslubu, aynı araçları kullanırsa, bu; bu ilçe örgütlerinden birinin, belki de ikisinin birlikte yanlış yaptığı anlamına gelir.
Ya Diyarbakır’ın Lice ilçesi ile Bursa’nın İnegöl ilçesi karşılaştırılıra? Bu iki ilçe arasındaki farklara, artık “fark” demek yetmez; “uçurum” demek gerekir. Ve tabii partimizin İnegöl örgütü ile Lice örgütü tamamen farklı araçlar ve olanakları kullanmak durumundadır.
Demek ki; partimizin sadece kırsal alan, kent, işçi sınıfı ya da diğer alanlarda çalışan örgütlerinin çalışmasının kendisine özgü olması yetmez, aynı zamanda bütün parti örgütlerimizin yerel özelliklerden mümkün olduğunca yararlanması gerekir.
Yerel çalışmayı tanımlarken de belirtildiği gibi; çalışmanın yerelleştirilmesi demek, sırf yerel talepler üstünden yürütülen, onlarla sınırlı bir ajitasyon değildir. Tersine daha çok genel taleplerin, genel ajitasyonun da; yerel imkânların yarattığı elverişli koşullardan, araçlardan, yerel dayanaklardan yararlanarak sürdürülmesi demektir. Dolayısıyla parti çalışmasının yerelleşmesi demek; o bölgedeki parti örgütünün yığınlar içine nüfuz etmesi kadar, aynı zamanda çalışmanın götürülmesinde yerel olanakların kullanılmasıdır da. Ve illa bir sınırlama yapacaksak; parti yerel olanakları yerinde ve yeterince kullandığı ölçüde emekçi yığınların içine nüfuz edebilir. Aksi halde çalışma son derece güçleşir; parti, halk tarafından yığınlara dışarıdan seslenen, yabancı bir olgu olarak algılanır ve öyle de kalmak zorunda kalır.
Demek ki; partinin kitlesel bir karaktere bürünmesi ve çalışma alanındaki işçi ve emekçi kesimleri kendi etki alanına çekebilmesi için bu yığınlarla ilişkisini kesintisiz, gündelik hayatın doğallığı ve emekçilerin her günkü hayatlarının unsuru haline gelmiş olan (sendika, kooperatif, kahvehane, kütüphane, okuma odaları, yerel ve etnik dernek ve etkinlikler, spor kulübü etkinlikleri, kültürevi, resmi ve sivil sosyal kurumlar, yerel basın ve yayın kuruluşları, sportif ve kültürel etkinlikler, meslek kursları vb. gibi) yerel imkânları, olanakları kullanarak sürdürmesi gerekir.
Haziran 1999