ABD emperyalizminin Irak’ı işgal planı tartışmaları başladığında daha 3 Kasım seçimleri yapılmamıştı ve 58. hükümetinin büyük ortağı olacağı öngörülen AKP’ye yöneltilen ‘Türkiye’nin rolü ne olur’ soruları yanıtsız bırakılır durumdaydı. Seçimlerin hemen ardından AB ile sürdürülen müzakere tarihi tartışmalarının hüsranla sonuçlanması, ABD işbirlikçilerinin dillerine pelesenk ettikleri “Türkiye’nin tek dostu ABD’dir” teranesinin bu kez de R. Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti’nce üst perdeden ilanını beraberinde getirdi. AKP hükümetinin bu yaklaşımı, içinde bulunulan konjonktürde Türkiye’nin ABD’yle birlikte Irak işgalinde yer alacağının utangaçça ilanından başkaca bir anlam taşımamaktadır.
ABD emperyalizmiyle girdiği siyasi, askeri, ekonomik her ilişkiden büyük zararlar görmüş Türkiye halkının, ABD’nin savaş arabasına binmek istemeyeceği, kardeşlik duyguları beslediği Arap, İslam halklara kendi topraklarından açılacak bir savaş cephesine rıza göstermeyeceği, gerek hükümet gerekse egemenler için evvelemirde bilinen bir durumdur. 58. Hükümet de bunu gözeterek temkinli açıklamalar yapmaktadır.
Savaş yanlısı tutumun savunuculuğu görevi ise her zaman olduğu gibi medyanın gücüne bırakılmıştır. Sahibinin sesi medya baronları ve burjuva kalemşörler, Irak operasyonundan Türkiye’nin kazanacaklarını anlatmakla bitiremiyorlar. Daha Hükümet kurulmadan önce Türkiye’nin Irak savaşında alması gereken pozisyonu çok net açıklayan bir başka güç de, ne acıdır ki Türkiye üniversitelerinin rektörleri ve YÖK olmuştur.
YÖK ağaları savaşın yanında!
YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz, 16 Ekim 2002 ‘de Rektörler Komitesi toplantısından sonra yaptığı açıklamada, Kuzey Irak’a müdahale hazırlıklarına destek verdi: “Büyük bir gönül birliğiyle Kuzey Irak’taki gelişmeler konusunda bir karar aldık. Türk üniversiteleri olarak Kuzey Irak’taki gelişmeler konusunda devletimizin yetkili organlarının alacağı her türlü önlem ve eylemin, sonuna kadar, maddi, manevi tüm varlığımızla yanında olacağız.”
YÖK’ün açıklaması, yıllardır bilimin ve bilimsel üretim süreçlerinin gerici yasalarla tahakküm altına alındığı, sermayenin ve neoliberalizmin belirlediği piyasa kurallarının üniversiteleri getirdiği yeri ibret verici biçimde ortaya koymuştur.
YÖK’ün Kemalizm savunuculuğuyla, “dost, müttefik ülke ABD”yle işbirliği arasında salınan tutumu savaştan doğrudan zarar görecek mazlum halkların katledilmesine onay vermek demektir. YÖK ve rektörler, ABD emperyalizminin bölge zenginliklerine ulaşmasının yolundaki bütün engelleri kitlesel kırımlarla, katliamlarla kaldırması politikalarına destek vererek, üniversitelerin, bilimin emperyalizmin hizmetine ne oranda sokulmak istendiğinin eşsiz bir örneğini vermektedirler. Üniversiteler Irak’ın işgal edilmesiyle başlayacak ve bölgeyi kan gölüne çevirecek savaşların destekçisi olmaya çağrılıyor. Bu gerici tutum, Kerkük, Musul hayallerini yeniden canlandıran Misak-ı Millicilikle, milliyetçilikle desteklenmeye çalışılmaktadır.
Başta Kemal Gürüz olmak üzere bütün üniversitelerin rektörleri yaptıkları açıklamayla birlikte üniversitelere ve halka şu soruların yanıtlarını vermelidirler:
Üniversitenin savaşa koşulacak maddi ve manevi olanakları nelerdir? YÖK rektörleri mi, yoksa öğrencilerini mi savaşa gönderecek? Üniversitelerin laboratuvarları savaşa yönelik araştırmalarda mı kullanılacak?
Bilim kurumlarının başına çöreklenmiş sözde bilim adamlarının bilim mücadelesi tarihine kara bir leke olarak düşecek bu açıklaması daha pek çok soruya gebe. Ancak önemli olan, bütün bu soruları; üniversitenin sermaye ve emperyalizme uşaklıkta sınır tanımayan Prof. ünvanlı temsilcilerine üniversite öğrencilerinin sormasını ve yanıt almasını sağlamak zorunluluğudur. Bilimsel üretim süreçlerine, bilimi kendi çıkarları doğrultusunda kullanan ve baskı altına alan burjuvazinin kirli çıkarlarının değil toplumun çıkarlarının yön vermesini sağlayacak etkenlerin başında günümüz genç kuşağının çabalarının geldiği gerçeği, üniversite gençliğinin düşünce ve eylemini belirlemelidir.
Üniversite savaş karşıtı mücadelede sorumluluk üstlenmelidir!
Üniversite gençliği savaş karşıtı, anti-Amerikan, anti-emperyalist tartışma ve mücadelenin öznesi olmaya çok yatkındır. Üniversite gençliği, elbette ki başta Türkiye’de olmak üzere bölge halkları arasında gelişecek emperyalist savaş karşıtı bir cephenin örülmesine dinamizm kazandıracaktır. Ancak bu dinamizmin bilinç ve örgüt tamamlayanlarının zayıflığı/olmayışı, üniversiteli gençlik mücadelesinin toplumsal aydınlanma ve savaş karşıtı muhalefetin örgütlenmesindeki rolünü de cılızlaştırmaktadır.
Üniversiteli genç kuşakların burjuva ideologlarınca bilinç bulanıklığına itildiği, toplumsal hafızasının bulanıklaştırıldığı ya da yok edildiği gerçeği bilinmektedir. Somali’de, Yugoslavya’da, Filistin ve Afganistan’daki gelişmeler ve çatışmaların her biri üniversiteli gencin zihninde birbiriyle bağlantısı olmayan; etnik kökenli, dinsel-mezhepsel çatışma ya da savaşlar olarak yer tutmakta, emperyalizmin hedefleriyle aralarındaki diyalektik bağ kurulamamaktadır. Kapitalizmin tek ve ebedi sistem olarak kutsandığı Yeni Dünya Düzen’ci neoliberal politikaların belirlediği eğitim sistemi, üniversite gençliğinin bilincini ve hafızasını hedef almıştır. Üniversitenin piyasanın ihtiyaçlarına göre düzenlenmesinin, bilimsel üretimin ve aydınlatma sorumluluğunun sınırının da bu ihtiyaçlarca belirlenmesinin sonuçlarını yaşamaktadır üniversiteler. Ancak aynı üniversiteli kuşakların bugün savaş karşıtı tutum alması, bu fasit dairenin parçalanmasını kolaylaştıracak, bir bakıma zihinleri özgürleştirecektir.
Gelgelelim üniversite gençliğinin, savaş karşıtı tutumunu, “Biz tepkimizi göstersek ne olur, ABD Irak’a girecek, bizim tepkimiz mi engelleyecek ABD’yi, ABD durdurulamaz” biçiminde ‘sadece ifade etmekle’ sınırlı yaklaşımı, bu zihinsel devrimin önündeki en güçlü engeli oluşturmaktadır. Bu engel aşılmadan -ki bu laf üreterek değil, ancak, eylem örgütleyerek başarılabilir- ilerlenemeyeceği bilinmelidir.
Amerika durdurulabilir!
ABD’nin daha baştan Türkiye’nin bir dost ülke olarak Irak operasyonunda rol üstleneceğini ilan etmesi boşuna değildir. Türkiye coğrafik olarak da stratejik-jeopolitik konumu gereği de emperyalizmin hesapları bakımından önemlidir. Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya’nın kesiştiği noktaya hakim, Ortaasya’ya açılan kapı olmak demek, emperyalistlerin nüfus ve pazar alanlarının bu bölgeden genişletilebilmesi demektir. Enerji koridoru olarak adlandırılan Türkiye’nin ABD emperyalizmi başta olmak üzere diğer emperyalist devletlerce de elde tutulmak istenmesinin nedeni, bu koridordan geçilerek ulaşılacak ve emperyalistlerin ekonomilerine devasa kaynaklar sunacak zenginliklerdir. İşte bu planların içerisinde kendisine karşı tutum alacak, Irak’ı işgal planında yer almayacak, üslerini açmayacak bir Türkiye, ABD’nin bölge planlarını zora sokacaktır. Üstelik Türkiye’de gelişecek bir anti-emperyalist mücadele hattı bütün bölge halklarının mücadele seyrini belirleme şansına sahiptir.
Bundan yıllar önce, Amerika Vietnam’ın savaş teknolojisine yetişemediği için değil, Vietnam halkının Amerikan emperyalizmine karşı direngen ve kararlı tutumuyla yenilmiştir. Venezüella’da, Brezilya’da, Ekvador’da halkın anti-Amerikan, anti-emperyalist öfke ve mücadelesi, Amerikan karşıtı hükümetleri halk desteğiyle ayakta tutmakta ve emperyalizm bu ülke halklarına diz çöktürememektedir. ABD’nin Irak’ı işgal planına İngiltere destek vermeden önce kendi halkını ikna etmek zorunda kalacaktır ve bunun çok da kolay olmayacağı görülmektedir. Ve Ürdün başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinden insanlar Irak müdahalesini durdurmak için canlı kalkan olmaya gitmektedirler. Eğer Türkiye Hükümeti’nin Irak operasyonunda Amerika’nın yanında tutum almasını engelleyecek bir halk muhalefeti yaratılabilirse, ABD’nin başarısı tartışılmazlık durumundan çıkacaktır. Ve daha da önemlisi, bunların hiçbirisi kehanet değil, halkların mücadele deneyimlerinin gösterdiği gerçeklerdir. Bu mücadele, ABD’nin bölgeden tümüyle çekilmesinin, bölgeye ilişkin yapılacak her türlü düzenleme ve kararın bölge halklarınca alınmasının gerçekleşebilmesinin yolunu da açacaktır.
Üniversite gençliğinin mücadele örgütlerinden yoksun oluşu, güvensizliği, üniversite yönetimlerinin muhalif her hareketi disiplin soruşturmaları ve uzaklaştırmalarla bastırmaya çalışması, elbette üniversiteli gençlik kuşaklarının ‘değiştiremeyiz, ABD durdurulamaz’ duygularını pekiştiren etkenler arasındadır ve her biri önemli sorunlardır.
Ancak bütün bunlar, üniversiteli gençlik kuşakları arasında güçlü, sürekli, kapsamı her geçen gün genişleyen bir aydınlatma çalışmasıyla bilinir kılındığı ölçüde, karşıt tepkinin örgütlenebilmesini olanaklı kılar. Hiç unutulmamalıdır ki, hangi düzeyde olduğu bir yana, üniversitede savaş karşıtı bir eğilim ve tartışma ortamı vardır ve bu kendiliğinden tartışmalara yön verilmesi gerekmektedir. Üniversitenin ve üniversiteli genç aydın kuşakların toplumsal rollerinin hatırlatılması/bilince çıkartılması, bilimin ve akademinin savaşın yanında olamayacağı, bilim kürsülerinin tek başına kalmayı göze alarak da olsa savaş karşıtı kürsülere dönüşmesi için her çaba değerlidir ve mücadeleyi yükseltecektir.
YÖK’ün girişimlerini boşa çıkarmak
Üniversitenin egemen gerici ideolojiyi yayma gayreti elbette rektörlerin ve YÖK’ün yaptığı açıklamayla kalmadı/kalmayacak. Tarihsel altyapısı, eğitim kadrolarının genişliği, öğrenci sayısının fazlalığı ve gençlik hareketinin önemli bir merkezi olması özellikleriyle gözlerin üzerinde olduğu İstanbul Üniversitesi yönetimi, gerici ideolojisini doğrudan düzenlediği ve öğrencileri katmak için çaba sarf ettiği etkinliklerle perçinlemeye de çalışıyor. Üniversite içinde öğrencilerin düzenlemek istediği etkinliklere çoğu zaman izin vermeyen üniversite yönetimi, yüzlerce genci üniversitenin en büyük konferans salonlarında brifinglendirerek, resmi ideolojiye kazanmaya çalışıyor. Kıbrıs sorununu tartıştırıyor, Ortadoğu’da neler oluyor gündemli etkinliklere hazırlık yapıyor.
Benzer bir durum diğer üniversitelerde de çeşitli biçimlerde gelişecektir ve bu etkinlikleri takip etmek, buralarda yapılacak tartışmaları yönlendirmek, savaş karşıtı çalışmaların önemli unsurları arasında yer alırsa daha da anlamlı olacaktır. Aynı üniversitede şu ana kadar 88 bilim adamının “Savaşa Karşıyız” diyerek imzaladığı metinlerle geliştirdikleri tepki ve öğrenci kulüplerinin, temsilcilerin bir araya gelerek oluşturdukları savaş karşıtı platformlar, üniversitelerde kırılma noktasına işaret eden önemli gelişmeler olarak kavranmalıdır.
Savaş karşıtı her genç sorumluluk alabilmelidir
Bugün üniversitelerin sınıf ve anfilerinde yürütülen savaş karşıtı tartışmalar, üniversite bileşenlerini de içine alacak biçimde kitlesel mücadelelerin örgütlenebileceğine işaret ediyor. Bunun için, laik’inden dincisine, sosyalistinden milliyetçisine savaşa karşı çıkan tüm kesimleri birleştirebilecek bir esneklikle hareket etmek gerekmektedir. Bu tür bölünmelerin savaş karşıtı cepheyi parçalayıp, zayıf düşüreceği unutulmamalıdır.
Savaş karşıtı tutumlarını açıklayan öğretim üyeleriyle birlikte etkinlikler, tartışma ve söyleşiler düzenlemek, savaş karşıtı tutum alan Türkiye aydınlarını, yazarlarını, sanatçılarını üniversitelere davet etmek, barış etkinlikleri düzenlemek, şenlikler düzenlemek, ama bunlardan bir ya da birkaçını değil hepsini başka başka araçlarla yapılır hale getirmek, her düzenlenecek etkinliğin kararını geniş öğrenci kesimleriyle almak ve gerçekleşmesi için katkı sunmak, üniversitelerdeki çalışmanın bileşimini ve niteliğini güçlendirecektir.
Kısa bir süre önce yaşanan seçimlerden de hatırlanacağı gibi, Emek-Barış-Demokrasi Bloğu üniversitenin ileri kuşakları arasında bir heyecan yaratmış, Türk ve Kürt gençliğinin talepleri ve mücadele birliği üniversitedeki seçim atmosferini önceki seçimlerden farklı kılmıştır. Şimdi de görülmektedir ki, savaş karşıtı çalışmanın ilk karşılık bulduğu kesimler Blok için çalışan kesimler olmuştur, ve gençlik yığınları içinde bu konuda bir beklenti olduğunu söylemek gerçeği ifade edecektir. Bloğun üniversitelerdeki genç bileşenlerinin YÖK Yasa Tasarısı, disiplin yönetmelikleri, formasyon hakkı gibi akademik talepler için yürüttükleri ortak mücadele savaş karşıtı çalışmayla birleşmelidir. Kürt ve Türk gençliği bölge halklarının savaşa karşı mücadelesinin dinamiği olma görevini ve sorumluluğunu üstlendikçe bu çalışma güç kazanacaktır.
YÖK gericiliğinin zayıflatılarak defedilmesi, üniversitelerin üzerindeki baskının kalkması, soruşturmaların durdurulabilmesi, üniversite eğitiminin bilimsel bir içeriğe kavuşabilmesi, üniversite öğrencilerinin mücadele örgütlerini inşa edebilmesinin olanakları böyle kapsamı geniş bir savaş karşıtı çalışmayla güç kazanacaktır. Türkiye üniversitelerinde gelişecek güçlü bir emperyalizm karşıtı mücadele, Türkiye emekçilerinin ve Ortadoğu halklarının mücadelesine güç katacaktır.