Davos’ta gerçekleşen 44. Dünya Ekonomi Forumu’nun bu yılki ana teması ‘Dünyayı Yeniden Şekillendirmek’ olarak belirlenmişti. Öncelikle Davos’ta Avrupa’ya büyüme çağrısı yapıldığını hatırlatalım ve Almanya eski Merkez Bankası Başkanı Weber’in uyarı niteliğindeki sözlerine bakalım: “Merkez Avrupa ülkelerindeki ekonomik büyüme yüzde 1 civarında, cansız ve tek taraflı bir büyüme. Bazı şeyler Avrupa’da daha iyi durumda hissediliyor, ama Avrupa’daki politika yapıcılar halinden memnun olmamalı.” Bir diğer katılımcı ise, sorunun “istihdam piyasasında esnekliğin olmaması” olduğu tespitinde bulunmuş.
Uyarılar kendi içlerinde yöneldikleri çözümleri de ortaya koyuyorlar aslında. Zaten alabildiğine esneyen ve örneğin Almanya’nın büyük kentlerinin ana arterlerinde büyük tabelalarla kendisini gösteren “kiralık işçi büroları” yazıları bu istihdam esnekliğini görünür kılıyor. Orta ölçekli tüm işletmelerin işçi ihtiyaçlarını bu bürolardan sağladığı bilinmeyen bir şey değil. Fakat sermayeye bu yetmiyor ve zincirli kölelik düzeninin sağlamlaştırılıp derinleştirilmesi için çaba harcamaktadırlar.
Davos’ta dünya ve Avrupa’nın “sorunları” tartışılırken özelde Afrika kıtası ele alınıyor. 2050 yılında 2 milyar nüfusa ulaşacağı tahmin edilen kıtanın daha fazla istihdama ihtiyaç duyduğu ifade ediliyor. Bu sözler, Gana Cumhurbaşkanı Mahama’ya ait. Mahama’nın bir özelliği, politikalarının Başbakan Erdoğan ve Hükümet’inin Türkiye’de uyguladığı neoliberal politikaların benzerliği ve ikilinin bu politikalarda adeta yarış içinde olmalarıdır. Mahama sözlerine şöyle devam ediyor: “Ekonomik sosyal birliktelik en büyük önceliğimiz. Özel sektörün kalkınması için alan yaratmak ve geri dönüşümlerini paylaşmak hükümetimizin görevleri içerisinde yer alıyor. Afrika’nın bu zamana kadarki gelişimini artırmak için hükümetler iyi yönetişim, insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmek zorundadır.”
İkiyüzlülük, tüm dünyada olduğu gibi, Gana’da da kendini açıkça ortaya koyuyor. Hem özel sektörün kalkınması için alan yaratacak, hem de insan haklarına saygıyı geliştireceksin. Davos’un istihdam sorununa nasıl baktığı ortadayken ve dünyayı yeniden şekillendirmeye çalışırlarken, herhalde uzak duracakları en önemli şey “insan hakları” olacaktır. Bu durumu, bir insanlık suçu olan esnek çalışmanın vardığı noktayı beğenmeyen ve bunun büyütülmesini planlayan sermayenin hesaplarında açıkça görebiliyoruz. İnsanı ve doğası adeta açlığa ve sefalete terk edilmiş, inanılmaz bir sömürü yaşamış Afrika’nın, kalan son birkaç damla kanı da bu vampirler tarafından emilmek isteniyor.
Türkiye’nin vampirleri ise, bölgeye ulaşabilme olanaklarını geliştirdiklerini düşünerek, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın ağzından şöyle bir açıklamada bulunuyor: “Afrika, çok ciddi rezervlere ve kaynaklara sahip, geniş ve büyük bir nufüsu var, zengin bir insan gücü var, birçok işbirliği yapabileceğimize inanıyoruz” diyerek, hayallerinde geliştirdikleri emperyal hedefleri dile getirebiliyor. Davos’un yönelimini görerek hayata geçirme noktasında ilerlemeye çalışıyorlar.
DAVOS, ENERJİ VE KAYAGAZI!
Uluslararası Enerji Ajansı Başekonomisti Dr. Fatih Birol, Davos’ta tartışılan enerji başlıklarını üçe ayırmış. Birol, daha önceki Davos’ta övgüyle gündeme gelen kayagazının ABD ve Kanada için bir “devrim” olduğunu vurgulamış. Bu yılki Davos’ta yaşanan bu “devrim”in başka hangi ülkelerde gündeme gelip yaşanabilir olduğu tartışmalarına dikkat çekmiş. Ayrıca petrol talebinin tüm dünyada ve özellikle Çin’de hızlı bir şekilde artan ihtiyacının karşılanmasının biricik yolunun Kuzey Irak petrolleri olduğunu ifade etmiş. Fakat yaşanan sorunların büyümeyi engellemekte olduğu tespitini yapmış. Ayrıca 2012 yılında başlayan yenilenebilir enerji yatırımlarındaki düşüşün nasıl yükseltileceğinin ele alındığını aktarmış.
Fatih Bey, Irak’ta çözümün ancak “ekonomik baskı” uygulanarak gerçekleşebileceği tespitini yapıyor. Emperyalist kapitalist sistemin ihtiyaçları ve “bolluk içinde yokluk” ya da dünyayı hızla yok etmeye doğru götüren bir yanda sefalet bir yandaysa aşırı üretimle büyüme ve bu yolla sermaye biriktirme süreçlerinin devamı için önerilen yaklaşım, yine baskı, zulüm ve katliamların bir adım öncesi olan “ekonomik baskı” olarak masaya konuyor. ABD’nin milyonlarca insanı katlederek işgal ettiği topraklarda attığı ilk adım yine “ekonomik baskı” idi ve bu tür önerilerden söz etmek ancak bu sistemin tetikçilerine mahsus bir iş olabilir. Önerilen “çözüm”, bölge insanını açlıkla terbiye etme ve savaşla hizaya getirme adımlarıdır ve bu durum ancak bir çözümsüzlük üretebilir. Peki tüm bunlar ne için yaşanacak? Çin’in petrol talebi çok yüksekmiş, bu karşılanmalıymış. Çin’e ya da diğer kapitalist sömürgenlere bu petroller ulaştığında, çözdükleri tek şey, sefalet ve “yokluk” sürerken aşırı üretimin devamı, yani dünyadaki emek sömürüsünün yoğunlaşması ve doğal yaşamın yok olma sürecinin hızlanarak sürmesi olacaktır.
Sayın Birol, kayagazının doğalgaz fiyatlarını aşağıya çekeceğini ve bu işten en çok Rusya ve Katar’ın zarar göreceğini ifade etmiş. Ayrıca daha önce Türkiye için müjde olarak verdiği kayagazı rezervleri bakımından Türkiye’nin şanslı olmadığını vurgulama gereği duymuş. Bu vurguyu bir kez daha yinelemişti, fakat yaşanan sürecin Birol’un vurgusundan çok farklı seyrettiğini açıkça görebiliyoruz. Sayın Birol’daki bu gel-gitlerin nedeninin sermayenin uluslararası konjönktürdeki enerji üretimiyle ilgili gelişmeler olduğunu düşünüyoruz, çünkü işi ve varlık nedeni buna tekabül ediyor.
Çelik İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Namık Ekinci, enerji fiyatlarının aşağıya çekilmemesi halinde demir çelik sanayinin çıkmaza gireceğini öngörüp, bu durumu aşmak için kapı kapı dolaşarak, “ne yapıp edip şu kayagazı üretim işini hızlandırın” diyebilmektedir. ”Hızlansın ki, enerji ucuzlasın ve demir çelik sektörü rekabet şansını arttırsın. Piyasadaki pazar payını başkalarına kaptırmasın.” Shell firmasının Diyarbakır’da yeşillik olsun diye sondaj yapmadığını ve Trakya’da da bu sürece iş olsun diye hazırlanmadığını her halde görebiliyoruz. Birol Bey, neyi, ne amaçla maskelemeye çalışıyor? Bu durum yakın süreçte mutlaka açığa çıkacaktır.
Hollanda Kraliyet Shell firması ile Ukrayna arasında Davos’ta imzalanan kayagazı anlaşmasının Rus ithal gazına karşı Ukrayna’nın bağımsızlığı için çok önemli olduğunu vurgulayan Birol’un, şu an Ukrayna’da yaşanan iç savaşla bu durumun ilgisinin olup olmadığına yönelik bir yorumunu bulamadık! Rusya’nın sömürüsünden kurtulup ABD ve Almanya’nın sömürüsü altına girmek Ukrayna’ya özgürlük getirmeyecektir. Davos’ta imzalanan anlaşmayla hayata geçirilmek istenen kayagazretim ve sevkiyatı da bu durumu değiştirmeyecektir. Böyle bir süreçte her türlü kaybeden emekçi halklar ve doğa olacaktır.
YAŞANANLAR KADER Mİ?
Irak’la başlayan “şekillendirme” çalışmaları Ortadoğu’nun tamamına yayılırken, Avrupa’da ise, Yugoslavya’nın dağıtılmasının benzer adımları Ukrayna üzerinde atılıyor. Emperyalistlerin etkinlik alanları yeniden belirlenip, kimin nereyi sömürürken daha fazla söz sahibi olacağı işaretleniyor. Küreselleşme politikaları ile ortaya konan sermayenin alabildiğine serbest hareket edebilme koşulları yavaş yavaş değişiyor. Emperyalistlerin 2. Paylaşım Savaşı’nda kabul ettikleri sınırları değiştirmeye yöneldikleri, bu nedenle etkinlik alanları belirlenirken, her zamanki gibi halklar birbirine kırdırılarak sonuç alınmaya çalışılıyor.
“Dünyayı yeniden şekillendirmek”, sermaye birikiminin, dolayısıyla sömürünün büyütülmesinin daha hızlı yollarını aramaktan başka hiçbir şey değildir. Barışın bundan böyle sermayenin kendi arasında dahi sağlanamayacağı ve gittikçe cepheden birbiriyle savaşa tutuşmak zorunda kalacakları zamanlara doğru ilerliyoruz. Sermaye açısından bu durum yaşanırken, emekçi halkların savaşlara karşı barış içinde yaşama talebinin büyüyebileceği bir dönemdeyiz. Türkiye’de son bir yıldır yaşanan çatışmasızlık ortamının bozulmasına çalışan çevreler bu günlerde daha bir görünür durumdalar. Ancak her şeye rağmen büyük çoğunluğun yaşanan barış sürecinden hoşnut olduğu açıktır. Bu durumu büyütmek, barış söylem ve etkinliklerini çoğaltıp yükseltmek, seçimden sonraki sürecin en önemli adımı olmalıdır.
Halklar birbirine düşürülüp kırdırılırken, bu durumu aşırı emek ve doğa sömürüsü ile taçlandırmaktadırlar. “Yeniden şekillendirme”nin temel amacı sermaye birikim sürecinin bekası ve büyüyerek sürdürülmesidir. Bu birikim sürecinin tek yolu ise, emekçi halkların ve doğanın amansızca sömürülmesidir. Örneğin Türkiye’de petrol, maden, enerji, kayagazı vb. faaliyetlerle doğa sömürüye uğratılırken, esnek çalışma vb. uygulamalarla da emek sömürüsü dizginsizce artmaktadır.
Bu nedenle yaşam varlığımız olan suyu, toprağı, havayı ve emeğimizi sermayenin insafına terk edemeyiz. Halkların kardeşliğini su, toprak ve emek üzerinden sağlamak, emperyalizmi bölgemizden kovmanın önemli bir yoludur. Öcalan’ın Ortadoğu halklarının “su kardeşliği” etrafında toplanmasının, bölge halklarının kurtuluş reçetesi olacağına dair tespitleri herhalde önemli sayılmalıdır.
Yıllar boyu kapitalizmin saldırılarını emek üzerinden teşhire çalıştık ve buna devam ediyoruz, edeceğiz de. Bugün Türkiye’de ve bölgede yaşayan halkların doğal alanların metalaştırılmasına karşı yürüttüğü mücadelede bir ilerleme olduğunu birçok örnekte açıkça görmek mümkündür. Bunu görerek emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadelemizi emek ve doğa sömürüsünün teşhiriyle, bu sömürü karşıtlığı üzerinden örmek daha ileri mücadelelerin ortaya çıkmasının en önemli yolu olacaktır.