Çeviren: Ferhat Güzelgün
Sovyetler Birliği’nde proletarya diktatörlüğünün kurulmasıyla, insanlık tarihinde yeni bir çağ, sosyalizmin inşası başlamıştır. Proletarya diktatörlüğünün kurulması ve geliştirilmesi, ideolojinin, ekonomik ve politik yaşamın tüm alanlarında esaslı bir devrim ve değişim, tarihsel gelişmenin daha yüksek bir aşamasına geçilmesi anlamına gelmektedir.
Bu, bilim için de geçerlidir. Sovyetler Birliği biliminin, teoride ve pratikte dünya çapında kaydettiği başarılar herkesçe biliniyor. Proletaryanın ve tüm emekçilerin sömürücü sınıflara karşı verdiği mücadele tarihinin tamamı, proletarya diktatörlüğünün kazanılmasını nasıl hazırladıysa, bu değişim de, bilim mücadelesinin bütün tarihi tarafından hazırlanmıştı ve onun zorunlu bir sonucuydu.
Marksist teorinin temelini yaratmanın yanı sıra, doğa bilimlerinin daha yüksek bir gelişim aşamasına geçişinin zorunluluğunu ayrıntılarıyla kanıtlamak gibi olağanüstü bir katkı da Engels’e aittir. Bu geçişi Engels, proletarya diktatörlüğünün kurulmasıyla ve toplumsal gelişmenin sosyalist aşamasına geçişle doğrudan ilişkilendirdi; yani, bugün Sovyetler Birliği’nde gerçekleşenleri öngörerek söyledi.
“Doğanın Diyalektiğinin girişinde Engels, şunları yazıyordu:
“Ancak toplumsal üretimin bilinçli, üretimin ve bölüşümün planlı biçimde örgütlenmesi, insanları toplumsal açıdan hayvanlar âleminin üzerine çıkarabilir; özgül anlamda üretimin, genel olarak insanlık için yaptığı gibi. Tarihsel gelişme, böyle bir örgütlenmeyi, her geçen gün daha da kaçınılmaz ve daha da olanaklı kılıyor. İnsanlığın ve onunla birlikte eylemde bulunduğu bütün dalların, özel olarak da doğa biliminin, bugüne kadar elde ettiği her şeyi gölgede bırakacak bir yükseliş göstereceği yeni bir tarihsel dönem başlayacak.”(1)
Engels, proletarya diktatörlüğünün, planlı sosyalist toplumun örgütlenmesinin zorunlu önkoşulunu oluşturduğundan, yalnızca tarihsel eserlerinde değil, doğa bilimsel eserlerinde de söz etmiştir. Örneğin, “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü” makalesine şu satırları okuyoruz:
“Ne var ki bu düzeni gerçekleştirmek için, salt bilgiden daha fazlası gereklidir. Bu, şimdiye dek var olan üretim biçimimizin, şimdiki toplumsal düzenimizle birlikte, baştan aşağı devrilmesini gerektirir.”(2)
Engels, Anti-Dühring’de sosyalizme geçişe bağlı olarak bilimsel görüşlerde devrim sorununu, son derece geniş kapsamlı ele alır.
Doğa biliminin günümüzdeki başarıları, 19. yüzyıl doğa bilimindeki başarılarla yakından ilgilidir ve kuşkusuz onlara dayanmaktadırlar. Bilindiği gibi, 19. yüzyıl doğa biliminde, insanlık tarihinin geçmiş dönemlerinde ortaya konan her şeyi gölgede bırakacak başarılar kaydedilmiştir.
1830–1860 yılları arasındaki dönem, özellikle var olan doğa bilimsel görüşlerin tamamının yıkılmasına yol açan keşifler açısından büyük bir zenginliğe sahipti. Tam da bu başarılar, doğa bilimi çağının, gerçeğin rasyonel bilgisini edinme çağının başlangıcını müjdeleyen bilimin bu zafer geçidinin çok sayıdaki savunucusunu ortaya çıkardı.
Buna karşılık bugün, 20. yüzyılda, kapitalist ülkelerde, burjuvazinin saflarındaki bu savunucuların artık neredeyse istisna durumuna düştüklerini, rasyonel bilgi edinmenin yerini, mistisizmin, yobazlığın aldığını görüyoruz.
Bunun dışında, aklın birincil öneminin egemen resmi ideoloji tarafından yadsındığı, bilime gerçekten adanmış insanların, çarlığın Delyanow ve Kasso(3) döneminde görüldüğü türden baskılara maruz kalırken, bilimin ve bilginlerin, yobazlığa ve polise biat ettiği ülkeler var -ve bu olgu sadece Almanya ile sınırlı değil.
Ama en şaşırtıcı -ve ciddi bir incelemeyi hak eden- gerçek, bu gerici hareketin, bilimsel teoriler ve bilim adamları üzerinde etkisiz kalmamasıydı. Burjuva ülkelerin bilim adamları arasında, -resmi ideolojiye ve onu besleyen gerici güçlere dayanarak- tüm güçleriyle bilimsel dünya görüşünün yerine dini geçirmeye ve -çeşitli idealist tezler kılığında- bilime düşman unsurları bilime sokmaya çalışanların sayısı hiç de az değil. Bu işe bir de, söz konusu teorilerin bilimsel özleri alet ediliyor. “Bilimsel” bir sorunsalı ortaya koyma görüntüsü altında idealizm sızdırılmaya çalışılıyor.
Ortaya çıkan soru şu: Büyük, özleri itibarıyla mistisizmi ve yobazlığı reddeden ve daha sonraki araştırmalarla zenginleşen keşiflerin yapıldığı (19.) yüzyılda yaşamış burjuva ideologlarının mistisizme ve yobazlığa varmaları ve bilime karşı bir saldırı başlatmaları, nasıl mümkün olmuştur?
Kapitalist ülkelerdeki egemen toplumsal ve politik sistemin, bilime düşman bu saldırı hareketine olanak tanıyan temellerini ortaya çıkarma onuru, Marx ile birlikte Engels’in olmuştur. Engels ayrıca, doğa biliminin 19. yüzyılda gösterdiği başarıların ayrıntılı bir analizini de sunmuştur. Aynı zamanda, burjuva doğa bilimcilerinin teorik görüşlerindeki, birçoğunun daha sonraları kolaylıkla mistisizme ve yobazlığa av olmasına yol açan temel hataları da göz önüne serdi.
Friedrich Engels, Marx ile birlikte, burjuvazinin, bilimsel bir dünya görüşünün tutarlı biçimde gelişmesiyle ilgilenmediğine; sınıf çelişkilerinin sürekli keskinleşmesiyle birlikte proletaryanın güçlenmesi ve dolayısıyla kendi egemenliğinin tehlikeye düşmesi karşısında, kitlelerin aptallaştırılması ve kendi egemenliğini korumak amacıyla giderek mistisizme ve yobazlığa sığındığına ilişkin kanıtlar sunmuştur. Dolayısıyla burjuvazinin bilime olan ilgisi, bu bilim artı-değer üretiminin gelişimi ve savaş araçlarının üretilmesi talebine ne kadar denk düştüğüyle sınırlıdır.
Friedrich Engels, doğa bilimlerinin teorik durumunu da inceledi ve doğa bilimcilerinin -sınıfsal köken açısından burjuva aydın tabakasına dâhil olmaları tamamen bir yana- teorik yalpalamalarının özgül temellerini de gösterdi.
Friedrich Engels’in teorik doğa bilimleri alanındaki en büyük katkısı ise, bilimin mistisizme ve yobazlığa karşı zaferini güvenceye alan ve ona engelsizce gelişmeyi garanti eden ön koşulun, doğa bilimcilerin diyalektik materyalizmin saflarına geçmeleri olduğunu göstermesidir.
Engels’in felsefi çalışmaları ve özellikle de “Doğanın Diyalektiği”, öz itibarıyla işte bu temel önermenin kanıtlanmasına adanmıştır.
Aynı zamanda Engels, bu temel önermeyi, tek tek doğa bilimi disiplinlerinin gelişimine ve doğa biliminin tekil, özel sorunlarına ilişkin yaptığı araştırmalarında doğrulamıştır ve diyalektiğin, doğa, toplum ve düşüncenin genel gelişim seyri için olduğu kadar, bu tek tek alanlar ve özel sorunlar için de geçerliliğini koruduğunu kanıtlamıştır.
Friedrich Engels, 19. yüzyılın büyük keşiflerinin öneminin hakkını vermeyi bilmiştir. Üstelik bu keşiflerin tarihsel öneminin ayrıntılı ve biricik doğru yorumunu yapan da, Engels’in kendisidir.
Doğa biliminin 19. yüzyıldaki devrimine; güneş sisteminin oluşumuna açıklama sunan kozmogoni varsayımlarının, hücrenin keşfi ve hücre teorisinin yaratılmasının, Lyell’in yer kabuğunun evrimi öğretisinin, enerjinin korunması yasasının keşfinin, Darwin’in öğretisinin vb. yol açtığı genel olarak kabul görmektedir.
Bunların yanı sıra, bütün bu keşiflerin en belirgin niteliğinin, evrim öğretisi ve onun doğanın en çeşitli alanlarına uygulanışı olduğu da genel olarak kabul görmektedir. Bu değerlendirmeye doğa bilimi tarihine ilişkin tüm eserlerde rastlıyoruz.
Friedrich Engels de bu keşifler üzerine eser vermiştir. Ne var ki onun bu keşiflere bakış açısı, burjuva doğa tarihçilerin bakış açısından son derece farklıdır. Engels’in bu soruna bakış açısının farkı nedir?
Engels’in bakış açısı, her şeyden önce, doğa bilimlerinin gelişiminin bir önceki dönemiyle kıyaslandıklarında, bu keşiflerin anlamının farklı bir değerlendirmesi ile ayrılır. 19. yüzyıldaki keşifler üzerine görüşlerde meydana gelen değişikliğin ne olduğunu açıkça ortaya koyan, Engels olmuştur. Doğa bilimlerinin geçmiş gelişim sürecinin karakteristiğini; bütünlükten tamamen yoksunluk, doğa olaylarına ilişkin tasavvurların parçalı niteliği, her bir görüngü alanının -diğer alanlarla ilişki kurulmaksızın- yalıtılmış olarak araştırılması oluşturur. Böylelikle doğa olayları, değişmez olarak kabul edilmiş ve sonuçta doğada gelişme reddedilmiştir.
O dönemin doğa bilimleri için ayrıca, her bir görüngü alanı için özel, değişmez nedenlerin aranmış ve -ampirik deneyimin o zamanki düzeyinden hareketle- bulunmuş olması karakteristiktir: Özel, değişmez, ebedi ve ölçülemez tözler ve madde dışında var olan güçler.
Böylelikle, ısı tözü flojiston(4) teorisi, elektrikli ve manyetik bir sıvı, aydınlatma tözü teorisi, hatta sözüm ona ses olgularına yol açan özel bir yankı tözü teorisi bile ortaya çıktı. Atalet güçleri, metallerin temas güçleri, kimyasal benzerlik, yaşam gücü teorileri aynı biçimde ortaya çıktılar; yine tüm bu güçler de ebedi ve değişmez olarak kabul ediliyordu.
Doğa bilimlerindeki gelişimin bu dönemine ait benzer değerlendirmelere, burjuva doğa tarihçilerinde de rastlıyoruz. Onların değerlendirmesi asıl olarak olguların saptanmasıyla sonuçlanıyor. Somut durumun aynı niteliğinin belirtilmesine -daha kesin ve daha açık bir biçimde- Engels’te de rastlanması doğaldır. Ama burjuva tarihçileri kendilerini şeylerin gerçek durumunu saptamakla sınırlarken, Engels’te, bu dönemdeki doğa bilimsel dünya görüşünün özüne ilişkin ilkesel bir değerlendirme, burjuva tarihçilerinin bu sorunu değerlendirmesinden temel olarak ayrılan bir değerlendirme buluyoruz.
Her şeyden önce Engels, doğa biliminin bu gelişme döneminin, metafizik bir dönem olduğunu vurgular. Yani, o zamanların doğa bilimi, değişmezlik kavramına dayalı düşünceden hareket ediyordu. Bu görüşlerin mantıksal temelini, özdeşlik, karşıtlık ve üçüncü ihtimalin yokluğu yasalarıyla biçimsel mantık oluşturuyordu.
Böylelikle Engels, doğa bilimi değerlendirmesini teori düzeyine çıkardı, onu felsefi kıldı.
Burjuva doğa bilimcilerinin, doğa bilimi değerlendirmelerinde, 19 yüzyıla dek egemen olan doğa bilimsel görüşlerin özünün böyle bir kavrayışına sıçrayamamış olmalarının nedenlerine bakalım.
Bu görüşlerin, biçimsel mantıkla sıkı bağlantısının anlamı nedir?
Engels, bu bağlantıyı açığa çıkararak, birincisi, teorik görüşlerin son hallerini felsefede, mantıkta, bilgi teorisinde aldıklarını; ikincisi, metafizik dönemin doğa araştırmacılarının özgül tasavvurların, işte bu biçimsel mantıkta son bulduğunu vurguluyor.
Kategorilerin, biçimsel mantıkta yapıla-geldiği üzere özdeşlikleri, değişmezlikleri açısından ele alınması, bir kategoriden bir diğerine geçişin reddedilmesi; bütün bunlar, doğal olguların karşılıklı bağıntılarını dikkate almayan, yalıtılmış bir yaklaşımın teorik gerekçesini oluşturuyordu. Bunlar, doğanın gelişmesinin reddinin, madde ve hareketin birbirinden kopartılmasının, ebedi, tarihe bağlı olmayan yasaların vb. varsayılmasının teorik temelini de oluşturuyordu.
Engels, özel bir dikkati hak eden başka bir etmenin daha altını çizdi: O dönem için karakteristik olan, flojistona, bir ısı tözüne vb. dair teoriler, doğrudan doğruya o dönemde genel olarak egemen olan sınırlı ampirik tümevarım ve tümdengelim yöntemine dayanıyordu.
Burjuva doğa tarihçilerinden farklı olarak Engels, bir ısı tözü, bir temas gücü vb. teorilerin özel, spekülatif bir yöntemin değil, işte bu tümdengelim-tümdenvarım yönteminin bir sonucu olduğunu kanıtladı. Buna kanaat getirmek zor bir şey değildir, söz konusu dönemin ders kitaplarından birine göz atmak yeterlidir.
Örneğin, Lenz’in, Rusya’da Milli Eğitim Bakanlığı’nın talimatıyla yayımlanmış fizik ders kitabını ele alalım. Seçkin bir bilim adamı ve akademisyen olan Lenz, Rustan çok Almandı, çünkü Rus yazı diline bile tam hâkim değildi. Kaleme aldığı ders kitabını, o dönemin yabancı ders kitaplarından ayıran hiçbir fark yoktu.
Bu kitabın ikinci bölümünün, cisimlerin ısı ile genleşmesini ele alan birinci kısmında, ısı tözüne ilişkin şu satırlara rastlıyoruz:
“Cisimlerin varlığının bilgisine, doğrudan, duyu yetisine sahip her bir organımızın duyuları aracılığıyla ulaşırız ve her insan, bu duyunun türünü deneyimlerine dayanarak tanır. Isı tözü olarak ifade edilen özel bir madde, bu duyunun nedeni olarak kabul edilir. Bir cisimden başka bir cisme kolaylıkla geçişinden dolayı, ısı tözünü sıvı olarak düşünürüz ve cismin ağırlığı ısıtıldığında değişmez kaldığı sürece, ısı maddesini ölçülemez bir sıvı olarak değerlendiririz.”(5)
Başka bir kısmı ele alalım: “Manyetik görüngüler üzerine”. Lenz, görüngülerin salt ampirik yönünü ele alıyor. Ampirik sonuçları toplayarak şöyle yazıyor:
“Isı tözü ve ışık olgularının araştırılmasında olduğu gibi burada da, mıknatıslardaki çekim gücünün, çelik ve demirde bulunan belirli bir töze ait olduğu düşünülüyor. Mıknatısa yakınlaşırken demirdeki manyetizmanın kolayca ayrılması ve demirin mıknatıstan uzaklaşmasıyla manyetizmanın kolayca kaybolmasına dayanarak, bu tözün sıvı olduğu kabul edilir.”(6)
Aynı durum elektrik için de söz konusu. Lenz, farklı cisim ve maddelerin sürtünerek elektriklenmesine ilişkin deneyleri örnek vererek onları -kedi kürkünden cama dek- sıraya koyduktan sonra şu açıklamada bulunuyor:
“Geçmişte söylenenlere dayanarak şu elektrik teorileri kurgulanmıştır: 1. Kolay devingenliğinden dolayı iki sıvı olarak düşünebileceğimiz iki tür elektrik vardır; bu sıvılardan birini pozitif, diğerini de negatif olarak tanımlıyoruz.”(7)
Engels’in ısı tözü, elektrik ve manyetik sıvılar teorilerinin oluşumuna bakışı, burjuva doğa tarihçilerinin bakış açısından temel olarak ayrılır. İkinciler, bütün bu ısı tözlerini dalavereci filozofların hayallerinin bir ürünü sayarken, Engels, bu görüşlerin ampirik oluşumunu ortaya koydu.
Aktarılan alıntılardan, metafizik dönemin teorik düşüncelerinin gerçekten ne kadar sığ olduğunu ve doğrudan ampirik deneyimle ne kadar sıkı bağlara sahip olduklarını görmek mümkün. Ampirik bilgilerin o zamanki sınırlı durumu, kolayca, tümevarım yoluyla, maddeye yalnızca dışarıdan etki eden ölçülemez tözlerin ya da sıvıların ve maddi olmayan atalet kuvvetlerinin vb. varlığı sonucuna ulaşılmasına meydan veriyordu.
Engels’in doğa biliminin metafizik dönemi değerlendirmesinde vurguladığı üçüncü etmen, doğa bilimsel görüşlerin teolojiyle ilişkisidir. Engels, doğa bilimsel bilgilerin yetersizliğinin ve metafizik niteliğinin, doğa bilimi ile teoloji arasında yakın bir ilişki kurulmasına neden olduğunu gösterdi.
Sıradan maddede, şu ya da bu görüngüye neden olan, ama kendisi değişmez kalan ölçülemez tözler ve kuvvetler teorisini, -doğaüstü, yaratan ve düzenleyen bir güç olarak- teolojik tanrı öğretisiyle kolaylıkla bağdaştırmak mümkündü. Bu töz ve kuvvetlere, tanrısal bir varlığın tezahürleri ya da en iyi durumda benzerleri olarak bakılıyordu.
Engels bu konuya ilişkin şunları yazıyor:
“Bilim, hâlâ teolojinin derinliklerine batmış bir durumdadır. Çünkü her alanda, en sonu, doğanın kendisiyle açıklanamayan, dışarıdan gelen bir itilim arıyor ve bunu teolojide buluyor.”(8)
İşte Engels, metafizik dönemdeki doğa bilimsel görüşleri böyle değerlendiriyordu.
Engels’in bu değerlendirmesinde temel fark, bu metafizik görüşlerin teorik köklerinin ayrıntılı bir analizi ve doğa bilimindeki metafizik teorilerin, biçimsel mantıkla ve o dönemde egemen olan teolojik dünya görüşüyle ilişkisinin açığa çıkarılmasıdır.
Böylece Engels, biçimsel mantığın, dar kafalı ampirizmin sınırlılığını; metafizik aşıldıkça doğa bilimi ile teoloji arasında karşıtlıkların ortaya çıkmasının zorunlu olduğunu gösterdi.
Burjuva dünya görüşünün bakış açısına dayanan burjuva doğa tarihçileri ve doğa araştırmacıları, bu üç etmeni göremedi ve görmek istemediler.
Engels’in görüşleri, burjuva doğa tarihçilerinin metafizik döneme ilişkin değerlendirmelerinden temelde farklıdır. Hem de bu fark yalnızca yukarıda sözü edilen etmenlerle de sınırlı değildir. Engels’in görüşleri, proleter devrimci, Marksist tutum olarak bir bütün halinde burjuva doğa tarihçilerin görüşlerinden ayrılmaktadır. Burjuva doğa tarihçileri ve doğa araştırmacıları, doğa bilimlerinin gelişmesinin, üretime ve üretim ilişkilerine bağlı oluşunu görmezken ve görmek istemezken, Engels, doğa bilimleri tarihini Marksist bakış açısıyla, proletarya diktatörlüğü mücadelesi açısından inceliyordu.
Doğa bilimlerindeki gelişmelerle ilgili olarak Engels, tekniğin durumuna ve taleplerine de büyük önem verdi. Bu görüşlerini en özlü ve anlamlı ifade ettiği yer, Starkenburg’a yazdığı mektubudur:
“Eğer teknik, sizin dediğiniz gibi, büyük oranda bilimin durumuna bağlı ise, buna karşılık bilim de tekniğin durumuna ve gereksinimlerine çok daha fazla bağımlıdır. Eğer toplumun teknik gereksinimleri varsa, bu, bilime ilerlemesi için 10 üniversiteden daha fazla yardımcı olur.”(9)
Engels’in doğa biliminin gelişiminde metafizik dönem değerlendirmesi, böylece, burjuva doğa tarihçilerinin sundukları değerlendirmeden temelde ayrılıyordu. Yine, 19. yüzyıldaki belirleyici keşifler üstüne, Engels’in düşünceleri metafizik görüşlerden temelde farklıdır.
“Doğanın Diyalektiği”nin giriş bölümünde Engels, metafizik dönem için “doğanın mutlak değişmezliği görüşünü merkez alan genel bir düşüncenin” karakteristik olduğunu vurguluyor.
Tarihe ve düşünceye uzanan bu “genel görüş”ün tamamen işe yaramaz olduğunu, 19. yüzyılın ortaları gösterdi. Kapitalist ilişkilerin gelişiminin giderek artan devrimci etkisi, doğa bilimsel bilgilerin sürekli artması; bütün bunlar yeni bir dünya görüşünün zeminini hazırlamıştır.
Kendisine aynı zamanda metafiziği ortadan kaldırma görevini yükleyen böyle bir dünya görüşünü yaratma girişimini (ki Fransız materyalistlerinde böyle bir şey söz konusu değildi), burjuva devriminin arifesindeki Alman burjuvazisinin özgül ideolojisi olan klasik Alman felsefesi temsil eder.
Klasik Alman felsefesi, bu felsefeye son halini veren Hegel şahsında, biçimsel mantığın yerine, düşünce yasa ve kategorilerini, gelişme ve karşılıklı geçişleriyle birlikte ele alan diyalektik mantığı öne çıkardı. Klasik Alman felsefesi, gelişme öğretisini, tarihe de uyguladı. Sonunda bu felsefe, Kant şahsında, gelişme düşüncesini doğa öğretisine sokarak, doğa bilimlerinde metafiziğin de karşısına çıktı (“Genel Doğa Tarihi ve Gökyüzü Teorisi”). Gerçi Hegel, doğanın kendisi açısından gelişmeyi reddediyordu. Ne var ki bu, Alman idealist felsefesinin temel hatasının bir sonucuydu.
Alman idealist felsefesi, usu esas görüyor, ancak doğayı da, usun başka türlüsü olarak kabul ediyordu. Bu hatalı hareket noktası nedeniyle Alman idealist felsefesi, önünde duran ve kendisinin önüne koyduğu sorunları çözemedi. Üstelik Alman idealist doğa felsefesi, doğa öğretisinde çıkmaza girdi ve doğa biliminin gerçek gelişim seyri ile ilişkiyi kopardı. Bununla birlikte, klasik Alman felsefesi Hegel şahsında, metafiziği rafa kaldıran diyalektik düşünce yasalarını formüle ederek, devasa bir tarihsel hizmette de bulundu.
İşte klasik Alman felsefesi, bununla, doğa biliminin 19. yüzyılda yaptığı büyük keşiflerine zemin sağladı.
Felsefenin ve doğa biliminin burjuva tarihçileri Alman klasik felsefesinin bu tarihsel önemini o zaman görememişlerdi, bugüne kadar da göremediler.
19. yüzyıldaki (ve 18. yüzyılın sonlarındaki) keşiflerin, doğanın evrim öğretisinin, onun değişmezliği öğretisi karşısındaki zaferine zemin sağladığına daha önce değinmiştik.
Kozmogonik varsayımlar, güneş sisteminin bir ilk sis bulutundan doğduğuna dair kanıtlar sunuyordu.
Lyell, yer kabuğunun, birbiri üstüne yığılmış katmanların doğal bir oluşumu olduğunu kanıtladı.
Darwin, hayvan türlerinin vb. değişimini ve doğal oluşumunu ispatladı.
Böylece, doğanın çeşitli kollarına uygulanan gelişim öğretisi doğdu. 19. yüzyıl doğa bilimi tarihini ele alan her eser bunu tanımlamaktadır. Buna karşın, bu anlatımların her biri, 19. yüzyıl doğa biliminde olup bitenlerin dış görünümlerini basitçe saptamaktan öteye gitmiyordu.
Belirli olguların dış görünüşlerinin araştırılması ve saptanması, olayların bilimsel bilgisine ulaşılmasının gerekli bir unsuru olmakla birlikte, böyle dıştan araştırma ve saptama ile derinlikli bilimsel bilgiye ulaşmak kesinlikle mümkün değildir. Üstüne üstlük, bu dıştan araştırma ve saptama ile gerçekten bilimsel bir araştırma arasında henüz çok uzun bir mesafe vardır.
Burjuva doğa tarihçileri söz konusu olursa, 19. yüzyıl doğa bilimleri tarihinde de durum aynen böyledir. Bir teorinin yerini başka birinin almasının ardında yatanları da değerlendirmezler, teorilerin bu yer değişiminin ilkesel anlamını da değerlendirmezler.
Engels’in, doğa biliminin gelişimindeki metafizik döneme ilişkin değerlendirmesine bakarak, onun, 19. yüzyılın yukarıda bahsedilen keşiflerinin önemini, her şeyden önce metafiziğin doğa bilimlerinden sökülüp atılmasında, metafiziğin teorik köklerinin sarsılmasında, tek yönlü ampirizmin alt edilmesinde ve doğa biliminin teolojiyle olan bağlarından kurtuluşunda; yani tam da burjuva doğa tarihçilerinin önemsemediği noktalarda gördüğü anlaşılır.
Doğa bilimleri tarihinde metafizik dönem teorilerinden, Lyell’in, Darwin’in ve başkalarının yukarıda bahsedilen keşiflerine geçişin, metafizik düşünce tarzından diyalektik olanına geçiş, yani -bilinçli ya da bilinçsiz olarak (buna ileride değineceğiz)- diyalektik düşünce yasalarına, diyalektik-materyalist mantığa dayanan bir düşünce tarzına geçiş olduğunu kanıtlamak gibi büyük bir tarihsel katkı da Friedrich Engels’e aittir.
“Doğanın Diyalektiği’nde” Engels şunları yazar:
“Doğa anlayışının böyle, tüm farklılıkların orta kademelerde toplandığı, bütün karşıtlıkların ara halkalarla iç içe geçtiği bir aşaması için, eski metafizik düşünce yöntemi artık yeterli gelmemektedir. Kesin ve sürekli çizgiler tanımayan, şunun ya da bunun mutlak her daim geçerli olmadığı, sabit metafizik farklılıkları iç içe geçiren ve şu ya da bunun yanı sıra, doğru yerde hem o’yu hem de şu’yu da tanıyan ve karşıtlıkları birleştiren diyalektik, en yüksek düzeye ulaşmış tek düşünce yöntemidir.”(10)
Aynı şeyi, “Ütopik Sosyalizm, Bilimsel Sosyalizm”de de okuyoruz:
“Doğa, diyalektiğin bir provasıdır ve modern doğa biliminin, bu prova için son derece zengin, her geçen gün daha da çoğalan materyaller sunduğunu, böylece doğada son tahlilde metafiziğin değil diyalektiğin hüküm sürdüğünü, doğanın durmadan tekrarlanan sonsuz bir dairede hareket etmediğini, tersine gerçek bir tarih yaşamakta olduğunu kanıtladığını söylemekle yükümlüyüz.”(11)
Böyle bir diyalektik genellemenin ilk adımlarını Engels, Davrwin’in öğretisinde, Lyell’in teorisinde vb. görmüştür. Bu keşiflerle, bir önceki dönemdeki ampirik tek yönlülüğün aşılacağını ve teorik düşüncenin zorunlu unsur olarak yerleşeceğini kanıtladı.
Bir önceki dönemi, en iyi durumda bilinçli bir tümevarım-tümdengelimci düşünce tarzına ulaşan, tek yönlü ampirizmin egemenliği karakterize ediyordu. Engels de, 19. yüzyıl dönemindeki doğa bilimsel keşiflerin doğrudan sonucu olarak, doğa biliminin teorik düşünce aşamasına çıkışını görmüştür.
Bundan dolayı Engels’in “Ludwig Feuerbach”ta aşağıdaki vurguyu yapması bir rastlantı değildir:
“Ne var ki aynı sırada ampirik doğa bilimi böyle bir atılıma geçti ve böylece, yalnızca 18. yüzyılın mekanik tek yönlülüğünün tamamen aşılmasını sağlamakla kalmayan, aynı zamanda, çeşitli araştırma alanlarının (mekaniğin, fiziğin, kimyanın, biyolojinin vs.) doğanın kendisinde var olan bağıntılarının kanıtlanmasıyla, doğa biliminin ampirik bir bilimden teorik bir bilime… dönüşmesini de sağlayan parlak sonuçlara ulaştı.”(12)
Gerçekten de doğrudan tekil olarak algılanmaya çalışıldığında, Darvrin’in, Lyell’in vb. teorilerinin gösterdiği şeyler doğada verili değildir. Hayvan ve bitkileri tek tek gözlemleyerek değişirliklerine ve gelişmelerine ulaşmak için, bir de teorik düşünceye, hem de biçimsel mantığa dayanan düşünsel çıkarımların tümevarım-tümdengelimci biçimlerini aşmış bir teorik düşünceye ihtiyaç vardır.
Friedrich Engels, her şey-tümevarımcılarını, yani tümevarım yönteminin sınırsız uygulanmasının savunucularını, acımasızca alaya aldı. 19. yüzyıl teorik düşüncelerinin, metafizik dönemin düşüncelerinden; kavram ve kategorileri, akışkan(13), birbirine geçen, biçimsel mantığın yasalarına dayanarak doğru olarak anlaşılamayacak kavram ve kategoriler olarak ele almasıyla ayrıldığının kanıtını sundu. Biçimsel mantığın yasaları yerine, diyalektik mantığın yasaları ön plana geçer: Zıtların birliği yasası, niceliğin niteliğe dönüşmesi yasası, yadsımanın yadsınması yasası vb.
Tamamlanmış halini biçimsel mantıkta bulan tümevarım ve tümdengelim yönteminin, sınırlı ampirizmi aşmamakla kalmayıp, tek yönlü, yanlış ampirik çıkarımlar saptayan daha düşük bir düşünce biçimini temsil ettiği yukarıda söylenmişti.
Bu nedenle, tek yönlü ampirizm ve dar, tümevarım ve tümdengelime dayanan düşünce yönteminin aşılması, ancak teorik düşünce yasalarının ve onun verili tarihsel biçimlerinin daha ayrıntılı araştırılmasıyla mümkündür.
Doğa biliminin daha yüksek gelişim biçimi, daha yüksek bir teoriyi de gerekli kılar. Engels bu nedenle Anti-Dühring’de şöyle yazar:
“Ona (doğanın diyalektik kavranışına -A.M.), doğa biliminde biriken olguların zorlaması üzerine ulaşılabilir; bu olguların diyalektik karakterine, diyalektik düşünce yasalarının bilinciyle yaklaşıldığında ise daha kolay ulaşılır. Her halükârda doğa bilimi bugün, diyalektik bir sentezden sıyrılamayacak kadar ilerlemiş bulunuyor. Doğa bilimi, deneyimlerinin toplandığı sonuçların kavramlar olduğunu; kavramlarla hareket etme sanatının, ne doğuştan gelen bir yetenek olduğu ne de sıradan bilinçle edinilebileceği, ama gerçek düşünceyi gerektirdiğini -ki bu düşünce de, deneysel doğa araştırmalarından ne fazla ne de az, uzun bir deneysel tarihe sahiptir- unutmaz ise bu süreci kendisi için kolaylaştırmış olacaktır.”(14)
Engels, teorik düşüncenin hangi tarihsel aşamalarının da, okul metafiziğini aşmak isteyen doğa araştırmacılarının azami dikkat göstermesine değer olduğunu ifade etti:
“Demek ki düşünce bilimi, tüm diğer tarihsel bilimler gibi insan düşüncesinin tarihsel gelişiminin bilimidir. Ve bu, düşüncenin ampirik alanlara pratik uygulaması için de önemlidir. Çünkü birincisi, dar kafalı aklın mantık sözcüğünden anladığı gibi, düşünce yasalarının teorisi kesinlikle ilk ve kesin olarak belirlenmiş, ‘sonsuz bir gerçeklik’ değildir. Biçimsel mantık, Aristoteles’ten bugüne dek, şiddetli bir tartışma alanı olarak kalmıştır. Diyalektik ise, bugüne dek yalnızca iki düşünür tarafından daha ayrıntılı olarak araştırılmıştır: Aristoteles ve Hegel. Ama tam da diyalektik, günümüz doğa bilimi için en doğru düşünce biçimidir; çünkü yalnızca o, doğada olagelen gelişim süreçleri için, toplamda ve geneldeki bağlantılar için, bir araştırma dalından bir diğerine geçişler için benzer durumları ve böylece de açıklama yöntemini sunmaktadır.”(15)
Doğa araştırmacılarının Hegel’i eleştirel araştırma konusu olarak ele almalarına büyük önem verirken Engels, gördüğümüz gibi, Hegel’in diyalektiğini göz önüne almıştı. Bu bakımdan Marx ve Engels, Hegel’in diyalektiğinin gerçek tarihsel önemini kavrayan yegâne kişiler olmuşlardır.
“Alman idealist felsefesinden bilinçli diyalektiği çekip çıkararak doğanın ve tarihin materyalist anlayışına taşıyan hemen hemen yalnızca Marx ve ben olduk”,(16) diye yazar Engels Anti-Dühring’de.
Marx ve Engels, Alman doğa felsefesine değer vermeyi biliyordu; çünkü o, diyalektiğin unsurlarını içeriyordu. Onlar, onun içerdiği bütün “iyi” yönleri ve “verimli nüveleri” değerli buluyorlardı. Engels birçok kez, 19. yüzyıl doğa biliminin en büyük kusurunun, -doğa biliminin Darwin, Lyells, Schleiden, Schwan’in keşifleriyle temsil olan kendiliğinden gelişimi, doğa olaylarının diyalektiğini ortaya çıkardığı zaman-, Schelling, Oken, Hegel’in -doğanın materyalist temeldeki bir diyalektik anlayışının nüvelerini geliştirmiş olan Kant tamamen bir yana- bozulmuş biçimde de olsa temsil ettikleri bilinçli doğa diyalektiğinin tamamen unutulması olduğunu vurgulamıştır.(17)
Engels, Büchner, Vogt ve Cie(18) tipindeki sığ materyalistlerin, Alman doğa bilim felsefesine yönelttikleri fikir yoksunu saldırıları da aynı şiddetle mahkûm etti. Çünkü bahsi geçenler, Alman doğa felsefesinin tarihsel önemini kavrayamamışlardı. Bu sığ materyalistler, Alman doğa bilim felsefesine saldırırken, ne Alman felsefesinin diyalektiğini, ne de 19. yüzyılın en önemli teorik kazanımını temsil eden keşiflerin teorik özünü görüyorlardı.
Bu sığ materyalistlerin ve burjuva doğa tarihçilerinin aksine Engels, 19. yüzyıl keşiflerinin teorik özünü, diyalektik duruşa kendiliğinden geçişte gördü. Ama doğa biliminin diyalektik materyalizmin duruşuna bu kendiliğinden geçişi Engels’i tatmin etmedi. Çünkü bu geçiş, her şeyden önce kendiliğinden olmasından kaynaklı olarak tam, genel ve dönüşü olmayan bir geçiş değildi ve bu geçişin bilinçsizliği nedeniyle, doğa biliminin gerici bir harekete ve her çeşit teorik yalpalamaya dönüşmesi imkânsız değildi.
Bu nedenle Engels, 19. yüzyıl doğa bilimcilerinin diyalektik materyalizmi güçlendiren keşiflerin doğruluğunun, diyalektik materyalist duruşa bilinçli bir geçişin, diyalektik mantığın bilinçli bir benimsenişini ve uygulanışını gerektirdiği görüşündeydi. 19. yüzyıldaki keşiflerin teorik içeriğinin tam olarak geliştirilmesi için diyalektik mantığın bilinçli bir benimsenişi, Engels’in, “Doğanın Diyalektiği” eserinde ve diğer yazılarında sunduğu kanıtların asıl özüydü ve öyle de kalacaktır.
Bu tümce, Engels’te başka bir tümceyle kopmaz bir ilişki içindedir: “Diyalektik”, “kapsamlı bir dünya görüşünün nüvesini içerir.”(19) Engels’in düşüncesine göre, doğa biliminin daha yüksek bir teorik düzeye çıkarılması; diyalektiğin bilinçli benimsenmesi, aynı zamanda doğa bilimsel sonuçların yeni, bütünlüklü bir dünya görüşü halinde sistemleştirilmesi ve sentezlenmesi anlamına gelir.
Metafizik, doğanın mutlak değişmezliği düşüncesine dayanan bir dünya görüşünü temsil ederken, diyalektiğin hareket noktasını, doğanın -karşıtlıklar biçiminde- maddenin bir biçiminden, daha yüksek diğer bir biçimine gelişimi düşüncesi oluşturur. Metafizik, teoloji ile barışçı bir ortak yaşamı paylaşırken, diyalektik teolojiye düşmandır. Bu da her türden mistisizmin ve yobazlığın sonu demektir.
Engels, bilimsel, teolojiye karşıt böyle bir dünya görüşünün yaratılmasında 19. yüzyılın keşiflerinin önemini görmeyi ihmal etmedi.
“Ludwig Feuerbach”ta Engels, 19. yüzyıl doğa biliminin kazandırdığı sonuçları özetlerken, onun “materyalist bir doğa bilgisi sistemine dönüştüğünü” yazar.(20)
Aynı eserin bir başka yerinde Engels, aynı düşünceyi farklı sözcüklerle tekrar eder:
“Böylece materyalist dünya görüşü, bugün, önceki yüzyıldan çok daha farklı sağlam ayaklar üzerinde durmaktadır.”(21)
DİPNOTLAR
* Kaynak: “Unter dem Banner des Marxismus” (Marksizm’in Sancağı Altında), Yıl IX, Sayı 5/6, 1935.
1) Friedrich Engels, “Dialektik und Natur” (Diyalektik ve Doğa), Marx-Engels-Archiv, Cilt II, 1927, sf. 252.
2) Friedrich Engels, “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü”, Die Neue Zeit, Yıl XIV, 2.Cilt, sf. 553.
3) İkisi de, milli eğitimden sorumlu aşırı gerici bakanlardı.
4) Bütün maddelerde bulunduğu ve maddeden ayrılmasıyla yanma olayına yol açtığı sanılan özel akışkan.
5) E. Lenz, Leitfaden der Physik (Fizik ders kitabı), Milli Eğitim Bakanlığı’nın talimatıyla Rus liseleri için kaleme alınmıştır. 3. basım -St. Petersburg- 1846, 1. Bölüm, sf. 142 (Rusça).
6) Age, sf. 239.
7) Age, sf. 256.
8) Friedrich Engels, “Dialektik und Natur” (Diyalektik ve Doğa), Marx-Engels-Archiv. Cilt II, sf. 243
9) Marx-Enğels,Ausgewaehlte Briefe (Seçme Mektuplar), SSCB yabancı işçiler yayım kooperatifi. Moskova-Leningrad, 1934, sf. 411.
10) Friedrich Engels, “Dialektik und Natur”. (Diyalektik ve Doğa), Marx-Engels_Archiv, Cilt II, sf. 189.
11) Friedrich Engels, “Die Entwicklung des Sozialismus von der Utopie zur Wissenschaft” (Sosyalizmin ütopyadan bilime gelişimi), Kleine Bücherei des Marxismus- Leninismus, c. 6, SSCB’deki yabancı işçiler yayım kooperatifi, Moskova-Leningrad, 1935, sf. 52.
12) Friedrich Engels, “Dialektik und Natur” (Diyalektik ve Doğa). Marx-Engels-Archiv, II. cilt, sf. 382 (atlananlar “Feuerbach”tan, 1886).
13) Friedrich Engels. “Dialektik und Natur” (Diyalektik ve Doğa), sf. 151.
14) Friedrich Engels, “Herrn Eugen Dührings Umwaelzung der Wissenschaft” (Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor), SSCB’deki yabancı işçiler basım kooperatifi, Moskova-Leningrad, 1934, sf. XV.
15) Friedrich Engels, “Dialektik und Natur” (Diyalektik ve Doğa), sf. 219.
16) Friedrich Engels. “Herrn Eugen Dührings Umwaelzung der Wissenschaft” (Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor), SSCB’deki yabancı işçiler basım kooperatifi, Moskova-Leningrad, 1934, sf. XI.
17) Age, sf. XII. Ayrıca: Marx-Engeis-Archiv, II. Cilt, sf. 223, 233, 168. 244, 247, 250 vd.
18) Friedrich Engels, “Herrn Eugen Dührings Umwaelzung der Wissenschaft” (Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor), sf. XII.
19) Friedrich Engels, Anti-Dühring, sf. 124.
20) Marx-Engels-Archiv, II. eilt, sf. 382 (atlananlar “Feuerbach”tan,1866).
21) Age. sf. 384.