İşçi sınıfı mücadelesinde bir deney aktarımı: PARSAT Piston

Ocak 2002’de, işveren-sendika yönetiminin anlaşmalı oyunuyla gerçekleştirilen ve temsilcileri de içerisine alan işçi kıyımının yaşandığı Parsat Piston fabrikasının son beş yılı, sendikal ve politik örgütlenmenin yaratılması ve inşası bakımından zengin deneylere sahne olmuştur.
EMEP, kısa süre önce gerçekleştirdiği sendikal konferanslarda işbirlikçi-bürokratik sendikacılığa karşı verilecek mücadelenin temel yönlerini günümüz açısından ortaya koydu.
İşçi sınıfının, sermayeye karşı mücadelesinde elindeki en büyük silah kuşkusuz devrimci örgütüdür. Parsat’ta, sendikal ve politik örgütlenmenin önemli bir darbe yemesiyle sonuçlanan süreç; nesnel koşulların yanı sıra, beş yıldır fabrikada düzenli faaliyet yürüten ve asgari birim örgütüne sahip olan devrimci partinin bu alandaki faaliyetinin eksiklikleriyle birlikte ele alınmalıdır.
Elbette Parsat’ta yaşananlar -öncesiz ve sonrasız- anlık, dondurulmuş bir kesit olarak ele alınamaz. Bunun için fabrikayı tanıtmak ve geçmiş mücadele deneyimleri hakkında bilgi vermek, doğru sonuçlara ulaşmak açısından anlamlı olacaktır.

PARSAT HAKKINDA KISA BİLGİ
İstanbul’da Avcılar İlçesi sınırlarındaki “Fabrika Yolu” üzerinde bulunan ve Demirören Şirketler Grubu ile Alman K.S firması ortaklığıyla 1969’da faaliyete geçen fabrikanın ilk ismi Motopar.
Demirörenler, 1985’te hükümetten aldıkları krediyi geri ödememek için iflas göstererek Motopar ismini değiştiriyor. Bugün de üretilen pistonların üzerlerine vurulan M harfi Motopar’dan geliyor.
1985’e kadar 100 işçiyle gerçekleşen üretim sadece iç piyasaya dönük olarak sürdürülüyor. Alınan krediden sonra üretim genişletiliyor ve fabrika dış piyasalara açılıyor. 1990’da CNC tornalar alınarak daha ileri teknoloji ile üretime devam eden fabrika ek bir bina yapıyor ve yabancı ortaktan ayrılıyor. Halen K.S firmasının lisansı ile üretilen pistonlar, yurt dışında çoğunlukla K.S tarafından pazarlandığından, üzerlerinde K.S damgası var. Hatta paket değişikliği ile tekrar yurt içine yollanarak K.S ismiyle de piyasaya sürülebiliyor.
1995’e kadar dökümhanede el kalıbı ile döküm yapılırken, ‘95’te, İzmit’te bulunan İstanbul Piston adlı fabrikanın attığı yarı otomatik döküm kalıp makineleri satın alınıyor. Torna ve freze yardımı ile makineler taklit edilerek makine sayısı artırılıyor (lisanssız makine üretmek yasadışı olduğundan taklit makineler aparat adıyla kullanılıyor). 1998’de ise, fabrikanın geri teknolojili bölümleri gizlenerek, İSO 9001 kalite belgesi alınıyor.
Fabrika üretime geçtiği günden bu yana vardiyalı çalışıyor. Döküm yapılması için külçeler halinde getirilen metal, eriyik halde potalarda bekletiliyor. Metalin donması halinde alaşımı bozulduğundan, pek çok masraflı kimyasal işlemlerden geçirilerek tekrar kullanabiliyor. Bu yüzden, üretimin hiç kesilmeden sürmesi gerekiyor. Vardiya sistemi, üretimin artırılmasının yanında bir de bu yüzden zorunlu.
Bugün Türkiye’nin en büyük ve en çeşitli piston üreten piston fabrikası olan Parsat Piston, üretiminin % 90’ını ihraç ediyor.

“HA ALMANYA’DA ÇALIŞMIŞSIN HA PARSAT’TA”
Parsat, ’86 yılına kadar ücretlerin ortalama işçi ücretlerinin çok üzerinde olduğu, bölgede diğer işçilerin imrenerek baktıkları bir fabrika durumundadır. İşçilere Demirörenler’e ait Ankara Marketler Zinciri’nden alışverişi sağlayan çekler dağıtılmakta; sabahları zengin bir kahvaltı ile mesaiye başlanmaktadır.
’86 yılında, işçiler, örgütlü oldukları bağımsız Çelik-İş sendikasından, daha sonra DİSK’in Maden-İş’i ile birleşerek Birleşik Metal-İş ismini alan bağımsız Otomobil-İş’e geçmek istiyorlar. İşçilerin sendika değiştirme isteğini duyan işveren, fabrikayı üç gün kapatıyor ve büyük bir işçi kıyımı gerçekleştiriyor.
Öncü işçilerin bir kısmı işçileri yarı yolda bırakıyor. Bir tanesi, hem işyeri sendika baş temsilciliğine hem de bölüm müdürlüğüne terfi ettiriliyor. Diğer iki temsilci de, işveren tarafından seçilen iki bölüm şefi oluyor. Üç temsilci, böylece başladıkları temsilciliği on bir sene sürdürüyorlar.
O güne kadar büyük patron Erdoğan Demirören’in müdürleri aracılığı ile yönettiği fabrikanın başına küçük kardeş Bilgin Demirören getiriliyor. Almanya’da çalışmakla eş tutulan Parsat’ta, işveren ve sendikanın elbirliği ile ücretlerin eritileceği, çalışma koşullarının kötüleştirileceği süreç başlamış oluyor.

* * *
’92 yılında Parsat’ın örgütlü olduğu bağımsız Çelik-İş sendikası, Hak İş’e bağlı Öz-Demir-İş’le birleşerek Özçelik-İş adını alıyor. Kurulduğundan beri sendikalı olan fabrikada, gerçekte sendikanın esamisi dahi okunmuyor. İşçilerin haberdar dahi olmadıkları sözleşme süreci bittiğinde sözleşme sonuçları duvara asılarak işçilere duyuruluyor. Ücretler asgari ücretin birkaç milyon üzerinde, ikramiyeler üç ay ileri atılarak senetler ile ödeniyor. Resmi tatilde izin yok. Üç çeşit çıkan yemekler çok kötü. Servislerde işçiler ayakta gidiyor. İş elbisesi ve ayakkabı verilmiyor.
Altı ayda bir fabrikaya uğrayan şube yönetiminin tek işi, o süre içinde işe giren yeni işçileri sendikaya üye kaydetmekten ibaret. İşçiler Şube Başkanı’nı tanımadıkları gibi sendikanın yerini dahi bilmiyorlar. Fabrikada temsilci odası yok. Şimdiki temsilcilik odası o zamanlar ambar olarak kullanılıyor. Baş temsilcinin bölüm müdürü, diğer ikisinin bölüm şefi olduğu temsilciler hiçbir sorunla ilgilenmiyorlar. Temsilciye herhangi bir konuda soru sormak işten atılma sebebi oluyor. Yemekhanede dahi müdürlerle birlikte oturmayı tercih eden baş temsilci yerine, işçiler sorunlarını doğrudan müdürlere iletmeyi tercih ediyorlar. Temsilci seçimi yapılmayan fabrikada şube kongrelerine katılacak delegeler, şube yönetimi tarafından belirleniyor. Delegeler kongreye dahi çağrılmadan yerlerine oy kullanılıyor.
’97 yılına gelene kadar işçiler, üzerlerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan temsilcilik kurumunu değiştirmek için irili-ufaklı pek çok girişimde bulunuyorlar. Kahvelerde bir araya gelip sorunlarını tartışan, hatta çözümü sendikaya giderek şubeyle tartışmakta gören işçilerin öfkesi, kıyımlarla bastırılıyor. Sendika ve temsilciler, ispiyon mekanizmaları ile işvereni ve kendilerini koruyacak her türlü baskı ve tehdidi uyguluyorlar.
Bu dönemde bazı işçilerin, mücadele etmek yerine tazminatlarını alıp çıkmayı bu koşullarda çalışmaya tercih etmeleri ve tazminatlı işten atılmak için, “sendikayı değiştirelim” diyerek işverenin dikkatini çekmeye çalışmaları, işçilerin içerisinde oldukları ruh halini çarpıcı biçimde gösteriyor.

İŞÇİLER SENDİKALARINA SAHİP ÇIKIYOR
’97 yılının Eylül ayında işçilerin sendikaya baskısıyla gerçekleşen temsilci seçimine, işçiler, yukarıda kısaca aktardığımız deney ve bilgiler üzerinden hazırlanıyor. İşçilerin önemli bir kısmının Esenyurt’ta oturması ve çoğunlukla aynı bölgeden (Batı Karadeniz) gelmiş olmaları, sosyal yaşamlarını geldikleri yerdeki gibi sürdürmeleri ve iç içe olmalarını sağlıyor. Özellikle kahvelerde ve yöre derneklerinde doğal bir şekilde bir araya gelinmesi; fabrikanın tarihinin, mücadele deney ve birikiminin birbirlerine taşınmasında önemli bir etken oluyor.
İstanbul gibi fabrika işçilerinin şehrin dört bir tarafına dağıldığı bir metropolde, Parsat işçilerinin bir arada olmalarını kolaylaştırıcı sosyal ilişkileri, sendikal ve siyasal örgütlenmeye dikkate değer bir olanak sunuyor.
’97 Nisan ayında dört işçinin başlattığı çalışma, dört ay içinde işçilerin yüzde doksanına ulaşıyor. İşte bu dönem, Parsat İşyeri Komitesi, çalışmanın ihtiyacı olarak ortaya çıkıyor. İleri işçilerden oluşturulan işyeri komitesi, çalışmanın merkezileşmesinde olduğu kadar, ileri işçilerinin inisiyatiflerinin gelişmesi ve yeni işçi önderlerinin ortaya çıkmasında da önemli bir işlev görüyor.
İşyeri komitesinin yürüttüğü ajitasyonun hedef ve içeriğini; fabrikada sendikasız işyerlerinden farksız koşullarda çalışılması, ücretlerin düşüklüğü ve bunların sebebinin temsilciler başta olmak üzere sendikanın işveren yanlısı tutumu olduğunun işçilere kavratılması konuları oluşturuyor.
Bu durumun değiştirilmesi için, işçiler, birliğe ve bu birliğin ifadesi olarak temsilcilerin değiştirilmesi için her tür eyleme hazır olmaya çağrılıyor. İlk iki toplantı dışında bütün toplantılar, EMEP Büyükçekmece İlçe Binası’nda gerçekleştiriliyor. Dört ay boyunca her hafta sonu gerçekleşen toplantıların işverenin ve sendikanın kulağına gitmesi ile işveren, öncü işçilerden birini izine çıkararak örgütlenmeyi zayıf düşürmek istiyor, işçilerin bu dayatmaya tepkisi, mesai bitiminde servislere binmeyerek avluda toplanmak oluyor. İşverenin niyetini teşhir eden konuşmalar yapılıyor. İşveren; konuşma yapan işçileri işten attığını söylemesine rağmen, işçilerin kararlığı karşısında, izin dayatmasından da öncü işçileri işten atmaktan da vazgeçmek zorunda kalıyor. Bu gelişmenin ardından temsilci değiştirmek için imza toplayan işçiler, 40 işçi ile topladıkları 300’ün üzerinde imzayla sendikayı basıyor. İşçilerin kararlı tutumu sendikayı temsilci seçimi yapma kararı almak zorunda bırakıyor. Sendika yönetimi, işçilerin sendika değiştirebilecekleri kaygısı ile temsilci seçimini 1 Eylül’de imzalanacak sözleşmenin hemen ardından yapma kararı alıyor. Böylece, işçilerin bu tarihten sonra sendika değiştirmek istemeleri halinde, 2 yıllık sözleşme süresince mevcut sendika yetkili sayılacağından, bu durumun işçileri caydıracağı düşünülüyor.
Seçim kararının fabrikaya asılması ile birlikte, bir yandan işçiler diğer yandan işveren ve sendika açısından hummalı bir süreç başlıyor. İşçiler toplantılar yaparak adaylarını belirlerken, işveren kendine yakın MHP eğilimli birkaç işçi ve müdürleri aracılığı ile temsilci adayları üzerinde “kara propaganda” başlatıyor. Bir yandan adaylar arasında yer alan partili işçinin “terörist olduğu” söylentisi yayılırken, bir yandan da tehditlerle işçiler baskı altına alınmaya çalışılıyor. İşverenin adamı durumundaki az sayıda işçi, işyerinde yazdıkları bildirileri işçilere dağıtıyor, işverenin izniyle yemekhanede toplantı yapıyorlar. İşçiler, kendi toplantılarına katılmayan işçilerin bu tür çabalarını yanıtsız bırakıyorlar. MHP’li olduğu bilinen işçilerin hemen hepsi, sendika yönetimine ve temsilcilerine karşı çıkan işçi önderlerinin yanında yer alırken, küçük bir grubu oluşturan işveren yanlısı MHP’li işçilerin çabaları boşa çıkıyor. İşçilerin belirlediği ve dört işçiden oluşan sandık kurulunun denetiminde yapılan seçimde ezici bir farkla işçilerin belirlediği adaylar seçimi kazanıyor.
İşçilerin birleşik gücü ve inisiyatifiyle gerçekleşen temsilci seçimleri işçilerin birliğini daha da ileri taşıyan bir rol oynarken, seçim sonrası odasına çağırdığı temsilcilere, “sakın ha, sendikamı değiştirmeyin” diyen Bilgin Demirören’e, yeni baş temsilcinin “sendika senin değil, bizim” yanıtını vermesi, Parsat’ta değişenin ne olduğunu özlüce ifade ediyor.

YENİ DÖNEM…
Parsat’ta işçilerin baskısı ile gerçekleşen seçimi, basit bir temsilci değişikliği değil işçilerin sendikalarına kavuşması olarak anlamak gerekiyor. İşçiler, hiçbir bölücü oyuna gelmeyerek, kendi mücadele örgütlerini kurmak için “işçi demokrasisi”ni hayata geçiriyorlar. İşvereninin yönlendirdiği işçileri, kendi toplantılarına katılmadıkları için kötü niyetli ilan etmeleri ve dışlamaları bu açıdan anlamlıdır, işçilerin kendi mücadele örgütlerine, kendi mücadeleleri sonucu ulaşmaları, hem birbirlerine hem birliklerine olan güvenlerini ileri bir noktaya taşıyor. Aynı dönemde görüşülmekte olan sözleşmede işçilerin taleplerini belirlemek için gerçekleştirilen ankette işçilerin en önemli taleplerinin “Birlik ve beraberliğimizi bozanlar işten atılsın” olması, işçilerin bilinç düzeylerindeki ilerlemeyi gösteriyor. Daha önce gecikmeli olarak senetlerle ödenen ikramiyeler, maaşlara ekleniyor. Üç çeşit olan yemekler dört çeşit oluyor ve işçiler yemek listesini kendileri yapıyor. Ek servisler konarak, işçilerin servislerde ayakta gitmeleri önleniyor. İş elbisesi ve ayakkabı hakkı kazanılıyor.
Birkaçını örnek verdiğimiz iyileştirmelerin yanı sıra işçilerin örgütlenme ve bilinç düzeyindeki ilerleme, fabrika yaşantısını baştan aşağı değiştiriyor.
Daha önce işçi ilişkilerine üretim esnasında lümpen konuşmalar, sulu şakalar vb. alışkanlıklar hakimken, bunların yerini, modern bir sınıfa ait ilişkiler almaya başlıyor. İş disiplini ve yapılan işe karşı sorumluluk gelişiyor. Bu değişim, aynı zamanda üretime nicelik ve nitelik artışı olarak da yansıyor.
EMEP bu süreçte; işçilerin sendikal bürokrasiye karşı sergiledikleri mücadelede belirleyici bir rol oynuyor. Gerek işçilerin taleplerinin tüm işçilerin üzerinde birleşebileceği kapsam ve sadelikle formüle edilmesinde, gerekse sözleşme dönemi gibi işçilerin eylemlerini en etkin ortaya konabileceği dönemin belirlenmesinde parti, en ileri işçinin bilinci ve tutumuyla birleşerek hareketi yönetiyor.
Parsat’ın, metal işkolunda, sendikalı ve sektörünün en büyük fabrikası olması gibi özelliklerinin B. Çekmece sanayi havzasını etkileyeceği gerçeğinden yola çıkarak, elindeki tüm imkânları, güçlü bir fabrika örgütünün kurulması için seferber ediyor.
Fabrikadaki çalışmadan sorumlu parti görevlisi, kısa bir süredir fabrikada çalışmasına rağmen, partili olduğunu gizleyen, partinin olanaklarını işçilerden saklayan, dar bir çevrede sıkışan, işten atılırım gerekçesinin arkasına sığınarak işçilerin biriken öfkesinin ortaya çıkardığı mücadele olanaklarını görmezden gelen bir tutum içerisine girmeyerek, işçilerin güvenini kazanıyor.
Yukarıda yapılan değerlendirme, fabrika çalışmasında, düne göre daha az olmakla birlikte halen rastlanılan “aşamacı”, dar, cesaretsiz, gerekçeci yaklaşımların yerini bırakması gereken tutumun ileri ve somut bir örneği olması bakımından anlamlıdır.

SERMAYENİN KRİZ FIRSATÇILIĞI
Uygulanan IMF politikalarının kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan Kasım-Şubat krizleri sonrası, işverenler, krizin yarattığı ortamı, işçi çıkarmanın, ücret düşürmenin, esnek çalışmayı dayatmanın, sendikal örgütlülüğe ve haklara saldırmanın fırsatı olarak gördüler. Yasaklanan grevler, kamu işçilerine ve memurlarına fedakârlık demagojisi ile dayatılan komik zamlar, krizin faturasını işçi ve emekçi sınıflara yıkma amacı taşıyordu. Geçtiğimiz bir sene içerisinde 1,5 milyona yakın kişinin işsiz kalması, ücretlerin erimesi, krizin emekçilerin yaşam koşullarında yarattığı tahribatı gözler önüne seren gelişmeler oldu.
Sendika bürokrasisinin, işverenlerin ve hükümetin işçi düşmanı uygulamalarına çanak tutan pasifliği, ileri, sınıf bilinçli işçilerinin bu pasifliğe rağmen saldırıları püskürtmek için birleşik bir mücadeleye yönelişi sağlayacak bilinç ve örgütlülüğe sahip olmaması, işçilerin mücadele isteğini zayıflatırken; işyerinde kalmanın hesabını yapan sessiz bir bekleyişin işçi hareketinde belirgin bir eğilim haline gelmesine neden oldu. Saldırılara yanıt oluşturacak düzeyin çok gerisinde kalan lokal eylemler ise, sermaye sınıfı ve hükümeti eliyle kolaylıkla bastırılabildi.
Kriz fırsatçılığında bayrağı elinde tutan metal işverenleri, kârları kriz sonrası artmasına rağmen, olağan dönemde gerçekleştiremedikleri pek çok uygulamayı krizle birlikte hızla gündeme getirdiler.
Üretiminin % 90’ını ihraç eden Parsat işvereni de krizin hemen sonrasında, daha yoğun fazla mesai yaptırarak siparişleri ancak karşılayabiliyordu. Buna rağmen, geçtiğimiz Ocak ayında biten sözleşme döneminde, işçi azaltma ve son iki sözleşmede kısmen yükselen işçi ücretlerini düşürecek bir zam teklifi ile masaya oturdu.
Bu tutumda krizden çok, işverenin ’97 öncesindeki “sendika”ya yeniden kavuşma niyetinin belirleyici olduğunu söylemek gerekir. İşçilerin hemen hemen tamamının sendikasız olduğu, sigortasız çalıştırmanın yoğun olduğu bir bölgede Parsat işçilerinin sahip olduğu haklar ve hepsinden önemlisi örgütlülük düzeyleri, Parsat fabrikasını, “etrafı adeta gerici güçlerle çevrili bir adacık”ta yalnızlaştırıyor ve dikkat çekmesini sağlıyordu.

SENDİKA BÜROKRASİSİ PUSUDA…
Sendika bürokrasisi de, fırsatçılıkta, uzantısı olduğu sermaye sınıfından hiç de geri kalmadığını gösterdi. İşçi gösterilerine işyeri düzeyinde kitlesel olarak katılan, bu gösterilerde bağlı olduğu HAK-İş’in pankartını taşıyan tek fabrika, yıllarca Parsat olmuştu. Nerede bir dayanışma, eylem varsa Parsat işçileri en ön safta yerlerini alıyordu. İşverenin her tür saldırısı karşısında iş bırakarak ya da yavaşlatarak yanıt vermek, fabrikada çokça karşılaşılan eylem biçimleri oluyordu. Temsilci ve ileri işçileri, işverenin defalarca sudan bahaneler göstererek işten çıkarma girişimi, Parsat işçisi tarafından anında tepkiyle karşılanarak engellenebiliyordu. Gerek işverene karşı gerçekleştirilen eylemlere gerekse işçi gösterilerine katılırken sendikaya danışmadan ama dayatarak alınan kararlar, sendika şubesini istemeyerek de olsa hareketin önünde yürümek ve işçilere, işçilerin istekleri doğrultusunda önderlik etmek zorunda bırakıyordu. Bölgedeki diğer sendikalı işyerlerindeki temsilcilerin bir araya gelerek oluşturmaya çalıştıkları “bölge temsilciler kurulunda” Parsat temsilcileri aktif rol oynarken, IMF karşıtı panel, kahve ve ev toplantıları, Parsat işçilerinin yoğun katılımı ile gerçekleştiriliyordu.
Dahası Parsat, örgütlü olduğu Özçelik-İş İstanbul Şubesi’nin en büyük fabrikası olma özelliğini de taşıyor; Jumbo, Kanca gibi metal işkolunda önemli sayılabilecek fabrikaların da örgütlü olduğu şubede, hemen her fabrikada işçiler, kriz sonrası ücretlerin sözleşmelerle erimesinden taşeronlaştırmaya, esnek çalışma dayatmasından işçi kıyımına ciddi sorunlar yaşıyor. Bölgedeki diğer iki fabrika, Parsat’ın hemen yanı başında kurulu. Parsat’taki işçi inisiyatifi, diğer işyerlerindeki işçilerin de dikkatini çekiyor ve bir mücadele odağı olma potansiyeliyle genel merkez dâhil, sendikacıları tedirgin ediyordu.
Şube’nin sahip olduğu en büyük fabrika olmasına rağmen, şube yönetimine Parsat’tan giden hiç bir yönetici bulunmuyor. Son Şube seçimde, işçilerinin sendikaya baskısı ile delege seçiminin gerçekleştirildiği tek işyeri, Parsat olmuştu. Henüz kendi inisiyatiflerini yeni elde ettiklerinden, Parsat işçileri, Şube’ye muhalif bir tutum içerisine girmemişlerdi. Parsat işçilerinin sendikalarına dair en önemli taleplerinin kendi mücadelelerine önderlik edebilecek mücadeleci bir anlayışa sahip olması olduğu düşünüldüğünde, içinden geçtiğimiz yılın sonunda yapılacak Şube Kongresi’nde Parsat işçilerinin Şube’ye bağlı diğer işyerlerindeki temsilciler ve ileri işçilerle birleşen bir muhalefet çalışmasının içerine girecek olmaları, mevcut Şube Yönetimi açısından bir sır değildi.

BEKLENEN İŞÇİ KIYIMI
İşçi hareketi ve sendikaların içerisinde oldukları durum gözetildiğinde ileri bir mevzi olan Parsat, sermaye sınıfını ve güçlü bir grubu olan Demirörenleri hayli rahatsız ediyordu. Geçtiğimiz Ocak ayında sonuçlanan sözleşme dönemine girildiğinde, işverenin işçi inisiyatifini ortadan kaldırma niyetinin son derece açık olmasına ve sözleşme döneminin başında işçi çıkaracağını söylemesine rağmen, altı ay boyunca temsilcilerin sendikacılarla hazırladıkları taslaklar dışında bir hazırlığın yapılmamış olması, üzerinde durmaya değerdir. Oysa Parsat işçilerinin ve temsilcilerinin kendi öz deneyimleri dahi, sözleşme döneminin asgari olarak nasıl bir hazırlık gerektirdiğini gösteriyordu. Önceki iki sözleşmede işçilerin isteklerinin toplantılar ve anketlerle belirlenmiş olması ve sözleşme döneminin greve hazırlık süreci olarak algılanması, temsilcileri masada işveren karşında güçlü kılmıştı. İşverenin “yüzde 15 verirsem batarım” dediği ve üretimin yüzde 40’lara kadar düştüğü 2000–2002 sözleşme döneminde, greve hazır olan işçilerin, grev kararını asmalarının hemen ardından, işveren, yüzde 40 zam artışına imza atmak zorunda kalmıştı. Daha önce de ifade edildiği gibi, hem yoğun ve çeşitli olan siparişlerin karşılanabilmesi için hem de eriyik halindeki metalin donmasının yol açacağı maddi zarar dolayısıyla, fabrikada üretimin kesintiye uğramasına işverenin tahammülünün olmayacağı bilinen bir gerçekti.
En mücadeleci işçilerden başlamak üzere 150’nin üzerinde işçinin atılmasıyla sonuçlanan yeni sözleşme dönemine girildiğinde ise, sendikacıların çıkarlarının Demirörenlerin çıkarları ile ortaklaştığını, yukarıda ortaya konan tablodan çıkarmak güç olmayacaktır. Sendikacılar sözleşme döneminde grev silahını hiç gündeme getirmemişlerdir. Ücret zammıyla işçi atılmamasını pazarlık konusu etmeleri işvereni cesaretlendirmiş, sözleşme düşük zamla tamamlanır tamamlanmaz kıyım başlamıştır. Eski dostların arasını açabilecek bir grev hiç de yerinde olmayacaktı kuşkusuz.
Altına her zamankinden daha çok odunun atıldığı bir cadı kazanının kaynatılmakta olduğu, ileri işçiler ve temsilciler tarafından kavranamadı, işyeri örgütlülüğünün ve işçi inisiyatifinin bir kez elde edildikten sonra, her daim işvereni ve sendika bürokratlarını alt edebilecek bir güç olmadığı, her gün saldırının boyutları düzeyinde yeniden kurulması, yenilenmesi gerektiği yeterince anlaşılamadı, işçilerin temsilcilere haklı güvenlerinin perdelediği örgütsüzlük, rehavet ve saldırının boyutlarını küçümseme ile birleşince, kıyımın kapıya dayanması ile ortaya konan cılız çabalar, sürecin işçiler lehine gelişmesine yetmedi.
TİS komitesinin örgütlenmesi başta olmak üzere yapılmayan hazırlıkları, gözden kaçırılan teknik ayrıntılar olarak görmemek; hazırlıksızlığın, işçi kıyımının gerçekleşmesinin en büyük sebebi olduğu kadar, mevcut bürokratik-sendikal anlayışın etkilerinin sendika yönetimleriyle sınırlı olmayıp, temsilciler başta olmak üzere ileri işçilere kadar sirayet ettiğinin ve bu durumun pratik oportünizmi temellendirmesinin bir dışavurumu olarak anlamak gerekir.
Görünün o ki, işyeri temsilcileri, sözleşme görüşmelerini; işçilerin taleplerinin gerçekleşmesi için greve çıkabilecek kararlılığa sahip olduklarının işverene gösterileceği bir süreç olarak değil, sendikacıların ve (beş yıl içerisinde!) temsilcilerin işvereni alt edebilecek “işçilerde olmayan özel yeteneklerinin sergilendiği bir süreç olarak anlamışlardır.
Sermaye ve hükümetin işçi sınıfı ve emekçilere yönelik topyekûn saldırısı anlaşılamadığı ölçüde işverenin kararlılığı da anlaşılamamış ve her zamankinden daha kapsamlı ve güçlü gelen saldırının boyutu kavranamamıştır. İşçilerin sendika yönetimine değil ama temsilcilere olan büyük güvenleri, beraberinde işçi hareketindeki durgunluğa bağlı olarak her geçen gün sayısı büyüyen işsizler ordusu, işçilerde mücadele etmeden işyerinde kalma eğilimini büyütmüş ve bu yüzden gelişmeleri sadece izleyen bir tutum ortaya çıkmıştır.
İşçilerin anlaşılabilir tutumunu, hazırlıksızlığın ve örgütsüzlüğün sonucu güçlenen bir eğilim olarak değil, gelinen noktanın nedeni olarak anlayan geleneksel sendikalist anlayış, kaçınılmaz olarak beraberinde işçilere güvenmeyen bir yaklaşım içerisine girebilmiştir. Hakların kazanılmasını, en azından korunmasını, işçilerin örgütlü gücünde değil, işverenin masasında arayan ve temsilcileri de çepeçevre kuşatan “sendikal” anlayışın hazin olduğu kadar doğal bir sonucudur yaşanan.

İŞYERİ ÖRGÜTÜNÜN ÖNEMİ
Yaşanan işçi kıyımı, Parsat işçileri şahsında işçi hareketinde yaşanan zaaf ve zayıflıkları gözler önüne serdi. Bu zaafları başlıca iki başlıkta toplamak mümkündür. İlki, işçi hareketinin siyasallaşma ihtiyacıdır. Diğeri ise, işçi hareketi ve sendikal hareket saflarında yaşanan örgütsüzlüktür. Öyle ki, sendikalar, bürokrasi eliyle sınıfın örgütsüz kılınmasının birer aleti haline dönüştürülmüş durumdadır. Bu yüzden, sendikal çalışma, her düzeyde yeniden ele alınmak ve mücadeleci bir temelde yeniden örgütlenmek durumundadır. Sendikal çalışma ve örgütlenmenin işyeri temelli ele alınıp sürdürülmesinin vazgeçilmez önemi Parsat’ta yaşananlarla bir kere daha somutluk kazanmıştır.
IMF merkezli saldırılar karşısında bugün açısından; işçi sınıfının sermaye sınıfına karşı mücadelesinin ortaya çıkardığı, işçilerin ücret düzeylerinin ve çalışma koşullarının iyileştirilmesinde, ekonomik-sendikal hak ve özgürlüklerinin kazanılması ve korunmasında geliştirdiği en etkin mücadele aygıtlarından biri de işyeri komiteleridir.(*) Bugün işyeri komiteleri, sendikal mücadelenin en güçlü aygıtı olduğu kadar sendikal örgütlülüğün kendisi olarak da anlaşılmalıdır. İşçiler, ancak kendi öz örgütleri sayesinde diğer sınıf kardeşleri ile dayanışma içerisine girebilir ve birleşmiş bir sınıf olarak kapitalist sınıf karşısına çıkabilir. Öte yandan ve buna bağlı olarak, işçilerin egemen sınıflar karşısında bağımsız bir politik güç olarak örgütlenmesinin imkânları da, bugün güçlü işyeri örgütleri ve komiteleri ile ortaya çıkabilir ve genişleyebilir. İşçi sınıfının daha büyük kavgalara hazırlanabilmesinin, ileri işçinin sınıf mücadelesine daha ileri bir düzeyden katılmasının, hareketteki rolünü her gün yeniden kavramasının, bilinç düzeyinin ilerlemesi ve inisiyatifinin gelişmesinin koşulu olarak da anlaşılmalıdır, işyeri komiteleri.
Toplu sözleşme, ekonomik olarak “iyi” ya da “kötü” sonuçlanması halinde de, en nihayetinde bir pazarlıktır. Hiçbir ücret artışı, ücretli kölelik düzenini ortadan kaldıramayacağı gibi, sermaye sınıfını kârsız bırakmaz. Sermaye sınıfı ile sözleşme vb. her türden karşı karşıya gelişte, işçi sınıfı için gerçek kazanım, örgüt ve bilinç düzeyindeki ilerlemedir. Böyle bakıldığı oranda, işçi sınıfının uzun vadeli hedefleri açısından, kimi zaman “iyi” olan geri, “kötü” olansa ileri doğru atılmış bir adım olarak değerlendirilebilir. Bunun bilincinde olan bir işyeri örgütlenmesi yaratılmadığında ise, her sermaye saldırısı karşısında baştan kazanma imkânı ortadan kalkmaktadır.
Sendikal bürokrasi de, uğursuz rolünü örgütsüz bir fabrikada rahatlıkla oynayabilmektedir. Bütün işçileri bir mücadele fikri etrafında bir araya getirecek ve her işçiyi katacak iş bölüşümüne sahip bir mekanizma olmaksızın, inisiyatifi sendikacıların elinden almak olanaksızdır. Böylesi bir eksiklik, iyi niyetli ileri işçilerin de bürokrat sendikacılar tarafından yedeklenmesine de yol açmaktadır. İşçi sınıfının en ileri mücadele örgütü olan bağımsız politik partisi ise, sınıfın işyerleri düzeyindeki her türden örgütlenme girişimini destekleyip, yardım ederek tarihsel rolünü oynamanın koşullarını önemli ölçüde ilerletmiş olacaktır.

MÜCADELENİN SİYASALLAŞTIRILMASI
Uluslararası sermayenin IMF aracılığıyla yönelttiği tek merkezli saldırı programı ile emekçi sınıflara özelleştirme, esnek çalışma, sendikasızlaştırma ve sefalet ücreti dayatılmakta, işsizlik, yoksulluk her geçen gün katlanarak artmaktadır. Sermaye, işçi ve emekçilerin örgütsüz, her tür hak ve özgürlükten yoksun olduğu bir düzen istiyor. Saldırıların aynı odaktan gerçekleşiyor olması ve bütün emekçi kesimleri içerisine alması, lokal mücadele ile en küçük kazanımların dahi elde edilmesini güçleştiriyor. Süreç, işçi hareketine, sendikalı kesimler başta olmak üzere, tüm olay ve olgulara siyasal bir perspektifle yaklaşmayı zorunlu kılıyor.
Mücadeleyi -işverenlerin bugün her dönemden daha güçlü olduğu- ücret ve iş koşullarının iyileştirilmesiyle sınırlayan sendikalist anlayış, günlük sorunlarla baş etmede dahi çözümsüzdür. Bugün tek bir işverene karşı tek bir işletmenin işçilerinin mücadelesinin yerini sınıfın sınıfa karşı vereceği topyekûn mücadele almak zorundadır.
Yukarıda bahsettiklerimizden, Parsat işçisinin, sözleşme döneminde işyeri komitesini yenileyerek güçlendirmenin ve çalıştırmanın yanı sıra, bölgeyi örgütleyecek bir perspektifle mücadeleyi ele almasının kaçınılmaz olduğu anlaşılmalıdır. Başta aynı şubede örgütlü diğer işyerlerinin işçileri olmak üzere, örgütlü-örgütsüz bütün işyerlerinde, emekçi semtlerinde diğer emekçi kesimleri ile de birleşen bir dayanışmayı örgütlemeksizin, IMF politikalarına karşı birleşik bir cephe yaratılmasını hedeflemeksizin, kendi işvereni karşısına bir güç olarak çıkmak ve sendikal bürokrasinin oyununu bozmak mümkün görünmüyor.
Öyleyse Parsat’ta, sendikal örgütlülüğün, bürokratik sendikacılıkla hesaplaşarak, mücadeleci bir anlayışla yeniden inşa edildiği geçmiş sürecin birikimine rağmen, böylesi ağır bir yenilgiyi yaşamasının nedenini, mücadele perspektifinin dönemin gerektirdiği genişlikte olmaması ve işçilerin siyasal mücadele içerisine yeterince sokulamamasında aramak yanlış olmayacaktır.

PARSAT İŞÇİLERİ VE EMEP
Sendika bürokrasisinin fabrikada onlarca yıldır sürmekte olan işveren işbirlikçisi sendikal anlayışına karşı verdikleri ve müdür temsilcilerin değişmesiyle sonuçlanan mücadele ile işçiler, işverenle ve sendika bürokrasisi ile ilk büyük kapışmalarını gerçekleştirmişlerdi. İşçilerin gerçek temsilcilerini belirledikleri bu süreç ve sonrasında, işçiler lehine her iyileştirmenin irili ufaklı mücadeleler sonucunda gerçekleşmiş olması, işçilerde, mücadeleci bir sendikacılığın nasıl inşa edileceği ve korunacağı ile ilgili sendikal bir bilincin, üstelik işçilerin hemen tamamında açığa çıkmasını sağlamıştı. EMEP baştan beri bu mücadelenin içerisinde yer almış, ileri işçi kitlesi üzerindeki etkinliğini, Parsat işçilerinin bilincini sınıf bilinci yönünde ilerletme yönünde kullanmaya çalışmıştır.
Temsilciler başta olmak üzere ileri işçiler, EMEP’i, mücadeleye atıldıkları ilk günden itibaren tanıma olanağı sahip olmuşlardır. İşçiler, partinin olanaklarını ihtiyaçları doğrultusunda her zaman kullanabildiler. İşçilerin önemli bir kısmının Esenyurt’ta oturuyor olması nedeniyle, parti üye ve yöneticileriyle işçiler, zayıf da olsa doğal bağlar kurabildiler. Partiyi özellikle ileri işçi kitlesinden gizleyen ve partili mücadeleyi belirsiz bir zamana erteleyen beklenticilik, Parsat’ta eğilim olarak dahi ortaya çıkmadı. İleri işçiler partiyi, fabrikadaki mücadelelerinde yollarını görmelerini sağlayan bir güç olarak gördü ve kendi partileri olarak sahiplendi. İleri işçiler, kopup geldikleri yörelerde etkilendikleri düzen partilerinden (özellikle DSP) yollarını ayırdılar.
EMEP’in 2. Kongresi’ne kadar işçilere parti her fırsatta anlatılmış ve işçilere partili mücadele çağrısı ısrarlı olmasa da sürekli yapıla-gelmişti. İleri işçiler, büyük güven duydukları bir işçi önderinin ağzından dinledikleri EMEP hakkında, ortalama bir bilgi sahibi olabilmişlerdi. Partinin il ve ilçe kongrelerine kitlesel olarak katılıp büyük coşku katan Parsat işçileri, iki parti üyesinin olduğu fabrikada, adeta parti saflarında yer alma isteklerini ortaya koymuşlardı.
2. Parti Kongresi, EMEP’in, fabrika örgütlerinin toplamı bir devrimci parti olma hedefi ve şiarı ile toplandı. İşçilerin örgütlenmesine özel bir önem verilmesi gerektiği bir kez daha vurgulanırken, her üyenin somut bir parti görevine sahip olması üyelik kıstaslarına ekleniyordu. Kongre kararları, Parsat’taki parti çalışmasının yeni bir yöneliş içerisine girmesini sağlamıştı.
Partinin fabrikadaki etkinliğini örgüte dönüştürmek için başlatılan çalışmalar kısa zamanda sonuç vermiş, on beş işçi, tören niteliğinde bir etkinlikle partilerine üye olmuşlardı. Üye olan işçilerin önemli bir kısmı, ’97’de yaşanan mücadelenin başını çeken işçilerden oluşmaktaydı.
Kitlesel üyeliklerin partinin IMF karşıtı bir kampanyayı başlattığı 2000 yılının sonunda gerçekleşmiş olmasından dolayı düzenli yapılmaya başlanan toplantıların baş gündemi IMF karşıtı propagandanın yaygınlaştırılması olmuştu. Parsat işçilerinin evlerinde gerçekleşen ev toplantılarına işçiler, partisiz işçileri ve komşularını katmışlardı. Aynı kampanya çerçevesinde ilçe bürosunda gerçekleştirilen panele 60 Parsat işçisi katılırken, kahve toplantılarıyla da desteklenen kampanya sürecinde bazı işçiler partiye üye oldu.
Yazı boyunca yapılan değerlendirmeler ve parti örgüt çalışmasına ilişkin ortaya konan olgulara şunları da eklemek gerekir.
* Parti faaliyetlerinin birime mal edilmesi, istikrarlı ve günlük hale getirilmesi için birim örgütü içerisinden beş kişilik bir parti komitesi seçilmiş ve komiteyle daha sık bir araya gelme ve parti platformuna daha ileri düzeyden kazanmak hedeflenmişse de, komitenin istenen düzeye ilerlemesi sağlanamamıştır. Parti komitesinin, partili işçilerle birlikte hareketi yönetmesi ve olanakları değerlendirip parti örgütlülüğünü ilerletmesinde zayıf kalınmıştır. Partili işçilerin, aidat ödemek ve partinin toplantı çağrılarına uymak dışında, parti çalışmalarına çok yönlü katılımında istikrar sağlanamamış, birçok işin sorumlu parti yöneticisine havale edilmesi tutumu aşılamamıştır.
* Fabrikaya ’97 yılından beri sürekli sokulan işçi basını, yeterince etkili kullanılamamıştır. Fabrika ile ilgili haberler işçilere sürekli taşınmamış, parti örgütünün haber ve işçi mektupları ile gazete beslenmemiştir. Bunlar daha çok dışardan kotarılan işler düzeyinde kalmıştır. Partili işçilerin tamamının günlük olarak gazeteyi okuması sağlanamamıştır. Bu eksiklik, işçilerin partinin günlük taktik eylem platformunu anlamasını ve siyasal düzeylerinin ilerletilmesini olumsuz etkilemiştir. Diğer yandan, partili işçilerle partisizlerin tutumlarının aynılaşmasına ve partili işçilerin sayıca artmasının Parsat’taki işçi örgütlenmesine yapabileceği katkıyı yapamamasına sebep olmuştur.
Parti birim örgütü, 97’deki mücadelede öne çıkmış işçilerin önemli bir kısmıyla oluşturulmuş ve partisizler üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuş olsa da, bu süre içerisinde, yüzü aşkın yeni ve genç işçiye, fark edilmelerine rağmen, yönelinmemiştir. Önder pozisyonundaki işçilerin eski ve bir kısmının emekliliği yaklaşan işçiler olmaları, işçi kıyımı sürecinde olumsuz bir rol oynamıştır. Kıdem tazminatları kabaran eski işçilerde gelişen “yüklü” bir tazminat alıp ayrılma eğiliminin önüne geçilememiştir. Oysa aynı süreçte genç işçiler, mücadele isteklerini ortaya koymuşlar ve ikirciksiz bir tutum içerisinde olmuşlardır. Mücadelenin önünde yer almaya hazır genç işçilere yönelmede ve inisiyatif kazanmalarını sağlamadaki zayıflık, parti organının genç işçilerle güçlenememesine neden olmuştur.
* Bütün bunlar, partili işçilerin, işçi sınıfının mücadele tarihinden, partinin programı ve bilimsel sosyalizmin birikiminden öğrenmelerini sağlayacak bir eğitimin gerçekleşmemesiyle birleşince, partili mücadele fikri zayıf kalmış, ileri sendikal bilincin ötesine geçen bir politik tutum parti örgütüne egemen olmamıştır. Parti komitesi ve birimi ile bu durumu değiştirecek günlük örgüt ilişkisinin sürdürülmesinde zayıf kalınmıştır.

Sonuç olarak; Parsat’ta yürütülen çalışma, olumlulukları ve eksiklikleriyle, işçi sınıfının sendikal ve politik örgüt birikimi açısından önemli ve öğreticidir. Anlatılanlar bitmiş bir sürece değil, devam eden bir mücadeleye dairdir. Parsat işçileri ve işçi sınıfının partisi öğrendikleriyle yoluna devam ediyor.

Dipnot:
* Okur, işyeri komitelerini; sendikal hareket saflarında sıkça karşımıza çıkan ve daha çok küçük-burjuva sol gruplar tarafından empoze edilen ve işçilerin mücadelesinin bir ürünü olmaktan çok, atanmış örgüt militanlarının oluşturduğu “işyeri komiteleriyle” karıştırmamalıdır. Mücadelenin ihtiyaçlarına bağlı olarak TİS, grev, direniş komiteleri adı altında bir dizi işyeri temelli örgüt biçimi de karşımıza çıkmaktadır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑